ŞEYTANIN EN TATLI 12 SÖZÜ

ŞEYTANIN EN TATLI 12 SÖZÜ

1-BİR DEFAYLA BİR ŞEY OLMAZ

2-DAHA GENCİZ.

3-ALLAH (C.C) KALP TEMİZLİĞİNE BAKAR.

4-ALLAH (C.C.) İLE KUL ARASINA GİRİLMEZ.

5-EMEKLİ OLDUKTAN SONRA.

6-ZAMAN SİZE DEĞİL SİZ ZAMANA UYUN.

7-BİR ŞEY OLMAZ Allah(C.C) AFFEDER.

8-BU KADAR GÜNAHTAN SONRA BİRAZ ZOR AFFEDİLİRSİN.

9-FAZLA DÜŞÜNME KAFAYI YERSİN.

10-CEHENDEMDE BİR SÜRE YANDIKTAN SONRA CENNNETE GİRMEYECEKMİYİZ. (Sanki kibrit çöpünün ateşine dayana biliyormuş gibi)

11-BİZ BÜYÜKLERİMİZDEN BÖYLE GÖRDÜK.

12-AMAN HA DİKKAT BEYNİNİZİ YIKAMASINLAR…

Kuran-ı Kerimde Zina Suçu Ve Hükümleri

Kuran-ı Kerimde Zina Suçu Ve Hükümleri – Elmalılı Tesfirinden

24-NUR:

1- Ve farz kıldık Yani bu sûre, kesin olarak farz kılınan birtakım hükümleri ve bunların delillerini içinde bulunduran bir kısım açık ve belli âyetleri ihtiva eder. Öyle ki bu sûrenin de İslâm medeniyetinin hukukunu ve asıl vazifelerini gösteren temel çizgilere delil olması açık bir şekilde düşünülebilir. İlk önce namus, ırz ve aile hukuku meselelerinden başlanarak buyuruluyor ki:

Meâl-i Şerifi

2- Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah dini(ni tatbik) hususunda sizi sakın acıma duygusu kaplamasın! Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.

3- Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez; zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.

4- Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu ispat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkardırlar.

5- Ancak bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

6- Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesidir.

7- Beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.

8- Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ve şahitlik etmesi,

9- Beşinci defa da, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezayı kaldırır.

10- Ya Allah’ın size bol lütfu ve merhameti olmasaydı ve Allah tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (haliniz nice olurdu.)?

2- Zâniye ve zânî; ZANİYE, zina eden kadın ZANÎ zina eden erkek demek olduğu belli, fakat zaniye ile mezniyeyi ayırmak gerekir. Her zaniye mezniyedir; ama her mezniye, zaniye değildir. Çünkü mezniye, zina edilen kadın demektir ki, şiddetle ve zorla da olabilir. Zorla zina edilen kadına ise mezniye denilirse de zaniye denilemez. O zira ancak kendi istek ve arzusu ile zina işlemiş kadına denilir. Karşılıklı rıza ile işlenilmesi sebebiyle, zina fiilinde bu fiili işleyenler ortak olur. Zorla zina edilen kadın ise hiçbir yönden fail değil menf’ul dür. İşte burada, zorlanana had cezası gerekmeyeceğini anlatmak için zaniye denilmiş, mezniye denilmemiştir. Şunu da unutmamalıdır ki maksat, zinalarının sabit olduğuna şer’î yönden hüküm verilmiş olan zanî ve zaniyedir. Zinanın tesbiti ise “Onlara içinizden dört şahit getirin.” (Nisa, 5/15) âyetinin ifadesi ve delaletine göre dört şahide veya dört kere ikrar etmeye bağlıdır. Netice olarak zina ettiği bu şekilde sabit olan ve sabit olduğuna hüküm verilen kadın ve erkek, Şimdi bunlardan herbirine yüz celde vurunuz.CELDE: Deriye vurmaktır ki, her vuruşa celde denir. Keşşâf’ta der ki, “celd” sözünde şuna işaret vardır ki acı, ete geçirilmemelidir. Çünkü celd, cilde vurmaktır.

Nitekim “zaherehû”: sırtına vurdu, “batanehû”: karnına vurdu, “reesehû”: başına vurdu demek olduğu gibi derisine vurdu mânâsına da “celedehû” denilir… Demek ki, deri hissedecek kadar kaba elbisenin üzerinden vurmaya da celd denilmez. Aynı zamanda meselenin fıkhî yönü düşünüldüğü zaman maksadın, bir eğlence olmadığı gibi, bir işkence veya yok edip öldürme de değil, yalnız zorlama ve terbiye etme olduğu açıktır. Şu halde maksat, şiddetli bir celd değil, eti çürütmeyecek ve tehlikeye sebeb olmayacak şekilde hafife yakın orta bir şekilde vurmaktır ki, nasıl olacağı Fıkıh kitaplarında açıklanmıştır:BİRİNCİSİ: Değnek iri olmayacak, çöp gibi çok basit de olmayacak, parmak kadar düz ve budaksız olacak.

İKİNCİSİ: Vuran kimse vururken en son omuzu hizasına kadar kaldıracak

ve omuzundan arkasına aşırtmayacak,

ÜÇÜNCÜSÜ: Çıplak vücuda vurulmayacak, fakat kürk gibi kalın elbise varsa çıkarılacak. Rivayet edilir ki, Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a)’a had cezası için bir adam getirildi, adam gömleğini çıkarmya başladı ve “Benim şu günahkâr vücudum dövülürken üzerinde gömlek bulunması uygun değildir” dedi, Ebu Ubeyde gömleğini çıkarmasına izin vermeyin, dedi ve o şekilde dövüldü.

DÖRDÜNCÜSÜ: Yüz, karın ve ot yeri gibi nazik ve tehlikeli organlara vurulmaz.

BEŞİNCİSİ: Hepsi bir yere de vurulmayıp diğer organlara gereği şekilde yaygınlaştırılır…

Âyetin açık ifadesine göre zanî ve zaniye, zina isnad edilen evlenmiş veya evlenmemiş olandan daha genel ve bundan dolayı celd, ikisini de içine alıyormuş gibi görünür. Fakat Mâiz ve Gâmidiyye hakkında Peygamber efendimizin bilinen uygulaması, yani bilinen sünneti ile bu âyetin hükmü, muhsan olmayan, yani evlenmemiş olanlar hakkında olmak üzere yürürlüktedir. Allah’ın cezasında onlara acıyacağınız tutmasın Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız öyle yapınız. Allah’ın muhterem tuttuğu iffet ve namusu yırtan zanî ve zaniye’ye acıma duygusuna mağlup olup da onlara iltimas göstererek Allah’ın emrettiği cezayı ihmal etmezsiniz, Allah’tan ve ahiret sorumluluğundan korkarsınız. Çünkü onlara acımak, zinalarına göz yummakta değil, tevbelerine sebeb olmak için cezalarını yerine getirmek ve bu şekilde iffet ve namusu koruma ve zinanın genelleşmesini önleyerek nikahın çoğalmasına çalışmaktadır. Çünkü zina; “Çünkü, bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur” (Nisâ, 4/22) âyeti kerimesine göre büyük bir fuhuştur, kin ve hiddettir ve yolu pek kötüdür.

Gerek sıhhî, gerek tabiî, gerek ahlâkî, gerek hukukî, gerek ictimâî hangi yönden düşünülürse düşünülsün zina çok zararlı, harab edici bir günahtır. Erkekle kadının yaratılış ihtiyaçlarından olan cinsî münasebetlerinin, meşru ve güzel yolu zinada değil, nikahtadır. Nikahta hayatın bir bereketi, zina ve hayasızlıkta ise onun yok olması ve sonuçsuz kalması vardır. Nikahın kolaylığı, doğruluk ve emniyeti, çoğalması bir toplum bünyesinin sıhhatinden olduğu gibi, tersi olan zinanın yayılması da aksine toplum bünyesini kemiren, çürüten, her

türlü ahlâkî kötülüklere sürükleyen tahrib edici şeylerin başıdır. Tıbbî ifade ile ifade edecek olursak zina, toplum bünyesinin firengisidir. Bir hadis-i şerifte Peygamber efendimizden rivayet edilmiştir ki: “Ey insanlar topluluğu! Zinadan kaçınınız, çünkü onda altı özellik vardır. Üçü dünyada, üçü ahirettedir. Dünyadakiler değerleri giderir, fakirlik getirir, ömrü kısaltır. Ahirette de Allah’ın gazabına, hesabın kötülüğüne, cehennemde ebedî kalmaya neden olur.” Bu sebepten insanlara yardım ve acıma ona teşvikte değil, ondan menetme ve zorlama ile kurtarmaktadır.Bu âyette emrolunan yüz sopa vurma ise sakındırma ve yasaklamanın, gayet basit ve sade ve her türlü sıkıntı ve korkudan uzak en sağlam yoldur. Bu âyetin nuzûlünden önce İslâm’da zinanın cezası “Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse o kadınları ölüm alıp götürünceye, yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlere hapsedin. İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin…” (Nisâ, 4/15-16) âyeti uyarınca kadınlar için vefat edinceye veya Allah bir yol açıncaya kadar evlerde hapis, erkekler için de hakimin görüş ve takdirine uygun bir eza ile tazirdi; takdir edilmiş belli bir cezası yoktu. Bu âyetin indirilmesi ile bekarlar arasında her ikisine de yüz sopa vurma ile sınırlandırıldı ve böylece vaad edilen yol gösterilmiş oldu ki, bunda iki taraf için zina zevkine karşılık yeterli eziyet ifade edecek adil bir tesir mevcut olduğu gibi, zarardan uzak ve masrafsız olmak itibariyle de birçok yönden faydalar vardır. Hapis cezasının ahlâkî bir şekilde tatbikatındaki zorluklarla beraber, bir taraftan her türlü iş ve gücü durdurma, diğer taraftan devlet hazinesine birçok masraflar yüklediği hesap edilirse, bu hususta tayin edilen yüz sopa vurulmasının, gerek ahlâkî ve gerek iktisadî ve gerek kolay tatbiki ile adalet nokta-i nazarından faydalı ve netice verici bir terbiye olduğunu kabul etmemek mümkün değildir. Şu kadar var ki, kötü bir şekilde tatbik etmemek şarttır. Onun için buyuruluyor ki: Ve müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun. Yani gizli döğülmesinler de müminlerden bir taifenin (grubun) huzurunda onların şahitliği ve gözcülüğü altında döğülsünler.Keşşâf’ın açıklamasına göre tâife; bir halka olması mümkün olan gruptur ki, bir şeyin etrafını çeviren topluluk demek gibidir. En azı üç dört kişi olması

gerekir. İbnü Abbas’tan bunun tefsirinde dörtten kırka kadar diye nakledilmiştir. Aslında çoğulun en azı üç ise de zinada şahit adedinin istenen haddi dört olduğuna göre, bunun da en azından dört olması gerekir. Çünkü “şahit olsun” buyurulmuştur. Bu sebepten iki kâfi gelmez, Hatta Hasen’den rivayete göre en azı on kişi olmalıdır. Netice olarak gizli dövme suçlamasına meydan vermeyecek kadar bir grup insanın hazır bulunması gerekir. Bu ise bir iki kişi ile olamaz. Sonra yalnız adet değil, nitelik de şarttır. Onun için “müminlerden bir grup” buyurulmuştur ki, şahitliğe ehil halis müminlerdir. Zira şehadete ehil olmayan aşağılık kimselerin şahitliği, yapılmamış gibidir. İbnü Abbas Hazretleri de “Allah’ı tasdik edenlerden kırk kişi kadar” demekle bunu kasdetmiştir.Bu emirde başlıca iki hikmet vardır:

BİRİNCİSİ: İntikam şeklinde bir kötüye kullanmaya meydan vermemek için bir teminattır. Çünkü gizli dövmelerin, hiddetin sevkiyle işkence halini alması veya bir iltimasa uğraması mümkündür. Nitekim tarihin şikayet edegeldiği zalimane işkenceler hep gizlenerek yapılmıştır. Bundan dolayı Avrupalı ceza hukukçularının dövme gibi bedeni cezalandırmaları hoş görmemeleri de hiç sebebsiz değildir. Fakat hapis gibi genellikle uygun görülebilen cezaların çoğu cismani olmaktan kurtulamayacağı gibi, gizli dövme kadar kötüye kullanmaya müsait bulunduğu da inkâr olunamaz. Bir mahpusa, hele yalnız olan bir mahpusa karşı ne yapılmaz. Halbuki, herkesin gözetimi önündeki bir dövme tesirli olmakla beraber, haddi aşmaya müsait değildir. İşte darb, ancak bu şahitlik ve kontrol altında açıkça olmak şartıyla meşru kılınmıştır.İKİNCİSİ: Bunda iffet ve namusun kıymetini, ibret ve terbiyenin genelleştirilmesini ifade eden bir ilan ve sergileme vardır. Gerçi bu sergileme bu suçu işleyen kimsenin sadece aleyhine değildir. Açıklandığı üzere lehinde bir teminatı da içinde bulunduran bir ilandır. M

ahkemenin ilanının ve hükmün, alenî olması gibidir. Hükmün aleniyeti (açıklığı) ise bir sergilemeyi içerse bile, genellikle bir ceza niteliğinde kabul edilmez. İcranın yani yürütmenin açıklığının da öyle olması gerekir. Özellikle cezalarda uygulama, hükmü yerine getirmede tamamlayıcı unsurlardandır.Bununla beraber, aklı olanların vicdanında, en küçük bir sergilemenin bile bir ruhî azap meydana getireceğinde şüphe yoktur. Bundan dolayı bu şahitlik, yalnız bedeni olan “celd ceza”sının ruhî bir tamamlayıcısı olur. Bu cümlede

“onların her ikisine uygulanan cezaya” buyurulması da buna işarettir. Bir de bu şahitliğin amme hukuku ile ilgisi vardır.

3-Şöyle ki: Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile nikahlanamaz. Zina eden bir herif evlenecek olursa, alacağı karı ya bir zina etmiş kadın veya bir müşrik kadındır. Çünkü imanı ve namusu olan temiz saliha kadınlar ondan nefret eder, ona tenezzül etmez ve etmemelidirler; öyle heriflere olsa olsa ya kendisi gibi zina işlemiş veya Allah’a şirk koşmakta olan bir karı rağbet eder ki, Allah’a şirk koşan kadınların da iffet ve namusu şüphelidir. Ve işte zina şirke, şirk zinaya böyle yakındır.Bir de nefsinde zina etmeye yatkınlık olan erkek, namus ve iffetten yoksun kadınlarla ilgi kurar, onlardan tiksinmez; aksine şehvetini tahrik edip heva ve hevesine uyduklarından dolayı onlara kapılır ve bu duygu onun evlenmek konusundaki fikrini ve düşüncesini bozar da nikaha ve evlenmeye rağbet etmez ve şayet evlenecek olursa, alacağı da öyle birisi olur. Zira iffet ve namusun kıymetini bilmez, iffetli olanları takdir etmez, kendi dengini arar. Bu şekilde, erkeğin iffetsizliği, iffetsiz kadına düşmesine sebeb olduğu gibi, netice olarak nikahlayacağı kadının iffetsiz olmasına da sebeb olur. Bu nükte ve incelik ile, bu âyette erkek, dişiden önce zikredilmiştir. Halbuki, önceki âyette dişi önce zikredilmişti. Çünkü dişinin görünmesi, açgözlülüğe düşürmesi, kendi isteği ve kabulü olmadıkça adı geçen zina fiili başlayamayacağından, orada suçun başı, zinanın maddesi, karı olduğuna işaret edilmişti. Fakat nikah konusuna gelince, bunda erkeğin rağbet ve isteği asıl ve öncül olduğuna ve erkeğin ahlâkının iffet bakımından kadın üzerindeki nüfuz ve tesirine işaret inceliği ve nüktesi gösterilmiştir.

Zina eden kadın; bununla da zina eden erkek veya müşrik bir erkekten başkası nikah edemez. Yani iffet ve namusu olanlar, zina eden kadından nefret eder, nikahına tenezzül etmez de onu nikah etse etse, bir zina suçu işlemiş veya zinadan sakınmamak âdetleri olduğundan dolayı ancak bir müşrik nikah eder. Çünkü “kötü kadınlar, kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yaraşır” (Nur, 24/26) ve o yani o nikah, müminlere haram kılındı. Bakara Sûresinde “İman edinceye kadar müşrik kadınlarla evlenmeyin. İman etmiş bir cariye, beğenseniz bile müşrik bir kadından kesinlikle daha iyidir. İman edinceye kadar müşrik erkeklere de mümin kadınları nikahlamayın.İnanmış bir köle müşrik bir kimseden daha hayırlıdır” (Bakara, 2/221) âyet-i kerimesine göre, müşrik kadın ve müşrik erkekle nikahlanmanın yasak olduğu bilinmektedir. Zina eden kadını nikahlamaya gelince; bu âyetin zahirinden, bunun da müminlere haram ve müşrikle nikahlanmaya yakın olduğu anlaşılıyor. Bununla beraber ihtilaf yönü de yok değildir.

1- Bazıları “bu âyette maksad, nikahın hükmünü açıklamak değil, zinanın kötülüğünü açıklamadır. Burada nikah çiftleşme mânâsındadır ve bu sebebten haramlık da zinanın haramlığıdır” demişlerse de anlamsızdır. Çünkü Kur’ân’da nikah, hep akit “nikahlanma“ mânâsına geldiğinden çiftleşme mânâsı verilmesi doğru değildir. Bir de bu mânâca âyetin hiçbir fayda ifade etmemiş olacağı gösterilmiştir.2- Hz. Aişe (r.anha) dan rivayet edilmiştir ki: “Bir erkek bir kadınla zina etse onu nikahlayamaz, bu âyette haramdır. O işe başladığında zina etmiş olur…” Ebu Hayyan tefsirinde: Ashâb-ı kiramdan İbnü Mes’ud ve Berâ b. Azib (r.anhüma)’nin de görüşlerinin böyle olduğu bildirilmiştir. Fakat buna karşılık Hz. Peygamber (s.a.v) den bu konu sorulmuş “Evveli akılsızlık, ahiri nikahtır, haram, helali haramlaştırmaz” buyurduğu nakledilmiştir. Ebu Bekr’i Sıddîk, İbnü Ömer, İbnü Abbas ve Cabir’den ve Tâvûs, Saîd b. Müseyyeb, Cabir b. Zeyd, Atâ, Hasen’den ve dört imam’dan naklolunan görüş de caiz oluşudur. Ancak Fahrü’r-Râzî tefsirinde zikredildiği üzere zina eden erkek ve zina eden kadının iffetli erkek ve iffetli kadın ile ve iffetli erkek ve iffetli kadının, zina eden erkek ve zina eden kadın ile evlenmesinin haram olması, Hz. Aişe ve İbnü Mes’ud gibi Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin de mezhepleridir, deniliyor.

3- Hasen’in görüşüne göre bu haramlık, belirli zina eden erkek ve zina eden kadın haklarındadır. Had vurulmuş zina eden erkek ancak zina etmiş bir kadınla evlenebilir, Hz. Ali böylesinin nikahını reddetti diye, rivayet edilmiştir.

4- Bazıları bu hükmün Medine’de İslâm’ın başlangıcında gelmiş olup daha sonra neshedildiğini söylemişlerdir, Said b. Müseyyeb bu sûredeki “Aranızdaki bekarları evlendirin.” (Nûr, 24/32) ve Nisâ Sûresi’ndeki “Size helal olan kadınlardan nikahlayın.” (Nisâ, 4/3) âyetlerinin

umumlarıyla birlikte neshedildiği rivayet edilmiş ve bu görüş yaygınlık kazanmıştır. Mütezile’den Cübbâî de icma ile nesholunmuştur, demiş. Fakat Fahrür-Râzî tefsirinde açıklandığı üzere araştırmacı âlimler bu iki görüşün ikisinin de zayıf olduğunu anlatmışlardır. Çünkü neshedenin icma olduğunu söylemek ise, icmanın nâsih olamayacağı Fıkıh usûlü ilminde sabittir. Bir de Ebu Bekir, Ömer, Ali gibi zatların muhalefetleri bulunan bir konuda icma sahih olamaz. Bu sebepten icma ile nesholunmuştur, demek doğru olamayacağı gibi mensuh olduğuna icma edilmiş demek de doğru değildir. Çünkü açıklandığı üzere aksi sabittir. Gerçi ve emirleri geneldir. Fakat bunların da dinen bir engel bulunmayanlara ait olduğunda şüphe yoktur. Bundan dolayı diğer haramlar gibi buradaki haram kılınmanın da engellerden biri olması düşünülebilir. Böyle bir ihtimal karşısında ise neshe hükmetmek doğru olmaz. Özellikle sûrenin başındaki “Onu farz kıldık” kelâmı bu sûrede mensuh bir hüküm bulunmadığını anlatmak için yeterlidir.5- Abdullah b. Ömer’den, İbnü Abbas’tan (r.anhüm) Mücahid’den, Said b. Cübeyr’den ve yine Saîd b. Müseyyeb’den gelen rivayetlere göre bu âyetin iniş sebebi şudur: Cahiliye devrinde fahişeleri işleten kirahaneler (Kerhaneler) kerhaneciler vardı. İslâm geldiği vakit Medine’de bunlardan Ümmü Mehzûl gibi meşhur karılarla, kapıları bayraklı, alâmetli dokuz kadar kerhane bulunuyordu. Bu karılar, bu kerhaneciler hep müşriklerden idi. İçlerinde servet edinmiş olanları vardı. İslâm’da zina haram olduğundan bu fahişelerden bazıları, yeni müslüman olmuş olan bazısına nikah teklif etmiş ve kabul ederlerse nafakalarını taahhüt etmek istemiş, onlar da fakirlikleri ve ihtiyaç içinde bulunduklarından dolayı Resulullah’tan izin istemişler, bunun üzerine bu âyet indirilmiş, o nikahın müminlere haram olduğu anlatılmıştır. Bundan dolayı bazı tefsirciler bu haramlığın nüzul sebebi olanlara mahsus olduğunu zannetmişlerdir ki, “elif lâmlar” ahd için demek olur. Gerçi karine tamam olduğu zaman hüküm, nüzul sebebine tahsis olunabilir. Fakat burada hüküm, umumî sıfat üzerine gelmiş ve bu suretle haramlığa sebep olanların şahıslarında değil; ötede zinakârlık, beri de iman vasıfları arasındaki zıtlık da gösterilmiştir. Bu ise tamim, yani umumîlik karinesidir. Öyle ki “lâm” ahde yorumlansa bile, hükmün kıyas ile genelleştirilmesi zorunlu olacaktır. Bundan dolayı, nüzul sebebine mahsustur, diyenlerin muradı da bu haram kılmanın özellikle kerhane fahişeleri hakkında olduğunu söylemektir.

Ve bu fahişelerin belirgin özelliği ise zinayı helal kabul etme veya hafife alma demektir ki, küfürdür. İslâmiyetin hakimiyeti ile o cahiliyet kalıntısı olan kerhaneler kalkmış ve had cezalarının konulması ve uygulanması İslâm topraklarında artık öylelerinin ortaya çıkmasına meydan bırakmamış olduğu müddetçe, bunların nev’i şahıslarına münhasır kalmış olmasından dolayı bu, onların şahıslarına mahsus kaldı, diyenler de olmuştur. Bununla beraber:

6- Tefsircilerin çoğunun açıklamasına göre; bu haram kılma, zina edenleri nikahlamaktan müminleri sakındırıp korkutmak için mübalağa içindir. Çünkü diyorlar; zina damgası basılmış fasıkların peşine takılmak caiz değil, mahzurludur. Fasıklara benzemesine, töhmet mevkiinde bulunmasına, hakkında kötü lakırdılar edilmesine ve daha birçok bozgunculuklara sebebtir. Günahkârlar topluluğunda oturmakta bile günahlar işlemeye maruz kalmak tehlikesi ne kadar çoktur! Artık zina eden kadınlar, kahpelerle evlenmek nasıl olur? “Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin” (Nûr, 24/32) emrindeki “Salâh” “iyi olanlar” kaydında da bu mânâya dikkat çekilmiştir. Ancak bir mümin, kaçınılması gereken böyle haram bir nikahı -faraza- yapmış olsa o nikah , nikah olur mu? Yoksa o da bir zina mı olur?7- Şimdi bunu özetlemekle âyetin mânâsını tesbit edelim: Burada üç kısım vardır: Müşrikler, zinayı helal kabul edip hafife alanlar, bir de böyle olmayanlar.

BİRİNCİSİ: Herhangi bir mümin erkeğin veya mümin kadının, şirk koşan bir kadın veya şirk koşan bir erkekle nikahı sahih olamaz, kesinlikle haramdır, O bir zina olur.

İKİNCİSİ: Zina eden erkek ve zina eden kadın, âyetin nüzul sebebi olan kerhaneciler ve sermaye olarak kullandıkları kadınlar gibi zinayı helal gören veya zinayı hafife alan takımdan ise, haramlığı nass ile belirlenmiş olanı helal kabul etme veya hafife alma küfür olduğu için, bunlar müşrik hükmünde olduklarından, nikahları nikah olmaz, kesinlikle haramdır, müşrik nikahı gibidir. Onun için âyette zina eden erkek ve kadın, müşrik erkek ve kadına denk tutulmuş “Bu müminlere haram kılınmıştır” buyurulmuştur. Âyet bu iki kısmın nikahının haram oluşuna delildir. Ancak gerçekten tevbe etmiş olanlar başka.

ÜÇÜNCÜSÜ: Helal sayma veya hafife alma gibi küfür delili olmayarak zinasıtesbit olunmuş, önceden de başından hiç nikah geçmemiş ise, iffet sahibi müminlerin bunları nikahlamaları tahrimen mekruh, fakat nikahları sahih olur. Ayetin tahriminin bu kısmı içine aldığı hususunda bir çeşit şüphe vardır. Onun için ictihada yol açılmıştır. İşte zikredilen ihtilaf, ancak bu kısım hakkındadır. Yalnız Hz. Aişe ve İbnü Mesud ve Berâ b. Azib hiçbirisinde nikahlanmayı uygun bulmamış, bu kısmın haramlığını da diğer iki kısım derecesinde tutmuşlardır.

İşte zinanın sonucu öyle azab, böyle mahrum bırakmaktır. Mümin olanların zinadan sakınmaları ve cezasını uygulamaları farz olduğu gibi zânî ve zâniyeyi nikahlamaktan kaçınmaları ve birbirlerini böyle töhmetlerden korumaları da gerekir. Yoksa sakınma bahanesiyle ona buna zina isnat ederek, iffet sahiblerinin namusuna dokunmak da büyük bir cinayettir, suçtur ki, buna remiy veya kazif denilir. Bu deyim; namuslu olanlara delilsiz böyle bir isnatta bulunmak, nasıl rastgelirse gaybı taşlamak gibi olmakla beraber, öldürmek için şiddetli ok atmak gibi yaşama hakkına bir hücum olduğuna işarettir. Bu yönüyle zina cezasının açıklanmasının arkasından kazif cezası açıklanarak buyuruluyor ki:

4- Ve muhsanelere zina isnad eden, MUHSANE: Evlenmiş iffetli kadına, bir de evlenmiş olsun olmasın mutlaka iffetli ve ırzı sağlam olana denilir ki, kazf ayetindeki “ihsanda” bu mânâ kastolunduğunda görüş birliği vardır. Yani burada evlenmiş olmak şart değil, zinadan temiz olmak şarttır. Bundan dolayı yetişkin kızları da içine alır. Fakihler, bu ihsanda, İslâm, akıl, bulûğ, hür olmak ve iffetli olmak üzere beş şart saymışlardır. Erkeklere zina isnad etmek aynı hükümde delalet yönüyle dahildir. Fakat kadınlara söz atmak daha yaygın olduğundan cemi müennes sigası ile onlar özellikle belirlenmiş veya genellikle öyle olduğu hükmü ortaya konulmuştur.Netice olarak namusu sağlam olanlara atan, zina isnat eden sonra da dört şahit getirmeyen kimseler, demek ki ikrar bulunmadıkça bir zinayı ispat için şahitliğin ölçüsü en az dörttür. Halbuki iki adil şahit ile kısas bile sabit olur. Demek ki, namuslu bir kimseyi, özellikle ırz ve namus sahibi bir kadını zina ile itham etmek canını almaktan ağırdır. Bu sebepten onlara iftira atıp da ispat edemeyenler yok mu? Bunlara da attıklarından dolayı seksen sopa vurunuz hem de bunların ebedî olarak şahitliklerini kabul etmeyiniz. O zina iftirası suçunufırlatan dilin ebedî olarak, yani ölünceye kadar bu suretle hükmünü düşürmek bu da bu cezanın tamamlayıcı unsurudur. Celdin acısı cisme ait, bunun acısı ise ruha aittir. Zinada cisme ait olan yön, kazifte ruha ait olan yön galip olduğundan kazfin celdi, zina cezasından aşağı ve fakat bu manevî ceza ondan daha fazladır, çünkü ebedîdir. Bunlar fasıklar güruhundan ibarettir. Fısk ile mahkum kimselerdir.

5-6- Ancak ondan sonra tevbe edip kendilerini ıslah edenler müstesna. Yani o kazif suçunu işledikten sonra nedamet getirerek sözünü geri alan ve onu telafi etmek için cezasına teslim olmak ve kazfettiği kimse ile helallaşmaktan başlayarak hal ve amelini düzelten kimseler, fasıklık hükmünden müstesna olurlar. Tevbe ile had cezasının düşmediğinde icma vardır. Ancak Şâfiî mezhebinde bu istisnanın yukarıdaki cümleden ikisine ait olduğu ve bu sebepten böyle tevbe ettikleri takdirde had cezası düşmezse de fasıklıkları gittiği gibi şehadetlerinin de kabul olunabileceği söylenilmiştir.Fakat Hanefi mezhebinde bu, yalnız sonundaki “fâsikûn” cümlesinden istisnadır. Kazif haddi ile cezalı olanlar tevbe ile hadden kurtulamayacakları gibi, şehadetlerinin kabul olunmaması da ebedilik kaydı ile kayıtlıdır. Ebedileştirme ise istisnaya aykırıdır. Bundan dolayı bu hükümden istisnanın faydası kul hakkı ile ilgisi olmayan ve yalnız Allah hakkı olan yönde olur. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir. Mağfireti çok, rahmeti çoktur. Bundan dolayı tevbe ve ıslah halinde sorumlu tutmaz; fakat kazifte had ve şehadet yalnız Allah hakkı değil, aynı zamanda kul hakkıdır. Kazfolunanın davası üzerine cerayan eder. Bu sebepten kul hakkını ilgilendirir ve şahitliğin reddi hükmü, tevbe ile düşmezse de yalnız Allah hakkı olan günah bağışlanabilir. Ve bu yönüyle bu suçlarda suçu gizleyip açığa çıkarmamak daha uygundur.Zinayı ispatta dört şahit şartı da bununla ilgilidir. Bununla birlikte burada pek önemli bir nokta vardır. Bir kişi bir zinayı görecek olursa, o bir yabancının zinası olduğu takdirde kendisine bir ar gerektirmeyeceğinden gizlemesi daha uygun olur. Fakat zevcesi olduğu takdirde ar gelir, nesebi bozulur, sabredemez, o halde başka şahit bulmak da mümkün değil

gibidir. Bundan dolayı burada şöyle bir soru vardır: Rivayet edildiğine göre kazif âyeti indirilip okunduğu zaman Ensar’dan Sa’d b. Ubâde ve Asım b. Adiy, birisi ayağa kalkıp “Bir adam karısı ile birisini görse ne olacak.Dava etse seksen değnek vurulacak ve şehadeti reddedilecek, fasıklığına hükmolunacak; vurup öldürürse katlolunacak; dört şahit bulup getirinceye kadar ise işini bitirecek, bir açıklık getir Allah’ım!” dedi.Çıkar çıkmaz damadı Hilâl b. Ümeyye veya Uveymir kendini karşıladı, ne var dedi. “Şer var, karımı Şüreyk b. Semha ile buldum” dedi ki, amcası oğlu idi. “Vallahi dedi bu benim sualim, ne çabuk mübtela oldum.” Bunun üzerine ikisi bir Resulullah’a vardılar, haber verdiler. Resulullah kadını getirtip sorguya çekti, kadın inkâr etti, ashab toplanmıştı. Koca, önceki âyet gereğince kazif cezasına mahkum olacaktı. “Gözlerimle gördüm, kulaklarımla dinledim, Allah biliyor ki ben doğruyum, ancak hakkı söyledim, herhalde Allah’ın buna açıklık getireceğini ümid ederim.” diyordu.

Derken Resulullah’a vahy gelmeye başladı, ashab bunu işaretlerden tanıyorlardı, hepsi sustular, beklediler, o zaman şu Liân âyetleri indirilmişti ki kazf âyetinin genelinden bir istisna niteliğinde ve özellikle kocaların kendi zevcelerine kazfi hakkındadır: Kendi zevcelerine zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince onların herbirinin şahitliği ,yani o eşlerden herhangi birinin kazif cezasından kurtulması için şer’an dikkate değer bulunacak meşru ve uygun şehadeti kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesidir. Yani şehadet ederim, billahi hiç şüphesiz ona attığım sözde kesinlikle doğruyum, diye tekrar tekrar dört kere yemin etmesidir.

7- Beşincisi de, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. Yani beşinci defa da böyle şehadet edecek: Eğer o zina isnadında bulunmada ve şehadette yalan söyledi ise Allah’ın laneti muhakkak üzerine olsun, diyecek ki bu, bir yemin-i münakidedir. Bu âyette ilâhî kelâmın üslubu dikkat olunursa, kocanın yalanı takdirinde Allah tarafından lanete uğratılmasını ifade eder bir şekildedir. Nitekim Resulullah da bu beşinci “mucib yani gerekçedir” buyurmuştur.

8-9-Koca böyle beş kere şehadetle liân yapınca kazif cezasından kurtulur, ithamı karısına yönelir. Zevceden de azabı, yani o dünyada verilecek azabı -ki sonu evliler hakkında zina cezasının neticesi olan recimdir o zevcenin kendisinin şöyle şehadet etmesi üzerinden kaldırır: Kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ile şahitlik etmesi, beşincisi de eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise Allah’ın gazabının kendiüzerine olmasını dilemesi, yani koca, sözünde doğru ise Allah’ın gazabını zevce kendi üzerine alacak; erkek tarafında lanet, kadın tarafında gazab üzerine on yemin verilmesi kadınlar üzerine gazabın lanetten daha tesirli olmasındandır. Böylece zevce de bu beş yemin ile şehadet ederse zina cezasını kendi üzerinden kaldırmış olur ve artık karı koca arasında ayrılık meydana gelir.Fakat zevce, bu beş şehadeti yapmaz da liân yapmaktan kaçınırsa azabı defedemez. O halde ne yapılır? Burası âyetin mefhûm-i muhâlifine aittir. Şâfiî hemen had cezasının yapılmasına hüküm vermiş, fakat Hanefiler kesinlik gerekli olan böyle yerlerde yalnız mefhüm-ı muhalif ile amel etmeyi caiz görmediklerinden dört şahit yok iken ikrar da bulunmayınca zinanın sabit olmasıyla hadd cezasının yerine getirilmesine hüküm verilemeyeceğini ve bundan dolayı ya liânı kabul veya hadd yerine getirilmek üzere ikrar edinceye kadar hapse hükmetmişlerdir .

10-Netice olarak kazif, zina gibi çok çirkin, karı kocalık namusu da çok önemli olduğundan, bir taraf açısından kazif cezası, diğer taraf açısından da zina cezası yerine geçecek olacak liân da böyle önemli bir kurtuluş çaresidir ki, bunları Allah Teâlâ emir ve hüküm buyurdu Allah’ın size bol lütfu ve merhameti olmasaydı da kendi kendinize kalsaydınız ve Allah tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı da tevbelerinizi kabul etmeseydi, hikmetsiz hükümlere, nizamsız idarelere bırakıverseydi, neler olmazdı neler…