Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri

Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri

Büyük islam âlimlerinden ve evliyanın meşhurlarındandır. Künyesi, Ebu Muhammed’dir. Muhyiddin, Gavs-ül-a’zam, Kutb-i Rabbani, Sultan-ul-evliya, Kutb-i a’zam gibi lakabları vardır. İran’ın Geylan şehrinde 1078 (H.471)de doğdu. Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost’tur. Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı Müsenna’nın oğlu Abdullah’ın soyundandır. Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir. Bunun için Abdülkadir Geylani, hem seyyid, hem şerifdir. Abdülkadir Geylani hazretleri 1166 (H.561)’da Bağdad’da vefat etti. Türbesi Bağdad’dadır.

Ehl-i sünnet itikadını ve din bilgilerini her tarafa yaydı. Fıkıh ve hadis ilimlerinde müctehid idi. Önceden Şâfi’î mezhebinde idi. Hanbeli mezhebi unutulmak üzere olduğundan, Hanbeli mezhebine geçti. Böylece, bu mezhep yayıldı.

İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturan yol ikidir: Birisi (Nübüvvet yolu) olup, aslın aslına kavuşturur. Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu yoldan vâsıl oldular. Sonra gelenlerden pekaz zevât da, bu yoldan ermiştir. Bu yolda sebebe, vasıtaya lüzum yoktur. Bir kâmil ve mükemmilin sohbetinde kemâle geldikten sonra, feyzi asıldan alıp ilerlerler. İkinci yol, (Vilâyet yolu)dur. Kutblar, Evtâd, Nücebâ, Büdelâ ve bütün Evliyâ bu yoldan vâsıl olmuştur. Bu yola, (Sülûk yolu) da denir. Bu yolda, vasıta, aracı lazımdır. Her iki yolun reisi ve rehberi Resûlullahdır. Vilâyet yolunun imâmı, feyz kaynağı, hazret-i Alîdir. Bu yolda, Resûlullah onu vekil etmiştir. Hz. Fâtıma ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin onunla ortaktırlar. Bu yolda gidenlerin hepsine feyz ve hidâyet, hazret-i Alînin aracılığı ile gelir. Ondan sonra hazret-i Hasan ve Hüseyin bu vazifeyi teslim aldı. Bunlardan sonra, sıra ile, oniki imâmın evlâdına verildi. Sonları olan Muhammed Mehdîden sonra, başkasına verilmedi. Bütün Evliyâya feyz ve hidâyet bunlardan gelmeye devam etti. Abdülkâdir-i Geylânî kemâle gelince, bu mansıb, ona verildi. Bundan sonra da, kimseye verilmediği keşf ve müşâhede ile anlaşılmaktadır. Vefâtından sonra da, kıyâmete kadar, herkese, feyz, rüşd ve hidâyet, onun rûhâniyetinden gelmektedir. Her asırda gelen müceddidler, onun vekîlleridir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri (Nübüvvet yolu) ile vâsıl olduğundan, vasıtaya ihtiyaçları yoktur. Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk, nübüvvet yolunda Resûlullahın vekilidir.

Abdülkadir Geylani hazretleri daha doğmadan, ilerde büyük bir zat olacağına dair alametler, işaretler görülmüştü. Babası rüyasında Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem, Eshab-ı kiramı radıyallahü anhüm ve evliyayı gördü. Peygamber efendimiz kendisine; “Ey Ebu Salih! Allahü teâlâ bu gece sana kamil, olgun ve derecesi yüksek bir erkek evlad ihsan etti. O benim oğlum ve sevdiğimdir. Evliya arasında derecesi yüksek olacak.” buyurdu.

Doğduktan sonra yüksek halleri ile dikkatleri çekti. Ramazan-ı şerifte gün boyunca süt emmez, iftar olunca emerdi. Bu halini şu beyti ile anlatır:

Başlangıcım şöyleydi, dillerde söylenirdi

Beşikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi.

Doğduğu senenin ramazan-ı şerif ayının sonunda havalar bulutlu geçmişti. Bunun için ramazanın çıkıp çıkmadığında tereddüt edildi. Halk annesine çocuğun süt emip emmediğini sordular. Emmediğini öğrenince, ramazan-ı şerifin henüz çıkmadığını anlayıp oruca devam ettiler.

Bir gün Abdülkadir Geylani hazretlerine, “Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?” diye sordular. Buyurdu ki:

“Temeli sıdk ve doğruluk üzerine attım. Asla yalan söylemedim. Yalanı kağıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim. İçim ile dışımı bir yaptım. Bunun için işlerim hep rast gitti. Çocuk iken maksadım, niyetim, ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı. Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve dönüp bana; “Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın.” dedi. Korktum, geri döndüm. Evimizin damına çıktım. Gözüme, hacılar gözüktü. Arafat’ta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip; “Beni Allahü teâlânın yolunda bulundur. İzin ver, Bağdad’a gidip ilim öğreneyim. Salih zatları ve evliyayı bulup ziyaret edeyim.” dedim. Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım. Ağladı, kalkıp babamdan miras kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı. Kalanını bana verip, altınları elbisemin koltuğunun altına dikti. Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı. “Haydi Allah selamet versin oğlum. Allahü teâlâ için ayrıldım. Artık kıyamete kadar bir daha yüzünü göremem.” dedi. Küçük bir kafile ile Bağdad’a gitmek üzere yola çıktım. Hemedan’ı geçince, altmış atlı eşkıya çıka geldi. Kafilemizi bastılar. Kervanı soydular. İçlerinden biri benim yanıma geldi. “Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı?” diye sordu. “Kırk altınım var.” dedim. “Nerededir?” dedi. “Koltuğumun altında dikili.” dedim. Alay ediyorum zannetti. Beni bırakıp gitti. Bir başkası geldi, o da sordu. Fakat, o da bırakıp gitti. İkisi birden reislerine gidip, bu durumu söylediler. Reisleri beni çağırttı. Bir yerde, kafileden aldıkları malları taksim ediyorlardı. Yanına gittim. “Altının var mı?” dedi. “Kırk altınım var.” dedim. Elbisemin koltuk altını sökmelerini söyledi. Söküp, altınları çıkardılar. “Neden bunu söyledin?” dediler. “Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tembih etti. Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim. Verdiğim sözde durmam lazım.” dedim. Eşkıya reisi, ağlamaya başladı ve; “Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum.” dedi. Bu pişmanlığından sonra tövbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi. Yanındakiler de, “İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tövbe etmekte de reisimiz ol” dediler. Sonra, hepsi tövbe ettiler. Kafileden aldıkları malları sahiplerine geri verdiler. İlk defa benim vesilemle tövbe edenler, bu altmış kişidir.”

Abdülkadir Geylani efendi, Bağdad’a geldi. Buradaki meşhur âlimlerden ders almak suretiyle hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yetişti.

İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vaaz ve ders vermeye başladı. Hocası Ebu Said Mahzumi’nin medresesinde verdiği ders ve vaazlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı. Bu sebeple, çevresinde bulunan evler de ilave edilmek suretiyle medrese genişletildi. Bu iş için Bağdad halkı çok yardımcı oldu. Zenginler para vererek, fakirler çalışarak yardım ettiler. Derslerine devam edenler arasında pek çok âlim yetişti.

Abdülkadir-i Geylani hazretleri, bir müddet ders verip insanları irşad ettikten, hak ve hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve vaaz vermeyi bıraktı. İnzivaya çekilip, yalnızlığı seçti. Sonra sahralara çıktı. Bağdad’ın Kerh harabelerinde yaşamaya başladı. Bütün vaktini ibadet, riyazet ve mücahede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye başladı. Buyurdu ki:

Irak’ın sahra ve harabelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım. Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu. Bazan uzun müddet yemezdim ve “açım açım” diye içimin feryadını duyardım. Bazan üzerime öyle ağırlıklar gelirdi ki, bunlar bir dağın üstüne konsa, tahammül edemeyip, paramparça olurdu. Bu sırada; “Muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık vardır, şüphesiz zorlukla beraber kolaylık vardır.” mealindeki İnşirah suresinin beşinci ve altıncı ayet-i kerimelerini okuduğumda üzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi.”

Şeytanlar çeşitli kılık ve kıyafetlere bürünüp toplu halde yanıma gelir, beni yolumdan çevirmek için uğraşırlardı. Kalbimde büyük bir azim ve direnç hissederdim. İçimden bir ses; “Ey Abdülkadir! Onlarla mücadele et, onlara galip geleceksin.” derdi. İçlerinde bir şeytan durmadan bana gelir; “Buradan git, şöyle yaparım, böyle yaparım.” diye beni tehdit ederdi. Canu gönülden, “La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim” okuyunca, onun tamamen yandığını görürdüm.

Bir kere Abdülkadir Geylani hazretleri şöyle bir ses işitti: “Ey Abdülkadir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım.” Bunun üzerine Abdülkadir Geylani Euzü çekti. “Kovulmuş şeytandan Allahü teâlâya sığınırım. Sus ey mel’un!” diye bağırdı. Bunun üzerine aynı ses; “Ey Abdülkadir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden kurtuldun. Halbuki ben bu yolda yetmiş kişiyi yoldan çıkardım.” dedi. Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; “Sana haramları helal ettim, sözünden anladım. Çünkü Allahü teâlâ böyle şeyleri emretmez.” buyurdu.

Başka bir kere gayet çirkin ve pis kokulu birisi geldi. “Ben iblisim, şeytanım. Sana hizmet etmeye geldim, beni ve yardımcılarımı çok yordun.” dedi. “Sana inanmıyorum, buradan uzaklaş.” dedim. Bana vuracak oldu ise de onu perişan ettim. İkinci defa elinde büyük bir ateş kıvılcımı ile hücum etmeye başladı. Bu esnada elinde kılıç bulunan atlı birisi bana yardıma geldi. Yine onu mağlub ettim. Üçüncü olarak iblisi çok uzakta ağlar gördüm. Gayet üzgün olarak; “Senden ümidimi kestim. Galiba seni yoldan çıkaramayacağım.” dedi. “Sus ey mel’un!” dedim ve kovdum. Allahü teâlâ her seferinde beni onlara karşı üstün kıldı.

Şeytanı başımdan savdıktan sonra bana pek lezzetli süslü ve parlak şeyler göründü. “Bunlar nedir?” dedim; “Dünya zevkleri ve zinetleridir.” denildi. Dünya ve onun göz kamaştırıcı lezzeti ve çabuk tükenen nimetleri kendine çekmek istedi fakat Allahü teâlâ beni onlardan da korudu. Onlara hiç kıymet vermedim. Bunun için kaybolup gittiler. Sonra Allahü teâlânın rızasına kavuşma yolunda insanın önüne çıkan manileri, engelleri gördüm. “Bunlar nedir?” dedim. “Senin içinde bulunan manilerdir.” denildi. Bunlara üstün gelebilmek için bir sene uğraştım.

Sonra içimi seyrettim. Kalbimin birçok şeylere bağlandığını boş hayaller kurduğunu, kendini saraylarda sandığını gördüm. “Bunlar nedir?” dedim. “Arzu ve isteklerindir.” denildi. Tam bir yıl uğraştıktan sonra kalbimi onlardan temizleyebildim.

Yine nefsim kendi şeklinde bana gelir, kendine dost olmam için yalvarırdı. Yüz vermeyince zor kullanmak isterdi. Bir kere onu, bütün hastalıkları üzerinde, arzu ve istekleri dipdiri, şeytanları emrine hazır olarak gördüm. Bir sene mücadele ettim. Allahü teâlânın izni ile hastalıklarını iyileştirdim, arzu ve isteklerini kırdım, şeytanlarını kovdum. Kısaca nefsimle tedricen, safha safha mücadele ettim. Onu iki elimle sımsıkı yakaladım. Yıllarca ıssız, sessiz, sadasız yerlerde kalmaya mecbur ettim. Kerh harabelerinde yıllarca kaldım. Yiyecekler malum; otlar, ağaç yaprakları… Dünya sevgisinden kurtulabilmek, nefse üstün gelebilmek için her çareye başvurdum. Gördüğüm her yokuşa tırmandım. Nefsime hiç fırsat vermedim. Bir gece merdivende kitap mütalaa ediyordum. Nefsim; “Biraz uyu, sonra kalkarsın.” dedi. Ona muhalefet olsun diye tek ayağım üzerinde durdum. Kur’an-ı kerimi hatmedinceye kadar uyumadım.

Bütün bunlara rağmen, henüz matluba, maksada ve asıl istediğime varamamıştım. Bunun için, tevekkül, şükür ve zenginlik gibi kapıları denedim. Aradığımı fakirlik kapısında buldum. Burada büyük bir şerefe kavuştum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hürriyete ulaştım. Bütün arzu ve isteklerim buz gibi eridi. Bütün beşeri sıfatlarım kayboldu. Gönülden Allahü teâlâdan başka her şeyi çıkarıp, hep O’nunla olmak olan “fakr” mertebesine ulaştım”.

Nihayet bütün varlıklardan yüz çevirdim. Her şeyim Allah için oldu.

Sahralarda dolaşırken “Ol” sözü ile ihsan olundum. Allahü teâlânın izni ile istediğim olurdu. Bunun için çok yiyecek buldum. Dağdan bir parça koparırdım, helva olur, yerdim. Kuma deniz suyu dökerdim, tatlı su olurdu. Sonra böyle yapmaktan haya ettim. Allahü teâlâya karşı edebi gözeterek hepsini terk ettim.

Nihayet Abdülkadir Geylani hazretleri Bağdad’da insanları irşada, Allahü teâlânın beğendiği yolda bulunmaya davete ve nasihat etmeye başladı. Bir gün kendini nurların kapladığını gördü. Bu hal nedir diye sorunca, Resulullah efendimiz Allahü teâlânın sana verdiği yüksek dereceyi tebrik etmeye geliyor, denildi. Nurun git-gide çoğaldığı bir anda Resulullah efendimiz görünerek bir elbise verdiler. Sonra; “Bu, kutubluk denilen velilere ait evliyalık elbisesidir.” buyurdular.

Abdülkadir Geylani hazretleri tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu. Peygamber efendimizin bereketiyle sözleri gayet tatlı ve tesirli idi.

Birgün, minberde oturmuş vaaz ediyordu. Birden süratle en son basamağa indi. Ayakta, elini elinin üstüne koyarak, mütevazi bir şekilde durdu. Bir müddet sonra minbere çıktı. Eski yerine oturdu ve vaazına devam etti. Oradakilerden birisi, ne oldu diye sual edince; “Ceddim Resulullah’ı gördüm. Geldi ve minber önünde durdu. Haya edip, son basamağa indim. Kalkıp, gitmeye başlayınca, bana yerime oturmamı ve insanlara vaaz etmemi emr etti, dedi.

Sohbetlerinde bazan birkaç kişi coşarak kendinden geçerdi. Haftada üç gün, cuma, salı ve pazartesi gecesi halka vaaz ederdi. Vaazında, âlim ve evliyadan zatlar da bulunur, hepsi büyük bir huzur içerisinde dinlerlerdi. Kırk sene böyle devam etti. Ders ve fetva vermeye yirmi sekiz yaşında başlamış olup, bu hal altmış yaşına kadar devam etti. Huzurunda Kur’an-ı kerim tegannisiz gayet sade, tecvide riayetle okunurdu. Dört yüz âlim onun anlattıklarından notlar tutar, izdiham, kalabalık sebebiyle birbirlerinin sırtlarında yazarlardı. Sorulan suallere gayet açık ve doyurucu cevaplar verirdi.

Derin ilim sahibi idi. On üç çeşit ilimde ders verirdi.

Önce lazım olan din bilgilerini öğrenmeyi tavsiye ederdi. Cubbai ismindeki bir zat anlatır:

Evliyanın hayatından ve sözlerinden bahseden arabi Hilyet-ül-Evliya kitabını birisinden dinlemiştim. Kalbim yumuşadı ve halktan uzaklaşıp yalnız ibadetle meşgul olmak istedim. Gidip Abdülkadir Geylani’nin arkasında namaz kıldıktan sonra huzurunda oturdum. Bana bakıp; “Eğer inzivaya çekilmek istersen, önce ilim, sonra da yetişmiş ve yetiştirebilen rehber zatların, yani mürşid-i kamillerin huzurunda edeb öğren. Daha sonra inzivaya, yalnız ibadete başla. Yoksa, ibadet ederken dinde bilmediğin bir şeyi öğrenmek icabeder de, yerinden ayrılmak durumunda kalırsın.” buyurdu.

Bağdad’ın ileri gelen âlimleri, herbiri bir mesele sorup imtihan etmek için huzuruna gelip oturdular. Bu esnada Abdülkadir Geylani hazretlerinin göğsünden ancak kalb gözü açık olanların görebildiği bir nur çıktı ve âlimlerin göğsünden geçip gitti. Âlimleri bir hal kaplayıp, Abdülkadir Geylani hazretlerinin ayaklarına kapandılar. Bunun üzerine onları tek tek bağrına bastı ve şimdi suallerinizi sorun buyurdu. Her biri suallerini sorup, hemen cevabını aldı. Onlara; “Size ne oldu böyle?” denildiğinde; “Huzurunda oturduğumuzda, bütün bildiklerimizi unuttuk. Bizi bağrına basınca unuttuklarımızı tekrar hatırladık. Suallerimizi sorunca, öyle cevaplar aldık ki, hayrette kaldık.” dediler.

Ebu Sa’id Kilevi şöyle anlatmıştır:

Ben, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin meclisinde iken, Resulullah efendimizi ve enbiyayı gördüm. Melekler onun meclisine gelmek için bölük bölük gök yüzünden inerlerdi. Bir defasında da Hızır aleyhisselamı görmüştüm. “Her kim dünyada kurtuluşa ermek ve saadete kavuşmak isterse, Şeyh Abdülkadir’in meclisine devam etsin!” buyurmuştu.

İbn-i Kudame şöyle söylemiştir:

“1166 (H.561) yılında Bağdad’a girdiğimizde, Abdülkadir-i Geylani hazretlerini ilmin zirvesine yükselmiş gördük. O, ilmi ile amel eder, kendisine sorulan çetin sorulara doyurucu cevaplar verirdi. Bütün güzel huylara ve üstün vasıflara sahipti. Onun gibi bir zata daha hiç rastlamadık.”

Abdülkadir Geylani hazretleri felsefe ile meşgul olmayı hoş görmezdi, ondan men ederdi. Felsefenin kaynağı akıldır. Filozof, çeşitli bilgileri düzene koyarak madde, hayat, yaratılış, dünya ruh, alem, ölüm ve sonrası gibi konulara aklına dayanarak cevaplar bulmaya çalışır. Bunu yaparken bulduğu cevapların Allahü teâlâ tarafından gönderilen dinlere uyup uymamasına bakmaz. Bu sebeple doğru yoldan ayrılırlar. Felsefecilerin ortaya koyduğu bilgiler, gerek fen bilgilerinin değişmesi, gerekse sonra gelen filozofların öncekilerden farklı düşünmesi sebebiyle ya kısmen yahut tamamen değişir. Bu itibarla sonra gelenler önce gelenleri daima tenkid etmekle veya onların felsefelerini yıkmakla işe başlarlar. Akıl yalnız başına yol gösterici değildir. Dinin rehberliğine muhtaçtır. Yoksa sapıtır. Bunun için din büyükleri itikadın bozulabileceğini bildikleri için, felsefe ile uğraşmaktan men etmişlerdir. Nitekim İbn-i Sina ve Farabi gibi zatlar felsefecilerin kitapları ile çok meşgul olduklarından sapıtmışlardır.

Çok sabırlı idi. Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç anlayanlara sabırla anlatırdı. Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan bir talebe vardı. Bir gün ders sırasında İbn-üs-Semhal isminde bir zat gelmişti. Abdülkadir Geylani hazretlerinin onun dersi geç anlamasına karşı gösterdiği tahammüle hayran kaldı. O talebe dersini alıp çıktıktan sonra, gösterdiği sabra hayret ettiğini söyleyince, Abdülkadir Geylani hazretleri; “Bir hafta daha yorulacağım, ondan sonra vefat edeceğim.” buyurdu. Dediği gibi bir hafta sonunda vefat etti.

Abdülkadir Geylani hazretleri heybetli idi. Az konuşur, çok sükut eder, konuştuğunda gayet cazib, açık ve net konuşurdu. Şahsı için kızmaz. Din hususunda asla taviz vermezdi. Misafirsiz gece geçirmezdi. Zayıflara yardım eder, fakirleri doyururdu. İsteyeni geri çevirmez, iki elbisesi varsa, mutlaka birini isteyene verirdi. Yanında oturanlarda; “Ondan daha kerim ve lütufkar kimse olamaz.” kanaati hakim olurdu. Sevdiklerinden biri gurbete çıksa, ondan haber sorar, sevgi ve alakasını muhafaza ederdi. Kendisine kötü davrananları affederdi. Kötülüklere dalmış çok kimse, hırsız ve eşkıya onun vasıtasıyla tövbe etti. Köleleri satın alıp, azad ederdi. Verdiği sözü tutar,kimseye karşı kötülük düşünmezdi. Ambarında helalden kazandığı buğday bulunurdu. Hizmetçisi, kapıda ekmek elinde durur ve halka şöyle seslenirdi:

“Yemek isteyen, ekmek isteyen, yatmak isteyen kimse yok mu? Gelsin!”

Kendisine hediye gelse, yanındakilere dağıtır, bir kısmını da, kendisine ayırırdı. Hediyeye, mutlaka karşılık verirdi.

Fakirlerin ve dervişlerin nafakasını satın almak için, vazifeli hizmetçilerinin, bir başka işi olsa, yahut hastalansalar, kendisi çarşıya çıkar, ceddi Resulullah efendimize sallallahü aleyhi ve sellem uyarak, ev için lüzumlu şeyleri satın alırdı. Bir toplulukla yolculukta olsa ve bir yerde konaklasalar, kendi eliyle, el değirmeninde buğday öğütür, hamur yapar, ekmek pişirir, hepsine taksim ederdi. Kendini ziyarete gelenlere saygı gösterir, tevazu ederdi. Çok günler, et ve yağ yemezdi. Bir gün yedi çocuk, ellerinde yarımşar dirhem ile gelip, her biri yarım dirhemini eline koydu ve satın aldırmak istedikleri şeyleri söylediler. Çarşıya gidip, istedikleri şeyleri satın alarak getirip çocuklara verdi. Gönüllerini hoş etti.

Sıkıntısı ve dileği olanlar onu vesile ederek, araya koyarak Allahü teâlâya dua ettiklerinde dileklerine kavuşurlardı. Buyururdu ki:

“Sıkıntıda olan bir kimse beni vesile edip Allahü teâlâya yalvarsa derhal sıkıntısı gider. Şiddet anında her kim benim ismimi ansa derhal rahata kavuşur. Abdülkadir Geylani’nin hürmetine diyerek, her kim Allahü teâlâdan dilekte bulunursa, derhal işi görülür.”

Bir defasında; “İyi müridlerin hali malum, ya kötülerinki ne olacak?” diye sorduklarında; “İyi olanlar kendilerini bize adamışlardır. Kötülere gelince biz de kendimizi onları kurtarmak için adadık.” buyurdular.

Cinler de kendisinden çekinir, itaat edip sözünü dinlerlerdi.

Duası makbul idi. Bağdad halkından biri ona gelerek; “Babamı rüyada azab içerisinde gördüm. Bana Şeyh Abdülkadir’e git, bana dua etsin. Belki Allahü teâlâ beni azapdan kurtarır.” dedi. Bunun için sana geldim. Babama dua ediverin de azaptan kurtulsun.” dedi. Abdülkadir Geylani hazretleri sükut buyurdu. Bir şey söylemedi. O şahıs ikinci gece babasını rüyasında yeşil bir cübbe içerisinde neşeli neşeli görünce hayret edip; “Baba, dün azab içindeydin, bugün ise neşelisin. Sebebi nedir?” diye sordu. Babası; “Şeyh Abdülkadir bana dua etti. Allahü teâlâ onun duası hürmetine beni azaptan kurtardı.” dedi.

Onu gören tesiri altında kalır, mübarek biri olduğunu hisseder, kalbi katı ise, yumuşardı. Cuma günleri camiye giderken, halk onu görmek için sokakları doldururdu.

Kendisi hakkında kötülük düşünene merhamet eder, onun iyiliğini isterdi.

Çilesini çekmeden yüksek mertebelere ulaşılamayacağını söylerdi.

Bir kadın, çocuğunu Abdülkadir-i Geylani hazretlerine getirip; “Oğlumun kalbini size tutulmuş gördüm; bana hizmetinden onu azad edip, size getirdim.” dedi. Şeyh hazretleri bu genci yanına aldı. Ona nefsin istemediklerini yapmasını emretti. Tarikatta süluke başlattı. Bu şekilde devam ederken, bir gün annesi çıka geldi. Oğlunu, az yemek ve uyumak sebebiyle, zayıf ve sararmış, arpa ekmeği yer halde buldu. Bu hal ona dokundu. Çocuğunu bırakıp, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin yanına girdi. Şeyh hazretleri oturmuş, tavuk yiyordu. “Efendim, siz burada tavuk yersiniz, benim oğlum ise, arpa ekmeği yer.” dedi. Şeyh bunu duyunca, elini, tavuk kemiklerinin üzerine koyup; “Kum bi-iznillah!” yani Allahü teâlânın izni ile kalk, diril! buyurdu. Tavuk hemen dirildi. Şeyh, kadına hitaben; “Senin oğlun böyle olduğu zaman, dilediğini yesin!” buyurdu.

Ebü’l-Hacer Hamid Hirani anlatıyor:

Bir gün Abdülkadir Geylani hazretlerinin medresesine gittim ve huzurunda oturdum. Bana; “Ey Hamid! Bir gün gelecek meliklerin, sultanların minderinde oturacaksın.” buyurdu. Aradan epeyce zaman geçip, Hiran’a dönünce, Sultan Nureddin beni çağırıp yanına oturttu ve evkaf bakanı yaptı. O günden beri devamlı Abdülkadir Geylani hazretlerinin o sözünü hatırlarım.

Her zaman gizli açık kerametleri görülürdü. Abdülkadir Geylani hazretleri buyurur ki:

“Kerametler ancak bir hayır, hikmet için gösterilir. Kerametini gizlemeyen dünyaya düşkündür. Bana talebe olan yahut evladımdan ve halifelerime bağlı olup, keramet derecesine ulaşıp, maksatsız keramet izhar edenin yüzü iki dünyada kara olur.”

Abdülkadir Geylani hazretlerinin insanları gafletten uyaran, kendilerine gelmesine vesile olan pekçok sözü vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

“İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz. Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden men edici olması, misafirperver ve geceleri insanlar uyurken ibadet edici olması, âlim ve cesur olması.”

“Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalb ile itiraf etmek ve dille söylemektir.”

“Büyük âlimlere tabi olunuz; bid’at yoluna, dinde olmayıp, sonradan çıkarılan şeylere sapmayınız. İtaat ediniz, muhalefet etmeyiniz. Sabrediniz, sızlanmayınız. Sabit kalınız, ayrılıp dağılmayınız. Bekleyiniz, ümit kesmeyiniz. Özünüzü günahdan temizleyiniz, kirletmeyiniz. Hele Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız.”

“Kalb dünya arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkanı yok, ahireti sevmiş olamaz.”

“Mümin, insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir. Fakat kendi mahzundur. Peygamber efendimiz; “Müminin sevinci yüzündedir. Halbuki kalbi mahzundur.” buyurmaktadır. Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok, gülmesi azdır. Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler. Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, kalbi Rabbini anmakla meşguldür. Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi iledir.”

“İnsanlara gösteriş için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabul etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Peygamber efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı.”

İlk önce yapılması lazım olan şeyler hususunda:

“Mü’minin, en önce farzları yapması lazımdır. Farzları bitirdikten sonra, vacib ve sünnetleri yapar. Ondan sonra, nafilelerle meşgul olur. Farz borcu varken sünnet ile meşgul olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın, sünnetleri kabul olmaz. Hz. Ali’nin rivayet ettiği hadis-i şerifte, Resulullah efendimiz buyuruyor ki: “Üzerinde farz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nafile namazlarını kabul etmez.” Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar onun sermayesi, nafileler de kazancıdır. Sermaye kurtarılmadıkça, kazancı olamaz.” buyurdu.

Kötü arkadaşlardan uzak olmayı tavsiye eder, şöyle buyururdu:

“Kötü arkadaşları terket. Onlara sevgi duyma, salihleri sev. Yakının bile olsa, kötü arkadaştan uzak dur. Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla beraber ol. Kimi seversen, seninle onun arasında bir yakınlık hasıl olur. Bu bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak.

Ey oğul! Kötü kimselerle düşüp kalkman, seni, iyi kimseler hakkında kötü zanna düşürür. Allahü teâlânın kitabının ve Resulünün sünnet-i seniyyesinin gölgeleri altında yürü, felah bulur kurtuluşa erersin.”

Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünya lezzetleri olmasın. Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir. Kalbin düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin düşüncesi Allahü teâlâdır. Senin düşüncen, Rabbin ve O’nun katında bulunan nimetler olmalıdır. Dünyadan (haram ve şüphelilerden) ne terkedersen, mutlaka bunun karşılığında ahirette ondan daha hayırlısı vardır. Ömründe sadece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et de ahiret için hazırlık yap.”

Faydasız şeyleri bırakmak hususunda:

“Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak. Dünya ve ahirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle uğraşmayı bırak. Kalbinden dünya düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında dünyadan alınacak, ahirete götürüleceksin. Dünyada rahat ve hoş bir hayat arama. Resul-i ekrem; “Hayat, ahiret hayatıdır” buyurdu.”

İyi zan sahibi olmak hakkında:

“Müslümanlar hakkında iyi zan sahibi ol. Onlar hakkında niyetini düzelt. Her türlü hayır işi yapmaya koş. Bilmediğin hususlarda ahireti düşünen âlimlere sor.”

Dua hakkında:

“Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste. Sakın; “Ben istiyorum. Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim.” deme. Duaya devam et. Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder. Eğer Allahü teâlâ senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allahü teâlâ sana razı ve memnun olacağın bir hal verir. Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vaz geçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir. Eğer dünyada borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir.

Ahiret işlerini önce yapmak hususunda:

“Ahireti sermayen, dünyayı bu sermayenin kazancı yap. Zamanını, önce ahireti elde etmek için sarf et. Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca. Sakın dünyanı sermaye, ahiretini onun kârı şeklinde yapma. Böyle yaparsan, dünyadan artan zamanını, ahiretin için sarf edersin. Bu zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın. Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riayet etmezsin. Sonra dünya işlerinden dolayı yorulur ve bitkin düşersin. Geceleri kaza namazı kılmaya fırsat bulamazsın. Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun. Nefsine, heva ve isteğine hatta şeytana tabi olursun. Ahiretini dünyaya karşılık satarsın. Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun. Halbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selamet yoluna sokmakla emrolunmuşsun. Bunlar ahiret yolu, Rabbine taat yoludur. Sen, nefsinden gelen istekleri kabul etmekle, kendine zulmettin. İpini onun eline verdin. İsteklerinde, lezzetlerinde, hevasında ona uydun. Sonunda dünya ve ahiretin hayırlısını kaçırdın. Dünya ve ahiretini zarara soktun. Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünya bakımından insanların en müflisi ve en zararlısı olursun. Nefsine uymakla, dünyadan fazla bir şeye ulaşamadın. Eğer nefsini ahiret yoluna çekseydin, ahiretini esas ve sermaye kabul etseydin, dünya ve ahiretini kazanırdın. Nefsin kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun. Eğer dünyaya rağbet etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allahü teâlâya itaat edersen, Allahü teâlânın has kullarından olursun.”

Yapılan nasihatı kabul etmek hakkında:

“Kardeşinin sana yaptığı nasihatı kabul et. Ona muhalefet etme. Çünkü o, senin kendinde göremediğin şeyleri görür. Bunun için Resul-i ekrem; “Mümin, müminin aynasıdır.” buyurmuştur. Mümin, din kardeşine yapmış olduğu nasihatlerde samimidir. Onun göremediği şeyleri bildirir. Ona, iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir. Ona, lehinde veya aleyhinde olan şeyleri anlatır.”

Acele etmemek hususunda:

“Acele etme. Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur. Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isabet kaydeder veya isabet etmeye yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek. Allahü teâlâdandır. Umumiyetle aceleye sebep, dünyalık toplama hırsıdır. Kanaat sahibi ol. Kanaat bitmeyen bir hazinedir.”

Gaflet hakkında:

“Allahü teâlâdan hakkıyla haya ediniz. Gaflette olmayınız. Zamanınız, zayi olup gidiyor. Halbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak, ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak, oturamayacağınız binaları kurmakla meşgul oluyorsunuz. Bütün bunlar size, Rabbinizin huzurunda hesap vermek için duracağınızı unutturuyor. Halbuki Allahü teâlâyı anmak, ariflerin kalblerinde yerleşir. Onların kalblerini kuşatır. Onlara, Allahü teâlâyı hatırlamaya mani olan her şeyi unutturur.”

Allah için yapılmayan işler hakkında:

“Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor, ya kalbinin hali nasıl? Cemaat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin. Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allahü teâlânın rızasını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allahü teâlâdan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, adi ve bayağı niyetlerin için tövbe et.

İnsanlara gösteriş için, onların rızalarını almak için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabul etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Çünkü sen, hüzün evinde ve dünya hapishanesindesin. Resul-i ekrem daima tefekkür ederdi. Sevinçleri az, hüzünleri çoktu. Az gülerdi. Sadece başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı.”

Allahü teâlânın sevgisinde samimiyetin nasıl belli olduğu hususunda:

“Kulun Allahü teâlâyı sevmesinde samimi olup olmadığı, başına bela ve musibet geldiği zaman ortaya çıkar. Bela ve musibet geldiğinde sabır ve sükun halini muhafaza edebiliyorsa, o gerçekten Allahü teâlâyı seviyor demektir. Musibet ve fakirlik zamanında sebat gösterebilmek bu sevgiye delil ve alamet yapıldı. Birisi Peygamber efendimize; “Ben seni seviyorum.” deyince; “Fakirlik için bir elbise hazırla.” buyurdu. Bir başkası gelip Peygamber efendimize; “Ben Allahü teâlâyı seviyorum.” deyince; “Bela için elbise hazırla.” buyurdu.”

Sabır ve tahammüllerin karşılıksız kalmayacağına dair:

“Halinizden şikayette bulunmayın. Sabredin, feryat etmeyin. Doğruluk üzere devam edin. İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin. İçinde bulunduğunuz istenmeyen hallerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Daima ümitli olun. Birbirinize düşman değil, kardeş olun. Birbirinize buğz etmeyin.

Allahü teâlâya, rızası için yapılan sabırlar ve tahammüller, asla karşılıksız kalmaz. Onun için bir an olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükafatını görürsünüz. Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhur olan, bu lakabı, bir anlık cesareti neticesinde kazanmıştır. Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimde mealen; “Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” buyuruyor (Bekara suresi: 153)

Hayatı fırsat bilmeye dair:

“Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyadan ayrılacaksınız. Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganimet biliniz. Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkan varken bunu fırsat biliniz. Tövbe ediniz. Dua etmeye imkanınız varken, dua ediniz. Salih kimselerle beraber olmayı fırsat biliniz.”

Kabir ziyaretine dair:

“Kabirleri ziyaret ediniz. Salih kimseleri de ziyaret ediniz. Hayırlı işler yapınız. Böyle yaparsanız, her şeyiniz düzelir.”

Günahlardan sakınmak hususunda:

“Mümin kimse küçük günahları da büyük görür. Peygamber efendimiz; “Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar. Münafık ise, günahını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür.” buyurdu.”

Hasedin, Allahü teâlânın gazabına sebep olacağı hususunda:

Ey mümin! Ne oluyor ki, seni, komşunu; yemede, içmede, giymede ve başka şeylerde kıskanır görüyorum. Bu nasıl iş? Bilmiyor musun ki, bu senin imanını zayıflatır. Mevlanın yanında kıymetin kalmaz. Seni, Allahü teâlânın gazabına uğratır. Peygamber efendimiz; “Allahü teâlâ, hasetçi kimse nimetimin düşmanıdır,” buyurdu.” diye bildirmiştir. Resul-i ekrem bir hadis-i şerifte; “Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer.” buyurdu. Sen, haset ettiğin kimseyi, hangi ve ne hususta haset ediyorsun. Onun kısmeti için mi, yoksa kendi kısmetin hususunda mı haset ediyorsun? Eğer onu, Allahü teâlânın ona kısmet olarak verdiği şeyde haset ediyorsan, ona haksızlık etmiş olursun. Haset ettiğin kimse, Allahü teâlânın kendisi için takdir ve taksim ettiği nimetin içerisinde bulunmaktadır. Sen onu, Allahü teâlânın bu ihsanından dolayı haset etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptığını, ne kadar akılsızlık ettiğini biliyor musun? Eğer onu, sana takdir edilenin onun eline geçeceğinden endişe ederek kıskanıyorsan, bu senin çok cahil olduğunu gösterir. Çünkü senin kısmetini başkası yiyemez. Muhakkak ki Allahü teâlâ sana zulmetmez. Allahü teâlâ senin için takdir ettiğini, sana nasip olarak verdiğini, senden alıp başkasına vermez.

Abdülkadir Geylani hazretlerinin yazmış olduğu pekçok kıymetli eserlerinden bazıları: 1) Günyet-üt-Talibin, 2) Fütuh-ul-Gayb, 3) Feth-ur- Rabbani, 4) Füyuzat-ı Rabbaniyye, 5) Hizb-ül-Besair, 6) Cila-ül-Hatır, 7) El-Mevahib-ur-Rahmaniyye, 8) Yevakit-ül- Hikem, 9) Melfuzat-ı Geylani, 10) Divanu Gavsi’l A’zam’dır.

361 Yorum

  1. taha said,

    Ocak 3, 2007 5:52 pm

    özet yapın birde bence
    herkes zengin değil

  2. huriye kaya said,

    Ocak 3, 2007 11:17 pm

    nnnnn

  3. ruhi ilikkan said,

    Ocak 11, 2007 2:14 am

    Ben Abdülkadir Geylani hazretlerinin ismini ruyamda isittim,daha evvel ismini duymus,filmini seyretmistim fakat bu cok uzun zaman onceydi.Bugun ruyamda Abdulkadir Geylani hazretlerinin ogrencileri oldugunu soyleyen eski arkadaslarimi gordum ve uyandigimda ilk agzima gelen isim ABDULKADIR GEYLANI idi.Ve bende suan gerekli arastirmalari yapmak zorunda oldugumu hissediyorum bana detayli bilgi mail ile yollarsaniz size minnettar olurum.belkide bugun benim icin hayatimin donum noktasidir.
    sayglar sunuyorum ve bu mübarek zat-i tanittiginiz icin tesekkur ediyorum

  4. ahirzaman said,

    Ocak 11, 2007 9:12 am

    ruhi kardeş inşallah Allah sana büyük mertebeler ihsan eder..sana bilgi toplayıp hafta sonu atacağım inşallah..

  5. Ruhi said,

    Ocak 11, 2007 10:14 pm

    allah razi olsun kardesim

  6. garip_muhacir said,

    Ocak 31, 2007 11:26 pm

    alemler indi yere
    yer çıktı gök kubbeye
    hakk ile hakkı buluştular
    secdede…

  7. celebi sahin said,

    Şubat 1, 2007 9:06 pm

    selamin aleykum ben celebi once boyle bir site yaptiginiz icin sizlere tesekkur ediyorum allah razi olsun ben okudum cok begendim her sey detayli bir sekilde anlatilmis ve cok seyler ogrendigimede inaniyorum. Her seyden okumaktan zevk aliyorum genelde hep dini bilgiler ediniyorum ama bir seyi okudugumda hafizamda kalmiyor hep unutuyorum unutkanlik var neden oldugunuda bilmiyorum iyi konsantra oluyorum ama cok zor oluyor.bana yardimci olursaniz bende allahin rizasini kazanmak icin dergahlara gidiyorum vaaz dinliyorum ancak 3 te birini anliyorum hocamada sormaya utaniyorum beni bilgilendirirsenin iz cok makbule gecer.

  8. ayetullah said,

    Şubat 12, 2007 5:23 pm

    ben abdulkadir geylani hazretlerini çok aşırı seviyorum ve ismini duydugum anda içim titriyo ben onu rüyamda görmedim fakat resmi var bende ama görmesemde ben onunla yaşıyorum görmeden yaşıyorum tıpkı veysel karani hazretlerinin efendimizi görmeden yaşayışı gibi bende geylani hazretlerini görmeden yaşıyorum bu çok başka bi haz fakat ben tekrar şunu söylüyorum allah onun şefaatinden bizleride mahrum eylemesin{amin..}hoşçakalın

  9. Abdülkadir'in kölesi said,

    Şubat 14, 2007 9:45 pm

    O bir güneş gibi doğdu dünyaya güneş ona haya etti….Allah(c.c)’ı peygamberimizi sahabeleri kerbeladaki İmam Hüseyini ve yiğitlerini bize en güzel anlattı……Allah(c.c) bizi onun yolundan ayırmasın…….Allaha emanet olun…Allah gerçeklerden eylesin bizi….

  10. ayetullah said,

    Şubat 19, 2007 7:24 pm

    selamun aleyküm ben buyrda bi kez daha yorum yapmak istiyorum çünkü onun hakkında bu güzel yazıları görünce hem çok mutlu oluyorum hemde üzülüyorum üzülmemein sebebi ben onu o kadar ççok seviyorum ki kısacası paylaşamıyorum sevgiden dolayı yani bilmiyorum ama çok sevdigimi biliyorum ve allahdan tek dilegim beni onun ahlakıyla ahlaklandırması ve onun gibi olabilmem ve onun da beni benim onu sevdigim gibi beni sevmesini diliyorum .. O biliyorum ki benim ona olan sevgimden haberdar ve beni yalnız bırakmıyodur.Allah onun sırrını mukaddes ve mübarek eylesin inşallah cennette onla beraber olurum kardeşler sizde benim için dua ederseniz çok mutlu olurum Allah hepinizden razı olsun ..

    • turkuaz said,

      Ocak 26, 2010 8:10 pm

      insan sevdiğiyle beraberdir kardeş allaha dua et

  11. Emin said,

    Şubat 22, 2007 4:14 pm

    Bu yazının, benim ve diger okuyuculara ulaşmasında emeği olan herkesten Allah razı olsun…Okuyan herkese de hayırlara vesile olsun …

  12. Burak said,

    Şubat 23, 2007 2:37 pm

    Allah razı olsun hepinizden…

  13. muhammed said,

    Şubat 24, 2007 5:00 pm

    ilk başta boyle bı sayfa oluşturuldugu için emeği geçen herkesten allah c.c razı olsun inş.Şahı geylani yi k.s. nasıl anlataabilirimki dilim onu anlatacak kadar temiz değilki.o bezül eşheb ki haydır(hala diridir).kerametleri bu gunde devam etmektedir.Yolunun kölesi kapısının kitmiri olabilsem ne mutlu
    .ONU YORUMLAMAK ONUN İZİNDEN GİTMEKLE OLUR ANCAK.
    Benim şahım geylani.Bagdatdadır mekanı.garba şarka hükmeder uyandırır cihanı.onun hakkında yazı yazma şerefini bahseden larden allah.c.c razı olsun

  14. ayetullah said,

    Şubat 27, 2007 7:41 pm

    yalnız lütfen arkadaşlar o benim şahım sözü yanlış o hepimizin şahı ama benim şahım yani lütfen beni anlıyın ben çok kırılıyorum bu kelimeye o benim yani her ne kadar o hepimizinde olsa o benim işte siz beni anlıyosunuzdur inşallah dua edinde aramızdaki sevgi ve muhabbet artsın inşallah hem bu dünyada hemde öbür alemde beni yalnız bırakmaz Abdulkadir Geylani hazretleri bu yüzden sizde dua ederseniz çok mutlu olurum..Allah hepinizden razı olsun 🙂

    • turkuaz said,

      Ocak 26, 2010 8:16 pm

      senin bahsettiğn kişi yüceler yücesi abdulkadir-i geylani hazretleri o nu övecek bir kelime daha dünya üzerine gelmedi çünkü o yüce ler yücesini allahü teala övmüş onun için dikkat et

  15. oğuzhan said,

    Mart 4, 2007 2:28 am

    Bu tarzı benimsemiyorum.Buram buram riya kokuyor kardeşim ya.Yani nereden senin oluyor?Diğerinin çabaları umutları ne kadar ne biliyorsun?Kutb-i Ferd-i Cem’a Makamındadır.Şeyh’ul Cinn-i v’el ins-i Amme Makamındadır.Senin gözün neyi görüyor?Kulağın neyi duyuyor?Tasavvuf af buyrun ama mesane yarışı yeri değildir.Şımarıklığa hiç gelmez.Allah(c.c.) ıslah etsin hepimizi…

  16. ayetullah said,

    Mart 4, 2007 11:52 am

    teşekkürler oguzhan uyardıgın için ama beni anlıyan anlamıştır ben illa da sen beni anlaman için ugraşamam fakat uslubun hiç hoş degil sen beni uyarırken kendin sahiplenmeye çalışıyopsun sen önce bi yazdıgını oku kardeşim…ALLAH herkesi iyi etsin ….

  17. güldane said,

    Mart 5, 2007 7:25 pm

    Aslında boyle guzel bır Allah dostu hakkında soylenecek fazla soz yok.Rabbım hepımızı onların yoluna gıdenlerden eylesın…Vesselam.

  18. ayetullah said,

    Mart 5, 2007 9:48 pm

    güldane yorumun çok hoş gerçekten böyle Allah dostlarından bahsederken fazla söz edemeyiz çünkü onların sırlarını bilemeyiz sadece şunu diyebilriz Allah onların şefaatine ve himmetine bizleride nail eylesin heleki Abdülkadir Geylani hazretleri için ben birşey diyemiyorum … Allah onun sırrını mukaddes ve mübarek eylesin ..

  19. MESUT said,

    Mart 6, 2007 3:35 pm

    ALLAH(C.C)RAZI OLSUN inşALLAH ne söylenebilirki böyle bir ALLAH dostu için fazla söze ne hacet gavsulazam sultanul evliya kutbu rabbaniböyle hak dostlarına mevlam nasip etsin gerçek evlat olabilmiyi inşALLAHşimdi olsada onun kapısında kıtmir olabilsek KEŞKErüyada görebilmek için yanmak lazım yanmak için aşIK olmak lazım kardeşleerALLAH a emanetolun SELEMUNALEYKÜM

  20. ebubekir said,

    Mart 6, 2007 3:43 pm

    Allah o nun yüzü suyu hürmetine bizleri af eylesin

  21. hamza said,

    Mart 6, 2007 8:13 pm

    Bu çalışmada emeği geçen herkesten ALLAH razı olsun,peygamberimiz (s.a.v)min şeaatına,evliyaullahın himmetine nail olurlar inşallah.

  22. bahar said,

    Mart 6, 2007 10:22 pm

    sıkıntılı bı anımda tesadufen burayı tıkladın onceden cok aklımda kalan bı ısımdıABDULKADİR GEYLANI ıyıkı okudum ALLAH razı olsun hepınızden ALLAH bana ıman versın benım cook ıhtıyacım var ALLAH dostlarıyla bulustursun ALLAH’A emanet olun

  23. ayetullah said,

    Mart 6, 2007 11:24 pm

    Ne kadar çok mutluyum yaa Geylani hazretlerinin çok sevildigini görünce o kadar çok mutlu oluyorum ki Allah onu sevenleri çogaltsın.Allah onun ve EFENDİMİZ (S.A.V.)ŞEFAATİNE nail eylesin hepimizi .Allah a emanet olun kardeşler hadi hoşçakalın

  24. Alper said,

    Mart 9, 2007 10:47 pm

    Merhaba siteniz çok güzel öncelikle teşekkür ederim.Gerçektende Cenabı Mevlam bizleri Seyyid Abdül Kadir Geylani Hz. lerinin yüzü suyu hürmetine affetsin inş. Aslında söyleyecek söz bulamıyorum, O’nu anlatmak için hangi güzel kelimeler bulunabilir O’nun nuru ile umarım bizlerde karşılaşabiliriz Allah sizlerden razı olsun…

  25. hüseyin doğan said,

    Mart 17, 2007 5:24 pm

    kadiri tarikatının kurucusu ve piridir pirim abdulkadiri şeyhim bilal nadiri hepinizden allah razı olsun allah şefatından cümlemizi ayırmasın amin

  26. hüseyin doğan said,

    Mart 17, 2007 5:27 pm

    kadiri tarikatının kurucusudur abdulkadir geylani hz pirim abdulkadir geylani şeyhim hacı muhammet bilal nadir hz hepinizden allah razı olsun

  27. ayetullah ıldızi said,

    Mart 18, 2007 7:07 pm

    Allah bu siteyi hazırlayanlardan kat ve kat razı olsun inşallah hepimiz cennette hem Efendimizin(s.a.v.)in sancagı altında buluşuruz hemde Evliyalar sultanı olan ABDULKADİR GEYLANİ’NİN(K.S.)in yanında bulunuruz inşallah … ALLAH onların izinden gitmeyi bizlere nasip etsin..AMİN..vel hamdülillahirrabilalemin…

  28. yozgatlı said,

    Mart 18, 2007 9:09 pm

    ALLAH için birbirlerini sevip dost olanlar kıyamet günüde arşın gölgesinde nurdan mimberlere kurulup oturacaklardır……hazırlayanlardan ALLAH razı olsun………

  29. Mart 19, 2007 12:46 am

    Öyle pişmanım ki boşa geçip giden günlerime ,neler yapmışım farkında olmadan hesap gününü unutum.Allah razı olsun böyle bir site için sizde

  30. VEDAT said,

    Mart 20, 2007 5:32 pm

    SELAMIN ALEYKÜM BANA SEYYİD ABDÜLKADİR GEYLANİ HAZRETLERİNİ TANIMA FIRSATISİZİN SAYENİZDE BULDUM İŞALLAH BENDE NAMAZIMI KILMAYA BASLARIM

  31. hüseyin said,

    Mart 21, 2007 11:54 am

    bu yazıyı hazırlayandan ALLAH(c.c) razı olsun

  32. Muhammed HÜZZAM said,

    Mart 23, 2007 1:03 am

    HU…………

  33. Ahmet said,

    Mart 24, 2007 12:12 pm

    hangimizin gücü yeter Geylaniyi anlamaya hangimiz sevebiliriz onu hakkıyla ama o sever bizi hemde karşılıksız biz bu sevginin karşısında biraz mahçup olabilirsek o yeter bize

  34. ayetullah said,

    Mart 25, 2007 9:23 pm

    ALLAH ,GEYLANİ hazretlerini sevenleri manevi alemde görüştürsün inşallah.AMİN.. okuyan herekes amin derse çok sevinirim kardeşler …ALLAHA emanet olun

  35. Mart 28, 2007 11:00 pm

    BİZİM DİLİMİZ ONU ANLATMAYA YETMEZ NE SIKINTIM OLURSA OLSUN ONUN KİTAPLARINDAN BİRİNİ AÇAR AÇMAZ O AN AN SIKINTIM VEYA SORUM NEYSE CEVABINI ALIYORUM ONA LAYIK DEYİLİM LAYIK OLAN KARDEŞLERİMİN YÜZÜ GÖZÜ HÜRMETİNE RABBİM BENİ BAĞIŞLAR İNŞ SON NEFESDE İMANLA GÖÇ ETMEYİ RABBİM HEPİMİZE NASİP ETSİN. AMİN

  36. ABDULLAH OKTAY said,

    Mart 28, 2007 11:09 pm

    ABDULKADİR KÜKREDİ YERLER GÖKLER İNLEDİ SEMADAKİ MELEKLER GEYLANİYİ DİNLEDİ YARABİM SENİN SEVGİLİ KULLARINDAN OLAN SULTANLAR SULTANI ŞAH HZ. ABDULKADİR GEYLANİYİ TANIMAYA ÇALIŞIP ONUN SEVDİĞİ GİBİ OLMASADA KAİNATIN GÜNEŞİ HZ.MUHAMMET MUSTAFA (S.A.V) MİN YOLUNDA İLERLEMEYİ VE ALLAHTAN GERÇEK MANADA KORKMAYI BİZEDE NASİP ET. AMİN

    • Yusuf Özbek said,

      Nisan 6, 2016 5:28 pm

      Hz. Pir’i ormandaki aslana benzetmek edepsizliktir. Bu edepsizliği yeni yetmeler bilmediği için bu ifadeyi bir ilahi sözünde maalesef kullanmışlar. Tekke âdabı görmüş kimseler böyle ifadeler kullanmazlar. Yani aslan da olsa hayvanlara benzetmezler…

  37. arzu said,

    Mart 30, 2007 9:08 am

    çok muhterem bir zaattır.

  38. ayetullah said,

    Mart 31, 2007 12:34 pm

    ALLAH, Abdulkadiri GEYLANİ sultanımızı sevenlerin sayısını çogaltsın inşallah.AMİN..

  39. melike said,

    Mart 31, 2007 12:44 pm

    ya nekadar boş yaşamışız ş
    mdiye kadar
    çokboş
    okuduklarım çok ibret alınacak şeyler
    inasn olalım
    her şeyden önce
    ben çok etkilendim can kardeşlerim

  40. Nisan 1, 2007 7:57 pm

    Allah bu siteleri hazırlayanlardan razı olsun hakikatende o çok büyük bir zat onun gibi bir zat daha bu dünya ya gelmemiş insan onunla ilgili
    yazıları okuyunca bile kendinden geçiyor bakın arkadaşlar bu dünya gelip geçici bunu okuyan herkes Allahın izniyle namaza başlasın herkes onun yalunda gitsin Allahın rahmet ve bereketi üzerinizde olsun.AMİN

  41. ceyhun said,

    Nisan 1, 2007 11:30 pm

    BATMAYAN GÜNEŞ

  42. ayetullah ıldızİ said,

    Nisan 2, 2007 9:06 pm

    BATMAYAN YEGANE GÜNEŞİMİZ.. HU!ES SEYİD ABDULKADİRİ GEYLANİ

  43. omer said,

    Nisan 4, 2007 3:59 pm

    seyyid abdülkadir geylani h.z lerinden razı olsun cümlemizi onun yolunda gitmemizi nasip eylesin. (AMİN)

  44. MUSTAFA YENİCİ said,

    Nisan 5, 2007 1:09 pm

    ESSELAMUN ALEYKÜM KARDEŞLERŞİM ALLAH (c.c.) HEPİNİZDEN RAZI OLSUN SİZDEN RİCAM ALLAH (c.c.) AŞKINA , MUHAMMED MUSTAFA ( SAV ) AŞKINA , SEYYİD ŞEYH ABDULKADİR GEYLANİ ( K.A.S.) AŞKINA RİCA EDİYORUM . SABAH NAMAZINIZDA SEHER VAKTİ BİZİ TERBİYE EDEN RABBİMİZE YALVARIN YALVARIN Kİ ŞU GÜNAHKAR KARDEŞİNİZ MUSTAFA YA RAHMET ETSİN MERHAMET ETSİN….RABBİM ÜMMETİ MUHAMMEDİ KENDİNE LAYIK KUL , PEYGAMBERİNE LAYIK ÜMMET, GAVSUL AZAMA LAYIK EVLAT EYLESİN AMİN . ALLAH ( cc ) HEPİNİZDEN RAZI NOLSUN .

  45. Nisan 7, 2007 9:44 am

    allah hepinizden razı olsun

  46. ayetullah said,

    Nisan 7, 2007 11:58 am

    BU KADAR GÜZEL BİR KİŞİLİGE HAYRAN OLMAMAK MÜMKÜN DEGİL ”EY SULTANIM SENİ SEVENLERİN RÜYALARINDA KENDİNİ GÖSTER Kİ O GÜZEL YÜZÜNDEN BİZLERDE FEYİZ ALALIM İNŞALLAH”AMİN…

  47. coskun said,

    Nisan 7, 2007 2:47 pm

    islam garib geldi garib gidecek.

  48. sonsuzlukyolcusu said,

    Nisan 7, 2007 2:59 pm

    Selamünaleyküm;
    Rabbim kendisine gönül vermiş hakikat dostlarının ardından gidebilmeyi nasip etsin İNŞAALLAH.Rabbim defalarca nasip eyledi o mübarekleri görebilmeyi.İNŞAALLAH gerçektede önce dost meclislerinde bulunabilmek nasip olsun.Onları övmek haddime düşmez Onlar hakettikleri övgüyü hakiki kaynaktan almışlar zaten.Rabbim emanetini kabzetme anına kadar bizleri emanetinde emin kılsın İNŞAALLAH.Müslüman olarak dirilmek nasip olsun.
    BAKİ MUHABBET ve DUA ile….

  49. hatice said,

    Nisan 7, 2007 8:28 pm

    selamün aleyküm pirimiz abdülkadir geyleniyi anlatan yazılar yazdığınız için allah sizlerden razı olsun pirim şeyh sultan abdülkadir geylani şeyhım sahibüszaman hacı muhammed bilal nadiri selam ve dua ile

  50. ayetullah said,

    Nisan 7, 2007 11:32 pm

    Ah SULTANIM ne kadar çok seni seven ve seni bekleyenlerin var .. Ben eminimki o böyle sitelerden ziyade onu sevenleri o biliyodur..Zaten Kendi sözü var beni sevenelri bırakmam diye..Kardeşler çok dua edin nolur bizleri bırakmasın diye… Yalnız şuna da dikkat edelim ki tamam sever yalnız hayat tarzımız ona göre olmazsa bırakır..Şimdi size bi soru sormak istiyorum ”sevildikten sonra bırakılmak mı isterdiniz yoksa o sevgiden ötürü bizim Ona olan muhabbetimizi arttırıp onun da aynı şeyi bize göstermesinimi isterdik”bunu iyi hesap etmemiz lazım .Allah,kimseyi şeytanın yoluna saptırmasın ..ve ALLAH,inşallah Geylani Hazretlerini onu sevdigimizden haberdar eylesin inşallah..AMİN..

  51. birol yılmazer said,

    Nisan 9, 2007 2:42 am

    böle bir siteye sölnecek tek söz RABBİM sizden razı olsun…

  52. cihan said,

    Nisan 9, 2007 5:59 pm

    kendinizi yok edip ALLAH huzurun da var etmeye calısın cunku harsey ALLAH ın varlıgıyla vardır harseyi onun nuruyla goruyoruz zaten goremeyiz gösteriyor arkadslar

  53. ayetullah said,

    Nisan 9, 2007 9:17 pm

    ….(……….)……ah …….aşk….

  54. aşkınla yanan said,

    Nisan 12, 2007 7:38 pm

    ben zaten abdulkadir gelylani hz lerinin ismini duyun yanım da hisediyorum
    zaten silsiledekilerde bizimle bereber dir gelin müslüman kardeş adıyamam menzil le gidelim seydanın elin tövbeyi al hadi…….abdulkadir geylani hz leri ne diyor gaflette düştüğün de tövbet et…….

  55. aşkınla yanan said,

    Nisan 12, 2007 7:48 pm

    (seher de acılan güller gül için öten bülbüller hak ismini anan diller bilmem ne diyor ne diyor) ne güzel söz demi abdulkadir geylannin sözlerini okyun ve tövbeye gelin gelinde corbasını cayını için orda bir allah dostu kalıyor bir ziyaret te biz edelim hadi gelin dünyanın gavsı sizi bekliyor hadi………..?

  56. gönül said,

    Nisan 13, 2007 12:41 am

    bu siteyi hazırlayanlardan allah(c.c.) razı olsun
    tesadüfen gördüm çok mutlu oldum her sözü bir hazine

  57. BANU said,

    Nisan 13, 2007 10:55 am

    uzun zamandır darlık içindeyiz,kaç gündür ağzımda abdulkadir geylani diyorum.ama istiyerek değil,hani olur ya insan istemsiz bişeyler mırıldanır aynen öyle.bu sabah namaza başladım.dilerim allahtan o allah dostu güzel sultan manevi desteğini üzerimden çekmez hepimizin yanında olur inşaallah.allah a emanet olun kardeşlerim.

  58. ayetullah said,

    Nisan 13, 2007 3:50 pm

    amin..

  59. ayetullah said,

    Nisan 14, 2007 7:43 pm

    ^^ABDULKADİR kükredi ,yerler gökler inledi^^
    gerisini söylemeye lüzum var mı bilmiyorum .

  60. eda said,

    Nisan 14, 2007 11:26 pm

    slm bence çok güzel olmuş kötü diyenler boşuna çatlamasınlar tebrik ediyorum size bir ömür boyu böyle güzel şeyler yapmanızı temenni ederim.allah hep sizin yanınızda olsun.allaha teşekkür ederizki izin gibi insanlar var hala bu dünyadabizlerede dua etmenizi temenni ederiz.başarılarınızın devamını dilerim müslüman kardeşlerim.

  61. oğuzhan said,

    Nisan 18, 2007 12:36 am

    Kutburrabbânî, Ğavsussamedânî, Heykelin nurânî Cigeril Betûl, Ferzendeyi Rasûl, Mahbubussübhânî, Ebû Muhammed Muhyiddin Bâzillahil Eşheb Essultân ŞEYH SEYYİD ABDÜLKADİR GEYLÂNÎ (Kds)

  62. oğuzhan said,

    Nisan 18, 2007 1:12 am

    “Gönülden celalli güneşim. Berrak çeşmenin ta başındayım.
    Bu da üstâddan üstada geliyor. Nasıl hâl ilmi deniziyim ben?
    Gayb hikmetinden şaşmaz gönlümün berraklığı Üstâddan geliyor.
    Kevser ruhunun aslından pak cevherin neslindenim.
    Burçlarda yeşil kuşum, onun için uçuşum yüksekten geliyor.
    Uçuşum şahin uçuşudur. HAY ismiyle öterim.
    Vahdet makamı çok uzaktır. (Yani herkesin erişeceği makâm değildir.) Nurlu aynanın hükmü iledir.
    EYMEN vadisindeki TUR’a olan tecellidir ki, benim için bütün yerler mukaddes geliyor.”

  63. ali said,

    Nisan 19, 2007 11:46 am

    allah razı olsun seyda

  64. ayetullah said,

    Nisan 19, 2007 6:33 pm

    Oguzhan yazdıkların çok güzel inşallah GEYLANİ hazretlerinin senin Onu sevdiginden haberi olur ki zaten haberi vardır O onu sevenleri bilir ve bırakmaz …Bırakılmayanlardan oluruz hepimiz inşallah…Amin..

  65. ayetullah said,

    Nisan 23, 2007 2:44 pm

    ЄŁ άМάή

  66. UFUK said,

    Nisan 26, 2007 10:26 pm

    Selamınaleyküm…Ben Ne Zaman Sıkıntıya Düşsem Hemen Yetiş ya GEYLANİ Derim VE Hemen Himmet eder..Sıkıntım hemen Gider…Hergün Ruhuna Bir Fatiha Okurum Ve Allahım Okdugum Fatihayı Önce Efendimiz (a.s.v)sonrada Geylani hz.lerine Vasıl Eyle derim…
    Selamıaleyküm.

  67. Nisan 27, 2007 2:35 pm

    ALLAH KENDİSİ İÇİN YAPILAN İŞLERİ ASLA KARŞILIKSIZ BIRAKMAZ

    niceleri geldi sudünyaya hak yolunda canlar vermeye
    Ölümden korkmadan ölümü korkutan
    şeytana uymayıp şeytanı kızdıran
    ama kimse gelmedi resuldan sonra
    geylani kadar habibullahı seven

  68. efe said,

    Nisan 27, 2007 5:41 pm

    pirim geylani için yazdıgınız bilgiler için allah razı olsun sziden.

  69. ayetullah said,

    Nisan 28, 2007 5:24 pm

    Ah minel aşk….

  70. Muhammed Mihal KAN said,

    Nisan 28, 2007 11:17 pm

    Merhaba, Abdulkadir Geylani Hazretleri benim isim babamdır, Muhammed ismini bana o vermiş. Aklım erdi ereli bana bu ismi boşuna vermedi diye düşünüyorum. Er ya da geç veliler efendisi Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin isim babalığına ve ismime layık olacağıma inanıyorum. Bu inancımı gerçeğe çevirme yönünde bana yardımcı olursanız müteşekkir olurum. Allah’a emanet olunuz.

  71. ayetullah said,

    Nisan 29, 2007 9:59 am

    Bak Muhammed mihal kancım .GEYLANİ hazretlerinin sana o ismi vermesi çok güzel bişey yani herkese nasip olmayan bişey ve ismine layık olabilmen içinde sevgili Peygamberimizin(s.a.v.) hayatını bilmen ve dualarında onun güzel ahlakından istemen ve çokca selavat getirmen böylelikle hem inşallah Allah dualarının karşılıgını veriri tabi bu Allah a kalmış bişey bi imtihan olarak geçde verebilir o yüzden sabretmen lazım.Neyse ondan sonra kendini düzeltmen lazım ve bu konuda gayret göstermen lazım.Allah da bütün bunları yaparken inşallah yar ve yardımcı olur sonuç olarakda biiznillah ismine layık olursun ve Geylani hazretlerinin duasını alırsın inşallah.kendine iyi bak.Allah a emanet ol…

  72. serdar çabuk said,

    Nisan 29, 2007 8:55 pm

    apdulkadir geylani hz 4 kolun piridir herkim onun bildirdiği şekilde allahu tealayı zikrederse hz.peygambere sav selavat getirirse her iki dünyada ihya olur kalbi huzura kavuşur 100 tövbe
    100 subhanallahulaziym
    100 sübhanallahivebihamdihi
    100 allahümmesalli ala seyyidina muhammed

    +-

  73. Muhammed Mihal KAN said,

    Nisan 29, 2007 10:27 pm

    Teşekkür ederim. Allah razı olsun.

  74. işiğa doğru said,

    Nisan 30, 2007 11:09 am

    HAMD ALEMLERİN RABBİ OLAN ALLAH’A DIR.
    SELAT-Ü SELAM ONUN BİRİCİK HABİBİ HZ.MUHAMMED MUSTAFA(s.a.v)

  75. işiğa doğru said,

    Nisan 30, 2007 11:18 am

    ÜZERİNE, ONUN DOSTLARI HZ. EBUBEKİR (r.a), HZ. ÖMER(r.a) ,HZ.OSMAN(r.a) , HZ. ALİ (r.a) , ÜZERİNE.. MÜM’İNLERİN ANASI HZ.FATIMA (r.anhüma) , ONUN BİRİCİK EVLADLARI ,KAİNATIN İKİ GÜLÜ HZ.HASAN(r.a) VE HZ.HÜSEYİN(R.A) ÜZERİNE .. PEYGAMBERİMİZİN MÜBAREK ASHABINA,EHLİ BEYTİNE, UHUTTAKİLERE,BEDİRDE ALLAH DİYE DİYE YANIP TUTUŞANLARA, BÜTÜN ALLAH DOSTLARINA,EVLİYALARIN EN SANSLISI SEYH ABDUL KADİR GEYLANİ KUDDİSE SİRRUH’ A HEPSİNE SELAM OLSUN.. RABBİM HEPSİNDEN RAZI OLSUN İNSALLAH-U TEALA. RABBİM SEFAATLERİNE NAİL EYLESİN..
    HERKEZ MÜM’İN KARDEŞLERİNE DUAYI ESİRGEMESİN..
    EN GÜZEL OLANA EMANET OLUN İNSALLAH-U TEALA..

  76. oğuzhan said,

    Nisan 30, 2007 3:30 pm

    “Hz. Resûl havzının sakisiyim. Taçlı ve misli görülmemiş yüksek makâmla,
    ŞAH İMÂM HÛSEYlN’in vârisiyim. Hem sevgililere sevgiliyim,
    -YEŞİL NURLU HIRKA- yı Hz. Resûl MUSTAFÂ’nın elinden giydim,
    Yeşil kuşum, nurlu perçemliyim. Sarı kanatlı, tuğralıyım…”

  77. SERKAN KILIÇ said,

    Mayıs 2, 2007 8:52 pm

    bizi bu konuda çok iyi bir şekilde aydınlattığınız için sonsuz teşekkürü bir borç bilirim.. hepinizden ALLAH razı olsun …

  78. müzyyen gökkaya said,

    Mayıs 2, 2007 8:59 pm

    kimin en son sözü; ”La ilahe illallah” olursa cennet gider..

  79. oğuzhan said,

    Mayıs 3, 2007 1:04 pm

    “De ki: Allah’ı seviyorsanız, bana uyun da Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayan ve rahimdir.”(Al-i İmran/32)İmanın şeraitinin bir şubesi peygamberlere imandır.Allah katında muteber olan din en son din olan İslamdır.Şu halde “Muhammedürrasulullah” demek, kavlen ve kalben tasdik etmek lazımdır.Özellikle Müslüman Türk Milleti fert fert sadık birer Muhammedidir.Bizler sultanı sevmeye kıyamazken Allah(c.c.)’ın mülkü içerisinde habibine nisbet yaparcasına edebden çıkmak, kişiye mahrumiyyeti getirir.Bu gibi fitneler yeryüzünde bozgun çıkarmakla vazifelenmişlerin oyunlarıdır.Allah(c.c.) cenab-ı Rasul(s.a.v.)’ün şefaat ve muhabbetinden ayırmasın.

  80. ayetullah said,

    Mayıs 5, 2007 3:07 pm

    amin.oguzhan yazdıların çok güzel ama fitne derken ne üzerine fitne yapıldıgını da yazarsan daha net asnlaşılır öbür türlü burası Geylani hazretlerine ait bi site oldugu için sanki ona nispeten yapıldıgı görüşünde olabilir insanalr biraz daha açıklayıcı yazarsan yazılarını sevinirim.B arada peygember Efendimiz(s.a.v)le ilgili yazıların çok hoş bunlarlada bizleri bilgilendirdin için teşekkür ederim.hoşçakal.ALLAH a emanet ol….

  81. oğuzhan said,

    Mayıs 6, 2007 2:08 am

    Bu kelimenin kullanılmış olması, ruhu ezen bir tercih olmakla birlikte Kur’an-ı Kerim’de dahi geçen bir kelime olduğundan ve anlatımda isabet kaygısından ve bir anlayışa tepki olarakbu kelimeyi bu yüksek foruma yazmak zorunda kaldım.Burası aşk yeridir.Bence tartışma ilmi dahi olsa bura da olmamalıdır.Ancak çağımızda kanserden daha vahim bir hastalık filizlendirrilmeye çalışılıyor.”Efendim Lailaheillallah dendi mi; yeter…”Ne münasebet?Muhammedürrasulullah demeden olmaz.Bu cenab-ı hak tarafından mü’mine şart koşulmamış da furuat olarakmı yazılmış?Sen lailahe illallah de, Allah’ın (c.c.) varlığına inan, Hıristiyan ya da Musevi olmak farketmez herkez bilaistisna cennettedir, dini tamamdır görüşü, fitne değil de nedir?Şunu hemen belirtmek isterim ki; Cenab-ı zülCelal hazretleri topyekun insanlığı cennete ya da cehenneme koysa, ona kim hesap sorabilir?Tamamen yüksek tasarrufu veiradesindedir.Ancak biz kullar rabbimizin muradını yine kendi murad ettiği kadarı ve şekliyle öğrenmişiz.Yani o böyle istemektedir.”Allah Katında din İslamdır”(Al-i İmran/19) ayeti islam’a inananların Hristiyan ve Musevilerden (akıbet itibariylede) farklı olduğuna da iman etmek zorundadır.Yoksa Kur’anın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkarmı edeceğiz?Bu ayet-i kerimenin Cuma Hutbelerinden kaldırılması da “sadec La ilahe illallah de cennete git” fikriyatının yayılması isteğidir.Ancak o ayetin sonunda mucizevi şekilde Hz.Kur’an bu uygulamaya cevap veriyor.Hutbeden kaldırılması karara bağlanan ayetin sonu şöyle bitiyor; “Kim Allah’ın ayetlerini yoksayarsa bilsin ki; Allah hesabı çabuk görür” Sonuç olarak kardeşlerim: Muhammedi aşk olmadan olmaz.O sultan dünyaya geliş sırası itibariyle en sondur ama, ilk geleni getiren onun aşkıdır.Muhammedsiz (s.a.v.) iman da olmaz, cennette.Ben bura da rastladığım o eksik yazıya cevaben bu satırları foruma ekliyorum.İstediğiniz açıklama kısaca budur.
    Selam ve dua ile.

  82. ayetullah said,

    Mayıs 6, 2007 6:59 pm

    ah minel aşk ….. diyorum başka bişey diyemiyorum…..

  83. oğuzhan said,

    Mayıs 7, 2007 4:23 am

    “Kırmızı yanağı mumunun aşıkıyım. O dost nurlu yanağının TAB’ıyım.
    Hakikat mumundan yanık pervane ve hem de mumum.
    Bu dünyada gönlü yanık LÂHUT kuşuyum.
    Nâm ve niş â nlardan arınmış. YÜZDÂNE ile hil’atliyim.”

  84. oğuzhan said,

    Mayıs 7, 2007 4:28 am

    “Eminler şâhı, Allah’ın nuru (Hz. Resûl (AS)) yolunun öncüsüyüm.
    Şehitler Şâhı İmâm-ı Hüseyin’in neslindenim.
    Hakiki yolun mürşidi Zehrâ Betül bizimle,
    Elimi de tutan ilim şehrinin kapısı, Allah’ın arslanı İmâm-ı Ali (RA).
    Aylar sultanı, ay parçası Hz. Resûl’e vâsıl olan benim.
    (99) Esmây-ı Hüsnâ Hazînelerinin vâkıfı benim.”

  85. ceyhun said,

    Mayıs 7, 2007 11:18 pm

    ey koca PİR selam sana ve kıyamete kadar gelecek aşıklarına

  86. oğuzhan said,

    Mayıs 8, 2007 2:19 am

    “Ezel î Güzelliğinin (Cemâllullahın) susamışıyım. Gâyem ve maksûdum budur.
    Aşkın mestiyim, aşıkım, SÂDE YÜZÜNÜN HAYRÂNIYIM.
    Kesret Âleminin GAVGASINDAN şuûrum öyle kesilmiş ki,
    Gönül sarayında vahdeti gören âşıkım.
    Yardan uzaklaşmak yahut vuslâtını istemek hengâmesinden de kurtuldum. (Yani EBEDÎ VUSLÂTA erdim.)
    Çünkü, aşk mânâsının arifiyim. Başka bir sevdadayım.”

  87. fatıma said,

    Mayıs 10, 2007 1:03 am

    Sevginin kantarı fedakarlıktır ,vermektir…..AŞK iddiasının ispatı ,vermekle olur…..

    RABBİM ; biz küçüklere , büyüklerimizin ellerinden tutarak O SEVGİLİNİN yanına gitmeyi nasip etsin……..

  88. omer said,

    Mayıs 10, 2007 1:50 pm

    Abdülkadir Geylani hazretleri ALLAH CC dostu efendimiz HZ MUHAMMED SAV DOSTU ALLAH SEFAATİNE MAZHAR EYLESİN

  89. ayetullah said,

    Mayıs 10, 2007 5:42 pm

    ……SULTANIM……

  90. oğuzhan said,

    Mayıs 11, 2007 1:31 am

    Ömer kardeşim, Pirimiz Geylani (kds), Cenab-ı Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bendesi, tebası, askeri, aşığı, yolunun canfedasıdır.

  91. oğuzhan said,

    Mayıs 11, 2007 1:42 am

    Değerli arkadaşlar; Cenab-ı Hak(c.c.) kendisine yapılan her türlü hakaret ve kötü sözden, her eksiklikten münezzehtir.Uzaktır, arıdır, beridir.Bu sebepten kendisine karşı yapılan kusurlu sözleri dilerse affeder.Ama Cenab-ı Rasul (s.a.v.)’e yapılmış en küçük kemliği affetmez.Zira Efendimiz en yüksek insandır ama beşerdir.Bu rabbimizin metodu sünnetidir.Onu ne kadar çoksevelim? Nasıl medhedelim? Nasıl gözüne girelim? Vallahi gelmiş geçmiş en sevgilidir. Bakmayalım hasırda uyuduğuna. Mana aleminin sultanıdır. Makam-ı Mahmud’un sahibidir.” KÜN ” emrinden haberdardır. Hepimizi kurtaracak o dur.

  92. ayetullah said,

    Mayıs 11, 2007 6:40 pm

    oguzhan biraz daha kısa ve öz şeyler yazarsan memnun oluruz

  93. oğuzhan said,

    Mayıs 11, 2007 9:01 pm

    HU!…

  94. oğuzhan said,

    Mayıs 11, 2007 9:04 pm

    En kısa en özlü şeyi yazdım.Yazdığım beyitler çok anlamlıydı ama anlayabilene…Zaman artık fast food ve draje şeyler istiyor.İçerik ve nitelik askıda.Oğuzhan artık buraya tek kelime yazmayacak.Hakkınızı helal edin.

  95. ayetullah said,

    Mayıs 11, 2007 10:41 pm

    kendi kendine tirip yapıyosun şuan ayrıca fast foodları sen çok biliyosunki onları dile getirdin ama sana iyi drajeler böyle havalarla bi yere ulaşmazsın ayrıca hiçde öyle kısa şeyler yazmadın neyse yazmazsan yazma sana yalvaramam yani şöyle bi sitede göstermiş oldugun tutuma bak neyse hadi hoşçakal…

  96. ayetullah said,

    Mayıs 11, 2007 10:42 pm

    sen bilirsin …fakat zamanın istedigi şeyleri dikkat etde sen isteme..

  97. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 6:52 pm

    ayetullah yorumunu okudum bu mübarek zatı çok seviyorsun ve işşalah sevginelede muhabbetin bu mübarek zat ebedi olur yalnız bir ricaim var sende resmi var demişsin onu sitede veya gönderebilirmisin

  98. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 7:01 pm

    Ey evlad! Önce nefsine öğüt ver, onu yola getir, sonra da başkalarını… Senin henüz ıslaha muhtaç hallerin var, bunu sen de biliyorsun. Bunu bildiğin halde başkalarının islâhı ile uğraşma yolunda nasıl başarılı olabilirsin? Gözlerin bir adım öteyi görmüyorken körleri neyle yola getirme sevdasındasın?”

  99. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 7:04 pm

    Ey evlad! Önce nefsine öğüt ver, onu yola getir, sonra da başkalarını… Senin henüz ıslaha muhtaç hallerin var, bunu sen de biliyorsun. Bunu bildiğin halde başkalarının islâhı ile uğraşma yolunda nasıl başarılı olabilirsin? Gözlerin bir adım öteyi görmüyorken körleri neyle yola getirme sevdasındasınSize gereken, Yüce Yaratanı (CC) sevmek ve O’ndan (CC) başka kimseden korkmamaktır. Ve bütün işleri onun rızasını gözeterek yapmak… Bunlar “Kalp” le olur, dil gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasında söylediğin sözleri yalnız kaldığında söylüyormusun?… Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman mümkün oluyor mu?… İşte bunları yapabiliyorsan mesele yok… Kapı önünde “TEVHİD”, içeriye girince “ŞİRK”, yakışır mı? Bu, nifak, ikiyüzlülük alametidir, içi bozuk olmanın ta kendisidir. Acırım sana, sözün kötülükten sakınma hakkında, kalbin ise fitne çıkarmaya istekli. Şükrü dilinden bırakmıyorsun, ama kalbin daima itiraz halinde.

  100. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 7:07 pm

    Geliniz aşırı, uygun olmayan arzularımızı bir yana atıp YARATANIMIZA (CC) koşalım. Bu yolda biraz perişanlık çekelim. Ne olur sanki biraz zahmet çeksek? O’na (CC) vardıktan sonra bütün çekilen sıkıntılar unutulur. İçimize ve dışımıza hükmeden nefsimizi HAK yoluna çevirelim, Rabbimizin (CC) Elçisine, Sevgilisine (SAV) başvuralım, O’nun (SAV) eteğini bırakmayalım.Doğruluk olmadan bilginin sana ne yararı dokunur? Doğruluğun olmadığı için bilgi sana bela olur. Öğrendin, namaz kıldın, oruç tuttun sebebi sana mal versinler, iyiliğini görsünler, seni öğsünler oldu. Sana yakışır mı bu düşünceler?

    Farzet ki halkın sana ilgisi arttı, bunun ölüm anındaki sıkıntıya faydası olur mu acaba? Seni sevenlerle aranda uçurumlar olacak o anda. Topladığın malları başkaları paylaşacak, hesabı ve cezası da sana kalacak.
    Rabbimiz (CC)! Alan değil, veren ellerin Affedici olduğu için affedilenlerin, Hak (CC) ile doğan, Hak (CC) ile yaşayan, Hak (CC) ile ölenlerin ve sonsuz hayatta yeniden doğanların safına katılmayı bizlere nasip et… Âmin

  101. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 7:07 pm

    Bahçedeki güller gibi açalım

    Dergaına bülbül gibi uçalım

    Kevser ırmağından bol bol içelim

    Medet senden medet, Ya Gavsulazam

    Bülbül olan aşık durur gülünden

    Ateş yakmaz tutanı, senin elinden

    Götürürsün bizi Allah yoluna

    Medet senden medet, Ya Gavsulazam

    Dergahına giren ateşte yanmaz

    Kevserini içen tevhide kanmaz

    Bu nurlu kandilin ebedi sönmez

    Medet senden medet, Ya Gavsulazam

    Derviş olur senin yoluna giren

    Sensin düşmüşlere imdada gelen

    Zahirin batının sultanı olan

    Medet senden medet, Ya Gavsulazam

  102. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 7:09 pm

    Hiç bulunmaz akranı

    Halis lütfu Yezdanı

    Gavsul Azam Geylani

    Sultan Abdulkadir’in…

    Dergahında hizmet var

    Devranında himmet var

    Kapısında rahmet var

    Sultan Abdulkadir’in…

    Bağdat yolun gözlerim

    Geylani’yi özlerim

    Himmetidir sözlerim

    Sultan Abdulkadir’in…

    Hüsnü terket teşvisi

    Hakk’a bırak her işi

    Dervişi ol dervişi

    Sultan Abdulkadir’in…

    Gavsul Azam (KSA) Hz.leri bir mahalleden geçerken bir müslümanla bir hıristiyanın münakaşa ettiklerini gördü. Sebebini sordu. Müslüman: “Bu hıristiyan, ‘Bizim peygamberimiz sizin peygamberinizden üstündür.’ diyor, ben ise bizim peygamberimizin üstün olduğunu söylüyorum.” dedi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri hıristiyana: “İsa (AS)’ın, Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz’den üstün olduğunu hangi delille isbat ediyorsun?” buyurdu. Hıristiyan: “Bizim peygamberimiz ölüyü diriltirdi.” dedi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri: “Ben peygamber değilim, sadece peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)’a uyan bir müslümanım. Eğer ölüyü diriltirsem, peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV)’e inanır mısın?” buyurdu. Hıristiyan: “İnanırım.” dedi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri: “Bana harab olmuş, eski bir kabir göster ve peygamberimizin üstünlüğünü gör.” buyurdu. Eski bir kabir gösterdi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri hıristiyana: “Sizin peygamberiniz ölüyü diriltmek istediği zaman hangi sözleri söylerdi?” buyurdu. Hıristiyan: “Kum Bi İznillah- Allah’ın izni ile kalk, diril derdi.” dedi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri leri ona: “Bu gösterdiğin kabirde yatan kişi, dünyada şarkıcı idi. İstersen onu şarkı söyler halde dirilteyim.” buyurdu. Hıristiyan: “Peki, öyle olsun.” dedi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri kabre döndü ve: “Allah’ın (CC) izni ile kalk.” buyurdu. Kabir açıldı ve ölü şarkı söyler halde kalktı. Hıristiyan bu kerameti görünce, Peygamberimizin (SAV) üstünlüğünü ikrar edip, Gavsul Azam (KSA) Hz.leri’nin elinde müslüman oldu.

  103. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 7:13 pm

    Kendisine Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Efendimiz şöyle sordular:

    – Gavsulazam Şeyh Seyyid Abdulkadir (KSA) : “Kademi hâzâ alâ rakabeti külli veliyyullahi teâlâ” buyuruyor. (Yani bütün Allah’ın (CC) velilerinin omuzları benim ayağımın altındadır) Buna ne dersiniz?

    Şah-ı Nakş-i Bend (KSA) elini göğsüne koyarak şu cevabı vermiştir: “Alâ aynî ve basîretî.” (yani başım ve gözüm üstüne)

    Muhammed Bahauddin (KSA) Hz.leri’nin, Nakş-i Bend ismini alması şöyle olmuştur:

    Kendisi anlatıyor:

    – Şeyhim Külal bana ismi celal, yani Allah (CC) ismini telkin etmişti ve bu isilme meşgul olmamı istedi. Ben de bu ismi çeker, tefekkür ederdim. Lakin isim yalnız dudaklarımda kalır, kalbime bir türlü işlemezdi.

    İşte bundan dolayı sıkıntı içindeydim ve bir gün sahrada dolaşırken Hızır (AS) benim hacetimi keşfedip bana: “Ey Bahaeddin (KSA)!” dedi, “sıkılma! Elbet senin de derdinin çaresi bulunur.” Ben ona sual ettim: “Benim derdimin çaresi nasl bulunur?” O dedi ki: “Yeryüzünde tasaffur sahibi büyük bir veli vardır. İsmi Abdulkadir’dir (KSA). Türbesi Bağdat şehrinde. Kim O’ndan (KSA) hacet dilerse, hacetine yerişir.”

    Bunun üzerine Seyyid Abdulkadir’den (KSA) istimdat ettim. O esnada Hz. Hızır (AS) beni Bağdat’a Hz. Pir Abdulkadir’in (KSA) yanına iletti ve kendimi bir anda Gavsulazam Sultan Şeyh Abdulkadir-i Geylani’nin (KSA) huzurunda buldum. Ve O’na (KSA) derdimi anlattım. “Ey alemlerin elini tutucu. Sen benim elimi tut ki, sana el tutucu desinler.” dedim.

    O anda Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) bir kere “Allah (CC)!” dedi ve mübarek elini uzatıp kalbimin üzerine koydu. O anda kalbimdeki sıkıntı gitti ve bana hikmet perdeleri açıldı. Hz. Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA) şöyle devam etti: “Ya nakşbendî âlem, nakşi mârâ begir ki turâ nakşebend güyend…” (yani: Ey alemlerin nakşını tutucu. Sen benim nakşımı tut ki, sana Nakş-ı bend desinler)

    Gözümü göğsüme çevirdiğimde orada bir yazı ile Allah ismini okudum ve ve ismim de Nakş-i Bend oldu.”

    Daha sonra Muhammed Bahauddin Nakş-i Bend (KSA) Hz.leri, hem kendi türbesinde hem de Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.lerinin türbesinde yazılı olan şu medhiyyeyi söyledi:

    Padişahî herdüâlem Şahi Abdülkadirest

    Serveri evlâdı Âdem Şahı Abdülkadirest

    Âfütabu Mâhitâbi Arşı ve Kürsiyyi Âlem

    Nûr-i Akdes, Nûr-i Âzam Şahi Abdülkadirest…

    ANLAMI:

    Dünya ve ahiretin padişahı Şah Abdülkadir’dir (KSA)

    Evlad-ü Ademin (insaoğlunun) serveri, Şah Abdülkadir’dir (KSA)

    Güneş, Ay, Arş, Kürs, Kalem bunların cümlesi

    Nuru Şah Abdulkadir’in (KSA) kalbinden aldılar…
    Bize Ali gülü derler

    Kadiri bülbülü derler

    Aşk narının külü derler…

    Kadiriyiz şan bizimdir

    Bu gece meydan bizimdir…

    Aman saki doldur doldur

    Dolan nur, dolduran nurdur

    İçmeyenler Hak’tan durdur

    Kadiriyiz şan bizimdir

    Bu gece meydan bizimdir…
    Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri vefat edeceği sırada, oğullarına: “Yanımdan ayrılın, çünkü zahirde sizinle, batında sizden başkasıyla (yani Allah-ü Teala (CC) Hz.leri ile beraberim)” buyurdu.

    Yine o esnada buyurdular: “Yanımda sizden başkaları da vardır. Onlara yer açın. Onlara edebi gözetin. Burada büyük rahmet vardır. Onları sıkıştırmayın.” Yine buyurdu: “Aleykümüsselam ve Rahmetullahi ve Berekatühü. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri beni ve sizi mağfiret etsin. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri benim ve sizin tevbelerimizi kabul etsin. (Bismillah Gayre Müveddedin)”

    Bir gün bir gece hep böyle buyurdular. Oğlu Şeyh Abdürrezzak (RA) anlatır: “Gavs-ül Azam o esnada, ellerini kaldırıp uzattı ve ‘Ve Aleyküm Selam ve Rahmetüllahi ve Berekatühü, Tevbe ediniz ve size geliyorum denilenlerin safına giriniz’ buyurdu. Vefat ederken iki defa; ‘Allahümme Refikül A’la’ deyip: ‘Size geliyorum, size geliyorum’ buyurdu. Tekrar buyurdu ki: ‘Durun’ Bunun ardından ona ölüm ve sekerat hali geldi. Bu halde iken: ‘Bana kimse bir şey sormasın. Ben Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin ilminde bir halden başka bir hale geçmekteyim’ buyurdu. Son anlarında oğlu Abdülcebbar: ‘Babacığım, bedenin acı duyuyor mu?’ diye arz edince: ‘Bütün uzuvlarım acı içindedir. Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok. O, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri iledir.’ buyurdu. Oğlu Şeyh Abdülaziz: ‘Hastalığınız nasıldır?’ diye sorunca: ‘Benim hastalığımı, insan cin ve meleklerden hiçbiri bilmez ve anlayamaz. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin ilmi, hükmü ile nakıs olmaz. Hüküm değişir, ilim değişmez. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, dilediğini siler, dilediğini yazar. Ümmü-l Kitab O’ndadır (CC). “O’na (CC) yaptığından sual olunmaz. Kullara ise, yaptıkları sorulur.”[1]buyurdu.

    Daha sonra, “Kudret ile hakim kullarına ölüm ile galib olan Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, her ayıp ve kusurdan münezzehidir. Lailahe illellah Muhammedün Resulüllah.”, sonra “Allah Allah Allah… (CC) ” deyip sonra sesini kesti, dilini damağına yapıştırıp, mükerrem ruhunu teslim eyledi. Vefatı büyük bir üzüntüyle karşılandı. Cenaze namazını kılmak üzere görülmemiş bir kalabalık toplandı. Cenaze namazını oğlu Abdülvehhab kıldırdı. O kadar insan toplanmıştı ki, kalabalık sebebiyle ancak gece defnedilebildi. İnsanlar, büyük kalabalıklar halinde ziyaretine geldiler. Bu ziyaretler günlerce devam etti (ve kıyamete kadar da mübarek türbesinin ziyareti devam edecektir.)

    Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri Hicreti Nebeviyyenin 561 (M.1166) senesinde 91 yaşında iken Bağdatta vefat etti. O gün bu gün mübarek türbesi ziyaret edilmektedir. Kıyamete kadar da kevni kerameti devam edecektir. Buyurmuştur ki: “Öncekilerin (Velilerin) güneşi battı. Bizim güneşimiz ufuk üzerinde sonsuz kalacak, hiç batmayacaktır.”

    Cenab-ı Allah (CC) O’ndan (KSA) ve cümle Evliyaullah’tan razı ve memun olsun. Rabbim bizleri, Onların şefaatlerınden, al-i himmet, nazar ve muhabbelerinden, nurlu yollarından ayırıp da mahrum etmesin. (AMİN)

    MÜBAREK RUHANİYYETİNE FATİHA

  104. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 7:17 pm

    Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.lerinin bu yola girenlere tavsiyeleri

    Gavsulazam Ba’zul-Eşheb Muhyiddin Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri tarikata ilk giren müridin yapması gerekenleri, şeyhine karşi yapması gereken halleri, hareketleri, müridin terbiyesinde şeyhe düşen görevlerin neler olduğunu, nasıl olması gerektiğini şöyle bildiriyor:

    Bu yola ilk giren kimseye ilk önce sağlam bir itikad gerekir. Nitekim bu yolda esas olan budur. Ehl-i sünnet üzere yaşamış ve yaşıyor olanların yolundan ayrılmamalıdır. Zira onların tuttuğu yol, Nebilerin ve Resullerin (AS) yoludur. Sahabenin yoludur.

    Hülasa: Bu yola ilk giren kimseye gereken Kur’an’a tutunmak Resulullah (SAV) Efendimizin sünnetine girmek ve Kur’an ile Rasülullah’ın (SAV) gösterdiği yolda hareket etmektir. Bunların emrini tutmalı, yasaklarından kaçınmalıdır. Esasda da teferruatta da bunlara sarılmalıdır.

    Allah’a (CC) giden bu yolda bir mürid, Kur’an’ı ve Rasülullah (SAV) Efendimizin sünnetini, Allah’a kavuşturan, ulaştıran iki kanat olarak kabul etmelidir.

    Mürid, hidayet ve Yüce Allah’a (CC) delil buluncaya kadar sadakat ve ictihad üzere yürür ve devam eder. Bu delil kendisini yüce hakka götürecek olan bir önderdir.

    Pirimiz Geylani Hazretleri tarikata girmek isteyen, buna niyyet eden kimseye şöyle tavsiye etmektedir: İlk önce Allah’ın (CC) kitabına sarıl, sonra Rasülullah’ın (SAV) sünnetini kabullen ve hayatına geçir. Daha sonra bu yolda Kur’an ve sünnet yolunda sadık bir şekilde ictihad üzere ol. Bunlarla Allah’a (CC), Rasulüllah’a (SAV) ve Kur’an’a ve onun emirlerine gönlün ısınıncaya kadar bu ictihad ve sadakatte devam et. Daha sonra inandığın ve ısındığın bu yol seni hakka götürecek bir öndere doğru itecektir.

    İşte bu önderin de mürşidler, şeyhler olduğunu o sultanlar sultanı bize işaret ediyor.

    Mürid gerçek bir mürşide gerçek bir öndere tabi oluğunda, bağlandığında göreceği faydalar şunlardır:

    Mürşidi kendisine ünsiyet eden gerçek bir arkadaş olur. Mürid yorulduğu, kaldığı anlarda ona sığınıp rahat bulur. Şehvet duygularının kabardığı anda her yanını zulmet sardığı, nefsinin şerri baş gösterdiği, sapık arzular kendisini bastığı zaman o zata sığınır. Nefsi dikleşip bu yolda yürümekten kaldığı zaman o zata sığınır. Mürşidden yardım görür.

    İşte Kur’an ve sünnet yolundan ayrılmadığı taktirde ve kendisine gerçek bir mürşid bulup ona tabi olduğunda, Allah’a (CC) ermek, Allah’a (CC) kavuşmak onun için kolay olur. Allah-ü Teala (CC) bu manada şöyle buyurdu:

    “O kimseler ki yolumuzda çaba harcarlar, elbette onlara yollarımız gösteririz.”[1]

    Hikmet ehlinden bir zat şöyle demiştir: -Bir kimse talebini ciddi yapar ise bulur.

    Bir mürid sağlam bir itikad ile bu yola girerse, hakikat ilmini bulması mümkün olur. Ciddi bir çalışma ile tarikat yoluna giren bir müridin oradan da hakikat yoluna geçmesi mümkün olur, kolaylaşır.

    Bundan sonra o kimseye ihlas gerekir. Yani, Allah-ü Teala’ya (CC) karşı her sözünde ve her işinde, girdiği yolda, attığı her adımı Allah (c.c.) için atmalıdır. Kaldırdığı her adımını Allah (CC) için kaldırmalıdır. Yüce Allah’a (CC) tam ulaşıncaya kadar bu halini sürdürmelidir.

    Zira bütün bunları yaparken hiçbir ayıplayan onu yolundan almamalıdır. Zira sadık yolcuyu hiç kimse yolundan döndüremez. Aynı şekilde yolda gördüğü ikramlar dahi onu yolundan almamalıdır. Mesela gördüğü bir keramet veya kendinde zuhur eden olağandışı bir hal gördüğünde orada kalmamalıdır. Herşeyi Allah’tan (CC) bilip yoluna devam etmelidir.

    Bu yola giren müride düşer ki: Elinde bulunanları saklasın (yani bende bu hal var bende şu şu haller zuhur ediyor, şöyle rüya görüyorum, böyle böyle zuhuratlarım oluyor diye kendindekileri ifşa etmemeli) sabır yemeğini ve sabır orucunu açacak şeyi bulmakta zorluk çekeceği endişesi ile cimrilik etmemeli (yani en ufak bir durum karşısında öfkelenip, konuşup sabır orucunu bozmamalıdır.) Kalbinde ve özünde şunu kesin olarak bilmeli ki: Allah-ü Teala (CC) geçmiş zamanların hiçbirinde cimri bir veli yaratmamıştır. (Bahsedilen bu cimrilik hem zahiri dünya cimriliğidir hem de batını ahiret cimriliğidir.)

    Hak yoluna çıkmış bir müridin sayılacak şeyleri yapması daha hayırlı olur, yerinde olur:

    – Sürekli zillet haline baştan razı olmalıdır. Nasibin darlığından yana gönlünü baştan hoş tutmalıdır.

    – Daima aç susuz kalmaya, ünsüz, şöhretsiz, şansız yaşamaya şimdiden razı olmalıdır.

    – Kendi arkadaşlarını, yakınlarını, iyilik ve ihsanda, devamlı kendinden önde görmeli.

    – Büyük zatların yannına yaklaşmalı, ilim meclislerinde oturmalıdır.

    – Kendi tokluğundan önce çevresindekilerin tokluğunu düşünmeli ve izzet ikram içinde bulunmalıdır. Kendisine onlardan alt olmak yeter, çevresindekilerin tümü izzet bulsun diye dua etmeli, çalışmalıdır. “Benim nasibim nasıl olsa beni bulur” diye tevekkülden ayrılmamalıdır.

    Anlatılan bu şeylerin olabileceğine şimdiden gönül hoşnutluğu ile rıza göstermelidir. Eğer razı olmazsa kendisine rıza kapılannın açılması zorlaşır. Mana kapılarının açılması zorlaşır.

    Tamamı ile feraha ermek bütünüyle huzura kavuşmak, anlatılan bu işlere riayettedir. Yine bu yola ilk giren müride düşer ki: Allah-ü Teala’dan (CC) geçmişte işlediği günahlardan dolayı mağfiretten, gelecekte işlemesi muhtemel günahlara karşı da korunmadan başka birşey taleb etmemelidir. Gelen saatlerin hemen her birinde kendisine Yüce Allah’tan sevgisinin hasıl olmasını dilemelidir. Kendisini onun yüce zatına ulaştıran şeyleri istemelidir. Sonra, yüce Hakk’a (CC) her halu karda hoşnutluğunu belli etmelidir. Allah’ın (CC) sevgili, veli kullarına bedel beklemeden sevgi ve saygı beslemelidir. Anlatıldığı gibi yaptığı taktirde akıl sahibi, gönül ehli sevgili zatlar zümresine dahil olur. Rablar Rabbi yüce Allah’ı (CC) bilen onlardır. İbretli, hikmetli işlere muttali olan onlardır. Bunların anlatılan hali sonunda da kalpler saf olur. içler ve niyetler temize çıkar.

    Pirimiz Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri müridin şeyhine karşı edebini de şöyle izah ediyor:

    Bir mürid için başta gerekli olan şunlardır:

    1. Dışta (zahirde) şeyhinin emrine aykırı hareketleri terk etmelidir.

    2. İçte dahi (ruhunda ve aklında) onun emirlerine itiraz sahibi olmamalıdır. Dış yönü ile itiraz eden kimse, edebini bırakmış olur. İçinden itiraz eden ise kendisini ölüme atmış olur. Müride düşen görev; sonuna kadar, şeyhi namına nefsine hasım olmalıdır, içten ve dıştan şeyhinin emrine aykırı hareket etmekten nefsini çekip almalıdır.

    Bu arada ayeti kerime olarak gelen, şu duayı okumalıdır.

    “Rabbimiz bizi bağışla, bizden, evvel imaîni geçip giden kardeşlerimizi de bağışla iman eden kardeşlerimize karşı kalbimize kin bırakma Rabbim Raufsun, Rahim’sin.”[2]

    Bir müride, şeyhinden görünen ve kendisine sevimsiz gelen bir şey olur ise o konu ile ilgili müsait bir ortamda bir misal getirerek işaret yollu anlatmalıdır.

    – O sevmediği şeyi ona açık bir şekilde söylememelidir. Zira böyle birşey şeyhin müride karşı nefretine sebep olur. Şayet şeyhinde her hangi bir ayıp görür ise bunu gizlemeye çalışmalıdır. Şeyhini değil, kendi nefsini itham etmelidir. Şeyhin o ayıbı için şeriatta bir yorum aramalıdır. “Şeyhim şu şu rahatsızlığından dolayı bunları yapıyor, yoksa kesinlikle yapmaz” diyebilmelidir.

    Şeyhinde gördüğü ayıp ile ilgili şeriatta bir özür kapışı bulamazsa o zaman şeyhinin affı için istiğfar etmeli, Allah’tan (CC) onun için bilgi ve ilim istemeli, “Allah’ım (CC)! Şeyhime ayık olma hali ver, onu küçük büyük günahlardan koru, himaye et.” diye dua etmelidir.

    Hiç bir zaman şeyhinin günah işlemez masum bir kişi olacağına itikad etmemelidir. Çünkü Allah (CC) sadece Peygamberlerini (AS) masum yaratmıştır. Ondan gördüğü ayıbı dahi hiç bir kimseye anlatmamalıdır. Mürid şu itikadda olmalıdır. Şeyhim bu halinden bir gün veya bir saat sonra vazgeçer bu da benim için bir imtihsu vesilesidir. Zira şeyhi daha yüksek bir mertebeye gelebilir, olduğu halde kalmaz. O yaptığı şeyde bir anlık gaflet ve yanılma sonunda olmuştur.

    Şeyh bazen öfkelenebilir. Yüzünü astığı da olur. Müridden yüz çevirme hali de çıkabilir. Ancak bütün bu hallerden dolayı mürid şeyhinden ayrılmamalıdır. Kendi özünü araştırmalıdır. Şeyhine karşı adap dışı hallerini düzeltmelidir, mürid mümkün oldukça şeyhinin yanından ayrılmamaya ve onun hizmetinde bulunmaya gayret sarf etmelidir. Mürid şeyhim Allah (CC) ile arasında bir vasıta bilmelidir. Rabbına (CC) ulaştıran bir sebep görmelidir.

    Gavsulzam Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri buna bir örnek veriyor ve buyuruyor ki: Mesela, bir kimseyi ele alalım. Bu kimse sultanı görmek ister. (Padişah ya da bir devlet reisini) Fakat onunla bir yakınlığı yoktur, bir tanışıklığı yoktur. Şimdi bu kimseye padişahın perdedarlarından birisini görmesi yahut onun çevresinden veya özel adamlarından birini bulması gerekir. Bu bulduğu zat kendisine sultanın halini ve adetini öğretecektir. Onun huzurunda nasıl duracağını onunla nasıl konuşacağını öğretecektir. Hatta onun yanına giderken nasıl hediyeler götüreceğini bildirecektir. Nelerden çok nelerden az götürmesi gerektiğini anlatacaktır.

    Bütün bunlar şunun için gereklidir. O, huzura çıkarken kapı yerine, kapı sayılmayan başka bir yerden girmeye yani her işi edebine, erkanına göre yapa, aksi halde daha işe başlarken kaybeder, ihanete uğrar ve kovulur. Sultanından umduğunu bulamaz, maksuduna eremez. Her yeni bir yere girende yeni bir heyecan olur. Bu manadan olarak ona bunu hatırlatan ve minnet borcu olan biri gerek. Elinden tutup kendine yakışan bir yere oturtan biri gerek. Taki ihanete uğramaya, kendisinin edepsizlik ettiği, akılsız davrandığı belli olmaya, gösterilmeye üstteki misaldeki mananın gerçeği odur ki, Yüce Allah’ın (CC) yeryüzünde cereyan eden adeti de böyledir. Yani bir şeyh ola birde mürid, bir sahip ola bir de onun sahip olduğu kişi, bir uyan ola bir de uyulan.

    Bu hal Hz. Adem’den (AS) günümüze kadar böyledir. Hz. Adem’e (AS) Cenab-ı Hakk (CC) bizzat herşeyi kendisi öğretti. Hayvanları öğretti, cisimleri öğretti, eşyayı öğretti ve sonra meleklerine dedi ki: “Sorun bakın Adem’e (AS) bilmediği birşey var mı?” Sonra da Hz. Adem’e (AS) buyurdu: “Ey Adem (AS)! Bunlara herşeyi isimleri ile anlat.”[3]

    Hz. Adem (AS) Herşeyi meleklere anlatınca melekler Allah’a (CC) dediler ki: “Sübhânsın, bizim hiçbir bildiğimiz yok, ancak Sen bize öğretirsen biliriz.”[4]

    Hz. Adem (AS) yeryüzüne gönderildikten sonra da Cebrail’in (AS) talebesi oldu. Cebrail (AS) ona yeryüzünün bütün inceliklerini, gizliliklerini öğretti. Aynı şekilde Hz. Nuh (AS) bildiklerini çocuklarına öğretti, Hz. İbrahim (AS) bildiklerini oğlu İsmail’e (AS) öğretti. Aynı şekilde Cebrail (AS) birçok şeyi Peygamber (SAV) Efendimize öğretti. Bunu teyid eden hadisi şerifte Peygamber (SAV) Efendimiz şöyle buyuruyor:

    “Cebrail (AS) bana misvak kullanmayı öğretti yine Cebrail (AS) bana Kabe’nin yanında iki rekat namaz kıldırdı.”

    Sahabi (RA) dahi bildiklerini Rasülullah’tan (SAV) öğrendiler. Tabiin bildiklerinin çoğunu Sahabi’den (RA) öğrendi. Tebei tabiin bildiklerinin çoğunu tabiinden öğrendi. Müctehidler yani içtihad imamları da bildiklerini Tebei tabiinden öğrendiler. Yani bu gösteriyor ki Cenab-ı Hakk (CC) Hz. Adem’i (AS) yarattığından bu ana kadar bir öğretenler zümresi bir de öğrenenler zümresi yaratmıştır. Bunun asıl gayesi de sultana ulaşmada vesileler ve sebepler oluşumudur.
    Gavsulazam (ksa) İstiğasesi

    Gavs-ı Azam’a (ksa) nisbet edilen İSTİĞASE –

    Bunun Okunma vakti –

    Özellikle Gavsulazam’ın (ksa) bunu Salı günleri ya gece yarısında, ya da seher vaktinde okuyup amel ettiği.

    RAHMAN VE RAHÎM OLAN ALLAH’IN (CC) ADIYLA

    Çok önemli bir konu ile karşılaştığında, seni üzen bu musîbetin Allah (CC) tarafından defedilmesini arzu edecek olursan önce, ya yatsı namazından sonra ya da seher vaktinde iki rek’at namaz kıl; bu namazın her rek’atinde Fâtihâ’dan sonra on bir defa İHLÂS sûresini oku. Sonra da selâm verdikten sonra Allah’a (CC) secde götür de arzu ve ihtiyacını iste! Başını kaldırınca Peygamber (SAV) Efendimize on bir kere salâvat-ı şerife getir. Sonra da kalkıp IRAK cihetine KIBLE’nin sağ tarafına yönelerek on bir adım atıp yürü.

    Birinci adımda: Ya Şeyh Muhyiddîn! Söyle.

    İkinci adımda: Ey Efendimiz Muhyiddîn!

    Üçüncü adımda: Ya Mevlânâ Muhyiddîn!

    Dördüncü adımda: Ey hizmete lâyık Muhyiddin!

    Beşinci adımda: Ey Derviş Muhyiddîn!

    Altıncı adımda: Ey Hoca Muhyiddîn!

    Yedinci adımda: Ey Sultan Muhyiddîn!

    Sekizinci adımda: Ey Şah Muhyiddîn!

    Dokuzuncu adımda: Ey Gavs Muhyiddîn!

    Onuncu adımda: Ey Kutub Muhyiddîn!

    On birinci adımda: Ey Efendiler Efendisi (Seyyidler seyyidi) Abdülkadir Muhyiddîn!

    Diye çağır. Sonra şöyle söyle:

    Ey Allah’ın (CC) kulcuğu, benim imdadıma yetiş, Allah’ın (CC) izniyle bana yardımcı ol! Ey insanlar ve cinlerin Şeyhi! Bana imdad eyle, ihtiyacımın yerine gelmesinde bana yardım elini uzat!

    Bunları söyledikten sonra şu duayı üç defa okursun:

    “Allahım (CC)! Bütün eşya Senindir ve bütün eşya Seninle vardır; yine bütün eşya Senden gelmedir ve bütün eşya Sana yönelip gelecektir. Sen bütün eşyaya hâkimsin, hepsi de Senin yüksek kudretin altında bulunuyor; Sen küllün küllüsün! Ey merhamet edenlerin en çok merhamet edeni, Senin rahmetine bağlanıp dayanıyoruz!

    Geniş rahmetin Efendimiz Muhammed’e (SAV) ve O’nun hanedan ve arkadaşlarına (RA) olsun! Onları hem dünyada, hem âhirette esenliğe kavuştur!”

    Bu istiğase bir de şöyle yapılabilir:

    Bu istiğase tecrübe edilmiştir; duaların kabul olunması için okunmasında fayda vardır. Ancak bâzı şartlara riâyet gerekir:

    a) Doğru olmak,

    b) Kalbî teveccühü sağlamak,

    c) İtikadı sağlamlaştırmak.

    O halde ey doğru ve istekli olan kişi, çok önemli bir hacetin olduğu zaman, bu ister dünyevî olsun ister uhrevî, Salı gecesi fecir doğmadan önce yatağından kalk, tastamam bir abdest al, HACET NAMAZI niyetiyle Allah (CC) için iki rek’at namaz kıl; birinci rek’atinde Fâtiha’dan sonra KÂFİRÛN sûresini on bir defa oku; ikinci rek’atte ise, Fatihadan sonra İHLÂS sûresini on bir defa oku ve sonra aşağıdaki sıfatla HAZRET-İ GAVS’i (KSA) on bir defa an:

    “Ey Efendim Abdulkadır Muhyiddîn!”

    Sonra doğu cihetine on bir adım atarak her adımda şunu söyle: “Ey Şeyh Abdulkadirl Ya Geylânî!”

    Ve sonra aşağıdaki iki beyti üç defa tekrarlarsın:

    “Sen benim zahirem olduktan geri zulüm bana ulaşır mı?

    Ve Sen benim yardımcım olduğun müddetçe dünyada haksızlığa uğrar mıyım ben?”

    “Korulukta çoban bulundukça ona ayıptır ki. Issız çölde bir devenin ipi zayolsun!..”

    Bu iki beyitten sonra şöyle söyler:

    – “Ya Seyyidî Abdulkadir! Ya Geylânî! Bana yetiş, derdime koş!” Bununla beraber hacetini Gavs-ı A’zam (KSA) vasıtasıyla Allah’dan (CC) iste. Çünkü muhakkak O, senin hacetini karşılamak için yardımına koşar. Her hususta olduğu gibi bu hususta da başarı Allahtandır (CC). İhlâs üzere olmalısın, bununla birlikle kalbî teveccüh de şarttır
    Gavsiyye

    Belirsiz ve muğlak şeyleri keşfeden Allah’a (cc) hamdolsun.

    Yaratılmışların hayırlısı Hazreti Muhammed’e (sav) selat-u

    selam olsun!

    Allah’tan (CC) başkasına gönül bağlamayıp ürken, Allah (CC) ile gönül alışkanlığı içinde ünsiyet kuran GAVS-I A’ZAM (KSA) diyor ki:

    “Cenâb-ı Hakk (CC) bana (ilham yoluyla) şöyle buyurdu:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)!

    – Buyur Allah’ım (CC) buyur, emrine amadeyim!

    – İnsanlık alemiyle melekût âlemi arasındaki her hal ve sınır, ŞERİAT’ın kendisidir. Melekût alemiyle, Allah’a (CC) varmanın üçüncü basamağı olan CEBERUT âlemi arasındaki her hal ve sınır, TARİKAT’ın kendisidir. CEBERUT alemiyle LÂHUT (ilâhî âlem) arasındaki her hal ve sınır ise, HAKİKAT in kendisidir.”

    Ve sonra Allah (CC) şöyle buyurdu:

    – “Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Ben, insanda zahir (belirgin) olduğum kadar hiçbir şeyde zâhir olmadım.”

    Bu beyandan sonra bu kez ben, Rabbime (CC) sordum:

    – Sizin için, size mahsus bir yer var mıdır?

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Yerleri (mekânları) yaratıp oluşturan Benim. Bu bakımdan Benim için hiçbir mekân olamaz. buyurdu.

    – Ya Rab! Sizin yemeniz ve içmeniz olur mu?

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Fakirin yemesi ve içmesi benim yemem ve içmemdir.[1]

    Ve sonra şöyle sordum:

    – Ya Rab (CC)! Melekleri neden ve hangi şeyden yarattın?

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Melekleri insanın nurundan yarattım; insanları da kendi nurumdan vücuda getirdim.

    Buyurdu ve şöyle devam etti:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Ben ne güzel istekliyim, insan da ne güzel istenilendir! Binici olarak ne güzeldir İNSAN ve ne güzeldir ona binit olan varlıklar!

    Rabbim (CC) sonra devamla buyurdu ki:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! İNSAN benim sırrımdır; Ben de onun sırrıyım. Eğer insan benim katımdaki mevkiini bilmiş olsaydı, her nefes alıp verişinde “BUGÜN MÜLK KİME AİTTİR?” (Âyet meali) derdi.

    Ve sonra Rabbim buyurdu ki:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! İnsan ne yerse, ne içerse, ne kadar ayağa kalkar ve ne kadar oturursa; ne kadar konuşur ve ne kadar susarsa; ne kadar bir iş işler, ne kadar bir şeye yönelir ve ne kadar bir şeyden uzaklaşıp aynlırsa mutlaka Ben onda bulunuyor ve onu harekete geçiriyorum, (çünkü KUDRETİM her varlığı kapsayıp içine almıştır)!

    Rabbim (CC) sonra buyurdu:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! İnsanın cismi, nef.si, kalbi, ruhu, kulağı, gözü, ayağı, dili var ya. işte onların hepsinde BEN varım (hepsi de Benim tecellimle) zahir olur; Ben onların başkası değilim.

    Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Fakirlik ateşiyle yananı, yoksulluk kırgınlığıyla kırgın bulunanı gördüğün zaman ona derhal yaklaş; çünkü Benimle onlar arasında hiçbir perde yoktur.

    Rabbim (CC) yine buyurdu:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Bir şey yediğin, bir şey içtiğin ve bir uykuya yattığında her halde uyanık bir kalb ve gören bir göz ile olsun!

    Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Bâtında (gizli ve kapalı olan hal) Bana olan yolculuktan mahrum bulunan kimse, zahirî (açık ve seçik) yolculukla imtihan edilir de bu yolculuğunda Benden ancak uzaklaşmayı artırır.

    Ve sonra devamla Rabbim buyurdu ki:

    Ey Gavs-i A’zam (KSA)! İttihad (birleşme, bir arada olma) öyle bir haldir ki, kelime ile anlatılamaz ve ona bir tâbir de verilemez. Bu hal (gönülde yer bulup) mevcut olmadıkça ona (ittihada) inanan kimse küfre düşer. Kim de (Hakk’a) vuslat peyda ettikten (Bana gönül yoluyla kavuştuktan) sonra (vuslattan gaflet içinde) ibâdet etmek isterse, o, Allah’a (CC) eş-ortak koşmuş olur.

    Rabbim (CC) yine buyurdu:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Kim ezelî (öncesi olmayan) saadetle mutlu olursa, ona müjde!.. Çünkü o, ebediyen rezîl ve rüsvây olmayacaktır. Kim de ezelî şekavetle (mutsuzluk ve bedbahtlık) mutsuz olursa, ona da yazıklar olsun! O artık bir daha makbul bir insan olmayacaktır!

    Ve yine Rabbim (CC) buyurdu ki:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Fakirlik ve yoksulluğu insana binek yaptım; bu bineğe kim binecek olursa, çölleri ve vadileri aşmadan Önce yüce makama ulaşır.

    Sonra yine buyurdu:

    – Ey Gavs-ı A’zam (KSA)! Eğer insan ölümden sonra meydana gelen şeyleri bilmiş olsaydı, dünyada yaşamayı hiç de temenni ve arzu etmez ve Benim huzurumda her ân ve her dakika “YA RAB (CC)! CANIMI AL” diye yalvarırdı.

    Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Halkın kıyamet günü Benim katımdaki hüccetleri, sadece “ONLAR SAĞIRDIRLAR, DİLSİZDİRLER, KÖRDÜRLER” (âyet meali) hükmü olacak ve sonra da hasret ve ağlamak…

    Kabirdeki durumları da böyledir.

    Rabbim (CC) devamla buyurdu ki:

    -Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Muhabbet (gönülden gelen sevgi) daima iki taraflıdır; sevgi sevenle sevilen arasındadır. Seven, sevgiyi aşıp fena bulunca sevgilisine kavuşur.

    Rabbim (CC) yine buyurdu:

    -Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Ruhları, kendilerine “BEN SİZİN RABBİNİZ DEĞİL MİYİM?” (âyet meali) hitabımdan sonra verdim. Ruhların kendi kalıplarında kıyamete kadar beklemekte olduklarını görüyorum.

    GAVS-I A’ZAM (KSA) DİYOR Kİ:

    – (Mânâ âleminde) Rabbimi (CC) gördüm; bana buyurdu ki: “Ey Gavs-ı A’zam (KSA)! Kim ilimden (bilgi edindikten) sonra Benden rü’yeti (Beni görmekliği) İsterse, hakikat o, rü’yet ilmîyle mahcûbdur (rü’yet ilmi ara yerde perdedir). Kim de rü’yetin ilimden başka olduğunu zannederse, hakikat o, RÜ’YETULLAH İle aldanmıştır!”

    Sonra Rabbim (CC) buyurdu ki:

    -Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Beni gören kimsenin artık her halükarda sormaya ihtiyacı kalmaz. Beni görmeyen kimseye ise, sormak fayda vermez. Böylesi sözü yönünden perde arkasında kalmıştır. (Yani sözü onunla rü’yetullah arasında perde olmuştur.)

    Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Benim katımda fakir, hiçbir şeyi olmayan kimse demek değildir. Bilâkis her hususta emir verme yeteneği olan kimsedir. O, bir şeye “ol!” deyince o da oluverir.

    Sonra yine Rabbim (CC) buyurdu:

    – Cennetlerde Benim zuhurumdan sonra artık ne ülfet, ne de nimetin değeri kalır. Cehennemde de Benim onlara hitabımdan sonra ne yabancılık kalır; ne de ateşte yanmak!

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Ben her cömert ve âlicenap kişiden daha cömert ve ihsan sahibiyim ve Ben her merhamet edenden daha merhamet ediciyim.

    Rabbim (CC) devamla buyurdu ki:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Benim katımda uyu, ama halkın uyuduğu gibi değil, ancak o takdirde Beni görebilirsin.

    Bunun üzerine Rabbime (CC) dedim ki:

    -“Ya Rabbî (CC)! Senin katında nasıl uyuyayım?”

    Rabbim (CC) buyurdu ki:

    – Bedeni lezzetlerden kesip dondurmakla; nefsi şehvetlerden uzaklaştırmakla; kalbi hâtıralardan paklamakla; ruhu zaman mefhumundan ilgisini kesmekle ve zâtını, Zât-i İlâhiyemde fena (yok) etmekle uyuyabilirsin.

    Rabbim (CC) yine buyurdu:

    – Ey Gavs-ı A’zam (KSA) ! Kendi arkadaş ve yaranlarına de ki: Sizden kim beni arzuluyorsa fakirliği seçip beğensin; sonra da fakirliğin fakirliğini… İşte bu fakirlik tamamlanınca arlık onun ötesinde ancak Ben varım.

    -Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Yaratıklarıma karşı merhamet ve şefkatli olursan, o zaman müjde sana!.. Yine müjde sana yaratıklarıma karşı bağışlayıcı olursan!

    Sonra Rabbim (CC) yine buyurdu:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Arkadaş ve dostlarına de ki: Fakirlerin davetini ganimet bilsinler. Çünkü fakirler Benim yanımda Ben de onların yanındayım.

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Ben her şeyin varılacak tek sığmağıyım ve Ben her şeyin nazargâhıyım; dönüş bana olacaktır.

    Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Sen cennete de, ondaki mevcut nimetlere de bakma! O zaman Benim (tecellimi) vasıtasız olarak görebilirsin. Bunun gibi cehenneme ve ondaki şeylere de bakma; o zaman benim (tecellimi) vasıtasız olarak yine görebilirsin.

    Sonra Rabbim (CC) devamla buyurdu ki:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Cennet ehli, cennet ile; cehennem ehli de cehennem ile meşguldür. Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Cennet ehlinden bir kısmı oradaki mevcut nimetlerden (bana) sığınırlar. Nitekim cehennem ehli de cehennemin şiddetinden (bana) sığınırlar.

    Ve Rabbim (CC) buyurdu:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Benim, Nebî ve Resullerden (AS) başka öyle kullarım var ki, onlann ahvâline dünya ve âhiret ehlinden hiçbir kimse muttali’ olamaz; hattâ ne cennet, ne de cehennem ehlinden bir kimse, ne cennet bekçisi Ridvân (AS), ne de cehennem bekçisi Mâlik (AS) onların ahvalini bilebilir. Ben onları ne cennet ehli, ne de cehennem ehli kıldım. Ne sevap ehli, ne de azâb ehli eyledim; ne huri için, ne de gılman için onlara bu imkânı verdim. Tanımasalar bile onlara gönülden inanan kimselere müjdeler olsun!

    Rabbim (CC) devamla buyurdu ki:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! İşte sen onlardan birisin. Onların şu dünyada alâmetleri şudur: Bedenleri az yemek ve az içmekten eriyip incelmiştir. Nefisleri şehvetlerden (geri kalıp) yanmıştır. Gönülleri hâtıralardan (paklanıp) ütülenmiştir. Ruhları zaman mefhumundan arınıp manevî düzeye kavuşmuştur. Onlar, evet onlar BAKA YÂRANI’dır (ebedîleşen Allah cc. dostlarıdır).

    LİKAA NÛR’U (Allah’a cc. kavuşma nuru)yla kavrulmuşlardır.

    Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Çok sıcak bir günde susamış bir kimse sana gelir ve sen de soğuk suya sahip bulunur, aynı zamanda suya ihtiyacın da olmazsa, eğer o susamışı sudan men’edecek olursan, şüphesiz ki o zaman sen cimrilerin cimrisisin! Ve artık Ben, kendimi merhamet edenlerin en çok merhamet edeni olarak tescil etmemle beraber öylesine susamışları kendi rahmetimden nasıl men’ederim?..

    Rabbim (CC) yine buyurdu ki:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Günah işleyenlerden hiç biri Benden uzaklaşmadı ve ibâdet ehlinden de hiçbir kimse Bana yaklaşmadı. (Çünkü yakınlık ve uzaklık nisbîdir, izafîdir. Allah’ın (CC) ilmi, kudreti ve rahmeti her şeyi içine alıp kuşatmıştır).

    Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Eğer bir kimse Bana yaklaşacak olsaydı, herhalde o, günahkârlardan biri olurdu. Çünkü onlar âciz, yeteneksiz ve pişmanlık duyan kimselerdir.

    Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Aczini, yeteneksizliğini bilmek, nurların ve feyizlerin kaynağıdır. Kendini beğenmişlik ise, karanlıkların menbaıdır.

    Ve Rabbim (CC) buyurdu:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Günahkârlar günahları sebebiyle mahcûbdurlar. (Günah, onlarla ilâhî tecelli arasında bir perde olur).

    İbâdet ehli ise, ibâdetleriyle mahcubdurlar. Bunlann ötesinde benim bir milletim daha var ki, onlann ne günah üzüntüleri, ne de taat u ibâdet kederleri olur.

    Sonra Rabbim (CC) buyurdu ki:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Günahkârları fazilet ve iyiliğimle; kendini beğenenleri de adalet ve azabımla müjdele!

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! İbâdet ve taat ehli, Benim NAÎM sıfatımı zikretmekte; günah ehli de Benim RAHİM sıfatımı anmaktadır.

    Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Ben, günahkâr kimseye yakınım; o günahtan vaz geçtiği zaman. İtaatkâr kimseye uzağım, o taat ve ibâdeti bıraktığı zaman.

    Ve Rabbim (CC) buyurdu:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Halk tabakasını yarattım, Benim güzelliğimin nuruna güç getiremediler. Bu sebeple kendimle onlar arasına zulmet perdesi gerdim.

    Havass’ı (seçkin kişileri) yarattım; onlar da bana komşu olmaya güç getiremediler. Bu sebeple ilâhî nurlarımı kendimle onlar arasına perde yaptım.

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Arkadaş ve yaranma de ki: Onlardan kim Bana kavuşmak istiyorsa, Benden başka her şeyden sıyrılıp çıksın!

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Dünyanın iniş ve yokuşlarından, geçit ve derbentlerinden çık ki, âhirete ulaşasın! Âhiretîn de geçit ve derbentlerinden çık ki Bana kavuşasın!

    Sonra yine Rabbim buyurdu:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! Cisimlerden ve nefslerden çıkıp uzaklaş, sonra da kalblerden ve ruhlardan sıyrılıp çık ve sonra hüküm ve emir kaydından da çık ki, Bana kavuşasın!

    Ve ben, Rabbime (CC) sordum:

    – Ey Rabbim (CC)! Hangi namaz Sana daha çok yakındır?

    Rabbim (CC) buyurdu:

    – Şu namaz ki içinde Benden başkası bulunmaz ve namaz kılan da kıldığı o namazdan gâib bulunur.

    Yine sordum:

    – Hangi oruç Senin yanında daha üstündür?

    – Şu oruç ki, onda Benden başkası yoktur ve o oruçlu da ondan gâib bulunur…

    – Hangi ağlayış Senin katında daha makbuldür?

    – Gülenlerin ağlaması.

    – Hangi gülmek Senin katında daha üstündür?

    – Ağlayanların gülmesi.

    – Hangi tevbe Senin yanında daha makbuldür?

    – Günahtan korunmuşların tevbesi.

    – Hangi korunma Senin katında daha iyidir?

    – Tevbe edenlerin korunması.

    Ve sonra Rabbim (CC) buyurdu:

    – Ey Gavs-i A’zam (KSA)! İlim sahibine Benim yanımda hiçbir yol yoktur; ancak ilmi inkâr ettikten (yani imândan uzak bir ilmin yalnız başına sahibini Allah’a cc. kavuşturacağını inkâr ettikten) sonra yol bulabilir. Çünkü o ilmi (îmandan uzak bir şekilde) kendine alıp o vaziyette kalacak olursa, şeytanlasır.

    >>>>> •

  105. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 7:19 pm

    arkadaşlar işşallah yardımcı olabilmişimdir bu mübarek zat hakkında sizin değişik bilgileriniz varsa elinide onun resinleri varsa rica ediyorum gönderebilirmisiniz.

  106. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 7:22 pm

    Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri’nin Hikmetli Sözleri

    Her gönül sultanı gibi Pirimiz Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri’nin insanlara nasihatleri, öğütleri olmuş ve O (ksa) insanları olanca kuvvetiyle daima Allah (cc) Hz.leri’nin nurlu ve mukaddes yoluna davet etmiştir.

    Pir Gavsul Azam (KSA) Hz.leri buyuruyor: “Tıb ilmi, beden sağlığına ait bilgileri öğrettiği gibi, Tasavvuf ilmi de kalbin, ruhun kötü huylardan kurtulmasını öğretir. Tasavvuf yolunda ilerlemekde, iki gaye vardır. Birincisi imanın vicdanileşmesi, yani kalbe yerleşmesi ve şüphe getiren tesirlerle, sarsılmaması içindir. Zikr, her işte ve her yerde her harekette Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ni hatırlamak, O’nun rızasına uygun iş yapmak demektir. Tasavvufun ikinci gayesi de ,fıkıh ilmi ile bildirilen ibadetlerin, seve seve kolaylıkla yapılmasını ve nefsi emmareden doğan tembelliklerin, sıkıntıların giderilmesidir. İbadetlerin kolaylıkla seve seve yapılması ve günah olan işlerden de nefret ederek uzaklaşılması, ancak Tasavvuf (tarikat) ilmini öğrenip, bu yolda ilerlemek ile mümkündür. Tasavvufa sarılmak, herkesin bilmediklerini görmek, gaybden haber vermek, nurlar ruhlar ve kıymetli rüyalar görmek için değildir. Tasavvuf ile ele geçen bilgilere, marifetlere ve hallere kavuşmak için, önce imanı düzeltmek, İslamiyetin emir ve yasaklarını öğrenip, bunlara uygun iş ve ibadet yapmak lazımdır. Zaten bu üçünü yapmadıkça, kalbin tasfiyesi kötü huylardan temizlenmesi, nefsin tezkiyesi, terbiye edilmesi mümkün değildir. Tasavvuf (Tarikat) bilgileri, Mürşid-i Kamiller tarafından öğretilir. Mürşid-i Kamil, yol gösteren, rehberlik eden yetişmiş ve yetiştirebilen evliyadır. Böyle olan evliyaların, belli usullerle gösterdikleri bu yollara tarikat denilmiştir.”

    ……………………………………

    Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri büyük bir Mürşidi Kamil olup, O’nun insanları saadete kavuşturmak için Tasavvufta (Tarikat) takib ettiği usullere ve gösterdiği yola “Kadiriyye Tarikatı” denilmiştir. Hz. Pir (KSA) buyuruyor: “Tarikat, zikir ile Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne kavuşma yoludur. Zikir, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ni hatırlamak demektir. Her sözünde ve her işinde, O’nun (CC) emirlerine ve yasaklarına sarılmaktır.”

    ……………………………………

    Hakiki yaşamak, nefsinin arzularını, haram ve zararlı isteklerini yerine getirmemek demektir. “Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne en yakın olan, ahlakı güzel, kalbi rahat olandır. En üstün amel, kalbin Allah (CC) Hz.leri’nden başkasına yönelmemesidir.”

    ……………………………………

    “Bidat yoluna sapmayınız. İtaat ediniz, muhalif olmayınız, sabrediniz. Özünüzü günahtan temizleyiniz. Kirletmeyiniz, hele Mevlanızın kapısından hiç ayrılmayınız.”

    ……………………………………

    “Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalb ile itiraf etmek ve dille söylemektir.”

    ……………………………………

    “Nefsinin peşine düşüp de, rehberi yol gösterici hakiki alimleri (ilmiyle amil olan Evliya) dinlemeyen kimse gerçekten nasipsizdir.”

    ……………………………………

    “İnsan kendini Kelime-i Tevhid söylemeye, ‘Lailahe İllellah’ demeye alıştırmazsa, ölüm döşeğinde iken onu hatırlaması ve söylemesi güç olur.”

    ……………………………………

    “Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, bir kulunu severse, ona fazla mal ve evlat vermez. Böylece, Allah (CC) Hz.leri’ne olan muhabbetini engelleyecek bir ortak olmamış olur. Çünkü Allah-ü Teala (CC) Hz.leri Gayyur’dur. İbadette olduğu gibi, sevgide de ortaklığı kabul etmez.”

    ……………………………………

    “Kim insanlardan bir şey istiyorsa, Allah (CC) Hz.leri’ni tanımadığı için istiyor. İmanı, marifeti ve yakini zaif olduğu için istiyor.”

    ……………………………………

    “Kalb, dünya arzularından birine bağlı kaldığı ve onun geçici lezzetlerinden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkanı yok, ahireti sevmiş olamaz.”

    ……………………………………

    “İyi huy sahibi, insanlardan gelen şeylere aldırmaz. Bu hal ise, herşeyin Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin dilemesiyle olduğunu bilmektendir. Böyle olan kimse, nefsini hakir görür.”

    ……………………………………

    “Biliniz ki, cehenneme girmek küfür sebebi iledir. Azabın arttırılması, derecelerin aşağı olması, günah ve çirkin ameller ve işlerledir. Cennete girmek ise, İman iledir. Nimetlerin arttırılması ve yüksek derecelere kavuşmak, Salih ameller ve güzel ahlak iledir. Ahirette olan çeşitli azablar, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin, cehennemlikler hakkındaki gazab ve kızgınlığı, cennette olan çeşitli nimetler ve lezzetler Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin cennetlikleri için olan Rahmeti sebebiyledir. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin kullarından, dünyada kendine mubah edilen şeyi yiyen, lezzetlerinden istediği şey verilir. Bir kimse, dünyada kendisine mubah kılınan şeyi yemese, Cennetin derecelerinden pay ve nasibini haram etmiş olur. Bir kimse Cenneti inkar etse, cennetten ve cennetteki bütün nimetlerden mahrum olur.”[1]

    ……………………………………

    “İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz. Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden men edici olması, misâfirperver ve geceleri insanlar uyurken ibâdet edici olması, âlim ve cesûr olması.”

    ……………………………………

    “Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalb ile itiraf etmek ve dille söylemektir.”

    ……………………………………

    ”Büyük âlimlere tâbi olunuz. Bid’at yoluna, dinde olmayıp, sonradan çıkarılan şeylere sapmayınız. İtaat ediniz, muhalefet etmeyiniz. Sabrediniz, sızlanmayınız. Sabit kalınız, ayrılıp dağılmayınız. Bekleyiniz, ümit kesmeyiniz. Özünüzü günahdan temizleyiniz, kirletmeyiniz. Hele Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız.”

    ……………………………………

    “Kalb dünya arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkanı yok, ahireti sevmiş olamaz.”

    ……………………………………

    “Mümin, insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir. Fakat kendi mahzundur. Peygamber (SAV) Efendimiz: ‘Müminin sevinci yüzündedir. Halbuki kalbi mahzundur.’ buyurmaktadır. Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok, gülmesi azdır. Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler. Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, kalbi Rabbini anmakla meşguldür. Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi iledir.”

    ……………………………………

    “İnsanlara gösteriş için amel yapıp, sonra da bunu Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’nin kabul etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Peygamber (SAV) Efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı.”

    ……………………………………

    “Mü’minin, en önce farzları yapması lazımdır. Farzları bitirdikten sonra, vacib ve sünnetleri yapar. Ondan sonra, nafilelerle meşgul olur. Farz borcu varken sünnet ile meşgul olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın, sünnetleri kabul olmaz. Ali bin Ebi Tâlib’in (KV) rivâyet ettiği hadis-i şerifte, Resûlullah (SAV) Efendimiz buyuruyor ki: ‘Üzerinde farz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe, Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri, onun nafile namazlarını kabûl etmez.’ Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar onun sermayesi, nafileler de kazancıdır. Sermaye kurtarılmadıkça, kazancı olamaz.”

    ……………………………………

    Pir Gavsul Azam (KSA) Hz.leri kötü arkadaşlardan uzak olmayı tavsiye eder, şöyle buyururdu: “Kötü arkadaşları terk et. Onlara sevgi duyma, salihleri sev. Yakının bile olsa, kötü arkadaştan uzak dur. Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla beraber ol. Kimi seversen, seninle onun arasında bir yakınlık meydana gelir. Bu bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak.”

    ……………………………………

    “Ey oğul! Kötü kimselerle düşüp kalkman, seni, iyi kimseler hakkında kötü zanna düşürür. Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’nin kitabının ve Resûlünün (SAV) sünnet-i seniyyesinin gölgeleri altında yürü, felâh, bulur kurtuluşa erersin.”

    ……………………………………

    “Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünyâ lezzetleri olmasın. Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir. Kalbin düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin düşüncesi Allahü Teâlâ (CC) Hz.leri’dir. Senin düşüncen, Rabbin ve O’nun katında bulunan nimetler olmalıdır. Dünyadan (haram ve şüphelilerden) ne terkedersen, mutlaka bunun karşılığında ahirette ondan daha hayırlısı vardır. Ömründe sadece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et de ahiret için hazırlık yap.”

    ……………………………………

    “Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak. Dünya ve ahirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle uğraşmayı bırak. Kalbinden dünya düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında dünyadan alınacak, ahirete götürüleceksin. Dünyada rahat ve hoş bir hayat arama. Resul-i Ekrem (SAV): ‘Hayat, ahiret hayatıdır.’ buyurdu.”

    ……………………………………

    “Müslümanlar hakkında iyi zan sahibi ol. Onlar hakkında niyetini düzelt. Her türlü hayır işi yapmaya koş. Bilmediğin hususlarda ahireti düşünen alimlere sor.”

    ……………………………………

    ”Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’nden dünya ve ahiretin hayırlarını iste. Sakın ‘Ben istiyorum. Fakat Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim.’ deme. Duaya devam et. Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’nden istedikten sonra, Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder. Eğer Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri sana razı ve memnun olacağın bir hal verir. Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vaz geçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir. Eğer dünyada borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir.”

    ……………………………………

    ”Ahireti sermayen, dünyayı bu sermayenin kazancı yap. Zamanını, önce ahireti elde etmek için sarf et. Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca. Sakın dünyanı sermaye, ahiretini onun karı şeklinde yapma. Böyle yaparsan, dünyadan artan zamanını, ahiretin için sarf edersin. Bu zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın. Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riayet etmezsin. Sonra dünya işlerinden dolayı yorulur ve bitkin düşersin. Geceleri kaza namazı kılmaya fırsat bulamazsın. Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun. Nefsine, heva ve isteğine hatta şeytana tabi olursun. Ahiretini dünyaya karşılık satarsın. Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun. Halbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selamet yoluna sokmakla emrolunmuşsun. Bunlar ahiret yolu, Rabbine taat yoludur. Sen, nefsinden gelen istekleri kabul etmekle, kendine zulmettin. İpini onun eline verdin. İsteklerinde, lezzetlerinde, hevasında ona uydun. Sonunda dünya ve ahiretin hayırlısını kaçırdın. Dünya ve âhiretini zarara soktun. Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünya bakımından insanların en müflisi ve en zararlısı olursun. Nefsine uymakla, dünyadan fazla bir şeye ulaşamadın. Eğer nefsini ahiret yoluna çekseydin, ahiretini esas ve sermaye kabul etseydin, dünya ve ahiretini kazanırdın. Nefsin kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun. Eğer dünyaya rağbet etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’ne itâat edersen, Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’nin has kullarından olursun.”

    ……………………………………

    “Kardeşinin sana yaptığı nasihatı kabul et. Ona muhalefet etme. Çünkü o, senin kendinde göremediğin şeyleri görür. Bunun için Resûl-i Ekrem: ‘Mümin, müminin aynasıdır.’ buyurmuştur. Mümin, din kardeşine yapmış olduğu nasihatlerde samimidir. Onun göremediği şeyleri bildirir. Ona, iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir. Ona, lehinde veya aleyhinde olan şeyleri anlatır.”

    ……………………………………

    “Acele etme. Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur. Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isâbet kaydeder veya isabet etmeye yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek. Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’ndendir. Umumiyetle aceleye sebep, dünyalık toplama hırsıdır. Kanaat sahibi ol. Kanaat bitmeyen bir hazinedir.”

    ……………………………………

    “Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’nden hakkıyla haya ediniz. Gaflette olmayınız. Zamanınız, zayi olup gidiyor. Halbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak, ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak, oturamayacağınız binaları kurmakla meşgul oluyorsunuz. Bütün bunlar size, Rabbinizin huzurunda hesap vermek için duracağınızı unutturuyor. Halbuki Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’ni anmak, ariflerin kalblerinde yerleşir. Onların kalblerini kuşatır. Onlara, Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’ni hatırlamaya mani olan her şeyi unutturur.”

    ……………………………………

    “Senin dilin güzel ve tatlı, yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor. Ya kalbinin hali nasıl? Cemaat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin. Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’nin rızasını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’nden uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah (CC) Hz.leri için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, adi vee bayağı niyetlerin için tövbe et.”

    ……………………………………

    “İnsanlara gösteriş için, onların rızalarını almak için amel yapıp, sonra da bunu Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’nin kabûl etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Çünkü sen, hüzün evinde ve dünya hapishanesindesin. Resûl-i Ekrem (SAV) daima tefekkür ederdi. Sevinçleri az, hüzünleri çoktu. Az gülerdi. Sadece başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı.”

    ……………………………………

    “Kulun Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’ni sevmesinde samimi olup olmadığı, başına bela ve musibet geldiği zaman ortaya çıkar. Bela ve musibet geldiğinde sabır ve sükun halini muhafaza edebiliyorsa, o gerçekten Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’ni seviyor demektir. Musibet ve fakirlik zamanında sebat gösterebilmek bu sevgiye delil ve alamet yapıldı. Birisi Peygamber (SAV) Efendimiz’e: ‘Ben seni seviyorum.’ deyince; ‘Fakirlik için bir elbise hazırla.’ buyurdu. Bir başkası gelip Peygamber (SAV) Efendimiz’e: ‘Ben Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’ni seviyorum.” deyince ‘Belâ için elbise hazırla.’ buyurdu.”

    ……………………………………

    “Halinizden şikayette bulunmayın. Sabredin, feryad etmeyin. Doğruluk üzere devam edin. İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin. İçinde bulunduğunuz istenmeyen hallerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Daima ümitli olun. Birbirinize düşman değil, kardeş olun. Birbirinize buğz etmeyin.”

    ……………………………………

    “Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’nin rızası için yapılan sabırlar ve tahammüller, asla karşılıksız kalmaz. Onun için bir an olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükafatını görürsünüz. Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhur olan, bu lakabı, bir anlık cesareti neticesinde kazanmıştır. Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri Kur’an-ı Kerim’de mealen: ‘Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle beraberdir.’[2] buyuruyor.”

    ……………………………………

    “Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyadan ayrılacaksınız. Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganimet biliniz. Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkan varken bunu fırsat biliniz. Tövbe ediniz. Dua etmeye imkanınız varken, dua ediniz. Salih kimselerle beraber olmayı fırsat biliniz.”

    ……………………………………

    “Kabirleri ziyaret ediniz. Sâalih kimseleri de ziyaret ediniz. Hayırlı işler yapınız. Böyle yaparsanız, her şeyiniz düzelir.”

    ……………………………………

    “Mümin kimse küçük günahları da büyük görür. Peygamber (SAV) Efendimiz: ‘Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar. Münafık ise, günahını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür.’ buyurdu.”

    Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri’nin Menkibeleri

    Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (ksa) Efendimiz’e Cenab-ı Hakk (cc) Hz.leri nice nice lütuflarda bulunmuş, insanları hidayete eriştirme noktasında ilahi katından çok ikramlar vermiştir.

    Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri anlatıyor: “Küçük idim, Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim. Bir öküzün kuyruğundan tutup arkasından gidiyordum. Hayvan dile gelerek: ‘Ey güzel çocuk! Sen böyle işler için (çift sürmek için) yaratılmadın. Esas vazifene dön.’ dedi. Korktum geri döndüm. Evin yolunu tuttum. Evimizin damına çıktım. Gözüme Hacılar gözüktü. Arafatta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip: ‘Ey gözüm nuru annemf! Beni Allah-ü Teala Hz.leri’nin yolunda çalışmaya bırak. İzin ver, Bağdat’a gidip ilim öğreneyim. Salih zatları ve evliyaları ziyaret edeyim.’ dedim. Annemin gözleri hayretle açıldı, sebebini sordu. Gördüklerimi anlattım. Ağladı, kalkıp babamdan miras kalan seksen altının kırkını kardeşime ayırdı. Yarısını bana verip koltuğumun altına, kaftanıma belli olmayacak şekilde dikti ve: ‘Ey Hayat ağacımın tek çiçeği! Haydi sefere çık ve kemal yolunda ilerle! Her iş ve her harekette doğruluktan ayrılma!’ deyip benden söz aldı. ‘Haydi Allah (CC) rızası için senden ayrılıyorum. Allah (cc) Hz.leri selamet versin. Oğlum, kıyamete kadar da belki yüzünü bir daha göremem. Tekrar ediyorum, eğer Yüce Allah (CC) Hz.leri’ni ve beni hoşnut etmek istersen, doğruluk üzere ol. Bir nefes olsun yalan söyleme. Allah (cc) Hz.leri doğrularla beraberdir.’, buyurdu. ‘Söz ey benim biricik canım annem.’ dedi ve sarılıp annesinin mübarek ellerini öptü öptü, ondan helallik aldı. Her ikisinin de gözleri bulut gibi yaş döküyordu.”

    Nur yumağı çocuk küçük bir kafile ile Bağdat’a gitmek üzere yola düştü. Hemedanı geçince birden bire silahlı altmış atlı eşkıya çıkageldi. Kafilenin önünü kesip soydular. Eşkıyalardan biri gelip: “Ey fakir çocuk!” dedi. “Senin de üzerinde bir şeycikler var mı?” Nur yumağı Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri: “Var!” dedi. “Kırk altınım var.” Eşkıya güldü. “Git oradan fakir çocuk.” dedi, onu bırakıp gitti. Bir başkası geldi sordu. “Nerededir?” dedi. “Koltuğumun altındadır.” dedi. Alay ediyor zannederek “Reisimizin yanına yürü” deyip çete reisinin yanına götürdüler. Azılı eşkıya sordu: “Ey çocuk. Kırk altınım var demişsin. Doğru mu bu?” Gavs cevaben: “Evet.” dedi. Eşkiya başı “Nerede?” diye sorusunu tekrarlayınca: “Elbisemin altında dikili.” diye yanıt aldı. O anda elbiseyi hemen kesip baktılar. Gerçekten kırk altını buldular. Eşkıya reisi hayrete düşüp: “Çocuk. Neden söyledin?” diye sordu. Eşkiya başının aldığı yanıt çok enteresan: “Anneme ne olursa olsun doğruluktan ayrılmayacağıma, yalan söylemeyeceğime söz verdim. İhanet edemem.” Eşkıya reisinin birden gözleri pınar oldu ve haykırdı: “Bu çocuk annesine verdiği ahde bu kadar vefa gösteriyor, ben bunca senedir beni yaratıp yetiştiren Rabbime ihanet ediyorum. Tövbe edip eşkıyalığı bırakıyorum” dedi. “Bu çocuk benim kurtarıcım oldu.” Eşkıya reisinin gözyaşı ile tevbe etmesi diğer şakileri de etkiledi. “Ey reisimiz! Şimdiye kadar yol kesmede, eşkıyalıkta başımız idin, şimdi de tevbe etmede ve iyiliğe dönmede reisimiz ol” dediler. Reis: “O halde kervandan aldıklarınızı geri verin.” Kalbleri yosun tutmuş altmış civarında eşkıya Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin dizinin dibinde tevbe ettiler. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri Bağdat’a gittiğinde onsekiz yaşında idi. Orada bulunan meşhur alimlerden ilim öğrendi.

    ……………………………………

    Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri ders ve vaazına başladı ve medresesinde otuz üç sene talebe ve dervişlere ders verdi. Allame İbn-i Neccar Cübbai, Hz. Pir’in (KSA) şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “Bütün amelleri inceledim, yemek yedirmek ve güzel ahlaktan daha iyi bir şey bulamadım. Bütün dünya bana verilse, hiçbir aç ve fakir bırakmam, hepsini doyururum. Şu anda bana bin altın verilse, bir gece bile bekletmeden tasadduk ederim.”

    ……………………………………

    Pir Gavsul Azam Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin her gün gizli ve açık çeşitli kerametleri görülürdü. “Harikulade ve keramet, ancak bir hayır ve hikmet için gösterilir. Kerametini gizlemeyen dünyaya düşkündür.” “Bana mürid olan, yahut evladımdan ve halifelerimden hilafet alıp, keramet derecesine ulaşıp, maksatsız keramet izhar edenin yüzü iki dünyada kara olur.” buyururdu.

    ……………………………………

    Müerric bin Benhan şöyle anlatmıştır: “İlimdeki şöhreti, keşf ve kerameti her tarafa yayıldı, sonra yüz kişilik bir grup alim, onu imtihan etmek ve tecrübe etmek istemişlerdi. Her biri ayrı ayrı sual hazırlayıp sormak üzere Pir Abdülkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin huzuruna gelince, Pir Abdülkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri öyle bir galeyana geldi ki, göğsünden nurdan şimşekler ve kılıç gibi göğsünden nurlar saçılmaya başladı. Sual sormaya gelenler hayret ve ızdırap içerisinde feryat etmeye başladılar. Sonra Pir Abdülkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri sual sormaya hazırlananların her birinin göğsüne basarak, ‘Senin sualin şudur cevabı da şudur.’ buyurarak hepsinin suallerini cevaplandırdı. Daha sonra ben o alimlerin her birine: ‘Bu hadisede size neler oldu?’ dedim. ‘O anda bildiğimiz her şeyi unutmuştuk. Göğsümüze Pir Abdülkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri basınca hatırladık. Bilmediğimiz birçok şeyi de öğrendik.’ dediler.”

    ……………………………………

    Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri ilimde çok yüksek derecede idi. İmam-ı Rabbani (RA) Hz.leri buyuruyor ki: “Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri, Velayet-i Muhammediyye’nin son noktasına ulaşmıştır. Bu ümmette en çok keramet ondan görülmüştür. Bir gün Hızır’ın (AS) hutbe okurken kapının önünden geçmekte olduğunu görmüş ve: ‘Ey İsrail oğlu! Gel de Hz. Muhammed’in (SAV) mübarek sözlerini dinle.’ buyurmuştur.”

    ……………………………………

    Pir (KSA) Hz.leri buyurdu ki: “Yirmibeş sene sahralarda dolaşıp yerden biten otları yemeden, derelerdeki sulardan içmeden ve bir yıl veya daha fazla susuz durmadan, insanlar içinde oturup, onları irşada başlamadım. Ben sahralarda dolaşırken “Ol!” sözü ile ihsan olundum. Ondan sonra çok yiyecek maddeleri buldum, istediğimi yerdim. Kuma tuzlu su dökerdim, tatlı su olurdu, içerdim. Dağdan bir parça koparınca elimde helva olurdu. Sonra Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne karşı edebi gözeterek bunları terkettim.” Maşukluk makamında, gök kubbe altında, Gavs-ül A’zam (KSA) Hz.leri gibi bir kimse gelmemiştir ve gelmez.

    ……………………………………

    Şeyh Ebu Midyen Mağribi (RA) Hz.leri buyurdu ki: “Hızır’a (AS) rastladım. Asrımızdaki doğu ve batıda bulunan meşayihi sordum. Cevabında: ‘O (KSA) sıddıkların, İmam-ı Ariflerin hücceti, Marifetin ruhudur. Evliya arasında şanı büyüktür.’ buyurdu.

    ……………………………………

    İmam-ı Hasen-i Askeri (RA) Hz.leri, seccadesini yarenlerinden birine emanet bırakıp, Gavsul Azam (KSA) Hz.leri’ne ulaştırmasını vasiyyet etti. Onu muhafaza edip ömrünün sonunda, güvenilir birine emanet edip, aynı vasiyyeti yapmasını böylece elden ele, Hicri beşinci asrın ortalarında, Seyyid Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri İsmi ile meşhur Gavsul Azam (KSA) Hz.leri zuhur edince, O’na (KSA) verilmesini ve kendisinden O’na (KSA) selam söylemesini tavsiye etti.

    ……………………………………

    Gavsul Azam (KSA) Hz.leri, Medine-i Münevvere’den Bağdadi Darüsselam’a gelirken, yolda hırsızlardan birine rastladı. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri ona: “Sen kimsin?” buyurdu. Hırsız: “Ben çölde yaşayanlardanım.” dedi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri ona, isminin masiyet “günah” mürekkebi ile yazılmış olduğunu açıkladı. Hırsızın kalbinden: “Bu heybet ve azamet sahibi kişinin Gavsul Azam (KSA) Hz.leri olması muhtemeldir.” düşüncesi geçti. Hırsızın kalbinden geçeni hırsıza söyledi ve: “Evet ben Abdulkadir’im.” buyurdu. Hırsız, derhal düşüp mübarek ayaklarına kapandı ve dilinden: “Ey Seyyid Abdulkadir (KSA). Allah (CC) için bana bir ihsanda bulun.” sözleri çıktı. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri, haline acıdı ve kalbinin düzeltilmesi için Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne dua etti. Hitab geldi: “Ey Gavsul Azam, hırsızı doğru yola götür. Onu sevgililer hidayetine irşad eyle. Onu kutublardan biri eyle.” Hırsız, eşsiz teveccühleri ile kutublardan oldu.

    ……………………………………

    Gavsul Azam (KSA) Hz.leri leri bir gün İmam-ı Ahmed bin Hanbel’in kabrini ziyaret etti. Yanında evliyadan bir cemaat da vardı. Kabrin başında okudular. İmam-ı Ahmed bin Hanbel (KSA) Hz.leri kabirden çıktı, elinde gömlek vardı. Gömleği verdi ve birbirlerinin boynuna sarıldılar. Sonra İmam-ı Ahmed: “Ey Seyyid Abdulkadir (KSA)! Fıkıh, Tasavvuf (Tarikat) helalin, haramın ilmi sana muhtaçtır.” buyurdu.

    ……………………………………

    Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri buyurdu ki: “Hicri 521 senesi Şevval ayının 16 olan Salı günü öğleden önce, Resulüllah’ı (SAV) rüyamda gördüm. ‘Ey oğlum, niçin konuş muyorsun?’ buyurdu. ‘Babacığım ben yabancıyım, Bağdat fasihlerinin yanında nasıl konuşurum?’ dedim. Ağzını aç buyurdu. Ağzımı açtım. Yedi defa mübarek ağzının suyundan ağzıma saçtı ve: ‘İnsanlara konuş, onları güzel hikmet ve vaazlar ile Rabbinin yoluna çağır.’ buyurdu. Öğle namazını kıldım. Yanımda kalabalık insanlar gördüm. Nutkum tutuldu. İmam-ı Ali bin Ebu Talib (KV) Hz.leri’ni lerini gördüm. Mecliste benim karşımda ayakta duruyor ve bana: “Ey oğlum niçin konuşmuyorsun?’ diyordu. ‘Babacığım, nutkum tutuldu, konuşamıyorum.’ dedim. ‘Ağzını aç.’ buyurdu. Açtım. Ağzımın içine mübarek ağzının suyundan altı defa saçtı. ‘Niçin yediye tamamlamadınız?’ dedim. ‘Resulüllah’a (SAV) karşı olan edebimden.’ buyurdu. Ve gözden kayboldu. Bundan sonra en fasih bir dille konuşmaya başladım.”

    ……………………………………

    Gavsul Azam (KSA) Hz.leri bir mahalleden geçerken bir müslümanla bir hıristiyanın münakaşa ettiklerini gördü. Sebebini sordu. Müslüman: “Bu hıristiyan, ‘Bizim peygamberimiz sizin peygamberinizden üstündür.’ diyor, ben ise bizim peygamberimizin üstün olduğunu söylüyorum.” dedi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri hıristiyana: “İsa (AS)’ın, Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz’den üstün olduğunu hangi delille isbat ediyorsun?” buyurdu. Hıristiyan: “Bizim peygamberimiz ölüyü diriltirdi.” dedi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri: “Ben peygamber değilim, sadece peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)’a uyan bir müslümanım. Eğer ölüyü diriltirsem, peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV)’e inanır mısın?” buyurdu. Hıristiyan: “İnanırım.” dedi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri: “Bana harab olmuş, eski bir kabir göster ve peygamberimizin üstünlüğünü gör.” buyurdu. Eski bir kabir gösterdi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri hıristiyana: “Sizin peygamberiniz ölüyü diriltmek istediği zaman hangi sözleri söylerdi?” buyurdu. Hıristiyan: “Kum Bi İznillah- Allah’ın izni ile kalk, diril derdi.” dedi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri leri ona: “Bu gösterdiğin kabirde yatan kişi, dünyada şarkıcı idi. İstersen onu şarkı söyler halde dirilteyim.” buyurdu. Hıristiyan: “Peki, öyle olsun.” dedi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri kabre döndü ve: “Allah’ın (CC) izni ile kalk.” buyurdu. Kabir açıldı ve ölü şarkı söyler halde kalktı. Hıristiyan bu kerameti görünce, Peygamberimizin (SAV) üstünlüğünü ikrar edip, Gavsul Azam (KSA) Hz.leri’nin elinde müslüman oldu.

    ……………………………………

    Mısır’da bir tüccar vardı. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri hakkında kuvvetli itikad, halis ihlas sahibi idi. Kalbinde, vasıtasız olarak, O’nun şerefli yolunda, sülük etme arzusu vardı. Yani Gavsul Azam (KSA) Hz.leri’nin huzuruna gidip, bizzat onun elinde, tarikatine girmek arzusundaydı. Çeşitli engeller sebebiyle kırk sene içinde bu niyet ve arzusuna kavuşamadı. Sonra yola çıkıp Bağdat’a vardı. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri’nin ahirete intikal ettiğini işitti. Muradına kavuşamamaktan ötürü canına kıymak istedi. Kabrini ziyarete geldi. Ziyaret edebini takındı. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri kabrinden çıkıp, elini tuttu. Tevbe ettirdi ve onu dervişliğe kabul etti. Bu zatla üç yüz kişi irşad şerefine kavuştu ve Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne vasıl oldular. İslam alimleri bu şekilde olan intisabın Sahih ve Sadık olduğunu söylemişlerdir.

    ……………………………………

    Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri bir defa Medine-i Münevvere’ye geldi. Resulüllah’ın (SAV) kabrini kırk gün ziyaret edip, ayakta durdu ve ellerini göğsünün üzerine koyup şu iki beyitle münacaat etti: “Günahlarım denizin dalgalarından da çok, yüce dağlara benzer. Hatta daha da büyük. Velakin affedici kerimin huzurunda, sinek kanadı kadar, hatta daha da küçük.” Bir başka zaman da gelip, Hücrei Şerife’nin yakınında bir dörtlük daha okudu. “Resulüllah’ın (SAV) mübarek eli göründü. Müsafeha etti, öpüp başına koydu.

    ……………………………………

    Bir kadın çocuğunu Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’ getirip: “Oğlumun kalbini size tutulmuş gördüm. Bana hizmetinden onu azad edip, size getirdim.” dedi. Hz. Pir (KSA) bu genci yanına aldı, ona mücahede ile emretti. Tarikatta ,Süluke başlattı. Bu şekilde devam ederken, bir gün annesi çıkageldi. Oğlunu az yemek ve az uyumak sebebiyle, zayıf ve sararmış, arpa ekmeği yer halde buldu. Bu hal ona dokundu. Çocuğunu bırakıp Hz. Pir’in (KSA) yanına girdi. Hz. Pir (KSA) oturmuş tavuk yiyordu. Kadın Hz. Pir’e (KSA): “Efendim, siz burada tavuk yersiniz, benim oğlum ise arpa ekmeği yer.” diye hayıflandı. Hz. Pir (KSA) bunu duyunca elini tavuk kemiklerinin üzerine koyup: “Kum bi iznillah (Allah-ü Teala Hz.leri’nin izni ile kalk, diril).” buyurdu. Tavuk hemen dirildi. Hz. Pir (KSA) kadına hitaben: “Senin oğlun böyle olduğu zaman, dilediğini yesin.” buyurdu.

    ……………………………………

    Ramazan-ı Şerif’te bir gün ayrı ayrı yetmiş kişi, birbirinden habersiz, Hz. Pir’i (KSA) iftara davet etti. Hz. Pir (KSA) yetmiş dervişinin davetini kabul etti. Aynı anda yani aynı gecede davet edenlerin evlerinde iftarda bulundu. Bu haber hafsalaya sığmaz keramet bir anda Bağdat’a yayıldı. Huzurunda hizmet eden hizmetçilerden biri: “Hz. Pir (KSA) o akşam tekkesinden çıkmadığı, iftarı burada yaptığı halde o kimselerin evlerine girip, onlarla iftar etmesi ve bu yemeğin aynı anda olması nasıl olur?” diye düşündüğü zaman, Hz. Pir (KSA) o hizmetçisine dönerek: “Onlar doğru söylüyorlar, her birinin davetinde bulundum, ayrı ayrı fakat aynı zamanda herbirinin evlerinde iftar ettim, yemek yedim.” buyurdu.

    ……………………………………

    Gavsul Azam (KSA) Hz.leri bir gün vaaz ederken minberden birden süratle en son basamağa indi. Ayakta elini ellerinin üstüne koyarak, mütevazı bir şekilde durdu. Sonra minbere çıktı. Daha sonra bu durumu kendisinden soranlara: “Ceddim Resulüllah’ı (SAV) gördüm. Geldi minber önünde durdu. Haya edip son basamağa indim, kalkıp gitmeye başlayınca bana yerime oturmamı ve insanlara vaaz etmemi emretti.” dedi.

    ……………………………………

    Hz. Pir (KSA) daha genç iken Şeyh Hammad (RA) Hz.leri’ne geldi. Şeyh Hammad (RA) Hz.leri ayağa kalktı, onu karşıladı. “Merhaba metin dağ, sarsılmaz tepe.” deyip, onu yanına oturttu ve biraz konuştuktan sonra: “Sen asrındaki ariflerin seyyidi, efendisisin.” buyurdu.

    ……………………………………

    Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri bir Cuma günü vaaz ediyordu. Cemaat ise, dilinden saçılan marifet ve sırlarla dolu kıymetli sözleri can kulağı ile dinliyorlardı. Cemaat arasında yirmiden çok fazla Evliya ve zatlar vardı. Bir ara: “Benim ayağım, bütün Evliyanın boyunları üzerindedir.” buyurdu. Orada bulunan evliyaların hepsi Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin ayağını tutup, kendi boyunları üzerine koydular. Hatta orada bulunmayan evliya zatlar da Hz. Pir’in (KSA) böyle buyurduğundan haberdar olup, onu tasdik ederek boyunlarını eğmişlerdir. Çünkü Hz. Pir (KSA) kendi çağında, bu gibi olgunluk sıfatlarını kendisinde cem eden, kendisine eş bir velinin bulunduğuna inanmıyordu. Bundan dolayıdır ki, O bu saygıyı hak etmiş ve hemen her veli tarafından üstünlüğü kabul edilmiştir.

    ……………………………………

    Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin oğlu Şeyh Musa (RA) Hz.leri babasından naklen anlatıyor: “Karada bazı seyahatlarımı yapmaya çıkmıştım, fena halde susamıştım. Fakat etrafta su denilen bir şey yoktu. Biraz sonra, semada bir bulut belirdi. Beni güneşten korumaya başladığı gibi, üzerime çığa benzeyen bir şey yağdırdı. Ondan kana kana içtim, derken bir nur belirdi. O nurun canibinden çağırıldım. ‘Ey Abdulkadir! Sen senin Rabbinim. Sana haram olan şeyleri mubah kıldım, senden başkasına yasak ettiğim şeyleri sana helal kıldım.’ dedi. Gavsul Azam (KSA) Hz.leri: ‘Ben Allah (CC) Hz.leri’nin huzurundan kovulmuş olan şeytandan Allah’a (CC) sığınırım. Sus ey lain.’ diye bağırınca baktım ki, o nur karanlık, o surat da duman oluverdi. Aynı ses bana hitab etti: ‘Ey Abdulkadir! Sen, ilminin sayesinde Rabbinin hükmü ile, çeşitli oyunuma gelmeyerek kurtuldun. Halbuki ben bu gibi ahvalde ehli tarikten yetmiş kişiyi yoldan çıkarmışımdır.’ dedi.” Hz. Pir’e (KSA) sordular: “Onun şeytan olduğunu nasıl anladın?” O da (KSA) cevaben buyurdu: “ ‘Sana haram olan şeyleri helal ettim.’ sözünden… Çünkü Allah (CC) Hz.Ieri hiçbir zaman böyle çirkin tekliflerde bulunmaz ve benim Rabbim (CC) tek cihetten değil, bütün cihetlerden hitab eder.”

    ……………………………………

    Pir Gavsul Azam (KSA) Hz.leri’ne birisi şöyle dedi: “Benim çocukluk anımdan şimdiye kadar devam eden bir virdim var. Hala da aynı işi yaparım. Vaktimin bir anında geçer, İbadet ederim.” Hz. Pir (KSA) cevap verdi: “İş bununla olmaz. Ezel gözünün işaret vermesi gerek. Senin için bu işaret bir gerçek erin (evliyanın) nazarı olmalı… O nazar, seni Hakk’a (CC) vardırır.”

    ……………………………………

    Hz. Pir (KSA) her gün bin rekat namaz kılar, her farz namazından sonra hatime devam ederdi.

    ……………………………………

    Asrının meşhur alimlerinden Şeyh Musa Zevli (RA) Hz.leri, oğlu ile birlikte Hacca giderken Bağdat’a uğramıştı. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’ne öyle bir hürmet ve saygı gösterdi ki, o zamana kadar hiç kimseye böyle yapmamıştı. Oğlu bu halinin sebebini sorunca: “Şeyh Abdulkadir (KSA) bizim zamanımızdaki insanların hayırlısıdır. O evliyanın ve ariflerin efendisidir. Huzurunda, meleklerin bile edeble durduğu bir zattır. Elbette hürmet göstermemiz lazımdır.” buyurdu.

    ……………………………………

    Ebu Sa’id Kilevi (RA) Hz.leri şöyle anlatmıştır: “Ben, Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin meclisinde iken, Resulüllah’ı (SAV) ve enbiyayı kiramı gördüm. Melekler O’nun meclisine gelmek için bölük bölük gök yüzünden inerlerdi. Bir defasında da Hızır’ı (AS) görmüştüm. ‘Her kim dünyada felah bulmak ve saadete kavuşmak isterse, Şeyh Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin meclisine devam etsin.’ buyurmuştu.”[1]

    ……………………………………

    Şeyh Abdullahi Belhi (RA) Hz.leri, Kutbül İbad Gavsul bilad Hace Behaeddin Muhammed (RA) Hz.leri’ni anlatırken diyor ki: “Hace-i Behaeddin Muhammed Sermest’ten (RA) duydum, O da Buhara’da yaşayan Kamil Meşayihten duydu. Onlar şöyle anlatırlardı: ‘Gavsul Azam (KSA) Hz.leri bir gün bir cemaatle terasta durup, Buhara tarafına dönmüş, güzel bir koku almış ve ‘Benim vefatımdan 157 sene sonra, Muhammed-i Meşreb birisi dünyaya gelir, ismi Behaeddin Muhammed’dir. Bizim Nakşımızı işleyeceğinden Nakşibendi’dir. Bana mahsus nimetlere kavuşur.’ buyurdu.” Bu hadiseden 157 sene sonra Hz. Pir’in söyledikleri gerçeklerin hepsi zuhur etti. Evliyanın büyüklerinden ve Mürşid-i Kamillerin en meşhurlarından olan bu zat, Muhammed Behaeddin-i Buhari ,Pir Gavsul Azam (KSA) Hz.leri’nin kendine : “Bizim Nakşımızı işle!” buyurduğundan bir Nakşibend adını almış ve Hz. Pir’i (KSA) hayatı boyunca çok övmüştür.[2]

    ……………………………………

    Hz. Pir Abdululkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri bir müddet vaaz ve derslere devam etti. Ders ve vaaz etmeyi bırakıp inzivaya çekildi. Yalnızlığı tercih etti, sahralara çıktı. Bağdat’ın Kerh harabelerinde yaşamaya başladı. Bütün vaktini İbadet, Riyazat ve mücahede ile geçirmeye başladı. Buyurdu ki: “Yirmibeş yıl kadar yalnız başıma sahralarda dolaştım. Kırk sene, yatsı namazından sonra, sabaha kadar Kur’an-ı Kerim okudum. Bir gece nefsim uyumak istemişti fakat, nefsimin bu isteğine itibar etmedim. ‘İlahi sen yedirmeyince yemeyeceğim ve içilmeyince içmeyeceğim.’ dedim ve kırk gün kırk gece oruç tuttum. Kırkıncı günü hücreme esrarlı bir adam girdi ve tek kelime söylemeden bir kenara yiyecek ve içecek cinsinden bir şeyler bırakıp gitti. Ben bırakılanları yemedim fakat nefsimin dileği karşısında elim ayağım titredi. Açlığın susuzluğun dehşetinden yemin ettim. ‘Nefsimi kudret elinde tutan Allah (CC) Hz.leri’ne yemin olsun ki, ahdimden geri dönmeyeceğim.’ İşte o demde ta canımdan bir ses yükseldi ve avaz avaz haykırdı. ‘Açlık… Açlık…’ Bir an sonra kapı aralandı ve kapıda zamanın tasavvuf büyüklerinden Ebu Said Al Mübarek (Mahzumi) (RA) Hz.leri: ‘Bu ne hal Ey Abdulkadir? İçinden kopan feryadı duydum ve koştum. Bu ses nedir?’ diye sordu. ‘Bu nefsimin ızdırabıdır. Ruhum rahat ediyor. Rabbimi murakabededir.’ dedim. Ebu Said Al Mübarek (Mahzumi) (RA) Hz.leri: ‘Bizim eve buyur.’ dedi. ‘Nefsime buradan ayrılmayacağım.’ dedim. O sırada Hızır (AS) geldi. ‘Kalk.’ dedi. Ebu Said Hz.leri’nin huzuruna git.’ dedi. Kalkıp gittim.

    Ebu Said (RA) Hz.leri: ‘Ey Abdulkadir (KSA)! Benim dediğim kafi gelmedi de Hızır’ın (AS) söylemesini mi bekledin?’ dedi. Beni içeri aldı. Hazırladığı yemeği, lokma lokma bir çocuğa yemek yedirir gibi ağzıma vererek doyurdu ve sonra da mana yurdunun hırkasını giydirdi.”

  107. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 7:24 pm

    Hiç bulunmaz akranı

    Halis lütfu Yezdanı

    Gavsul Azam Geylani

    Sultan Abdulkadir’in…

    Dergahında hizmet var

    Devranında himmet var

    Kapısında rahmet var

    Sultan Abdulkadir’in…

    Bağdat yolun gözlerim

    Geylani’yi özlerim

    Himmetidir sözlerim

    Sultan Abdulkadir’in…

    Hüsnü terket teşvisi

    Hakk’a bırak her işi

    Dervişi ol dervişi

    Sultan Abdulkadir’in…
    Bahçedeki güller gibi açalım

    Dergaına bülbül gibi uçalım

    Kevser ırmağından bol bol içelim

    Medet senden medet, Ya Gavsulazam

    Bülbül olan aşık durur gülünden

    Ateş yakmaz tutanı, senin elinden

    Götürürsün bizi Allah yoluna

    Medet senden medet, Ya Gavsulazam

    Dergahına giren ateşte yanmaz

    Kevserini içen tevhide kanmaz

    Bu nurlu kandilin ebedi sönmez

    Medet senden medet, Ya Gavsulazam

    Derviş olur senin yoluna giren

    Sensin düşmüşlere imdada gelen

    Zahirin batının sultanı olan

    Medet senden medet, Ya Gavsulazam
    Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri’nden Öğütler

    “Ey evlad! Önce nefsine öğüt ver, onu yola getir, sonra da başkalarını… Senin henüz ıslaha muhtaç hallerin var, bunu sen de biliyorsun. Bunu bildiğin halde başkalarının islâhı ile uğraşma yolunda nasıl başarılı olabilirsin? Gözlerin bir adım öteyi görmüyorken körleri neyle yola getirme sevdasındasın?”

    Sakın yaptığın işlerde ve bulduğun manevi halde kendi gücünü görmeyesin. Bu hal kişiyi azdırır ve YARATAN’ın (CC) rahmet nazarından uzak kılar. Sakın sözünü dinletme ve kabul ettirme hevesine de kapılmayasın. Önce temeli at sonra üzerine binayı çık. Kalbini derin kaz ki oradan hikmet pınarları fışkırsın, sonra ihlas ve iyi işlerle o binayı yükselt. Bu işlerden sonra halkı o köşke davet et.

    ……………………………………

    Başkasında bulunan bir hatayı defetmek istersen nefsinle yapma, imanınla yap. Kötülükleri ancak İMAN yıkar. Bu durumda RABB’in (CC) sana işlerinde yardımcı olur. O (CC) kötülüğü yok etmek için arkadaş olur, O (CC) kötülüğü ezer ortadan kaldırır. Eğer bir kötülüğü nefsin için, halkın seni tanıması için ortadan kaldırmaya niyet edersen rezil olursun. Her işte HAKK’ın (CC) rızası aranmalıdır.

    ……………………………………

    İSLAM gömleğin yırtık, İMAN elbisen pis, kalbin cahil, için kederle dolu. Gönlün İSLAMİYET’e açık değil. İç alemin harap, dışın mamur, bütün sayfaların günah karası. Sevdiğin ve arzuladığın yalnızca dünya.

    Kabir kapısı açık ve ahiret sana doğru gelmekte. En kısa zamanda aklını başına topla, yalnız dünya azığı toplamaktan vazgeç de ahiret azığını toplamakta acele et…

    Sabırlı kulların bu dünyada çektiği cefa, Yüce Allah’ın (CC) gözünden kaçmaz. Siz bir an olsun O’nun (CC) uğruna sabır yolunu tutun, yıllarca ecrini alırsınız. Ömrü boyunca “Kahraman” lakâbıyla gezen, onu bir anlık cesareti sonunda kazanmıştır.

    ……………………………………

    Ey evlad! Önce nefsine öğüt ver, onu yola getir, sonra da başkalarını… Senin henüz ıslaha muhtaç hallerin var, bunu sen de biliyorsun. Bunu bildiğin halde başkalarının islâhı ile uğraşma yolunda nasıl başarılı olabilirsin? Gözlerin bir adım öteyi görmüyorken körleri neyle yola getirme sevdasındasın?

    ……………………………………

    Size gereken, Yüce Yaratanı (CC) sevmek ve O’ndan (CC) başka kimseden korkmamaktır. Ve bütün işleri onun rızasını gözeterek yapmak… Bunlar “Kalp” le olur, dil gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasında söylediğin sözleri yalnız kaldığında söylüyormusun?… Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman mümkün oluyor mu?… İşte bunları yapabiliyorsan mesele yok… Kapı önünde “TEVHİD”, içeriye girince “ŞİRK”, yakışır mı? Bu, nifak, ikiyüzlülük alametidir, içi bozuk olmanın ta kendisidir. Acırım sana, sözün kötülükten sakınma hakkında, kalbin ise fitne çıkarmaya istekli. Şükrü dilinden bırakmıyorsun, ama kalbin daima itiraz halinde.

    ……………………………………

    Geliniz aşırı, uygun olmayan arzularımızı bir yana atıp YARATANIMIZA (CC) koşalım. Bu yolda biraz perişanlık çekelim. Ne olur sanki biraz zahmet çeksek? O’na (CC) vardıktan sonra bütün çekilen sıkıntılar unutulur. İçimize ve dışımıza hükmeden nefsimizi HAK yoluna çevirelim, Rabbimizin (CC) Elçisine, Sevgilisine (SAV) başvuralım, O’nun (SAV) eteğini bırakmayalım.

    ……………………………………

    Bütün amacın yemek, içmek ve arzularının tatmini olmasın. Bunların hepsi amaç değil, Yüce ALLAH’a (C.C.) ulaşmak için birer araçtır. Bütün hedefin sana en çok gerekli olana ulaşmak olmalı. Sana en gerekli olan ise YARATAN’ındır (CC). O’nu (CC) ara. Her şeyin bir bedeli olur. Dünyaya AHİRET, yaratılmışlara ise bedel YARATAN’dır. Dünyayı kalbinden atarsan yerini HAK (CC) alır. Yaşadığın günü ömrünün son günü bil, işlerini ona göre ayarla. Bu duygu sana yeter.

    ……………………………………

    “ALLAH’tan (CC) başka ilah yoktur,” dediğinde bir “DAVA” peşine düştün demektir. Her davada şahit isterler, şahidi olmayan davasını kaybeder. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü sıkıntıya göğüs gerip, sabır göstermek de birer şahid sayılır. Bunları yaparken İHLAS’lı olmak gerekir.

    ……………………………………

    Hiçbir söz amelsiz ve ihlassız kabul edilmez. Kainatın Efendisinin (SAV) yolu İHLAS’tan ibarettir.

    ……………………………………

    Dünyalık toplarken dikkatli ol. Gece odun toplayan gibi olma. Elini uzattığında neyi alacağını önceden kestirmelisin. Gece odun toplayan eline geçeceğini bilemez, seni de ona benzetiyorum. Ayık ol, sonra felaket büyük olur.

    ……………………………………

    HAK’la (CC) çekişme, nefsin için O’nu (CC) kötüleme, malın azaldı diye O’nu (CC) itham etme, insanlar sana yüz vermiyor diye O’nu (CC) suçlama. Suçu kendinde ara. Her işin kendi keyfine uygun olmasını istiyorsun, en büyük hüküm senin mi yoksa O’nun (CC) mu? Sen mi fazla biliyorsun yoksa O’ (CC) mu? Merhametin O’nunkinden (CC) fazla mı?

    Sen ve bütün yaratıklar O’nun (CC) kuludur. Her şeyde yalnız O’nun (CC) hükmü geçer bunu sakın unutma.

    ……………………………………

    YARATAN’ın (CC) rızasına erme yolunda yapmacık hareketler fayda getirmez, bu yolda yersiz arzu ve boş temenni ile yürünmez. Hele içi başka dışı başka birinin eline hiçbir şey geçmez. Bir de yalancılık ortaya çıkarsa felaket o zaman başlar. Eğer bu hallerin azı sende varsa hemen tevbe et ve tevbeni bozma. Tevbe etmekten ziyade, tevbeyi bozmamak esas hünerdir.

    ……………………………………

    Böbürlenmeyi bırakın, Yüce ALLAH’a (CC) karşı büyüklük satmak da neymiş? Kullara da kibirli davranmayın, haddinizi bilin. Varlığınıza tevazuyu yerleştirin. Önceden ne olduğunuzu düşünün; bir damla su.

    Sonrası ne olacak malum…Bir hendeğe yuvarlanacak bir ağırlık. Hali böyle olana büyüklük taslamak yaraşır mı?

    Hırsa kapılmayın, kötü arzular sizi esir etmesin. Dünyalık adamların kapısını aşındırmayın. Ezilip büzülerek onlardan dünyalık dilenmek size yakışmaz, sabırla doğru yoldan nasibini arasan daha iyi olmaz mı? Ya bir de yaptığın dilenciliğin sonu boşa çıkarsa… Sevgili Peygamberimizin (SAV): “En büyük belâ, nasibte olmayanı aramaktır,” buyruğunu hiç duymadın mı? Nasibte olmayanı kullar hiçbir zaman veremez. Dünya oğullarının buna hiçbir zaman gücü yetmez.

    ……………………………………

    Ey ilim iddiasında bulunan, hani ağlaman? Yüce ALLAH’ın (CC) korkusundan gözlerin yaşarıyor mu? O’ndan (CC) korkman ve günahları itirafın nerede? Nefsinle cenk etmek ve onu terbiye etmek yok mu? O’nu HAK (CC) tarafına çağırman nerede?

    Bunların hiçbiri sende yok. Bütün derdin kasa, masa, yemek ve eğlenmek. Aklını başına al. Dünyadaki nimetlerden sana gelecek bir kısmetin varsa gelir, üzülme içini ferah tut. Bekleme yükünden kurtulursun, hırsın ağırlığı seni yormaz. Eğer bu şekilde davranmazsan, bütün bu uğraşmalarından sana ne kalacak dersin? Sadece bir yorgunluk ve ağır bir hesap…

    ……………………………………

    Doğruluk olmadan bilginin sana ne yararı dokunur? Doğruluğun olmadığı için bilgi sana bela olur. Öğrendin, namaz kıldın, oruç tuttun sebebi sana mal versinler, iyiliğini görsünler, seni öğsünler oldu. Sana yakışır mı bu düşünceler?

    Farzet ki halkın sana ilgisi arttı, bunun ölüm anındaki sıkıntıya faydası olur mu acaba? Seni sevenlerle aranda uçurumlar olacak o anda. Topladığın malları başkaları paylaşacak, hesabı ve cezası da sana kalacak.

    ……………………………………

    Yazık sana! Cehennemlik işleri yaparken cenneti umuyorsun. Geçici şeylerle avunuyor onları seviyor ve senin sanıyorsun. Ama yakında elinden alacaklar.

    Yaratan (CC) hayatı sana emanet olarak verdi, O’nun (CC) rızası yolunda yaşamanı emretti. Sen ise kendi isteğin, heveslerinin peşinde hayatını tükettin. Sana verilen zenginlik, makam, sıhhat birer emanettir. Bütün bunları YARATICININ (CC) rızasına uygun yolda kullan.

    ……………………………………

    Ey evlad! Ana rahminde seni kim besledi? O halde iken ne kadar acizdin, bu hale seni getiren kim? Sen ise kendi varlığına ve halka dayanmaktasın, parana, mevkine, bilgine güveniyorsun. Güvendiklerin bugün var yarın yok olabilirler. Yüce ALLAH’tan (CC) başka her kime güveniyor veya kimden korkuyorsan o senin ilahındır. Yakında bütün güvendiklerin yok olur kullarla aran açılır, sana karşı kalpleri katılaşır, kapıları yüzüne vururlar seni kapı kapı dolaştırırlar. Çağırsan yardımına koşan olmaz.

    Bütün bunlara sebeb Hak’tan (CC) başkasına güvenmiş olman, O’nun (CC) nimetlerini başkalarından bilmiş olmandır.

    ……………………………………

    Yüce ALLAH’ın (CC) dininde olmayan şeyleri yapmaya çalışma. Elinde iki şahit olsun; biri KUTSAL KİTABIMIZ, diğeri SÜNNET-İ RESULALLAH (SAV). Bunlar seni RABBİNE (CC) ulaştırır. Ama sen bu şahitleri bırakıp nefsinin peşinden gitmeye devam ediyorsun. Elinde iki şahidin var; biri zayıf aklın, diğeri de şahsi arzun. Şüphesiz bunlar seni ateşe iter. Firavun gibilerin arasına katar.

    ……………………………………

    Ey içi bozuk, yakında öleceksin, öldükten sonra yaptıklarına çok pişman olacaksın ama çok geç…Dilin güzel söze alıştığı için konuştu ve aldandı, ama kalbin hiçbir şeyden anlamaz bir halde. Bu durum seni kurtarmaz. Güzel konuşmayı kalb yapmalı, yalnızca dilin iyi söz söylemesi faydasızdır.

    Ey ALLAH (CC) yolcularını bulamayan! Varlığını ve yaratılmışları HAK (CC)varlığına perde eden kişi; ağla, başkasına bir ağlarsan kendine bin defa ağla.

    ……………………………………

    Rabbimiz (CC)! Alan değil, veren ellerin Affedici olduğu için affedilenlerin, Hak (CC) ile doğan, Hak (CC) ile yaşayan, Hak (CC) ile ölenlerin ve sonsuz hayatta yeniden doğanların safına katılmayı bizlere nasip et… Âmin…

  108. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:31 pm

    Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri’nin Akidesi

    Hamd o Allah’a (CC) ki, nicelik ve niteliği O (CC) nitelemiş ve kendisi nicelik ve nitelikten pâk ve münezzeh kalmıştır.

    Zaman ve mekani O (CC) yaratıp meydana getirmiş ve kendisi zaman ve mekan kaydından pâk kalıp izzet ve şerefle saltanatını kurmuştur.

    (İlmiyle, kudretiyle, rahmet ve inâyetiyle) her şeyde mevcud olmuş ve fakat zarfiyetten münezzeh ve mukaddes kalmıştır. Her şeyin yanında hâzır olmuş ve fakat bir şeyin yanında mekân tutmaktan çok yüce kalmıştır.

    “Allah (CC) nerede”dir, dersen, onu mekânla talep etmiş olursun. “Allah (CC) nasıldır ve nicedir” dersen, O’nu (CC) nitelik ve nicelikle talep etmiş olursun. O’nun (CC) hakkında “ne zaman?” dersen, O’nu (CC) zaman kavramıyla kayıtlamış olursun! O’nun (CC) hakkında “değil” tâbirini kullanırsan, O’nu (CC) var oluşluktan ta’tîl etmiş olursun. O’nun (CC) hakkında “niçin” tâbirini kullanacak olursan, melekûtiyyet konusunda O’nunla (CC) çatışmış olursun. O’nu (CC) tenzih ederiz; öncelik O’na (CC) hastır; hiç bir şey O’nun (CC) önüne geçemez. Sonralığa ilhak edilemez. Benzerlikle kıyâs olunmaz; hiçbir şekil yakınlığıyla nitelenmez. Eşlik ve çiftlikle vasıflanmaz ve ayıplanmaz. Cisimlikle tanıtlanmaz. O’nu (CC) tenzih ederiz, O’nun (CC) şânı yücedir; eğer O (CC), bir şahıs olmuş olsaydı, kemiyyeti bilinmiş olurdu. Cisim olmuş olsaydı, bir takım organlardan meydana gelmiş olurdu.

    Putperestleri reddederek deriz ki: Allah (CC) Bir’dir; hiçbir şeye muhtaç değildir; bütün eşya O’na (CC) muhtaç bulunuyor, çünkü O (CC) SAMAD’dır. O’nun (CC) dengi ve benzeri yoktur; O’na (CC) benzerlik koşanları reddederiz. Gizli, açık, karada, denizde hayır olsun şer olsun hiçbir şey O’nun (CC) irâdesi dışında hakket edemez, her şey O’nun (CC) yüksek iradesiyle hareket eder. Böylece Kaderiyye Mezhebi mensuplarını redediyoruz. O’nun (CC) yüksek kudreti hiçbir şeye benzemez; hikmetine bir son ve sınır olmaz; böylece Hüzeliy Mezhebi mensuplarını reddediyoruz. O’nun (CC) koymuş olduğu hukuk vâcibdir. Delil ve hücceti doruğuna yükselmiştir. Hiç kimsenin O’nun (CC) üzerinde bir hakkı yoktur. Bu bakımdan hiç kimse O’ndan (CC) bir hak iddia edemez. Bununla Nezzamiyye Mezhebi mensuplannı reddediyoruz.

    Allah (CC) âdil’dir, hükümlerinde asla zulmetmez. Sâdık’dır, haber verdiği hiçbir şeyde döneklik yapmaz. Öncesi olmayan bir söz ile konuşucudur. O’nun (CC) sözünün başka hiçbir yaratıcısı yoktur. Kur’ân’ı indirip en güzel konuşanları acze düşürmüş ve böylece Muradiyye Mezhebinin hüccetlerini çürüğe çıkarmıştır. Rabbimiz (CC) ayıpları gizler; günahları bağışlar, tevbe edenlerin tevbesini kabul buyurur. Bir kişi günahına dönecek olursa, geçmişteki günahları (eğer tevbe edip bağışlanmışsa) tekrar dönmez. O (CC) bağışladığı şeyi geri döndürmekten münezzehtir; haksızlık ve zulümden uzak, her türlü adaletsizlikten mukaddestir.

    Biz inanıyoruz ki, Allah (CC), mü’minlerin kalblerini bir araya getirip uyumlu kılmıştır. Kâfirleri de sapıklıklarıyla başbaşa bırakıp akl-ı selîm ve irâdenin kapısını açık bırakmıştır. Bununla Hişâmiyye Mezhebini reddediyoruz.

    Biz tasdik ediyoruz ki, bu ümmetin fâsıkları, Yahûdî, Hıristiyan ve ateşperestlerden hayırlıdır. Bununla da Ca’feriyye Mezhebini reddediyoruz. Ve biz ikrar ediyoruz ki, O (CC), hem kendini, hem de başkasını görüyor ve O (CC) her sesi duyuyor. En gizli hâl ve düşünceleri görüyor. Bununla Ka’biyye Mezhebini reddediyoruz. Halkı (yaratıkları) en güzel fıtrat üzere yaratmıştır. Onları kabir çukurunun karanlığına birer fâni olarak çevirmiş ve ilk yarattığı gibi onları tekrar diriltip hayata döndürecektir. Bununla Dehriyye Mezhebini reddediyoruz.

    Hesap günü insanları ve diğer canlıları bir araya toplayacağı gün, dostlanna (rahmet ve mağfiretle) tecellî eder. Dostları da O’nu (CC) dolunayı görür gibi görürler. O (CC), o gün perde gerisinde kalmıyacak. Mu’tezile’den rü’yeti inkâr edenleri reddediyoruz. O (CC), nasıl olur da dostlarına görünmez, perde gerisinde durup onları hesap alanında bekletir? Bu hususta O’nun (CC) kadim ve ezelî va’dleri vardır. Va’dlerini mutlaka yerine getiricidir.

    “Ey itmi’nane ermiş ruh, dön Rabbine (CC), sen O’ndan (CC) razı, O (CC) senden razı olarak; haydi gir kullarımın içine, gir cennetime!”[1]

    Sen cennetlerden huri nîmetiyle hoşnud olacağını mı zannediyorsun? Cennet bahçelerinde sündüsten yapılmış bir giysiye kanaat getireceğini mi sanıyorsun? Mecnun Leylâ’sız nasıl ferah bulup huzura kavuşabilir? Anber kokusunu almadan onu sevenler nasıl eğlenip rahat edebilirler? Bir takım cesetler ki, ubudiyyet tahkikinde erimişlerdir. Allah (CC) katında yer almakla nasıl nîmetlenmiş olmazlar? Karanlık gecelerden uykusuz kalmış bir takım gözler, Allah (CC) ile ünsiyet müşahedesine erişince nasıl lezzet almazlar? Bir takım gönüller ki, sevgi sütleriyle gıdalanmışlar, nasıl olur da Rabbânî şerbetle sulanmazlar? Bir takım ruhlar ki, beden şehrinde hapsedilmişlerdir; nasıl olur da kudsî bahçelerde gezip tozmazlar? Oranın yüce yerlerinde eğlenmezler? Oranın susuzluğu giderici sularından içmezler?

    O günü nasıl tasvir edelim, aşırı derecede olan aşk ve şevki nasıl anlatalım? Âşıklar hâkimi o gün arz-i endam edecek, açıktan kendini gösterecek ve bu dâvayı O (CC) halledip hükme bağlıyacaktır.

    O gün Mevlâsının hitabına mazhar olan, tahiyyat ile söze başlayacak; Mevlâsı da onu Cennet-i Adn’e buyur edecek. Ama bir takım kimseler Cennete girmek istemiyecek, Rablerinden başkasına bakmıyacaklarına and verecekler ve O’ndan (CC) başkasına niyet bağlamıyacaklar; varlık âleminden hiçbir şeye razı olmayacaklar; hem onların arzuları aşağı nesneler de olmayacak. Onlar hayatın lezzetinden ancak, övgü değer vuslatın hazzını almak için hicret etmişlerdi. Bu yüzden onlara ebedî rahatın kadehini sunucular şerbetler sunacak, öyle şerbetler ki hem katıksızdır, hem de yumuşak. Buna hasret olanlar üzerinde çevrilip açıktan açığa takdim edilince, sabah akşam onlan çepçevre kuşatınca, onların şâdilik ve iştiyaklarını arttıracak, göz ve gönül doldurucu nurlarına doğru heveslerini çekecek. Rabbim Senin Hakk ismine andolsun ki Senin cemâlini görmeyen bir göz herhalde şakıydir (bedbahttır). Rabbim (CC), kendi güzelliğinle Sen bütün âşıkları öldürdün. Sana olan gönül arzusu hakkı için senin emrin altında bulunanlara merhamet ve şefkat et! Öyle gönüller ki, şevk ve istekle Sana yönelip eriyorlar. Sana olan aşkları sebebiyle onlarda bir bakiyye kalmadı.

    Şüphesiz ki, Rabbim (CC) ben Senin aşkından yana bir vasiyet üzere bulunuyorum; Sana kavuştuğum gün asla umutsuzluktan endişe etmiyorum. Ya İlâhî (CC)! Senin atıfetlerin hatâlarımızı silsin! Red nasıl olabilir kardeşlerim? Seher vakitlerinde rabbanî ânlar ve dakikalar vardır. Semavî işaretler, melekler âleminden nefhalar vardır!

    Bu mesele ve önermenin doğruluğuna delîl, kuşların ağaçlar üzerinde davudi nağmelerle ötmeleridir. Ayrıca bağ bahçe aralarında kıvrıla kıvrıla akan suların çağlayan sesleri, esen rüzgârların dokunup nıksettirdiği ağaç dallarının sündüs giysilere bürünerek çıkardığı gönül çekici nağmeleri de buna delildir. Çünkü bunların, evet bu saydıklarımızın hepsi Allah’ın (CC) birliğini dile getirip ifâde etmektedirler.

    Haberiniz olsun ey muhabbet ehli! Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak (CC) seher vakti tecellî ederek şöyle seslenir: “Tevbe eden kimse var mıdır, onun tevbesini kabul edeyim! Günahının bağışlanmasını arzu eden bir kimse var mıdır, onun bütün hatâlarını bağışlayayım. Benden bir bağış isteyen var mıdır, ona nîmet ve basışlarımı bolca vereyim!”

    Uyanık olun ki, ruhlar kir ve pastan arınıp sâfileşince, olanca güzelliğiyle ışık saçar, aydınlık verir; bir nice hallerde başına gelen dert ve musibetler eşit bir doğrultuda ona çok kolay gelir. Hiç şüphe yok ki, o ruhların gözlerinden akan yaşların kokusu, manevî ufuklarda misk kokusu neşreder. Onlar (fena âleminde) bir takım ayrılıkların hasretine sabrettikleri için, yüksek mertebelerde ki vuslata hak kazanmışlardır. Yine onların sözlerinin ve haberlerinin sıhhati dostlar tabakasında sened ve rivayet kabul edilir. Onlar sualsiz uçup gittiler; ihtiyaçları yerine getirilir. Sevgi hediyesi, apaçık sabahlamıştır. Artık onun için güzel kafiyeler neredesiniz? Onların akidesi, Hanefî, Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezheplerinin usûlü üzere idi.

    Allah (CC) bizi ve sizi dinde ayrılık meydana getirip parçalanan, dağılan kimselerden korusun. Ayrılığa düşenler, okun hedefi delip geçtiğe gibi dinden öylece gelip geçtiler; üzerlerinde dinden hiçbir esere görünmemektedir. Cenâb-ı Hak (CC) beni de, sizi de kendilerine cennette yüksek menziller verilen, altlarında ve üstlerinde ilâhî füyuzatın eserleri görülen kullarından eylesin!

    Allahım (CC)! Rahmet ve atıfetini, halkın en şereflisi Muhammed’e (SAV) ve O’nun (SAV) hanedan ve arkadaşlarına (RA) indir! Onları saygı ve ta’zîmin en şereflisine has kıl! Onları (RA) çokça ve ebediyen, ard arda, yeni yeni esenliğe her sabah ve her akşam mazhar eyle!

    Âmin!.. Âmin!..

  109. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:34 pm

    Dost bahçesinin gülleri

    Kadiriler derler bize

    Pir evinin bülbülleri

    Kadiriler derler bize…

    Her dem baharda elimiz

    Açılır lale gülümüz

    Demler döker şol dilimiz

    Kadiriler derler bize…

    Şah-ı Geylani pirimiz

    Haydara varır yolumuz

    Halil Baba kılavuzumuz

    Kadiriler derler bize…

  110. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:36 pm

    Geylani’nin kuralları

    Kadirilik’te, Abdülkadir Geylani’nin “Nefislerini olgunlaştırmak isteyenlerin uymaları gereken” 10 kuralı şöyle özetleniyor:

    İster şaka, ister ciddi olarak yalandan sakınmak. Zira yalandan sakınmayı dil adet edinince, Allahü Teala onun ilmini saflaştırır. O kimse sanki yalanı bilmez olur.

    Belli ve açık bir özrü olmadığı halde sözünde durmaktan kaçınmak. Çünkü sözünde durmamak, yalan sınıfındandır. Kul, verdiği sözden dönmekten sakınıp, sözünü tuttuğunda cömertlik kapısı, haya penceresi açılır.

    Tüm canlılara eziyet etmekten sakınmak. Böyle kimseleri Allahu Teala, helak olmaktan korur. İnsanlar tarafından gelecek beladan onu sakınır. Onu zatına yakın olmakla şereflendirir.

    Kendisine zulmedilse de, insanlardan birine beddua etmekten sakınmak. Bu haslet, sahibini yüksek derecelere kavuşturur.

    Ehl-i kıbleden bir kimseyi şirk, küfür ve nifak ile asla suçlamamak. Çünkü bu hal, rahmete yakındır.

    Kalpten veya dıştan bir günah işlememek, haramdan korunmak ve bütün uzuvları günahtan alıkoymak. Zira bu hal, dünyada kalp ve azalar için en güzel amellerdendir. Allahü Teala, gönüllerimizden şehvetlerimizi çıkarsın.

    Az ve çok kendine lazım olan yiyeceğini insanlara yüklemekten sakınmak. Gerek ona muhtaç olan, gerekse olmayan insanların hepsine yük olmaktan sakınmak. Çünkü ibadet edenlerin şeref ve izzetinin tamam olması gerekir.

    Başkalarının elinde bulunan şeyin onlarda olmasını istememek. Çünkü en büyük izzet ve halis zenginlik, azim mülk ve faydalı tevekkül bu haldedir. Bu kapı, Allahü Teala’ya güvenme kapılarından biridir. İbadet bununla olgun olur.

    Tevazu, yani alçak gönül sahibi olanın derecesi yüksek, şerefi sağlam, Allahü Teala yanında izzet ve yüksekliği tam olur. Dünya ve ahiret işlerinden dilediğini yapar. Bu haslet, iyiliklerin üstünüdür. Tevazu, insanın rastladığı herkesi kendinden üstün görmesi demektir. Bir kimse böyle tevazu gösterirse, Rahman’ın dostlarından olur.

    İster doğru, ister yalan, ister kasten, ister yanlışlıkla Allahü Teala’ya and vermemeli, yemin etmemelidir. Dilini yemin etmeye alıştırmamalıdır. Kul yemin etmemeyi adet edindiğinde, Allahü Teala ona bir kapı açar

  111. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:38 pm

    Allah (cc)’ın rahmetine vesile olan bir ibadet:
    Namaz kılmak

    Namaz, Allah (cc)’ın Kuran’da vakitleri belirlenmiş olarak farz kıldığı bir ibadettir. Müslümanlar 5 vakit namazlarını kılmakla sorumludurlar. Kuran’da namazla ilgili pek çok ayet yer almaktadır. Namazı vaktinde kılmak gerektiğini Yüce Rabbimiz Kuran’da şöyle bildirmektedir:

    … namaz, mü’minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır. (Nisa Suresi, 103)

    Onlar, namazlarını da (titizlikle) koruyanlardır. (Müminun Suresi, 9)

    Peygamber Efendimiz (sav) de pek çok hadis-i şeriflerinde 5 vakit namazın vaktinde kılınması gerektiğini haber vermiştir. Bu hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:

    … Artık, güneşin doğma ve batmasından önce hiçbir namaz hususunda size galebe çalınmamasına gücünüz yeterse bunu yapın (namazları vaktinde kılın, vaktini geçirmeyin).” (Kütüb-ü Sitte, 5121)

    Yer bana tahâr, pâk ve mescid kılındı. Her kim namaz vaktine girerse, nerede olursa olsun namazını kılar. (Kütüb-ü Sitte, 4318)

    Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen bir kudsi hadisinde Resulullah şöyle buyurmaktadır: “Beş vakit namazlar, gelecek haftaya kadar cüm’a, gelecek seneye kadar ramazan, büyük günahlardan sakınılırsa, aralarındaki hatalar için kefarettirler.”(Müslim) Riyazü’s Salihin, İmamı Nevevi, çeviren: Mehmet Emre, Bedir Yayınevi, sf. 698)

    Namaz müminlerin büyük bir şevk, huşu ve istekle yaptıkları bir ibadettir. Müminlerle münafıkları birbirlerinden ayıran farklardan biridir. Zira münafıklar Kuran’da da bildirildiği üzere namaza isteksizce gelirler. (Tevbe Suresi, 54) Müminler ise, münafıklara has olan namaza karşı isteksizlik, şevksizlik, üşenme gibi duygulardan şiddetle imtina ederler. Münafıkların namaz konusundaki bu çirkin tutumlarını Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle bildirir:

    Said İbnu’l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bizimle münafıklar arasında yatsı ve sabah namazlarında hazır bulunma farkı vardır. Onlar bu iki namaza muktedir olamazlar.” (Kütüb-ü Sitte, 4610) (Muvatta, Salâtu’l-Cemâ’a 5, (1, 130))

    İnananlar namazlarının vakitleri ve sürekliliği konusunda çok titizdirler, aksi bir hareketten şiddetle sakınırlar. Allah (cc)’ın belirlediği vakitlerde ve hiç bırakmadan bu ibadetlerine devam ederler. Namazlarını hiçbir koşulda aksatmaz, unutmaz ya da ertelemezler. İşlerinin yoğunluğu, içinde bulundukları koşulların zorluğu, çeşitli imkansızlıklar onları namazlarını kılmaktan asla alıkoymaz. Namaz için çağrı yapıldığında hemen işlerini bırakıp, Rabbimiz’i zikretmeye koşarlar ve namazlarını titizlikle korurlar. Bunu büyük bir şevk ve istekle yaparlar.

    İslam alimlerimiz de her devirde hep 5 vakit namazın önemine dikkat çekmişlerdir. Örneğin büyük İslam alimi Mehmet Zahid Kotku, Hadislerle Nasihatlar adlı eserinde namaz kılmayan ve ondan kaçan insanlara çok önemli hatırlatmalarda bulunmuştur. İnsanın içinde bulunduğu acizliğin sınırlarını hatırlatarak, sağlıkları yerinde iken böyle önemli bir ibadeti yerine getirmeleri için insanları teşvik etmiştir:

    “… Sana bu hayatı, görme, duyma gibi beş duyuyu veren. Hele o akıl, zekanın kadr-ü kıymetini ancak tımarhaneye gider, oradaki delileri görür, sonra bir de gidip hastahanedeki hastaları gördüğün vakit ve hele bir de insanlar can verip ölürken görsen herhalde insafa gelir, bu inkarcılıktan vazgeçersin de, müslüman kardeşlerinin arasında yer alır ve o Allah’ın divanına dikilmeyi cana minnet bilir, artık namaz vakitlerini can-u yürekten özler, beklersin.” (Hadislerle Nasihatlar, sf.163)

    Bediüzzaman Said Nursi de namazın önemini 4. Söz’de şöyle anlatmıştır: “…namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermaye-i ömrünü (ömür sermayesini), âhirete mal edebilir. Fâni (ölümlü) ömrünü, bir cihette ibka eder (sonsuzlaştırır).”

    Namaz ibadeti müminin Allah (cc)’a yakınlaşması, O’na karşı boyun eğiciliğini göstermesi, herşeyden kendini çekerek Rabbimize yönelmesi, huşu içinde Allah (cc)’ı düşünebilmesi için bir fırsattır. Peygamber Efendimiz bizzat kendisi namazları konusundaki titizliğiyle ümmete örnek olmuştur. Aynı şekilde tüm Müslümanların da Peygamberimiz (sav)’i örnek alarak 5 vakit namazlarını eda etme konusunda titiz olmaları, bu konuda asla taviz vermemeleri gerekir. Ancak her türlü çabaya rağmen namaz vaktinde kılınamazsa bu durumda da mutlaka kaza edilmelidir. Zira Peygamber Efendimiz (sav)’in de buyurduğu gibi “Bu dinin başı İslâm’dır, direği namazdır.” (Kütüb-ü Sitte, 4627)

  112. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:39 pm

    Peygamberimiz (sav)’in ahlakıyla ahlaklanmak

    Peygamber Efendimiz (sav), Allah (cc)’ın “… ancak o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.” (Ahzab Suresi, 40) ayetiyle bildirdiği gibi insanlar için son peygamber olarak gönderilen, Allah (cc)’ın en son hak kitabını vahyettiği, güzel ahlakı, takvası, Allah (cc)’a olan yakınlığı ile insanlara örnek kıldığı, Allah (cc)’ın dostu, Rabbimiz’in Katında üstünlüğü olan, müminlerin de dostu, en yakını ve velisidir. Peygamberimiz (sav), Allah (cc)’a olan güçlü imanı ile, Rabbimiz’in kendisine verdiği sorumluluğu en güzel şekilde yerine getirmiş, insanları Allah (cc)’ın yoluna, hidayete davet etmiş ve tüm inananların yol göstericisi ve aydınlatıcısı olmuştur.

    Peygamberimiz (sav)’i görmemiş olsak bile, Kuran ayetlerinden ve hadis-i şeriflerden, O’nun güzel tavırlarını, konuşmalarını, gösterdiği güzel ahlakı anlayabilir, O’na benzemek, ahirette O’nunla yakın bir dost olabilmek için elimizden gelen çabayı en fazlasıyla gösterebiliriz. Allah (cc) Kuran’da, Peygamberimiz (sav)’in ahlakında tüm Müslümanlar için güzel bir örnek olduğunu şöyle bildirmektedir:

    Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21)

    Peygamber Efendimiz (sav), sadece Allah (cc)’ın hoşnutluğunu aramış, hiçbir çıkar veya dünyevi bir kazanç düşünmeden, hayatı boyunca Allah (cc)’ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için çaba göstermiştir. Allah (cc) bir ayetinde müminlere “De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır” (Enam Suresi, 162) şeklinde buyurmaktadır.

    Rabbimiz, tüm insanlara din ahlakını, başka hiçbir amaç katmaksızın yalnızca Allah (cc) için yaşamalarını emretmiştir. Bir kimsenin Allah (cc)’a gönülden bağlanması, Allah (cc)’tan başka bir İlah olmadığını bilerek, hayatını yalnızca O’nu razı etmeye adaması ve her ne olursa olsun Rabbimiz’e olan sadakatinden vazgeçmemesi o kişinin ihlas sahibi olduğunu gösterir. İhlas sahibi bir mümin, yaptığı işler ve ibadetlerle Allah (cc)’ın dışında bir başkasının sevgisini, hoşnutluğunu, takdirini, ilgi ve beğenisini elde etmeye çalışmaz. İhlas sahibi müminlere en güzel örnek de Hz. Muhammed (sav) ve diğer peygamberlerdir. Peygamberimiz (sav)’in bu ihlasını haber veren ayetlerden biri şöyledir:

    De ki: “Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve (kendiliğinden) bir yükümlülük getirenlerden de değilim.” (Sad Suresi, 86)

    Peygamberimiz (sav) bu derin imanının bir gereği olarak da çevresindeki tüm insanlara karşı çok üstün bir ahlak sergilemiştir. Allah (cc) Kuran’da, Peygamber Efendimiz (sav)’in bu güzel tavrını şöyle bildirmektedir:

    Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile… (Al-i İmran Suresi, 159)

    Peygamberimiz (sav) güçlü vicdanı ile ümmetini her yönüyle sahiplenmiş, onlara her konuda bir velinimet olmuştur. Bu özelliklerinden dolayı Peygamberimiz (sav) Kuran’ın birçok ayetinde “sahibiniz” (arkadaş, sıkı dost, sahip) olarak zikredilmektedir. (Sebe Suresi, 46/Necm Suresi, 2/ Tekvir Suresi, 22) Büyük İslam alimi İmam Gazali, hadis alimlerinden derlediği bilgiler ile Peygamber Efendimiz (sav)’in çevresindekilere karşı tutumunu şöyle özetlemiştir:

    “… Huzurunda oturan herkese mübarek yüzünden nasibini verir, iltifat buyururdu. Bu yüzden huzurundaki herkes onun nezdinde kendisinden daha değerlisi olmadığı düşüncesine kapılırdı. Evet onun oturuşu, dinleyişi, sözleri, güzel latifeleri ve teveccühü hep nezdinde oturanlar içindi. Bununla birlikte onun meclisi haya, tevazu ve emniyet meclisiydi. Öfkelenmekten son derece uzak ve bir şeye çabucak rıza gösterendi. İnsanlara karşı insanların en şefkatlisiydi. Öyle ya, insanların en hayırlısı insanlara hayrı dokunan, insanların en yararlısı da insanlara faydalı olandır.” (Tirmizi, Taberani; Huccetü’l İslam İmam Gazali, İhya’u Ulum’id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 798)

    Peygamberimiz (sav)’in derin imanı, ihlası ve güzel ahlakı tüm Müslümanların önemle üzerinde durmaları gereken bir ahlak üstünlüğüdür. Peygamberimiz (sav), dünyada ve ahirette müminlere güzellik getirecek pek çok konuda tüm Müslümanlara örnek olmuştur. O’nun bu üstün ahlakı, iman edenler için yol gösterici olmalı ve inananlar, sadece Allah (cc)’ın vahyi olan Kuran’a uyup Peygamberimiz (sav)’in öğrettiği bu güzel ahlakı yaşayarak, tüm alemlere örnek bir tavır ve ahlak göstermelidirler.

  113. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:40 pm

    Peygamberimiz (sav)’in tüm alemlere örnek tevekkülü

    Kimi insanlar olumlu olarak değerlendirdikleri olaylarla mutlu olurken, olumsuz ya da ters gidiyor gibi görünen olaylarla birlikte de hüzne kapılırlar. Oysaki iman edenler için böyle bir sıkıntıya düşmek son derece yersizdir. Allah (cc), Kuran’da her olayı salih kullarının hayrına yarattığını müjdelemiştir. Kuran’da anlatılan bu gerçeği kalbine sindiren bir insan, dünya hayatında her ne olayla karşılaşırsa karşılaşsın, -Allah (cc)’ın izniyle- durumundan hoşnut olmayı ve bu olayın ardında gizlenen güzellikleri ve hikmetleri görebilmeyi başarır.

    Kuran’ın, “Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır” (Hadid Suresi, 22) ayetiyle, karşılaşılan her olayı ve her detayı Allah (cc)’ın kaderde önceden yaratmış olduğu bildirilmektedir.

    İnsanın kendisi için çok faydalı ve güzel olacağını sandığı bir olay, aslında dünyada ve ahirette hüsrana uğramasına neden olacak olabilir. Ya da zarara uğrayacağını düşünerek kaçtığı bir olay kişiye güzellik, bereket, bolluk ve huzur getirecek olabilir. Tüm bunların gerçek bilgisi yalnızca Allah (cc) Katında gizlidir. Allah (cc) kim için neyi dilerse o olur. Rabbimiz’den bize gelen her olay ise, hayır gibi de görünse şer gibi de görünse aslında bizim için hayırlıdır.

    Peygamberimiz (sav)’in hayatında, onun, Allah (cc)’a olan derin teslimiyetine ve örnek tevekkülüne dair pek çok örnek yer almaktadır. Peygamberimiz (sav)’in, Mekke’den çıktıktan sonra arkadaşı ile birlikte gizlendiği bir mağaradaki sözleri onun bu üstün tevekkülünün en güzel örneklerinden biridir. Ayette şöyle bildirilmektedir:

    … “Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.” Böylece Allah O’na ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmişti, O’nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı… (Tevbe Suresi, 40)

    Peygamberimiz (sav) hangi koşulda olursa olsun, daima Allah (cc)’a teslim olmuş, Rabbimiz’in yarattığı herşeyde bir hayır ve güzellik olduğunu bilmiştir. Kuran’da Peygamberimiz (sav)’e, kavmine söylemesi bildirilen şu sözler de bu tevekkülünün bir göstergesidir:

    … De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.” (Tevbe Suresi, 51)

    Allah (cc)’ın en takva kullarından biri olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), çok büyük zorluklarla ve şiddetli olaylarla denenmiş, ancak bunların her birinde tevekkülü ile tüm Müslümanlara örnek olmuştur. Peygamberimiz (sav), kavmindeki inkarcıların ve münafıkların tehdit ve saldırı dolu tavırlarına karşı daima sabretmiş, büyük bir kararlılıkla Allah (cc)’ın dinini tebliğ etmiş ve Müslümanları tehlikelerden koruyarak onları Kuran ile eğitmiştir. Onun bu azminin, başarısının ve cesaretinin temelinde Allah (cc)’a olan güçlü imanı, tevekkülü ve teslimiyeti yatmaktadır. Peygamberimiz (sav)’in şu hadis-i şerifi onun herşeyde hayır gören tevekkülüne bir örnektir:

    “Mümin kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır. Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mümine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder, bu da hayırdır.” (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 2. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992, s. 208)

    Peygamber Efendimiz (sav) bu inancı ile olaylar karşısında elinden gelen tüm çabayı göstermiş ancak sonucun Allah (cc)’a ait olduğunu her zaman bilerek, O’na dayanıp güvenmiştir. Allah (cc), onun bu güzel tevekkülü karşısında onu daima güçlü ve başarılı kılmıştır.

    Peygamberimiz (sav) bir sözünde ise tevekkül edenlerin görecekleri karşılığı şöyle bir örnekle açıklamıştır:

    “Siz Allah’a hakkı ile tevekkül etseniz kuşlar gibi rızıklanırdınız. Onlar aç gider, tok dönerler.” (G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 357/1)

    Müminler için en güzel örnek Peygamberimiz (sav)’in sözleri ve tavırlarıdır. Bu nedenle, herhangi bir zorlukla, nefsinin hoşlanmadığı bir durumla karşılaşan her mümin, Kuran ayetlerini, herşeyi yaratanın Allah (cc) olduğunu düşünerek, Peygamber Efendimiz (sav)’in tevekkülünü örnek almalı, her olayda Allah (cc)’ın hayır yarattığını bilmenin sevincini yaşamalıdır.

  114. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:41 pm

    Sevgili Peygamberimiz (sav)’in Güzel Ahlakı

    Peygamber Efendimiz (sav), Allah (cc)’ın “… ancak o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.” (Ahzab Suresi, 40) ayetiyle bildirdiği gibi insanlar için son peygamber olarak gönderilen, Allah (cc)’ın en son hak kitabını vahyettiği, güzel ahlakı, takvası, Allah (cc)’a olan yakınlığı ile insanlara örnek kıldığı, Allah (cc)’ın dostu, Rabbimiz’in Katında üstünlüğü olan, müminlerin de dostu, en yakını ve velisidir. Allah (cc), “Gerçek şu ki, Biz senin üzerine ‘oldukça ağır’ bir söz (vahy) bırakacağız” (Müzzemmil Suresi, 5) ayetiyle de bildirdiği gibi son peygamber olan Hz. Muhammed (sav)’e önemli bir sorumluluk vermiştir. Peygamberimiz (sav) ise, Allah (cc)’a olan güçlü imanı ile, Allah (cc)’ın kendisine verdiği sorumluluğu en güzeliyle yerine getirmiş, insanları Allah (cc)’ın yoluna, hidayete davet etmiş ve tüm inananların yol göstericisi ve aydınlatıcısı olmuştur.
    Peygamberimiz (sav)’i görmemiş olsak bile, Kuran ayetlerinden ve hadis-i şeriflerden, güzel tavırlarını, konuşmalarını, gösterdiği güzel ahlakı tanıyabilir, ona benzemek, ahirette onunla yakın bir dost olabilmek için elimizden gelen çabayı en fazlasıyla gösterebiliriz. Günümüzde insanlar, birçok insanı kendilerine örnek almakta, onların tavır ve konuşmalarına, üsluplarına, giyim tarzlarına özenmekte, onlar gibi olmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu insanların büyük bir çoğunluğu doğru yolda olmadığı gibi, tavır ve ahlak güzelliğine de sahip değildirler. Bu nedenle insanları doğru olana, en güzel ahlak ve tavıra özendirmek önemli bir sorumluluktur. Bir Müslümanın, tavrına ve ahlakına özenmesi, benzemek için çaba göstermesi gereken kişi, Hz. Muhammed (sav)’dir. Allah (cc) bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirir:

    Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21)

    Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) gibi diğer peygamberler de, Allah (cc)’ın müminler için örnek kıldığı, Allah (cc)’ın razı olduğu kişilerdir. Allah (cc), Yusuf Suresi’nde şöyle bildirmektedir:

    Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur’an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin ‘çeşitli biçimlerde açıklaması’ ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. (Yusuf Suresi, 111)

    Müslümanlara düşen önemli bir sorumluluk da Peygamberimiz (sav)’i birçok yönüyle tanıtmak, onun ahlakını örnek alan insanlardan oluşan bir topluluğun ne kadar üstün özelliklere ve güzelliklere sahip olacağını göstererek, insanları Peygamberimiz (sav)’in ahlakına özendirmektir. Peygamberimiz (sav)’in “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın Kitabı ve Resulü’nün sünneti”1 hadis-i şeriflerinde de bildirdiği gibi, Müslümanların en önemli iki yol göstericisi Kuran ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetidir. Peygamber Efendimiz (sav) hem güzel ahlakı ile insanlara örnek olmuş, hem de insanları güzel ahlaklı olmaya çağırmıştır. Peygamberimiz (sav), “Müminin mizanında en ağır basacak şey güzel ahlaktır. Muhakkak ki, Allah Teala işi ve sözü çirkin olan ve hayasızca konuşan kimseye buğz eder”2 buyurmuştur.

    Peygamberimiz (sav)’in izinden giden Müslümanların da, hem tüm insanlığa güzel ahlakları ve iyi huyları ile örnek olmaları, hem de sözlü ve yazılı olarak onları güzel ahlaka davet etmeleri gerekir. Peygamberimiz (sav)’in çok güzel bir ahlaka sahip olduğunu Allah Kuran’da bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:

    Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin. Artık yakında göreceksin ve onlar da görecekler. Sizden, hanginizin ‘fitneye tutulup-çıldırdığını’. (Kalem Suresi, 1-6)

    Allah (cc) bu ayette ayrıca Peygamberimiz (sav) için kesintisi olmayan bir ecir olduğunu bildirmiştir. Bu, Hz. Muhammed (sav)’in daima güzel ahlak gösterdiğini, takvadan hiçbir zaman ayrılmadığını gösteren bir bilgidir. Peygamberimiz (sav)’in de “İmanın kemali, güzel ahlakladır”3 sözleriyle belirttiği gibi, imanın en önemli alametlerinden biri güzel ahlaktır. Bu nedenle güzel ahlakın en güzel örneklerini öğrenmek ve uygulamak önemli bir ibadettir

  115. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:41 pm

    Hz. Muhammed (sav)’in Tüm İnsanlığa Örnek Adaleti

    Peygamber Efendimiz (sav)’den önceki dönemde Arabistan’da, özellikle de Mekke’nin toplumsal düzeninde, birçok sorunlar vardı. “Cahiliye dönemi” olarak adlandırılan İslamiyet’ten önceki bu zamanda, ırklar ve dinler arasında çok şiddetli bir ayrım ve bu ayrımdan kaynaklanan huzursuzluklar, farklı dinlere mensup kavimler arasında hoşgörüsüz bir ortam, aşiret kavgaları, adaletsiz bir ekonomik düzen, yağmalamalar, zengin ve fakirler arasında çok büyük uçurumlar ve daha pek çok adaletsiz uygulama mevcuttu. Adalet sağlanamıyor, zayıf olanlar gücü ve parası olanlar tarafından olabildiğince eziliyor, insanlara ırkları, dinleri ve dilleri yüzünden zulmediliyordu. İnsanlar karın tokluğuna çok ağır şartlar altında çalıştırılıyor, adeta eziyet görüyorlardı.

    Kuran’da Hz. Muhammed (sav) öncesinde, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan Bedevi toplumunun yapısıyla ile ilgili pek çok bilgi verilmiştir. Allah (cc), Kuran’da Arabistan’daki bu cahil halkın bir kısmının ne derece söz anlamaz olduğunu, “Bedeviler inkar ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah’ın elçisine indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha ‘yatkın ve elverişlidir.’ Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe Suresi, 97) ayetiyle bildirmiştir.

    Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) işte böyle insanların da içinde bulunduğu bir kavme doğruları anlatmak ve onları güzel ahlaka davet etmek için gönderilmiştir. Ancak karşısına çıkan hiçbir zorluk Allah’ın mübarek elçisini yıldırmamış, o, “inkar ve nifak bakımından şiddetli” olan bu insanlara Allah’ın dinini tebiğ etmiş, tüm hayatıyla onlara çok güzel bir örnek olmuştur. Aşağıdaki ayette emredildiği gibi, kavmini daima adaletli olmaya davet etmiştir:

    De ki: “Rabbim adaletle davranmayı emretti…” (Araf Suresi, 29)

    Hz. Muhammed (sav)’in tebliği ve güzel ahlakı tüm Arap Yarımadası’nda çok büyük bir etki uyandırmış ve onun döneminde insanlar akın akın İslam ahlakını kabul etmişlerdir. Kuran’da bildirilen adil hükümler, güzel ahlak, hoşgörü ve barış, sosyal hayata bir düzen ve huzur getirmiştir. Bunun en önemli sebeplerinden biri de Sevgili Peygamber Efendimiz (sav)’in, “…insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor” (Nisa Suresi, 58) ayetindeki Allah (cc)’ın emri gereği, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın adaleti korumasıdır. Bunun bir örneği Peygamber Efendimiz (sav)’in Kitap Ehlinden Necran Halkı ile yaptığı bir sözleşmedir. Bu metin Hz. Muhammed (sav)’in o dönemde benzerine rastlanmayan bir adalet anlayışını insanlar arasında uyguladığını göstermektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in “Adalet isteyen bulacaktır, ne zalim ne de mazlum olacaktır…” şeklindeki sözü, insanlar arasında nasıl bir adalet uyguladığının da ifadesidir. İşte bu benzersiz yönetiminden dolayı Cenab-ı Allah’ın elçisine karşı o dönemde çok güçlü bir güven oluşmuş, hatta en şiddetli düşmanları dahi, onun dürüstlüğünü kabul etmekten kendilerini alamamışlardır.

    Peygamberimiz (sav)’in Allah (cc)’ın emirlerini eksiksizce uygulaması sonucunda ortaya çıkan bu güzel ahlak örnekleri, elçilerin sosyal hayata getirdikleri hoşgörülü, barışçı, huzurlu düzeni de tarif etmektedir. Kuran ahlakının eksiksizce yaşandığı bir ortamda ise aynı yukarıdaki örnekte gördüğümüz gibi kardeşçe ve huzur içerisinde bir yaşam sağlanacağı açıktır

  116. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:42 pm

    Peygamber Efendimiz (sav)’in Tavırlarındaki Mükemmellik ve Üstün Kalite Anlayışı

    Allah Kuran’ın “Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır. Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem Suresi, 3-4) ayetleriyle Peygamber Efendimiz (sav)’in ahlakını övmüş ve tüm Müslümanlara örnek göstermiştir. Allah bu ayetlerde ayrıca Peygamberimiz (sav) için kesintisi olmayan bir ecir olduğunu bildirmiştir. Bu, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in daima güzel ahlak gösterdiğini, takvadan hiçbir zaman ayrılmadığını gösteren bir bilgidir.

    Peygamberimiz (sav)’in de “İmanın kemali, güzel ahlakladır” 1 sözleriyle belirttiği gibi, imanın en önemli alametlerinden biri güzel ahlaktır. Bu nedenle güzel ahlakın en güzel örneklerini öğrenmek ve uygulamak önemli bir ibadettir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), üstün ahlakı, aklı, feraseti, basireti, tevazusu, sevgisi ve merhametiyle tüm müminlere örnek olmuş, bulunduğu ortamlar en güzel ve hikmetli sohbetlerin olduğu, coşkulu, muhabbetli, temiz, ferah, huzur ve güven veren kaliteli ortamlar haline gelmiştir. Tüm Müslümanların da bu gerçeğin bilinciyle kendilerini sürekli geliştirmeleri, ahlaklarını daha da güzelleştirmek için gayret etmeleri ve bulundukları her ortamın Peygamberimiz (sav)’in bulunduğu ortamlar gibi olmasına özen göstermeleri gerekir.

    Sahabelerin birçok rivayetinde, Peygamber Efendimiz (sav)’in nezaketli, ince düşünceli ve üstün bir kalite içeren tavırlarına dair örnekler verilmektedir. Peygamber Efendimiz (sav), hem bir peygamber hem de bir devlet başkanı olması itibariyle, her kesimden insanla sürekli irtibat halinde olmuş; devlet ve kabile reislerinden zengin kimselere; fakir, zayıf, kimsesiz yetimlerden kadın ve çocuklara kadar herkesle görüşmüştür. Sosyal yapıları, yaşayış tarzları, huyları, alışkanlıkları birbirinden tamamen farklı olan tüm bu insanlarla her alanda iyi bir diyalog kurmuş, hepsinin gönlünü hoş tutmuş, her birine karşı nezaketli, anlayışlı, sabırlı ve güzel bir tavır göstermiştir. Şartlar her ne olursa olsun hiçbir zaman için tavırlarındaki kaliteden, asaletinden ve üstün ahlakından taviz vermemiştir.

    Peygamber Efendimiz (sav)’in çevresinde bulunan yakın sahabelerinin aktardıkları olaylardan, Peygamber Efendimiz (sav)’in “son derece nezih, kaliteli, latif ve ince düşünceli” olduğu anlaşılmaktadır. Peygamberimiz (sav) edep, terbiye ve görgü kurallarını hayatında en kaliteli ve en ideal şekliyle uygulamıştır. Bu konuda bilgi veren hadislerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

    Hz. Ayşe (ra), “Resulullah (sav)’dan daha güzel ahlaka sahip hiç kimse yoktur. Ashabından ve ailesinden birisi kendisine seslenince, ‘Buyrun’ diye karşılık verirdi. Bu sebeple Allah, ona, ‘Sen yüksek bir ahlak üzeresin’ buyurmuştur” 2 diyerek, Peygamber Efendimiz (sav)’de gördüğü güzel ahlakı anlatmıştır. Peygamber Efendimiz (sav)’in evinde yetişen ve yıllarca ona hizmet eden Hz. Enes (ra), Peygamberimiz (sav)’in eşsiz nezaketini şöyle anlatmıştır:

    “Kendisine bir şey soranı can kulağıyla dinler, soruyu soran yanından ayrılmadıkça, onu terk etmezdi. Resulullah (sav) ile bir kimse tokalaşırsa veya bir kimse tokalaşmak için elini uzattığında, karşısındaki kişi elini çekmeden Resulullah (sav) elini çekmezdi. Biriyle yüz yüze gelince de, karşısındaki, yüzünü çevirip ayrılmadıkça Resulullah o kimseden yüzünü çevirmezdi. Önüne oturan kimseye hiçbir zaman ayaklarını uzatmazdı. Karşılaştığı kimseye önce kendisi selâm verirdi. Ashabıyla tokalaşmaya önce kendisi başlardı.”

    Kimsenin sözünü kesmezdi. Konuşmasını yarıda bırakmazdı. Konuştuğu kişi sözünü bitirmeden yahut gitmek üzere ayağa kalkmadan sohbetine devam ederdi…3

    Peygamberimiz (sav)’in müminlere de güzel ahlakı tavsiye ettiği hadislerinden bazıları ise şöyledir:

    “Rabbim bana dokuz şey emretti: Gizli halde de aleni halde de Allah’tan korkmamı, öfke ve rıza halinde de adaletli söz söylememi, fakirlikte de zenginlikte de iktisat yapmamı, benden kopana da sıla-ı rahim (dostluk) yapmamı, beni mahrum edene de vermemi, bana zulmedeni affetmemi, susma halimin tefekkür olmasını, konuşma halimin zikir olmasını, bakışımın ibret olmasını, marufu (doğru ve güzel olanı) emretmemi.”

    “Sana zulmedeni affet. Sana küsene git, sana kötülük yapana iyilik yap. Aleyhine de olsa hakkı söyle.”4

    Peygamberimiz (sav) hayatı boyunca binlerce insanı eğitmiş; dini, güzel ahlakı bilmeyen insanların güzel tavırlı, ince düşünceli, fedakar, üstün ahlaklı insanlar olmalarına vesile olmuştur. Kendisinden sonra da sözleri, tavrı ve ahlakı ile milyonlarca insanın eğitimine vesile olan kutlu Peygamberimiz (sav), çok hayırlı bir yol gösterici ve eğiticidir.

    Allah’ın alemlere rahmet olarak gönderdiği kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), Allah’ın insanları uyarmakla görevlendirdiği son peygamberidir ve diğer tüm elçiler gibi, insanları doğru yola, Allah’a iman etmeye, ahiret için yaşamaya ve güzel ahlaka çağırmıştır. Bu daveti sırasında kullandığı yöntemler, konuları anlatış şekli, üslubu ve tavırlarındaki üstün kalite anlayışı örnek alınmalı, her Müslüman insanları din ahlakını yaşamaya davet ederken Peygamber Efendimiz (sav) gibi bir tavır içerisinde olmaya gayret etmelidir.

  117. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:42 pm

    Peygamberimiz (sav)’in Kıymetli Tavsiyeleri

    Peygamber Efendimiz (sav) “…Şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem Suresi 4) ayetinde de belirtildiği üzere çok güzel ahlaklı, şefkatli, anlayışlı, ince düşünceli bir insandı. Tüm müminlerin maddi ve manevi her türlü sorunu ile ilgilenir, sağlıkları ve güvenlikleri için tüm tedbirleri alır, imanlarını ve takvalarını sürekli takviye etmeleri için onlara hatırlatmalarda bulunurdu. Peygamberimiz (sav)’in tüm insanlığa örnek olan şefkati bir ayette şöyle bildirilmektedir:

    Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir. (Tevbe Suresi, 128)

    Kuran ahlakını yaşayan ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetlerinin izinden giden müminler de onun güzel özelliklerini kendilerine örnek almalıdırlar. Müminler için her türlü fedakarlıkta bulunmalıdırlar. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

    Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)

    Müminlerin merhamet ve yardımseverlikleri, hayatın her anında kendini göstermektedir. Örneğin, savaş anında esirlere, yolculuk esnasında yolda kalmışlara, zorluk içinde olan yoksullara ve yetimlere yardım etmeyi de Kuran ahlakının gereği olarak seve seve yerine getirirler. Kuran’da şu şekilde bildirilir:

    Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. “Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz’den korkuyoruz.” (İnsan Suresi, 8-10)

    Peygamber Efendimiz (sav) de hadis-i şeriflerinde, merhametin ve şefkatin önemine şu şekilde değinmiştir:

    “Merhamet edin, merhamet olunasınız. Af edin, af olunasınız. Yazık, laf ebesi olanlara. Yazık günahlarına bilerek devam edip, istiğfar etmeyenlere.” (G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 70/10)

    “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (a.g.e. 446/11)

    Tüm müminler, Peygamberimiz (sav)’in şefkatli ve merhametli yapısını örnek almalıdırlar. Çünkü bu, Müminlerin Allah’ın rızasını kazanıp, aralarındaki kardeşlik bağlarının da artmasına ve güçlü bir birlik olmalarına vesile olacaktır.

  118. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:43 pm

    Peygamberimiz (sav)’in tüm alemlere örnek olan üstün ahlakı

    Peygamber Efendimiz (sav), Allah (cc)’ın “… ancak o, Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.” (Ahzab Suresi, 40) ayetiyle bildirdiği gibi, insanlar için son peygamber olarak gönderilen, Allah (cc)’ın en son hak kitabını vahyettiği, güzel ahlakı, takvası, Allah (cc)’a olan yakınlığı ile insanlara örnek kıldığı, Allah (cc)’ın dostu, Rabbimiz’in Katında üstünlüğü olan, müminlerin de dostu, en yakını ve velisidir.

    Allah (cc), “Gerçek şu ki, Biz senin üzerine ‘oldukça ağır’ bir söz (vahy) bırakacağız” (Müzzemmil Suresi, 5) ayetiyle de bildirdiği gibi, son peygamber olan Hz. Muhammed (sav)’e önemli bir sorumluluk vermiştir. Peygamberimiz (sav) ise, Allah (cc)’a olan güçlü imanı ile, Allah (cc)’ın kendisine verdiği sorumluluğu en güzeliyle yerine getirmiş, insanları Allah (cc)’ın yoluna, hidayete davet etmiş ve tüm inananların yol göstericisi ve aydınlatıcısı olmuştur.

    Peygamberimiz (sav)’i görmemiş olsak bile, Kuran ayetlerinden ve hadis-i şeriflerden, güzel tavırlarını, konuşmalarını, gösterdiği güzel ahlakı tanıyabilir, ona benzemek, ahirette onunla yakın bir dost olabilmek için elimizden gelen çabayı en fazlasıyla gösterebiliriz. Kuran’da Peygamberimiz (sav)’in bu üstün ahlakı şöyle bildirilir:

    Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21)

    Peygamberimiz (sav)’in “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın Kitabı ve Resulü’nün sünneti” hadis-i şeriflerinde de bildirdiği gibi, Müslümanların en önemli iki yol göstericisi Kuran ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetidir. Peygamber Efendimiz (sav) hem güzel ahlakı ile insanlara örnek olmuş, hem de insanları güzel ahlaklı olmaya çağırmıştır. “Müminin mizanında en ağır basacak şey güzel ahlaktır. Muhakkak ki, Allah Teala işi ve sözü çirkin olan ve hayasızca konuşan kimseye buğz eder” buyuran Peygamberimiz (sav), bir başka hadisinde de “Ruhumu kudret altında tutan Allah’a yemin ederim ki cennete sadece güzel ahlak sahipleri girer” şeklinde bildirmektedir. Peygamberimiz (sav)’i, Kuran’da bildirildiği gibi, bu örnek ahlakıyla tanımak ve tüm insanların da tanımasına vesile olmak, tüm Müslümanlar için önemli bir sorumluluktur. Peygamberimiz (sav)’in bu üstün ahlakı Kuran’ın diğer ayetlerinde şöyle bildirilmektedir:

    Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun. Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin. Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır. Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin. (Kalem Suresi, 1-4)

    Allah (cc) bu ayette ayrıca Peygamberimiz (sav) için kesintisi olmayan bir ecir olduğunu bildirmiştir. Bu, Hz. Muhammed (sav)’in daima güzel ahlak gösterdiğini, takvadan hiçbir zaman ayrılmadığını gösteren bir bilgidir. Peygamberimiz (sav)’in de “İmanın kemali, güzel ahlakladır” sözleriyle belirttiği gibi, imanın en önemli alametlerinden biri güzel ahlaktır. Bu nedenle güzel ahlakın en güzel örneklerini öğrenmek ve uygulamak aynı zamanda önemli bir ibadettir.

    Peygamberimiz (sav) de, insanları güzel ahlaklı olmaya çağırmış, onlara Allah (cc)’ın razı olacağı ahlakın ve davranışların nasıl olması gerektiğini açıklamıştır. Kuran’da Peygamberimiz (sav)’e güzel ahlakla ilgili insanlara hatırlatması emredilen ayetlerden bazıları şöyledir:

    De ki: “Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin de, onların da rızıklarını Biz vermekteyiz- Çirkin-kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın… (Enam Suresi, 151)

    Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah’ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Enam Suresi, 152)

    Peygamber Efendimiz (sav)’in güzel ahlakı tavsiye ettiği bir hadis-i şerifi ise şöyledir:

    “Rabbim bana dokuz şey emretti: Gizli halde de aleni halde de Allah’tan korkmamı, öfke ve rıza halinde de adaletli söz söylememi, fakirlikte de zenginlikte de iktisat yapmamı, benden kopana da sıla-ı rahim (dostluk) yapmamı, beni mahrum edene de vermemi, bana zulmedeni affetmemi, susma halimin tefekkür olmasını, konuşma halimin zikir olmasını, bakışımın ibret olmasını, marufu (doğru ve güzel olanı) emretmemi.”

  119. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:45 pm

    Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalb ile itiraf etmek ve dille söylemektir.
    İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz. Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden men edici olması, misafirperver ve geceleri insanlar uyurken ibadet edici olması, âlim ve cesur olması.
    Büyük âlimlere tâbi olunuz; bidat yoluna, dinde olmayıp, sonradan çıkarılan şeylere sapmayınız. İtaat ediniz, muhalefet etmeyiniz. Sabrediniz, sızlanmayınız. Sabit kalınız, ayrılıp dağılmayınız. Bekleyiniz, ümit kesmeyiniz. Özünüzü günahtan temizleyiniz, kirletmeyiniz. Hele Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız.
    Kalb dünya arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkânı yok, ahireti sevmiş olamaz.
    Mümin, insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir. Fakat kendi mahzundur. Peygamber efendimiz; “Müminin sevinci yüzündedir. Hâlbuki kalbi mahzundur” buyurmaktadır. Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok, gülmesi azdır. Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler. Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, kalbi Rabbini anmakla meşguldür. Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi iledir.
    İnsanlara gösteriş için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabul etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Peygamber efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı.
    İlk önce yapılması lazım olan şeyler hususunda “Müminin, en önce farzları yapması lazımdır. Farzları bitirdikten sonra, vacip ve sünnetleri yapar. Ondan sonra, nafilelerle meşgul olur. Farz borcu varken sünnet ile meşgul olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın, sünnetleri kabul olmaz. Hz. Ali’nin rivayet ettiği hadis-i şerifte, Hz. Muhammed diyor ki: “Üzerinde farz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nafile namazlarını kabul etmez.” Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar onun sermayesi, nafileler de kazancıdır. Sermaye kurtarılmadıkça, kazancı olamaz” demiştir.
    Kötü arkadaşları terk et. Onlara sevgi duyma, salihleri sev. Yakının bile olsa, kötü arkadaştan uzak dur. Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla beraber ol. Kimi seversen, seninle onun arasında bir yakınlık hâsıl olur. Bu bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak.
    Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünya lezzetleri olmasın. Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir. Kalbin düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin düşüncesi Allahü teâlâdır. Senin düşüncen, Rabbin ve Onun katında bulunan nimetler olmalıdır. Dünyadan (haram ve şüphelilerden) ne terk edersen, mutlaka bunun karşılığında ahirette ondan daha hayırlısı vardır. Ömründe sadece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et de ahiret için hazırlık yap.
    Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak. Dünya ve ahirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle uğraşmayı bırak. Kalbinden dünya düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında dünyadan alınacak, ahirete götürüleceksin. Dünyada rahat ve hoş bir hayat arama. Resul-i ekrem; “Hayat, ahiret hayatıdır.
    Müslümanlar hakkında iyi zan sahibi ol. Onlar hakkında niyetini düzelt. Her türlü hayır işi yapmaya koş. Bilmediğin hususlarda ahireti düşünen âlimlere sor.
    Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste. Sakın; “Ben istiyorum. Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim.” deme. Duaya devam et. Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder. Eğer Allahü teâlâ senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allahü teâlâ sana razı ve memnun olacağın bir hal verir. Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vazgeçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir. Eğer dünyada borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir.
    Ahireti sermayen, dünyayı bu sermayenin kazancı yap. Zamanını, önce ahireti elde etmek için sarf et. Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca. Sakın dünyanı sermaye, ahiretini onun kârı şeklinde yapma. Böyle yaparsan, dünyadan artan zamanını, ahiretin için sarf edersin. Bu zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın. Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riayet etmezsin. Sonra dünya işlerinden dolayı yorulur ve bitkin düşersin. Geceleri kaza namazı kılmaya fırsat bulamazsın. Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun. Nefsine, heva ve isteğine hatta şeytana tâbi olursun. Ahiretini dünyaya karşılık satarsın. Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun. Halbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzip etmek ve selamet yoluna sokmakla emrolunmuşsun. Bunlar ahiret yolu, Rabbine taat yoludur. Sen, nefsinden gelen istekleri kabul etmekle, kendine zulmettin. İpini onun eline verdin. İsteklerinde, lezzetlerinde, hevasında ona uydun. Sonunda dünya ve ahiretin hayırlısını kaçırdın. Dünya ve ahiretini zarara soktun. Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünya bakımından insanların en müflisi ve en zararlısı olursun. Nefsine uymakla, dünyadan fazla bir şeye ulaşamadın. Eğer nefsini ahiret yoluna çekseydin, ahiretini esas ve sermaye kabul etseydin, dünya ve ahiretini kazanırdın. Nefsin kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun. Eğer dünyaya rağbet etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allahü teâlâya itaat edersen, Allahü teâlânın has kullarından olursun.
    Kardeşinin sana yaptığı nasihati kabul et. Ona muhalefet etme. Çünkü o, senin kendinde göremediğin şeyleri görür. Bunun için Resul-i ekrem; “Mümin, müminin aynasıdır” buyurmuştur. Mümin, din kardeşine yapmış olduğu nasihatlerde samimidir. Onun göremediği şeyleri bildirir. Ona, iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir. Ona, lehinde veya aleyhinde olan şeyleri anlatır.
    Acele etme. Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur. Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isabet kaydeder veya isabet etmeye yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek, Allahü teâlâdandır. Umumiyetle aceleye sebep, dünyalık toplama hırsıdır. Kanaat sahibi ol. Kanaat bitmeyen bir hazinedir.
    Allahü teâlâdan hakkıyla hayâ ediniz. Gaflette olmayınız. Zamanınız, zayi olup gidiyor. Halbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak, ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak, oturamayacağınız binaları kurmakla meşgul oluyorsunuz. Bütün bunlar size, Rabbinizin huzurunda hesap vermek için duracağınızı unutturuyor. Halbuki Allahü teâlâyı anmak, ariflerin kalblerinde yerleşir. Onların kalblerini kuşatır. Onlara, Allahü teâlâyı hatırlamaya mani olan her şeyi unutturur.
    Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor, ya kalbinin hali nasıl? Cemaat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin. Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allahü teâlânın rızasını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allahü teâlâdan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, adi ve bayağı niyetlerin için tevbe et.
    İnsanlara gösteriş için, onların rızalarını almak için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabul etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Çünkü sen, hüzün evinde ve dünya hapishanesindesin. Resul-i ekrem daima tefekkür ederdi. Sevinçleri az, hüzünleri çoktu. Az gülerdi. Sadece başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı.
    Kulun Allahü teâlâyı sevmesinde samimi olup olmadığı, başına bela ve musibet geldiği zaman ortaya çıkar. Bela ve musibet geldiğinde sabır ve sükun halini muhafaza edebiliyorsa, o gerçekten Allahü teâlâyı seviyor demektir. Musibet ve fakirlik zamanında sebat gösterebilmek bu sevgiye delil ve alamet yapıldı. Birisi Hz. Muhammed’e; “Ben seni seviyorum” deyince; “Fakirlik için bir elbise hazırla” buyurdu. Bir başkası gelip Hz. Muhammed’e; “Ben Allahü teâlâyı seviyorum” deyince; “Bela için elbise hazırla” buyurdu.
    Halinizden şikâyette bulunmayın. Sabredin, feryat etmeyin. Doğruluk üzere devam edin. İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin. İçinde bulunduğunuz istenmeyen hallerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Daima ümitli olun. Birbirinize düşman değil, kardeş olun. Birbirinize buğz etmeyin. Allahü teâlâya, rızası için yapılan sabırlar ve tahammüller, asla karşılıksız kalmaz. Onun için bir an olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükâfatını görürsünüz. Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhur olan, bu lakabı, bir anlık cesareti neticesinde kazanmıştır. Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimde mealen; “Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle beraberdir” buyuruyor (Bakara suresi: 153)
    Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyadan ayrılacaksınız. Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganimet biliniz. Tevbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkân varken bunu fırsat biliniz. Tevbe ediniz. Dua etmeye imkanınız varken, dua ediniz. Salih kimselerle beraber olmayı fırsat biliniz.
    Kabirleri ziyaret ediniz. Salih kimseleri de ziyaret ediniz. Hayırlı işler yapınız. Böyle yaparsanız, her şeyiniz düzelir.
    Mümin kimse küçük günahları da büyük görür. Peygamber efendimiz; “Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar. Münafık ise, günahını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür” buyurdu.
    Ey mümin! Ne oluyor ki, seni, komşunu; yemede, içmede, giymede ve başka şeylerde kıskanır görüyorum. Bu nasıl iş? Bilmiyor musun ki, bu senin imanını zayıflatır. Mevlânın yanında kıymetin kalmaz. Seni, Allahü teâlânın gazabına uğratır. Hz. Muhammed; “Allahü teâlâ, hasetçi kimse nimetimin düşmanıdır, buyurdu” diye bildirmiştir. Resul-i ekrem bir hadis-i şerifte; “Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer” buyurdu. Sen, haset ettiğin kimseyi, hangi ve ne hususta haset ediyorsun. Onun kısmeti için mi, yoksa kendi kısmetin hususunda mı haset ediyorsun? Eğer onu, Allahü teâlânın ona kısmet olarak verdiği şeyde haset ediyorsan, ona haksızlık etmiş olursun. Haset ettiğin kimse, Allahü teâlânın kendisi için takdir ve taksim ettiği nimetin içerisinde bulunmaktadır. Sen onu, Allahü teâlânın bu ihsanından dolayı haset etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptığını, ne kadar akılsızlık ettiğini biliyor musun? Eğer onu, sana takdir edilenin onun eline geçeceğinden endişe ederek kıskanıyorsan, bu senin çok cahil olduğunu gösterir. Çünkü senin kısmetini başkası yiyemez. Muhakkak ki Allahü teâlâ sana zulmetmez. Allahü teâlâ senin için takdir ettiğini, sana nasip olarak verdiğini, senden alıp başkasına vermez

  120. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:50 pm

    VELİLERİN HİMMETİ
    Üzerinde çokça tartışılan kavramlardan biri de himmettir. Tasavvufi yaşantı sahiplerinin sıkça kullandığı himmet nedir? Niçin tartışma konusu yapılıyor? Neresi yanlış anlaşılıyor? Himmet kavramını kullananlar niçin ve nasıl kullanıyor?

    Velilerin Özellikleri

    Velilerin Himmeti

    ………………………………………………..

    Evliya Ve Zikrullah
    Evliyauşşeytan
    Evliyaların Çeşitleri
    Enbiya-Evliya Farkı

    Evliyaların Kerameti

    ………………………………………………..

    Evliya Tokadı
    Evliyaya Bağlanma
    Şeyh Gerekli mi?
    Evliyaya Hürmet

    Himmet, kelime manasıyla kalbi, iradeyi, duygu ve düşünceyi bir noktaya toplayıp, tek hedefe yönelmek demek. Kelime kökü Arapça “hemm”. Hemm, iyi olsun kötü olsun, herhangi bir şeyi yapmaya yönelmek, himmet ise, kıymetli, şerefli ve güzel şeylere yönelmek manasını taşıyor.

    Kelime manasıyla düşündüğümüzde, her insanın azmettiği ve gayretini yönelttiği bir hedefi mevcut. İnsanların kimi sadece karnına, kimi de kalbine yöneliyor. Herkesin kıymeti de yöneldiği şeye göre ölçülüyor. Buradan hareketle, derdi yalnızca dünya olanın Allah katında hiçbir kıymeti olmaz. Hedefi Allah (CC) Hz.leri’nin rızası olanın ise, kıymeti kelimelerle ölçülemez.

    Bugün günlük hayatımızda himmet deyince akla yardım ve destek geliyor. ‘Falanın himmetiyle müşkilim çözüldü’ derken, bana sağladığı destekle sıkıntıdan kurtuldum demeyi kastediyoruz. Böyle bir himmeti inkar eden yok. Çünkü bütün insanlık, birbirine muhtaç bir halde yaratılmıştır. Zayıflar güçlülere, fakirler zenginlere, hastalar doktorlara, cahiller alimlere muhtaç edilmiş; kendisine maddimanevi imkan ve nimet verilenler de, onu muhtaçlara ulaştırmakla görevlendirilmiştir.

    Çokça tartışılan velilerin ve kâmil mürşidlerin himmeti meselesine gelince; buna mürşidin teveccühü, manevi tasarrufu, nazarı, feyzi ve duası da denir. Velilerin uzaktaki kimselere himmet etmesine ve tasarrufta bulunmasına bazıları itiraz ediyor. Mesele, ruhani alemde ruh vasıtası ile cereyan ettiği için, maddi şartlara mahkum olmuş akıl onu anlamakta zorlanıyor. Çünkü bu himmet ve yardım farklı boyutlarda, bilinen zaman ve mesafe ölçüleri dışında tezahür ediyor. Bu nedenle onu bizzat tecrübe etmeyenler, olduğuna inanmak ve olayı anlamak için delil ve izah istemekteler. Bunda haklılar. Biz de meseleyi işin ehline ve onu tecrübe edenlere soracağız. Bu konudaki delilleri ortaya koyacağız. Yanlış anlama ve uygulamaları tesbit edeceğiz.

    Tasavvuf erbabına göre himmet; kulun kendisini veya başkasını bir hayra ulaştırmak, bir şerden korumak veya bir kemâli ele geçirmek için bütün ruhanî gücünü kullanarak kalbiyle Cenab-ı Hakk’a (CC) yönelmesidir.[1]

    Himmet, ilahi nurla temizlenmiş ve takva ile yücelmiş ruhların Allah’ın (CC) izniyle muhtaç kullara yardım etmesidir. Bu âli ruhlar zamana bağlı değildir, mekan ile sınırlanmazlar. Maddi şartlar engel olmaz onlara. Himmet, kâmil velilere emanet edilmiş ilahi bir nurdur. O nur ile yol alır, hak yolcularını terbiye ve takviye ederler.

    Himmet, Allah’ın (CC) bir rahmetidir. Himmet ehli, bir rahmeti yerine ulaştırmakla görevli Allah’ın (CC) dostudur. Kur’an ifadesiyle onlara “cündullah (Allah’ın (CC) askerleri)” denir. Sayılarını, yerlerini ve görevlerini ancak Allah bilir.[2] Onlar, meleklerden ve kâmil müminlerden oluşur. Cenab-ı Hak (CC) Hz.leri, onlar vasıtasıyla dilediklerine yardım edip, müşküllerini çözer. Aslında kuluna destek veren ve müşkülünü çözen Allah’tır (CC). Peygamber (AS) olsun, veli olsun, diğer varlıklar vasıtadan başka bir şey değildir. Bu hakikati Rasulullah (SAV) Efendimiz şöyle ifade buyuruyor: “Asıl veren Allah’tır (CC), ben ise verileni taksim edip yerine ulaştırmakla görevliyim.”[3]

  121. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:50 pm

    EVLİYAYA BAĞLANMA
    VAsıl olarak kalben bağlılık, Resulullah (sav) Efendimiz’e yapılır. Ancak insanlara doğru yolu göstermekle memur olan Allah-ü Teala (cc) Hz.leri’nin veli kullarına bağlanmanın caiz olduğuna da hiç şüphe yoktur.

    Velilerin Özellikleri

    Velilerin Himmeti

    ………………………………………………..

    Evliya Ve Zikrullah
    Evliyauşşeytan
    Evliyaların Çeşitleri
    Enbiya-Evliya Farkı

    Evliyaların Kerameti

    ………………………………………………..

    Evliya Tokadı
    Evliyaya Bağlanma
    Şeyh Gerekli mi?
    Evliyaya Hürmet

    Çünkü onlar Resülullah (SAV) Efendimiz’in gerçek varisleri ve vekilleridirler. Biz, Resülullah (SAV) Efendimizin varisi ve vekilleri olan bu mübarek zatları sevmekle de emrolunduk. Bu büyük zatlar, davet, irşad ve insanları terbiye hususunda, Resülullah (SAV) Efendimiz’in yaptığı vazifeyi yapmaktadırlar. Onlar kıyamete kadar bu hususta Resülullah (SAV) Efendimiz’in vekilleridirler.

  122. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:52 pm

    abdülkadir geylani geylani ekolinin şeyhidir.

    ‘ekol’ dini konulara bakış açısıdır

  123. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:52 pm

    gavsul azam seyid abdul kadir geylani hz ni görenlerden tarif etmek gerekirse heybetli tatlı sert peykamber efendimizi harfiyen izleyerek kutub olan allah ın sevdiği razı olduğu kuran da meth etiği insan

  124. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:53 pm

    O söylüyor:
    ‘Başlangıcım şöyleydi, dillerde söylenirdi
    Beşikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi.’
    Yalan söylemek bir yana, yalan düşüncesi dahi olmayan…
    25 yıl, her niyetle 40 gün oruç tutan…
    ‘Gaye-İnsan ve Ufuk Peygamber’i dünya gözüyle görmüş…
    Sultan-ıl Evliya…
    Kavs-ü azam…
    Kadiri ve Nakşibendi Saadatlarının ilki…
    Hem seyyid, hem şerif…
    O’nun, fahr-i cihanın torunu…
    İrşadı hala devam ediyor

  125. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:54 pm

    Aydan aydin simasi
    Zikrullahtir esmasi
    Coktur derde devasi
    Padisahtir Geylani

    Kardesler Allah sizlerden razi olsun… Duanizi eksik etmeyin insaallah…

  126. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 9:59 pm

    -i Gavs-ı A’zâm Abdulkadir Geylani

    [Kaddesallahu Sırrahulaziz]

    SOHBETLER

    “Unutmayın ki, dîninizin elden gitmesi dört şeyden dolayıdır:

    Bildiğinizle amel etmiyorsunuz
    Bilmediğinizle amel ediyorsunuz, (ilimsiz amel fayda vermez).
    Bilmediklerinizi öğrenmeğe çalışmıyorsunuz, bilgisiz kalıyorsunuz.(Halbuki beşikten mezara kadar ilim tahsil etmekle emrolundunuz)
    Halkı da bilmediğiniz şeyleri öğrenmekten alıkoyuyorsunuz (âdeta engel oluyorsunuz. İlmin kapısını kapamak, o kapıdan girmek isteyenlere mâni olmak çirkin bir cinâyettir).”(S.12)
    “Allah’ın velî kulları (O’nun dostları) diğer insanlara nisbetle sağır ve kördürler; kalbleri Allah’a yakınlık peydâ edince başkasının sözünü duymaz olurlar, başkasını görmez olurlar. Yakınlık onları mestu hayran eder, ilâhî heybet onları kendilerinden geçirir.Muhabbet onları mahbublarının huzuruna bağlar.

    Artık onlar Celâl sıfatiyle Cemâl sıfatının tecellileri arasında bir mevkidedirler, ne sağa ne de sola meyletmezler.Onların, ötesi olmayan bir önü var; insanlar, cinler, melekler ve sair yaratıklar onlara hizmet eder. İlim ve hikmet onların susuzluğunu giderir.Allah’ın fazlü kereminden yerler, dostluk şarabından içerler. Halkın sözü onları meşgul etmez. Evet, onlar bir vadide, halk da ayrı bir vâdidedir. Halka, Allah’ın emrettiğini emrederler Peygamberlere vekâleten, halkı Allah’ın men ettiği şeylerden men ederler. Hakikatde Peygamberlerin vârisleri bunlardır.” (S.18)

    “Allah’ın velîleri, O’nun huzurunda edep makamındadırlar. Hak’tan sarih bir izin olmadıkça hareket etmezler, bir adım bile atmazlar. Kalblerine açık bir müsaade ilhâmı vâki olmadıkça mubâh şeylerden yemezler, giymezler, nikâh yapmazlar ve hiçbir sebepde tasarrufta bulunmazlar. Onlar Hak ile beraberdirler; kalbleri ve gözleri evirip çeviren yegâne mutasarrıf ile kaimdirler. Rablerine şu dünyada kalbleriyle, ahirette cisimleriyle kavuşmadıkça hiçbir kararları olmaz. Yani gönül rahatlığına erişemezler, Allah’a kavuşmadıkları müddetçe…”(S.19)

    “Allah’ı bilen kimsenin nefsinin, tabiatının, nefsan-i arzularının ve nihayet vücudunun dili söylemek hale gelir. Ama kalb, sır, hal ve makam diline gelince o nâil olduğu nîmetleri izhâr etmek için konuşur.” (S.20)

    “Halvet, kalb cihetiyle bütün eşyadan sıyrılıp arınmaktır. Öyleki iç âlemin eşyadan arınıp soyununca artık o dünyasız, âhiretsiz ve Hak’dan başka olan şeylersiz bir mârifet içinde tecerrüd elde etmiş olur.” (S.25)

    “Genç kardeşim! Sen ne nefisle beraber ol, ne de şehvânî arzularınla… Ne dünya ile beraber ol, ne de âhiretle… Hak’dan başkasına uyma… Böyle yapacak olursan tükenmek bilmiyen bir hazineye kavuşursun. Artık Azîz ve Celîl olan Allah’tan sana arkasında delâlet olmayan bir hidâyet gelir…

    Senin azmü gayretin yeme, içme, giyme ve evlenme gibi basit şeyler olmasın. (Çünkü bunlar gaye değil, gayeye ulaşmak için vasıtadır.Vasıtayı gaye yerine koyma). Unutmaki bunların hepsine olan istek nefis ve tabiattan gelmektedir. Kalb ve sırrın azm-u gayreti nerede? Asıl onu bilmek ve bulmak lâzımdır. Şüphen olmasın ki, bu Hakk’ı talepten başka bir şey değildir. Senin himmetin, en önemli meselen olmalıdır. O halde azm-u himmetin sadece Rabbin ve O’nun katındaki şeyler olsun…” (S.28)

    “Şu dünyada terkettiğin her şeyin en hayırlısını âhirette bulursun. Artık sen ömründen tek bir gün kalmışcasına hazırlıklı ol… Ölüm meleğinin gelmesine kendini hedef olarak kebul et, bir gün o ok sana da dokunacaktır.” (S.28)

    “Evet, mü’mine gereken önce farz ibâdetlerle meşgûl olmak, onları dosdoğru yaptıktan sonra sünnetlerle ve sonra da nâfile ve fâziletlerle vakitlerini değerlendirmektir. Farzları yerli yerince yapmadan nâfilelerle iştigâl etmek ahmaıklık ve bilgisizliğin tâ kendisidir. Zira farzlardan önce nâfile ibâdetlerle meşgûl olmak kabule şayân değildir.” (S.55)

    “Allah’a itaat ve tekvâ üzere bulunman, şeriatın zâhirine gerekli olman, göğsünü selâmette tutman, nefs-i ferağate, gönül açıklığı içinde cömertliğe, mütebessim bir çehreye sahip olman, karşılıksız vermen, ezâ ve cefâyı bırakman, eziyyet ve fakirliğe katlanmanla vasiyet ederim.

    Büyük zatlara saygılı ol, din kardeşlerinle iyi geçin, küçüklere ve büyüklere karşı son derece hayırhah davran. Başkasiyle çekişme, kimseye hasım olma. Şefkat ve merhameti şiâr edin. Fakirleri kendi nefsine tercih et. Servet toplamaktan –meşru bir yoldan değilse- kaçın. Kendini hak ve hakikate verenlerin mertebe ve tabakasında olmayan düşüklerle sohbeti terket. Dinî ve dünyevî hususlarda Müslümanlara yardımcı olmaya çalış.” (S.79)

    “Sizden (Müslümanlıktan) evvelkilerin güneşleri battı. Bizim güneşimiz ebedi olarak gök yüzünün en yüce yerlerinde kalacak, batmayacaktır.”

    “Dört şey kalbin düzelmesine medar olur:

    1-Yenilen lokmaya dikkat etmek,

    2-İbâdet için zaman ayırmak,

    3-Kerameti muhafaza etmek (gizli tutup etrafa duyurmamaya çalışmak),

    4-İnsanı Allah’tan alıkoyan şeyleri terketmek.” (S. 93)

    “Helâl yemek bir nûr ise, haram yemek boğucu bir karanlıktır. Haram yemek kalbi öldürür. Helâl lokma ise gönlü diriltir.”

    “Hiçbir amel ile aldanıp mağrur olma. Çünkü ameller Hâtimesiyle (son durumuyla) ölçülür.

    Dünya denizinde tetik üzere bulun, son derece hassas ol. Çünkü o denizde birçok kimseler boğulup kaybolmuştur.” (S.94)

    ********

    SIRRÜ’L- ESRAR

    Gerçekten ilim; değeri anlatılanlar arasında en üstün şerefi taşımakta, en yüce mertebeye sahip olmakta, en pahalı ziynet olmakta, manen en üstün ticareti getirmektedir.

    Çünkü âlemlerin Rabbı olan Allah’ın (c.c) tevhidine ilimle erilir.

    Nebileri, resûlleri tasdik edebilmekilimle olur. Onlara salât ve selâm olsun…

    Âlimler, Allah’ın has kullarıdır; onları dinî ilimleri için seçti.Taşıdıkları fazilet meziyeti icabı ilim nûrunu onlara verdi.Onları halk arasından tercihle ayırdı.

    Çünkü onlar, nebilerin varisi, halifesi ve resûllerin halka efendi kıldığı kimselerdir.Aynı zamanda peygamberler için, en iyi irfan duygusunu onlar taşır.

    Hakk Teâlâ ilim sahiplerini överken şöyle buyurur.

    -“Sonra, kitabı öyle kimselere bıraktık ki, onları kullarımız arasından ayırdık… Onların bir kısmı nefsine zulmeder, bir kısmı orta halli gider- hataları ile sevapları eşit geçer- Bir kısmı da hayra koşar.”(Fatır,32)

    Sonra… Peygamber S.A. efendimiz de o zatları överken şöyle buyuruyor:

    -“İlim sahipleri; peygamberlerin varisleridir.Sema ehli onları sever.Denizdeki balıklar, kıyamete kadar onlar için bağı diler.”

    Allah-ü Teâlâ, bir başka Âyet-i Kerimede ilim sahiplerini şöyle tavsif eder:

    -“Ancak, Allah’tan âlim kulları korkar.(Fatır, 28) (S.14)

    “ Ruh-u Muhammedî, olanların özü; kâinatın evveli ve aslıdır.Buna işareten Peygamber S.A. efendimiz buyurur:

    -“Ben Allah’tan; müminlerde benden…”

    Allah-ü Teâlâ, lâhût âleminde ve hakikî ahsen-i takvim’de; bütün ruhları onun S.A.ruhundan yarattı.

    O; S.A. yukarıda bahsi edilen âlemde, bütün insanlığın adıdır.O, S.A. vatan-ı aslîdir.

    Bu yaratılıştan dört bin yıl sonra, Hazret-i Muhammedin S.A. göz nûrundan arşı yarattı. Kâinatın kalan kısmını da arştan yarattı. Ondan da kâinatı…

    Sonra… yaratılan ruhları, kâinatın en aşağı derecesine indirdi. Yani bu cesetler âlemine demek istiyorum.” (S.18)

    “Bu hallerden sonra; Allah-ü Teâlâ o ruhlara, bu cisme girmeleri için emir verdi; onlar da Allah’ın emriyle girdiler. Bunu da şu Âyet-i Kerime haber vermektedir.

    -“Ona ruhumdan üfledim.”(Sad, 72)

    Zaman oldu, o ruhlar bu cesetle ilgisini artırdı.Bu yüzden, ahdi unuttular.Halbuki, Allah-ü Teâlâ onları yarattı.

    -Sizin Rabbınız değil miyim?

    Buyrdu. Onlar da:

    -Evet…

    Cevabını verdiler…

    İşte bu sözü unuttular. Aslî vatana dönemediler.

    Fakat..Rahman, yani varlığın yardım kaynağı, onlara acıdı. Bu sebeple semavî kitaplar saldı.Bunlarla aslî vatanı hatırlatmak istedi.Bu manaya da şu Âyet-i Kerime işaret eder:

    -“Onlara Allah’ın günlerini hatırlat.” (İbrahim, 5)

    Yani: Ruhlarla geçen, o visal günlerini hatırlat.” (S.19)

    “Bir de üstün istidada sahip insanların hali var ki, onları da aşağıda anlatacağız… Bunlara, HAS İNSAN tabirini kullanıyoruz.

    Bu insanın vusûlü, Hakka tam yakınlıktır.Oluşu sebebine gelince tek şeyle olur, o da hakikat ilmi; ki buna, lahûtî olan yakınlık âleminde: TEVHİD tabir edilir. Bu hal âdet olduğu üzere dünya hayatında olur.Bu hale ermek için, uykuda olmakla, ayıklık arasında bir fark yoktur.Belki de esas uykuya dalınca, kalb bir aralık fırsat bulur ve asıl vatana gider.Bu gidiş küllî de olur, cüz’î de… Nasıl ki Allah-ü Teâlâ bir âyette şöyle ferman eyler:

    -Allah-ü Teâlâ, nefisleri ölüm zamanı gelince öldürür.Bazılarını da uykularında… Hakkında ölüm hükmü olanı tutar. Kalanları, muayyen bir zaman için geri salar.”(Zümer, 42)

    Buna işaret olarak Peygamber S.A. efendimizin bir Hadis-i Şerifini zikredelim:

    -“Âlimin uykusu, cahilin ettiği ibadetten hayırlıdır.”

    Burada kastedilen âlim, tevhid nuru ile içini nur eden; sonra da, harfsiz, sessiz, sır dili ile TEVHİD ESMASINA devam eden zattır. Asıl insan budur.” (S.29)

    “Allah-ü Teâlâ; lahût âleminde kudsî ruhu, tam kıvamında yarattıktan sonra, onu aşağılara göndermeyi diledi ve gönderdi. Bundan kasdı; güçlü padişahın katındaki doğruluk otağında, yakınlık bulmak ve ünsiyetin artmasıydı. Ki orası, evliya ve enbiyanın makamıdır.

    Allah-ü Teâlâ o kudsî ruhu önce, ceberut âlemine gönderdi. Beraberinde TEVHİD tohumu bulunuyordu. Uğradığı âlemde onun benliğine nuraniyet hali emanet edildi. Ve orada bir kisve giydi.

    Oradan mülk âlemine geçti. Orada kendi benliğine has Hakkın yarattığı kisveyi giydi.O kisvenin giydirilmesindeki murad; bu mülk âleminin yanmamasını temindi… İşte bu yoğun ceseddir.

    Bu kudsî ruha, giydiği ceberût kisvesi dolayısiyle, sultanî ruh, tabir edilir. Melekût âleminden aldığı kisve icabı, ona seyranî ve revanî ruh, tabir edilir. Mülk âlemine nisbeti ile ona cismanî ruh, tabir edilir.”(S.32-33)

    “ZİKİR TELKİNİ: Bu yolu, Resûlullah S.A. efendimizden ilk taleb eden Hz. Ali r.a. olmuştur. Peygamber S.A. efendimizdenen yakın, en değerli ve en kolay yolu belletmesini temenni etmişti. Bunun üzerine Peygamber S.A. Cibril’in gelmesini bekledi… Geldi; üç defa Peygamberimize S.A. yukarıda zikri geçen TEVHİD kelimesini telkin etti. Sonra Peygamber S.A. efendimiz aynı şekilde tekrar etti.Bundan sonra Hz. Ali’ye r.a. belletti. Daha sonra ashaba geldi; aynı cümleyi onlara öğretti.” (S.46)

    “Ergin, vuslât âlemini bulmuş, geçmiş zatlar tarafından makbul olan bir zatın telkini lâzımdır.

    Bu zat, o âleme erdikten sonra, Allah’ın emri ile noksan kişilerin eksiğini tamamlamak için, bu âleme gönderilmiş olmalıdır.Bu gelişte vasıta bizzat Peygamber S.A.efendimiz olmalıdır.

    Velî zatların kullara gönderilişi özel bir durumarz eder. Bunların daveti umuma şamil değildir.Bu yüzden peygamberlerle tefrik edilirler,çünkü peygamberler ham havas kullara hem de avama gönderilmiştir. Sonra, bunlar, yani, peygamberler, kendi işlerinde tam istiklâle sahiptir. Velîler müstakil değildir; peygambere uymak zorundadırlar.” (S.50)

    “Bu ilim, Peygamber S.A. efendimizin kalbine miraç gecesi kondu. O bu sırrı o kadar gizledi ki, otuz bin perde arkasına sakladı. Peygamber S.A. efendimiz onu, yakın ahsab ve ahsab-ı suffeden gayrine açmadı. O sırrın bereketi iledir ki, şeriat ahkâmı kıyamete kadar devam edecek…

    Batın ilmi, o sırra iletir.” (S.52)

    “BİRİNCİ VAZİFE: Hal ilmi.. Bu, işin özüdür.Er kişilere veridi. O er kişiler, bu hali elden kaçırmamaya bakarlar.”

    “İKİNCİSİ: Yukarıda anlatılan özün, kabuğudur. Bu hal zahirî bilgi sahiplerine verildi.İyi öğüt, iyiliği söylemek, yasakları yaptırmamak.. vb.bunların yaptığı işler arasında sayılır.” (S.53)

    “Bu üçüncü derece, kabuğun kabuğu sayılır.Emîrlere has işlerdir Zahirî adalet ve siyaset gibi…Bu hale; önce zikredilen âyetin:

    -“Onlarla iyi şekilde mücadele et.”

    Cümlesi işaret eder.

    Bunlar Kahhar sıfatının mazharıdır. Ve dinî nizamı korurlar. Taze cevizin yeşil kabuğu misali…” (S.53-54)

    “Avam halkın dilinde olan kelâm, LEVH-Ü MAHFUZ’dan iner; orası ceberût âlemidir.Derece itibarı ile hesaplanır.

    Hakka vasıl erlerin dilinden akıp gelen cümleler en büyük makamdan coşar.. Orası yakınlık ilidir; arada vasıta yoktur.

    Herşey aslına dönecektir. Bu sebeple kalbin dirilmesi için,ehl-i telkini arayıp bulmak gerek.. Bu farzdır.” (S.54)

    “Allah-ü Teâlâ :

    -“Allah, size nasıl hidayet ettiyse onu öyle anınız.”(Bakara. 198)

    Âyet-i Kerimesi ile onu anmak arzusunda olanlara yol gösteriyor.Bu âyet’in bir manası da: Kendi mertebenize göre zikrediniz, demek olur.”(S.60)

    “Zikir makamlarının her birine has ayrı mertebesi vardır. O zikirler ya cehren yapılır, ya da hafi…Yani, ya açık sesle; yahut da kalbden…

    Zikir ilk defa dilden olur.Sonra nefse geçer.Sonra kalbe gelir.Sonra ruha geçer.Sonra kalbden de ötede olan, sır âleminden olur.Daha sonra hafi; sonra, hafinin daha hafisi…

    Bu zikirler, Allah’ın verdiği hidayete göre derecelenir…”(S.60)

    “Yukarıda anlatılan zikirlerden sonra bir başka ruh nasıl olur. Bu, anlatılan, bütün ruhlardan daha latiftir.”(S.61)

    “Bu ruhî hal herkeste bulunmaz.Ancak has kullarda bulunur.Bunu şu Âyet-i Kerime bize anlatır:

    -“O, ruhu; emri olarak kullarından dilediği kimsenin kalbine yerleştirir.”

    Bu ruh, kudret âleminde durur.. Müşahade âleminde yer tutar.Hakikat âleminin de malıdır.Allah-ü Taâlânın zatından gayrına iltifat etmez.” (S.62)

    “Gerekli olan; telkin ehlini bulup, uhrevi hayatı kazandıracak kalbi ondan almaktır.Bunu; vakit kaybetmeden, dünyada iken yapmalıdır”(S.65)

    “Gerçekte âlem dörttür: Mülk âlemi, melekût âlemi, ceberût âlemi, lahût âlemi ki bu, hakikat âlemidir.

    Keza, ilim de dörttür: Şeriat ilmi, tarikat ilmi, marifet ilmi, hakikat ilmi…

    Keza, ruhlar da dört bölümdedir: Cismanî ruh, nıranî ruh, sultanî ruh, kudsî ruh.

    Keza; tecelliler de dört bölümde görülür: Eserlerdeki tecelli, fiiillerdeki tecelli, sıfatlara ait tecelli ve ZAT tecellisi.”(S.80)

    “İnsanların bir kısmı: İlim, ruh, tecelli ve akıl bölümlerinin ilk bölümüne bağlıdır.Bunlar, birinci cenette demektir. Ki onun adı ME’VA cennetidir.

    İkinci derecede anlatılan kısma bağlı olanlar NAİM cennetinde sayılır.

    Üçüncü derecede anlatılan kısma bağlı olanlar da üçüncü cennet sayılan FİRDEVS’de sayılır.” (S.81)

    “Peygamber S.A.efendimizin buyurduğu gibi; belâ önce peygamberlere, sonra velî kullara daha sonra sırası ile…

    Siyah giymek ve siyah sarık sarmak, bu yolun yolcularına uygundur.Bu libas ve sarık, belâ elbisesidir.” (S.84)

    “İlâhi isimlere devamla, kalb tasfiyesi tamam olunca, ilâhî sıfatlara marifet hasıl olur.Bunun hasıl olması, kalb aynasındaki bir müşahedeye dayanır.” (S.90)

    “Tarikattaki hacca gelince; onun yol hazırlığı ve yolda lâzım gelecek eşyaları vardır. İlk hazırlık, bir telkin sahibine meyildir. Ve ondan birşeyler almak.. Sonra manasını düşünerek dille zikir.. Burada zikirden kasdımız, LÂ İLÂHE İLALLAH.. cümlesidir. Bundan sonra kalb diriliği hasıl olur. Ve Allah-ü Teâlâ içten, anılmaya başlanır… Tâ iç âlem safiyetini buluncaya kadar…

    Bu safiyetten sonra; cemal sıfatının nurları ile, sır Kabesi görünmesi için, sıfat esmasına devam gerekir.” (S.97)

    “Bundan sonra, son tavaf başlar; bütün ilâhî isimlerin tekrarı ile tamamlanır. Ve aslî vatana dönüş başlar. O aslî vatan, kuds ve ahsen-i takvim âlemindedir.”

    “Bu teviller dilin ve aklın döndüğü miktardır. Bundan öte işlerden haber vermek mümkün olmaz. Çünkü havsala, zihin ve anlayış ötesini idrâk edemez.” (S.99)

    “Ruhanî vecde gelince, o bir başka hal arz eder. Ruhanî kuvvetin taşmasından meydana gelir. Bu hal çok kere, güzel sesle okunan Kur’andan , veya bir şiirin okunuşundan, yahut bir zikir esnasında hasıl olur. Bu durumda cismin bir kuvveti kalmaz. İrade ve seçme kabiliyeti erir. Bu vecd tamamen ruhanîdir. Buna uymak iyidir.” (S.101)

    “Halvetî EVRADI”

    “Halvet halinin; kendine has okunması gereken duası, virdi vardır.

    Bu yolu tutan zata gerekir ki: Duaları ve virdi okumaya oturduğu zaman oruçlu buluna.. imkân olduğu takdirde terk etmeye…

    Beş vakit namazı cemaatle kılması icab eder.”

    “Her gece yarısından sonra teheccüd, olarak tarif edilen on iki rikât namaz kılmalı.”

    “Gün doğduktan sonra; iki rikât, işrak namazı kılmalı. Bunu kıldıktan sonra iki rikât istiaze namazı kılmalıdır. Birinci rikâtında, Felak, suresini, ikincide Nas, suresini okumalı.” (S.109)

    “Bundan sonra, iki rikât istihare namazı kılmalı. Her rikâtında birer defa Fatiha ile Ayet’el Kursîyi; yedi defa da İhlas suresini okumalı.

    Sonra, altı rikât duha namazı kılmalı ve Fatiha’dan sonra arzu edilen sure okunmalı.

    Bunu kıldıktan sonra, iki rikât da üzerine sıçramış olması muhtemel necaset için kefaret namazı kılar.Her rikâtında bir defa Fatiha suresini, yedi defa da Kevser suresini okumalı.”

    “Sonra, dört rikât yine kılmalı. Hanefi mezhebinde ise, dört rikâtını birden kılar.”

    “Hanefi mezhebine göre tesbih namazının tarifi şöyledir: Gündüz kılıyorsa, dört rikât tesbih namazı kılmaya niyet eder. Sonra ilk tekbiri alır. Subhanekeyi okur, yahut, teveccüh âyetini.. Sonra onbeş defa tesbih okur:

    -“SÜBHANELLAHİ VELHAMDÜ LİLLAHİ VE LÂ İLÂHE İLLALLAHÜ VELLAHÜ EKBER VE LÂ HAVLE VELÂ KUVVETE İLLA BİLLAHİL- ALİYYİL- AZİM.” (S.110)

    “Bu tesbihten sonra Fatiha suresini ve dilediği âyet veya sureyi okur. Bakara suresinin son iki âyetini okusa da olur. Bundan sonra yukarıda zikri geçen tesbihi, on defa yine söyler. Rükûa varır; rükû tesbihini üç defa söyledikten sonra, on defa aynı tesbihi tekrar eder. Rükûdan doğrulunca yine on defa söyler. Secdeye varır, secdede tesbihinden sonra on defa daha okur, secdeden kalkar, on defa yine okur. İkinci secdeye gider, secde tesbihinden sonra yine on defa okur.

    Birinci rikât böyle tamam olunca; ikinci rikâta kalkar. Birinci rikâtta olduğu gibi yapar; bitince tahiyyata oturur. Geri kalan üç ve dördüncü rikâtı da ayni minval üzere kılar. Böylece dört rikât namaz kılınmış, her rikâtinda yetmiş beş tesbih okunmuş olur; toplamı, üç yüz tesbih eder.”

    “Halvetî yolunu tutan herkesin bu namazı kılması icab eder. İmkân olduğu takdirde her gün; olmazsa, her Cuma; olmazsa, her ay; olmazsa, yılda bir defa; hiç olmazsa, ömürde bir defa kılınmalı…”(S.111)

    “Bu yolu tutan kimse hergün SEYFİ duasını bir veya iki defa okumalı.. Ve hergün ikiyüz âyet kadar Kur’andan okumalıdır.”

    “Bundan sonra; ehli ise aşikar olarak Allah’ı anar. Gizli zikrin ehli ise, gizli olarak anar.”

    “Hergün yüz defa ihlâs suresini, yüz defa da Peygamber S.A. efendimize salavat okumalı. Ve şu duâyı da ayrıca yüz defa okumak icab eder:

    “Estağfirullah El azim Lâ İlâhe Hüvel Hayyül Kayyum Mimma Kaddemtü Ve Ma Ahhertü Ve Ma A’lentü Ve ma Estertü Ve Ma Esreftü Ve Ma Ente A’lemü Bihi Minni Entel Mükaddimü Ve Ente Alâ Külli Şeyin Kadir.” (S.112)

    “Anlatılan namaz, tesbih, salavat, istiğfar ve duâdan sonra istediği kadar nafile namaz kılar ve Kur’ân okur.”

    “RÜYALAR”

    “Uykunun ilk halinde ve tam uyku halinde görülen rüyalar gerçek olduğu gibi, faydalıdır da.. Şu âyet rüyanın gerçek olduğunu ifade eder:

    -“Allah gerçekten, peygamberini rüya ile doğruladı. İnşallah Mescid-i Harama emin olarak gireceksiniz” (Fath. 27)

    Sonra Yusuf nebî’nin a.s. dilinden ifade edilen şu Âyet de önemlidir:

    -“Ben rüyada onbir yıldız gördüm…” (Yusüf, 4)

    Peygamber S.A: efendimizin buyurduğu şu Hadis-i Şerif de önemlidir:

    -“Benden sonra peygamberlik kalmadı, ancak bazı müjdeler olur; bunu ya müminler rüyada görür; yahut o müjdeler onlara görünür.”

    “Bu Hadis-i Şerifi şu Âyet-i Kerime doğrular:

    -“Onlar için dünya ve âhiret hayatında müjdeler vardır.” (Yunus, 64) (S.113)

    “Rüya iki çeşittir. Biri ENFÜSÎ, diğeri AFAKİ… Her ikisi yine kendi özünde ikiye ayrılır.

    ENFÜSİ: Bu rüya nevi, ya iyi huydan veya kötü huydan ileri gelir. İyi huydan hasıl olan rüya, cennet, ondaki nimetler; hurî, köşkler, nûranî beyaz sahralar, güneş, ay, yıldızlar, bunların benzeri… şeklinde görünürler. Bunların hepsi kalbin sıfatlarını ilgilendirir. Bazı şeyler de Mutmeinne tâbir edilen nefsin hazzıdır ki, bunlar da eti yenen hayvanlar, kuşlardır. Çünkü nefsin cennetteki nimetleri bu neviden olacaktır.” (S.115)

    “Bir insanın içinde, manevî terbiyenin gelişmesi için, zahirde bir mürebbiye bağlanıp ondan alınan bir telkin gerektir. Bu mürebbiler, nebiler ve velîlerdir. Kalbin ve kalıbın lambası yanmaya bunların terbiyesi hasıl olunca başlar. Onlardan bir başka ruh alınır. Bir Âyet-i Kerimede şöyle buyurulur:

    -“ Allah, ruhu emri ile, kullarından istediğine ilka eder.” (Gafir, 15)

    Dolayısı ile kalbin sağlık bulacağı bu ruhun telkini için bir irşadcı aramak lâzımdır.” (S.117)

    “Gerek ilâhî tecelli için, gerekse Peygamber S.A. efendimizin ruhaniyeti ile münasebet için terbiye şarttır. Bu yola ilk giren, ne Allah-ü Taâlâ ile, ne de Peygamber S.A. efendimizle; kendi başına bir münasebet kurabilir. Bu sebeple bir velî terbiyesini görmesi ilk akla gelendir. Çünkü o velî ile Peygamber S.A.efendimiz arasında beşeri bir münasebet vardır.

    Peygamber S.A. efendimiz hayatta olsaydı, doğruca alınacak ondan alınırdı, gayrına ihtiyaç kalmazdı. Öbür âleme intikal ettikten sonra, tecerrüd haline geçiyor, bizzat kendisi ile bağ kurulamıyor. İrşada memur velîler de aaynıdır.Onlar da bu âlemden göçüp gidince , irşad olacak olmaz. Anlayış ehli isen anla; değilsen, bu anlayışı ara…

    Nefsin, zumanî haline, nurla galip gelmek için riyazetle o anlayışı bulmaya talib ol. Çünkü anlayış nurla olur; zıddı ile olmaz. Nur bezeli düzenli yere gelir. Şerefli yere düşer. Müptadi, kendi başına bu hali bulamadığı için, bir velîye mutlaka ihtiyacı vardır.

    Hayatta olan Velî’nin, Peygamber S.A. efendimizle her bakımdan ilgisi vardır. Tam veraset hali bunu gerektirir. Hayatta olduğu müddet o veraseti ve irşad makamını idare eder. Bu hali taşıyana peygamberden rehberlik ve kulluk yardımı gelir. Bu yardımla; halk arasında tasavvuf yolunu devam ettirir; anla..

    Bundan ötesi derin bir sırdır; ki, ehli idrak edebilir. Bu sırrı:

    -“İzzet; Allah’ın, peygamberin ve mümin kullarındır.” (Munafıkun, 8)

    Âyeti tam ifade eder.” (S.118-19)

    “Ruhların terbiyesi;başlıbaşına bir iştir. Cismanî ruh, bedende terbiye edilir.Ruhanî ruhun yeri kalb, sultanî ruhun yeri füad, Kudsi ruhun yeri ise sırdır. Sır, Hakla kul arasında bir vasıtadır. Haktan halka tercüman olur. Çünkü o, Allah ehli ve onun mahremi sayılır.”

    “Kötü huyların sonucu olan rüyaya gelince, bu nefsin emmare ve levvame sıfatlarını gösterir. Mülhime de bu makamdadır. Bu sıfatları taşıyanlar çok kerre rüyada yırtıcı hayvanları görür. Misal olarak, arslanı, kaplanı, kurdu, ayıyı, köpeği, domuzu; ayrıca bunlara benzeyen, tavşanı, tilkiyi, kediyi, yılanı, akrebi ve daha benzeri hayvanları verebiliriz. Bunların hepsi zaralıdır, atmak gerek…” (S.120)

    “Bir Hak yolcusu, rüyada bu eziyetli mahlûkatla cenk ettiğini, galip gelemediğini görürse; ibadete, zikre devam etsin. Taa, onlara galip gelip, kahre uğratıncaya kadar devam etmeli. Beşeri sıfatlardan kurtulmalı.

    Keza, o yırtıcı hayvanları kahredip, tamamen yok ettiğini görürse; hataları bırakmış, kötülük etmiyor demektir.”(S.121)

    “Yine bir Hak yolcusu o hayvanları insan şekline girer görürse, hatalarının iyiliğe çevrildiğini anlamalı.”(S.121-22)

    “Tasavvuf ehli iki bölümde anlatılır.”

    “Sünniler: Bunlar, sözde, işte; şeriat ve onun manası olan tarikata tamamiyle uyarlar. Bunlara: Ehl-i Sünnet vel-cemaat, tabiri kullanılır.

    Bu zümrenin bir kısmı cennete azapsız, hesapsız girer. Bir kısmı da az azap ve az hesap verir girer. Cehennemde az kalır; doğruca cennete giderler. Ateşte ebedî kalmazlar. Orada ebedî kalmak kâfirlere, münafıklara hastır.” (S.122)

    “Ehl-i Sünnet vel cemaat imamlarının iddiası şudur:

    -“Ashab-ı Kiram, peygamber S.A. efendimizin sohbeti bereketi ile derin bir vecd ve cezbe içinde bulunuyordu. Sonradan o hal dağıldı. Bu yolun manevî varislerine intikal etti. Bu da birçok kollara bölündü.. O kadar bölündü ki, zayıfladı ve dağıldı. Birçoğu suret halinde kaldı. Manası olmayan bir şeyhlik unvanına sarıldı. Bunlar da birçok şubelere ayrıldı; bid’at ehli meydana çıktı.Bir kısmı, kalenderi yolunu bir kısmı, hayderi yolunu tuttu; bir kısmı da edhemi olarak ortaya atıldı. Ve daha niceleri.. Şerhi uzun olur.”

    “Bu zamanda tam fıkıh ehli olarak, yürüyen azdan azdır.Bu yolun gerçek yolcuları iki şahitle tanınır: Onun biri, zahir; öbürü batın.. zahir halin dinî emirlerle tahkim edilmiş olması gerekir. Batın halde ise, kime iktida ettiğini bilecek.. Elbet bu uyulması, iktida edilmesi gereken varlık Peygamber S.A.efendimiz olmalı. O Hakla arasında bir vasıta sayılır. Bu vasıta şüphesiz, Peygamber S.A. efendimizin ruhaniyetidir.

    İşte manevî sülûkün böyle devam etmesi icab eder. Onun ruhaniyeti, yerinde cismanî, icabında ruhanî olarak tam varis olan zata gelir. Çünkü şeytan Peygamber S.A. efendimizin şeklini temsil edemez. Burada Hak yolcuları için işaret vardır. Dikkat etmelidir; tâ ki, yolcuları körü körüne olmaya..” (S.125-126)

    “Hak yolcusunun zeki, basiret sahibi ve anlayışlı olması icab eder.”

    “Yolcu daima işin sonuna bakmalı.. Önden yapılan işleri de iyi düşünmeli zahirdeki hallerin tadına aldanmamalı.

    Tasavvuf ehli der ki, yapılan işler onu yaratana aittir. İnsanın elinde tam yetki olmadığına göre, bir başka şekle girmesinden korkmalıdır.” (S.126)

    “Velîlerin kerameti, içinde bulundukları halleri gerçektir. Ancak, ilâhî mekirden ve istidraçtan emin olamazlar. İstidraçtan salim olan, yalnız peygamberlerin gösterdiği mucizelerdir.

    Demişler ki:

    -Son nefesin kötü geçmesinden korkmak, onun rahat geçmesini sağlar.” (S.127)

    “Hak yolcusuna lâzım olan, Allah’ın kahrından kaçmaktır. Yina gerekir ki, varlığını ona arz ede, neyi varsa onun önüne sere ve böylece ondan ona kaça…

    Salike gereken onun varlığı önünde diz çöküp maddi varlığını soya, hatalarını itiraf ede ve onun kapısı önüne serile… Bunları yaparsa onun feyzine, fazlına, lütfuna, merhametine erer ve günahları erir.. Çünkü o, çok iyidir, merhameti çoktur, cömert ve kerimdir. Ezelî padişah ve büyük sultandır.”(S.128)

  127. gullsen said,

    Mayıs 12, 2007 10:08 pm

    1.Ubade İbnu’s-Samit radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

    “Kim Allah’a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Kim Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!”

    Hz. Aişe radıyallahu anha: “Biz ölmekten hoşlanmayız” dedi. Aleyhissalatu vesselam:

    “Kasdımız bu değil. Lâkin, mü’mine ölüm gelince, Allah’ın rızası ve ikramıyla müjdelenir. Ona, önünde (ölümden sonra kendisini bekleyen) şeyden daha sevgili birşey yoktur. Böylece O, Allah’a kavuşmayı sever, Allah da ona kavuşmayı sever. Kâfir ise, ölüm kendisine gelince Allah’ın azabı ve cezasıyla müjdelenir. Bu sebeple ona önünde (kendini bekleyenlerden) daha menfur bir şey yoktur. Bu sebeple Allah’a kavuşmaktan hoşlanmaz, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.”

    Buhari, Rikak 41; Müslim, Zikr 14, (2683); Tirmizi, Cenaiz 67, (1066); Nesai, Cenaiz 10, (4, 10).

    2. Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Sinek başı kadar bile olsa, gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanak yumrusuna değecek kadar akan hiçbir mü’min kul yoktur ki, Allah onu (ebedi) ateşe haram etmesin!” Kütüb-ü sitte – 7245.

    3. Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Eğer kişi namazını herkesin gözü önünde kılınca (edebine uygun kılar) güzel yapar, tek başına kimsenin görmediği durumda kılınca da (edebine uygun kılar) güzel yaparsa, Allah Teâla hazretleri (onun ibadetinden memnun kalır ve:) “Bu (kulluğunu riyasız yapan) gerçek bir kulumdur” der.” Kütüb-ü sitte – 7247

    4. Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bir adam vardı, (günah işleyerek nefsine zulmetmekte) çok ileri idi. Ölüm gelip çatınca oğullarına dedi ki: “Ben ölünce, cesedimi yakın, külümü iyice ezin ve rüzgarın önünde saçın. Allah’a yemin olsun, eğer Rabbim beni bir yakalarsa hiç kimseye vermediği azabı verir!”

    Ölünce, bu söylediği ona yapıldı. Allah da arz’a emrederek:

    “Sende ondan ne varsa bana toplayıver!” dedi. Arz da topladı. Adam ayakta duruyordu. “Sen böyle bir vasiyeti niye yaptın?” diye Rabb Teâla sordu.

    “Senden korktuğum için ey Rabbim!” cevabını verdi. Allah Teâla Hazretleri bu cevap üzerine onu affetti.”

    Buhari, Tevhid 35, Enbiya 50; Müslim, Tevbe 25, (2756); Muvatta, Cenaiz 51, (1, 240); Nesai, Cenaiz 117, (4, 113).

    Comments

    Hastalık ve Musibetler ile ilgili hadisler
    Ocak 22nd, 2007 11:16 pm (Hadis Arşivi)

    1.Ebu Hureyre ve Ebu Said radıyallahu anhüma’nın anlattıklarına göre, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur:

    “Mü’min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık bir üzüntü hatta bir ufak tasa isabet edecek olsa, Allah onun sebebiyle mü’minin günahından bir kısmını mağfiret buyurur.”

    Buhari, Marda 1; Müslim, Birr 52, (2573); Tirmizi, Cenaiz 1, (966).

    2. Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

    “Allah bir kuluna hayır murad ettimi onun cezasını tacil edip dünyada verir; bir kulu hakkında da kötülük murad ettimi onun günahlarını tutar, Kıyamet günü cezasını verir.”

    Tirmizi, Zühd 57, (2398).

    3. Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

    “Kıyamet günü, afiyet ehli kimseler, bela ehline sevapları verilince, dünyada iken derilerinin makaslarla kazınmış olmasını temenni edecekler.”

    Tirmizi, Zühd 59, (2404).

    4. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

    “Mü’min erkek ve kadının nefsinde, çocuğunda, malında bela eksik olmaz. Tâ ki hatasız olarak Allah’a kavuşsun.”

    Muvatta, Cenaiz 40, (1, 236); Tirmizi, Zühd 57, (2401).

    5. Mus’ab İbnu Sa’d, babası radıyallahu anh’tan naklediyor: “Der ki:

    “Ey Allah’ın Resûlü! dedim, insanlardan kimler en çok belaya uğrar?”

    “Peygamberler, sonra büyüklükte onlara ve bunlara yakın olanlar. Kişi diyaneti nisbetinde belaya maruz kalır. Kim dininde şiddetli ve sağlam olursa onun belası da şiddetli olur. Şayet dininde zayıflık varsa, allah onu da diyaneti nisbetinde imtihan eder. Bela kulun peşini bırakmaz. Tâ o kul, hatasız olarak yeryüzünde yürüyünceye kadar.”

    Tirmizi, Zühd 57, (2400).

    6. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

    “Bir kul, salih amel işlerken araya bir hastalık veya sefer girerek ameline mani olsa, Allah ona sıhhati yerinde ve mukim iken yapmakta olduğu salih amelin sevabını aynen yazar.”

    Buhari, Cihad 134; Ebu Davud, Cenaiz 2, (3091).

    1 Comments

    KABİR AZABINA İKİ SEBEP
    Aralık 10th, 2006 10:18 pm (Kabir Hayatı ve Ölüm, Hadis Arşivi, Dini Hikayeler)

    KABİR AZABINA İKİ SEBEP

    İbni Abbas radıyallahu anh’ın şöyle anlattığı rivayet edildi: Peygamber aleyhisselâm iki kabre rastladı ve şöyle buyurdu: Bu kabirlerdeki iki kişi insanlarca mühimsenmeyen bir suçtan azap görüyorlar. Biri bevlettikten (idrarını yaptıktan) sonra korunmadığı ve dikkatsiz davranıp, pislikten kaçınmadığı için; diğeri de koğuculıık yaparken, insanların arasını bozduğu için azap görüyor. Sonra Peygamber aleyhisselâm yaş bir dal alarak ikiye ayırdı ve birer parçasını bu kabirlere dikti. (Etrafında bulunanlar):

    — Ey Allah’ın Resulü, bunu neye böyle yaptın? diye sordular. Peygamber aleyhisselâm da:

    — Yaş kaldıkları müddetçe azaplarının azaltılacağını ümid ettiğim için böyle yaptım, buyurdu.

  128. ceyhun said,

    Mayıs 13, 2007 12:16 am

    gullsen senden ALLAH razı olsun istigase yi yıllar önce kaybetmıstım bulamamıstım…….evveline hu ahirine hu HU ya abdulkadiri geylani

  129. ayetullah said,

    Mayıs 13, 2007 5:22 pm

    Vallaha gülşen hanım o resmi gönderemem şöyleki kagıt üzerinde resmi var kaldıki ben onun resmini göndermek istemem yani düşün artık aşkdan …paylaşamam diyim yani..birde bazı şeyler izinsiz olmaz:) bilmem anlatabildimmi..neyse fi emanillah(Allaha emanet olun)

  130. gullsen said,

    Mayıs 14, 2007 8:11 am

    ayetullah bence yanlış düşünüyorsun ben izinsiz olsun demedim sadece ricaettim hem sevgi paylaşmaktır ,mümin müminin aynasıdır.evet seviyorsun buna bende çok sevindim ama bencil olmamak şartıyla bilmem anlatabildimmi

  131. gullsen said,

    Mayıs 14, 2007 8:12 am

    varsa lütfen rica ediyorum gönderebilirmisin hem çok hayırlı bir şey yapmış olursun.

  132. gullsen said,

    Mayıs 14, 2007 8:15 am

    arkadaşlar geniş bilgisi olanalr varsa aktarın hakkında bilmadiklerimizi öğrenmiş oluruz.

  133. gullsen said,

    Mayıs 14, 2007 2:44 pm

    ayetullah bey peki nerden buldun kaynağını bari yaz ve benim sürekli boş vaktim olmuyor hemşireyim çalışıyorum yardımcı olsan ne olur sanki

  134. gullsen said,

    Mayıs 14, 2007 2:46 pm

    ceyhun ALLAH sendende razı olsun işşallah işini görür maksadına ulaşısın

  135. İŞİĞADOĞRU said,

    Mayıs 14, 2007 11:52 pm

    ESSELAMU ALEYKÜM VE RAHMETULLAHİ VE BERAKATÜHÜ,
    COK SEVGİLİ MÜM’İN KARDEŞLERİM; BURAYA YAZILAN BÜTÜN YORUMLARI GENEL İTİBARİ İLE OKUMAYA GAYRET EDİYORUM..ÖZELLİKLE 2 KARDEŞİMİZİN YORUMUNU HADDİM OLMAYARAK İNCELEYİP OKUDUM..
    OĞUZHAN KARDEŞİME SU NOKTADA KATILIYORUM..BİZLER İNSALLAH-U TEALA ALLAH’IN KULLARIYIZ .. VE PEYGAMBERİMİZ MUHAMMED MUSTAFA(s.a.v) ALLAH (c.c.) ONDAN RAZI OLSUN.. BİZLER KUR’AN-I KERİM IŞIĞNDA VE PEYGAMBER EFENDİMİZ(a.v.s) YOLUNDA İLERLEMEYİZ.. ONU SEVMEDEN ONA GEREKEN DEĞERİ VERMEDEN BASKA BİRİSİNİ SEVMEK DOĞRU DEĞİL.. BİZLERİ BASKA İNSANLARA SEVDİREN PEYGAMBER ASKIDIR..
    RASULUMÜZÜ SEVİYORUZ ELHAMDÜLLİLLAH..ONUN VESİLESİ İLE ABDUL KADİR GEYLANİ HZ. Nİ SEVİYORUZ.
    BURDA COK FARKLI BİR ANLATIM VAR.BUNA DİKKAT ETMEK GEREKİR.. EN BASTA ALLAH SEVGİSİ ONUN SONRASINDA RASULULLAH SEVGİSİ GELİR.. ONDAN SONRA ONA EN YAKIN OLAN,ONU EN COK SEVEN SEVİLİR..
    AMA YÜCE PEYGABERİMİZİ UNUTUP BEN SUNU COK SEVİYORUM DERSEK BU AFFINIZA SIĞINIYORUM AMA AHMAKLIK OLUR. ÇÜNKÜ YÜCE ALLAH’IN BİZLERİ BIRAKTIĞI 2 SEY VAR.
    1.KUR’AN-I KERİM
    2.SÜNNETLER
    BU İKİSİ İŞİĞINDA GİTMEMİZ GEREKİR.. TABİKİ BENDE ALLAH RIZASI İÇİN SEVİYORUM ABDULKADİR GEYLANİ HAZRETLERİNİ ALLAH ONDAN DA RAZI OLSUN İNSALLAH..
    AMA RASULÜMÜN SEVGİSİ HEPSİNDEN ÖNCEDİR…BU FARKI LÜTFEN UNUTMAYALIM..
    YAZDIKLARIMIZDA GÖSTERİŞ VE RİYADAN UZAK DURALIM KARDEŞLERİM BU COK YANLIŞ BİR TUTUM.. HEPİMİZ YÜCELER YÜCESİ PEYGAMBERİMİZİN ÜMMETİYİZ..ONA LAYIK ÜMMET OLMAK TEK GAYEMİZ OLMALI. TABİKİ EN BASTA BİZİ YARADANA LAYIK BİR KUL OLMAK GEREKLİ.. RASULÜM SENİ SEVİYORUM SENİ SEVDİĞİ İÇİN VE EN ÖNEMLİSİ SEN SEVDİĞİN İÇİN O ZATIDA (ABDULKADİR GEYLANİ HZ.) SEVİYORUM..
    ALLAH’IM SEN BİZLERİ PEYGAMBER EFENDİMİZİN (a.v.s) ŞEFAATİNDEN MAHRUM EYLEME.. SEN BİZLERİ ONA HAKKIYLA ÜMMET OLMAYI NASİP ET..
    BİZLERİ SENİN YOLUNDAN,KUR’AN-I KERİMİN İŞİĞINDAN VE PEYGAMBER EFENDİMİZİN NURLU YOLUNDAN AYIRMA İNSALLAH-U TEALA..
    KARDEŞLERİM NE OLUR YAZARKEN BİRAZ DAHA DİKKATLİ OLALIM.. BİRBİRLERİNİZİ İNCİTMEYİN. KALPLERİNİZİ KIRMAYIN. HEPİMİZ KARDEŞİZ ELHAMDÜLLİİLLAH.
    BÜTÜN KARDEŞLERİME HAYIRLI GECELER DİLİYORUM.. EBEDEN DAİMA..
    EMANETİN GERCEK SAHİBİ OLANA EMANETSİNİZ..
    ESSELAMU ALEYKÜM.

  136. gullsen said,

    Mayıs 15, 2007 11:12 am

    ışığadoğru yorumunuzu okudum .bunu dile getirmek istiyorum bizler hepimiz ALLAH’A inanan müminleriz biz eğr şu anda yaşıyorsak huzurlu bir şekilde içimizdeki imandan dolayıdır .ama bunu unutma bu salih evliyalar ALLAHIN SEÇKİN KULLARIDIR .BİZ ONLARI SEVEREK HİSSEDEREK ONLARIN İLİMLERİ İLE BAZI ŞEYLERİ DAHA AÇIK VE NET BİR ŞEKİLDE ÖĞRENİYORUZ.BİDE BUNU DA OKUM
    ANI İSTİYORUM BELKİ ANLATMAK İSTEDİĞİMİ YAZAMAMIŞ OLABİLİRİM
    Pir Gavsul Azam Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin müridleri sayılamayacak kadar çoktur. Onlar dünya ve ahiret mutluluklarına da ermişlerdir. Dervişlerinin hiçbiri tevbesiz ölmemiştir.

    Şeyh Ali El-Garseni’nin (RA) Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin şöyle buyurduğunu naklediyor: “Cehennem hazineleri ile şöyle bir konuşma geçti aramızda: ‘Dervişlerimden cehennem’e giren varmı?’ dedim. ‘Allah (CC) hakkı için hayır.’ dediler. ‘Tabi olmayacak. Çünkü elim müridlerimi, göğün yeri kuşattığı gibi kuşatmıştır.’ dedim. Rabbimden yetmiş küsur defa söz aldım ve Rabbimin İzzet-i Hakk’ı için, dervişlerimin hepsi kendimle birlikte Cennet’e girinceye ve onları cennete götürünceye kadar Rabbimin huzurundan ayrılmam’.”

    Hz. Pir’e (KSA) sordular: “Biri senin tarikatına girse ya da sana intisab etse (baglansa), fakat senden ders almaz ise, senin hırkanı giymezse senin dostların sayılabilir mi?” Cevap verdi: “Her kim bana intisab ederse, Allah-u Teala (CC) onu kabul eder ve o benim dostlarımdan olur. Her kim medresemin kapısının önünden geçerse, muhakkak Allah-u Zülcelal (CC) onun ahirette azabını hafifletir.”

    Yine Gavs-ı Geylani (KSA) Hz.leri buyurdular ki: “Rabbim Azze ve Celle bana, Medresemin kapısının önünden geçen her müslümanın azabını hafifleteceğine dair söz vermiştir.”

    Biri gelip O’na (KSA) Babül-Ezc civarındaki kabristanın birinden korkunç bir ses duyduğunu söyledi. Hz. Pîr (KSA) bunun üzerine sordu: “O adam benden feyz aldı mı?” Onlar da: “Bilmiyoruz.” dediler. Bu sefer Gavs-ı Geylani (KSA) Hz.leri: “Meclisimde hiç hazır bulundu mu?” diye sordu. Yine “Bilmiyoruz.” dediler. Gavs (KSA) Hz.leri bu sefer: “Arkamda namaz kıldı mı?” diye sorunca yine “Bilmiyoruz.” Dediler. Başını bir saat kadar eğdi. Murakabaya daldı. Sonra başını heybetle kaldırarak haykırdı: “Melekler (Allah’ın selâm’ı üzerlerine olsun) gelip bana, o kişinin yüzümü gördüğünü ve hakkında iyi niyet taşıdığını, bu yüzden Allah (CC) Hz.leri tarafından afv edildiğini haber verdiler.” Bunun üzerine bir daha ondan, böyle korkunç bir ses duyulmamıştır.

    Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri, Allah-u Teala Hz.leri’nden, müridlerinin hiçbirinin tevbesiz ölmeyeceğine dair garanti almıştır. Her müridi, Hz. Pir’in (KSA) müridlerinden yedi kişi kurtarabileceğini, Hz. Pirimiz sık sık ifade etmiştir. Hatta bir keresinde demiştir ki: “Mağripte bir müridimin avreti açılırsa, biz onu meşrikten mutlaka örteriz. Himmetimizle (Allah’ın (CC) izni ve inâyetiyle) dostumuzu kurtarırız.”

    Buyurmuştur ki: “Ne mutlu beni görenlere. Beni görmeyenlere hasrem (üzgünüm) doğrusu.”

    Şeyh Ali El-Kureşiy’e (RA) göre Pîr Gavsul Azam (KSA) Hz.leri ona demiş ki: “Bana, gözün alabileceği kadar bir kitab verilmiştir. Onda, bana intisab edecek olan dervişlerimin ve arkadaşlarımın (Müridlerimin) ve kıyamete kadar bana mürid olacakların isimlerini gördüm.”

    Hz. Pir Abdulkadar-i Geylani (KSA) Hz.leri’ne sordular: “İyi müridleriniz malum. Ya kötüleri ne ne olacak?” Bunun üzerine Hz. Pir (KSA) şu cevabı vermiştir: “İyiye gelince, o kendini bize adamıştır. Kötüye gelince, biz kendimizi, onu kurtarmak için adamışızdır.”

    Şeyh Adiy bin Misafir (RA) Hz.leri şu mühim açıklamayı yaptı: “Bütün şeyhlerin müridlerinden her kim benden feyz hırkasını istedi ise, rahatlıkla giydirdim, ama Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin müridlerine karşı bunu yapamadım. Çünkü hepsini, Rahmet deryasında yüzerlerken gördüm. Böyle olan kimseler, denizi bırakıp da bir bardak ile su dağıtan kişinin yanına gelirler mi hiç?”

    Pir Gavsul Azam (KSA) Hz.leri’nin dervişlerinden El-Betayihi (RA) anlatıyor: “Bir gün şeyhimiz Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin evine girdim. Önceden görmediğim, tanımadığım dört kişi gördüm. Onlar kalkıp çıkmak için yürüyünce, Hz. Pir (KSA) bana: ‘Yetiş onlara da, sana dua etsinler.’ emrini verdi. Koştum, onları medresenin avlusunda yakaladım ve bana dua etmelerini rica ettim. Onlardan biri bana dönerek dedi ki: ‘Ne mutlu sana. Sen böyle bir şahsın dervişi ve hizmetindesin ki, Allah (CC) Hz.leri O’nun bereketiyle yerleri, tepeleri, dereleri, denizleri ile birlikte ayakta tutuyor. O’nun duası sayesinde, halkın iyisine de kötüsüne de Allah (CC) merhamet ediyor. Biz diğer Veliler, O’nun ayağı gölgesi altındayız, O’nun emrindeyiz. O’nun emrinden hiç ayrılamayız.’ Sonra yanımdan uzaklaşıp gittiler. Hayret ve dehşet ile Hz. Pir’e (KSA) koştum. Daha bir şey söylemeden bana hitâb etti: ‘Ey Allah’ın (CC) kulu. Ben hayatta iken, onların sana anlattıklarını kimseye söyleme.’ Ben: ‘Bunlar kimdi?’ diye sordum. Hz. Pir (KSA) Hz.leri: ‘Bunlar Kâf Dağı’nın ileri gelenleridir ve halen oradadırlar.’ dedi.”

    Şeyh Ömer El-Bezzâz (RA) Hz.leri anlatıyor: “Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nden dinledim: ‘Hüseyin El-Hallacın (Hallac-ı Mansûr RA) ayağı kaymıştı. O asırda elinden tutup onu kaldıracak kimse (Veli) yoktu. Eğer ben, onun zamanında olsaydım, (bulunsaydım) elinden tutup onu kurtarırdım. Çünkü kıyamete kadar ayağı kayan her müridimin, ahbabımın, arkadaşımın elinden tutup kurtaracağım.’

    Ebu-l Ferec bin El-Hamami’nin bir müşahedesi: “Hz. Pir Gavsul Azim (KSA) hakkında duyduğum şeyleri bir türlü kabul edemezdim, inkâr ederdim. Böyle şey olmaz derdim. Bir gün Babil-Ecz’de bir işim çıktı. Oraya gitmem gerekti, gittim. Dönüşümde Hz. Pir’in (KSA) medresesinin önünden geçiyordum. Müezzin İkindi ezanını okuyordu. İçimden ‘Bakalım şu namazı onun arkasında abdestsiz kılayım farkına varacak mı?’ diye bir düşünce geçirdim. Camiye girdim, arkasında İkindi Namazını kıldım. Namaz bitince Hz. Pir bana dönerek: ‘Ey Oğul? Bana bir hacet için gelseydin, mutlaka hacetini görürdüm. Lakin gaflet, bütün mevcudiyyetini kuşatmış ve bu yüzden arkamda abdestsiz namaz kıldın.’ Bunu hiç doğru yapmadın.’ demez mi? Hayretten az kaldı düşüp bayılacaktım. O (KSA), benim içimdekileri nasıl bilebilirdi? O andan itibaren tevbekâr olup yanından, hizmetinden hiç ayrılmadım. Gün geçtikçe O’nu (KSA) sevmeye, saymaya başladım. O’nun (KSA) feyz ve bereketini çok gördüm.”

    Şeyh Matar El-Barzani’nin (RA) oğlu Şeyh Ebul-Hayr Kerûm (RA) anlatıyor: “Babam ölüm döşeğindeyken kendisine: ‘Senden sonra kime uymamı vasiyyet edersin?’ diye sordum. ‘Şeyh Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’ne intisâb et.’ dedi. ‘Galiba ağır hasta olduğundan ne dediğini bilmiyor.’ dedim. Bir saat sonra yine: ‘Senden sonra kime intisâb edeyim?’ diye sordum. ‘Şeyh Abdulkadir’e (KSA)’ diye cevab verdi. Bir saat bekledikten sonra yine sordum. Bu defa şöyle dedi: ‘Bir zaman gelecek ki, Şeyh Abdulkadir’den (KSA) başka hiç kimseye intisab edilmeyecek.’ Babam ölünce Bağdat’a Şeyh Abdulkâdir (KSA) Hz.leri’nin yanına gittim. Orada bütün Meşâyıh-ı Kirâm’ı gördüm. Hz. Pir (KSA) durmadan konuşuyor ve şöyle diyordu: ‘Ben sizin vaizleriniz gibi değilim. Beni yukarıdakiler de dinler. Çünkü ben Allah (CC) Hz.leri’nin emri ile konuşurum.’ Bir ara başını kaldırdı. Ben de başımı yukarıya kaldırınca, nurdan atlar üzerinde nurdan adamlar saf saf olmuş, Hz. Pir’i (KSA) başları eğik, huşu içinde dinliyorlar. Kimisi hüznünden ağlıyor, kimisi titriyor, kimisinin elbisesi tutuşmuş ateşler içinde yanıyor. Bunu görünce korktum ve kürsüye doğru koştum. Hz. Pir’in (KSA) yanına çıkınca kulağımdan tutarak: ‘Babanın ilk vasiyyetiyle neden yetişmedin?’ diye çıkıştı. Heybetinden korktum ve başımı eğdim.”[

  137. İŞİĞADOĞRU said,

    Mayıs 15, 2007 12:26 pm

    ESELAMU ALEYKÜM VE RAHMETULLAHİ VE BERAKATÜHÜ
    sevgili kardeşim benim anlatmak istediğimi sanırım anlayamamışsın.. BENDE KADİRİYİM BENDE BU DERGAHIN İÇİNDEYİM.. VE SIRF ALLAH RIZASI İÇİN BENDE SEVİYORUM SEYH ABDULKADİR GEYLANİ HZ.
    BENİM YAZMAK İSTEDİĞİM İSTEDİĞİM SEY SU;
    EN BASTA ALLAH SEVGİSİ SONRASINDA RASUL SEVGİSİ ONDAN SONRA ONA YAKIN OLAN ONUN YOLUNDAN GİDENLERİN SEVGİSİ.. UMARIM SU AN DA NE DEMEK İSTEDİĞİMİ ANLAMIŞSINDIR.. AYNI ZAMANDA YAZDIĞIM YORUMLAR ÖZELLİKLE OĞUZHAN VE AYETULLAH KARDEŞLERİME HİTABENDİ..
    RASULÜ UNUTUP HAŞA BEN SUNU COK SEVİYORUM KİMSEYLE PAYLAŞAMAM GİBİ YORUMLARI HİÇ DOĞRU BULMUYORUM.. DÜNYADA SEVGİYE HAKKIYLA LAYIK OLAN EN GÜZEL VARLIK PEYGAMBER EFENDİMİZİDR(a.s.v) .
    “”RASUL SEVGİSİ BASKADIR, EVLİYAULLAH SEVGİSİ BASKADIR””
    HİÇ BİR MAHLUK PEYGAMBERİMİZDEN ÜSTÜN DEĞİLDİR VE HİÇ BİR SEVGİ ONUN SEVGİSİNDEN ÜSTÜN OLAMAZ ( ALLAH SEVGİSİ DIŞINDA) …
    YOKSA ABDULKADİR GEYLANİ HZ. BENDE SEVİYORUM. RASULÜMÜ SEVDİĞİ İÇİN VE EN ÖNEMLİSİ RASÜLÜM SEVDİĞİ İÇİN TABİKİ BENDE SEVİYORUM..
    BENİM ANLATMAK İSTEDİĞİM İNCELİĞİ UMARIM ANLMIŞSINDIR SEVGİLİ KARDEŞİM..
    ESSELAMU ALEYKÜM

  138. gullsen said,

    Mayıs 15, 2007 2:09 pm

    ışığadoğru sizin ne demek istediğinizi anladım sanırım aynı fikirdeyiz arkadaşlarınında düşüncelerine ve içlerinde yaşadığı sevgiyiye saygı göstermeniz gerekir.çünkü onlarda emin olabilirsiniz bu sevgiyle basamak basamak asıl sevgiliye ulşabilirler diye düşünüyorum .onlarında ne demek istedik

  139. tevfik said,

    Mayıs 16, 2007 6:02 pm

    Esselamun aleyküm kardeşlerim. ben yazılarınızı baştan sona okumaya çalıştım,ayrıca bu siteye ilkdefa tesadüf eseri katıldım.
    çok faydalı ve bir okadarda hayret verici bilgiler aşk verici,çoğaltıcı haller gördüm.
    hepinizden Allah razı olsun. lakin görüyorum ki hala nefs-i emmare nin elinde oyuncak olmuş arkadaşlarımız var.Allah için isimde veriyimki gıybet olmasın ve oda kendini bilsin o da ayetullah kardeşimizdir.
    bu yolda bencillik olmaz geylaniyi sevmek sadece resimlerine bakmakla olmaz. seyri sülük görmek bir terbiye ve edep eğitimi almak gerek, kaldıkı şeri hükümlerde bile birbirinizi sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız diyor.
    bakıyorumda bir resim istiyor kardeşimiz onu bile kıskanıyor. halbuki geylani hz bütün ilimleri isteyen talep eden herkese kıskanmadan dağıtıyor. bu uyarı meselesini kapatıyorum haklarınızı helal ediniz.
    gerçekten çok güzel ve faydalı bilgiler var hemen sık kullanılanlara ek yapacam.Allahın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun,peygamberimiz (muhammed mustafa sallallahu aleyhi ve sellim efendimizin) şefaatine mazhar oluruz ve pirimiz seyyid ve şerif olan abdülkadir geylani hazretlerinin himmetlerine nail oluruz. hu kardeşlerim hu.

  140. ceyhun said,

    Mayıs 16, 2007 9:51 pm

    EVVELİ HÛ, ÂHİRİ HÛ, ZÂHİRİ HÛ, BÂTINI HÛ
    HÛ YA ABDÜLKADİR-İ GEYLÂNİ

    Alan değil, veren ellerin Affedici olduğu için affedilenlerin Hak ile doğan,
    Hak ile yaşayan, Hak ile ölenlerin
    Ve sonsuz hayatta yeniden doğanların safına katılmayı bizlere nasip et

  141. ceyhun said,

    Mayıs 16, 2007 10:05 pm

    EVVELİ HÛ, ÂHİRİ HÛ, ZÂHİRİ HÛ, BÂTINI HÛ
    HÛ YA ABDÜLKADİR-İ GEYLÂNİ

    Hakâretle bakma dervişanlara,

    Köhne aba giyen ârifânlara.

    Vârisü’l-enbiyâ denmiş anlara,

    Mürde gönülleri ihyâ ederler
    Hz. Cüneyd-i Bağdâdî der ki

    “Amelini bozmak istemezsen emir ve nehyin hakîkatini araştırmaya kalkışma. Zâhir ile amel et. Samîmi ol, bu sana yeter.. Bî-kılâvuz kim varır ALLÂH’ına,Reh-nümâsı olmayınca evliyâ

  142. ceyhun said,

    Mayıs 16, 2007 10:12 pm

    EVVELİ HÛ, ÂHİRİ HÛ, ZÂHİRİ HÛ, BÂTINI HÛ
    HÛ YA ABDÜLKADİR-İ GEYLÂNİ

    Rindân Sa’dî der ki :

    “Ey kaba sofi! Yoluna git. Bana hakîkati anlatmaya kalkışma. Bu kâinâtın esrârı senin ve benim gözümde kapalı. Ve öyle de kalacaktır. Ben emr-i ilâhîye âsi, sen ise ALLÂH’ın kullarını ALLAH’tan kaçıran, ilim yoksunu, hakîkat câhilisin.”

    Makâmâtı görüp, geçmiş gibi söz söyleyen vâiz;

    Sevâbı terk edip, şekl-i hatâyı belleyen vâiz;

    Kuru dâvâ ile ukbâda devlet bekleyen vâiz;

    Rükû eder de mihrâbın neden kâm olduğun bilmez!.

    (Abdülaziz Necâtî Efendi)

    Esrâr-ı aşkı ehl-i zâhire söyleme. İşin kışrında kalana bu zevkten bahsetme. Zâhire zâhirdeki yeter. Hele ehl-i bâtılın, nâ-ehlin yanında Hak’tan hiç bahsetme. O lokma onun lokması değildir. Îmân-ı zevkîye çıkmayan, rûhun safâsını tatmayan mahrûma derd-i aşktan bahsedilir mi? Bu, aşkın nâmusuna tecâvüz etmek olur

  143. ayetullah said,

    Mayıs 16, 2007 11:27 pm

    gülşen öncelikle o resim konusunda bişey demiyorum ama resmi vererek hayır yapılacagını sanmıyorum …aşkın dorugundaysan zaten resmi degil kendisiyle görüşürsün lütfen biraz daha güzel düşünüp konuşalım bu yüzden birde kaynak olarak kendisi yeter:) bilmem anlatabildimmi..ayrıca bu kadar uzun yazılar yerine daha hoş kalbe hitap edilecek şekilde ve o üslubla yazarsan hem okudugumdan zevk alırım hemde yani neyse ginede sen bilirsin …ALLAHa emanet olunuz inşallah…

  144. gullsen said,

    Mayıs 17, 2007 9:22 am

    bak ayetullah sizinle polemiğe girmek istemiyorum.ayrıca bu uzun yazılar dediğin senen o çok sevdiğin mübarek zat hakkındaysı.ne kadar uzun yazılar olsuğu değil sizin ne anladığınız önemli.bilmem analtabilsimmi.artık siz kendiniz daha hoş kalbe hitap edilecek şekilde ve o uslupla yazarsınız.ve sadece benim ki bir ısrar değil bir ricaydı.

  145. İŞİĞA DOĞRU said,

    Mayıs 17, 2007 9:44 am

    ESSELAMU ALEYKÜM VE RAHMETULLAHİ VE BERAKATÜHÜ,
    SEVGİLİ AYETULLAH KARDEŞİM GULSEN KARDEŞİME SU NOKTADA KATILIYORUM;
    YAZDIĞI YAZILAR UZUN OLABİLİR AMA SEN GEYLANİ HZ. COK ASIK İSEN O YAZILARIN UZUNLUĞU SANMIYORUM Kİ BU KADAR DİKKATİNİ CEKSİN.. NEFSİM ADINA BEN BİLE COK SEVDİĞİM BİR SEYİ OKUYORSAM O KİTABIN YADA O MENKIBENİN UZUNLUĞUNA DİKKAT CEKMEM. ÇÜNKÜ ANLATILANLAR BENİM EN SEVDİĞİM KİŞİYLE ALAKALI İSE SEVE SEVE OKURUM..
    BÖYLE BİR SİTEDE BU TARZ USLÜPLER HOŞ OLMUYOR.. COK SEVMEK HELEKİ MÜBAREK BİR ZATI, FEDAKARLIK GEREKTİRİR.. KISKANÇLIK HİÇ DOĞRU DEĞİL.. YUKARIDA YAZAN BİR KARDEŞİM TEVFİK ALLAH RAZI OLSUN COK GÜZEL BİR SEY YAZMIŞ. GEYLANİ HZ. İLİMİNDEN İSTEYEN HERKESE DAĞITMIŞ. Kİ O BİR ALLAH DOSTU, BİZ KENDİ NEFSİM ADINA ONLARIN YANINDA BİR HİÇİZ NEYİMİZ VARDA KİMDEN ESİRGİYORUZ .. NE OLUR ARKADASLAR BİRAZ DAHA DİKKATLİ OLALIM..

    SEVEN KİŞİ SEVDİĞİNİN AHLAKIYLA AHLAKLANIR..
    EMANETİN GERCEK SAHİBİNE EMANETSİNİZ…
    ALLAH’IN SELAMI,RAHMETİ VE BEREKETİ HEPİMİZİN ÜZERİNE OLSUN İNSALLA-U TEALA…
    SEVGİ VE DUA İLE

  146. ceyhun said,

    Mayıs 17, 2007 10:36 am

    EVVELİ HÛ, ÂHİRİ HÛ, ZÂHİRİ HÛ, BÂTINI HÛ
    HÛ YA ABDÜLKADİR-İ GEYLÂNİ
    Ben de sultânım” diyen âlemde bî-hadd ü hesap.
    Bende-i dergâh-ı ehlullâh olan milyonda bir.
    Âlem-i lâhut’a pervâz eyleyen ehl-i sâfâ,
    Tâc-ı İskender değil, taht-ı Süleymân istemez
    Âdile, uzatma sözünü,
    Derviş edegör özünü
    Görmek istersen Hak yüzünü
    İncitme hiç dervişleri
    (Âdile Sultan)
    Âşık-ı sâdık isen sana rü’yet yeter, pes.
    Aşık-ı kâzip isen var kerâmet ara gez.

  147. hakan said,

    Mayıs 17, 2007 6:58 pm

    ALLAH sizden razı olsun bu siteyi yaptıgınız için inşallah türkiyedeki tüm internet siteleri sizin gibi olur inşaallah

  148. ayetullah said,

    Mayıs 17, 2007 7:36 pm

    Benim sevgim kendime ayrıca seninle polemige girmek istemeyen benim..Laflarını bilde konuş.neyse hadi byby

  149. ayetullah said,

    Mayıs 17, 2007 7:47 pm

    Ama bi dakka ya burasının kimin sitesi oldugunu bi anlık sizin gibi unutuum ama aklım başıma geldi Allah a şükür..sizinkilerinde gelmesini temenni ederim.ayrıca bundan sonra gülşen denen bayan bi daha benle muhattap olma yazı felan da gönderme .Seninle bu türlü tartışma ortamına girmek istemiyorum.Akıl yaşta degil baştadır diye boşa dememişler neyse hadi saglıcakla kalın….

  150. Muhammed Mihal KAN said,

    Mayıs 17, 2007 8:25 pm

    Ayetullah bunu bilki sana cok kizdim… insanlarla tartismayi birak… insanlarin kusurlarini arastirma ve elestirme… Nefsini on plana cikarmaya calisma… “Herkesi affet ama kendini asla affetme…” (Mevlana Celaleddin-i Rumi). Tasavvufla, baska bir deyisle edeple alakali bu sitede boyle bos konusmalar ve tartismalar gormek beni hem uzdu, hem de kizdirdi… Umarim bu yazima cevap yazmazsin Ayetullah… Cunku yazarsan bir daha bu siteye girmem… O zaman belki dusunmeye baslarsin, insanlarla tartisarak bu guzel siteye olan ragbeti artiriyor musun yoksa azaltiyor musun ?… Allah’a emanet olun…

  151. tevfik said,

    Mayıs 17, 2007 11:09 pm

    Esselamun aleyküm kardeşlerim. tamam görüyorumki tartışma ortamını bitirmişler benim güzel kardeşlerim.
    bende olmak,insan sevdiğinin ahlakıyla ahlaklanmak zorundadır ki davada bende varım diyebilmesi içindir.
    o karınca misalidirki, hz ibrahimi ateşe attıkları zaman bir karınca ağzına bir parça su alıp o devasa ateşe doğru gitmeye,demişlerki yafu nereye gidiyorsun o ağzındaki bir parça suyla ,o kadarcık su ne yapabilir kocaman ateşe, ve işte yürekleri titreten muhteşem cevap, olsun belki söndürmez ama en azından safım belli olur demiş.
    işte kardeşlerim güzel bir menkibe ders niteliğinde,şöyleki insan içi ile dışı bir olacak,karakterli olacak,en önemlisi ERKEK olacak.
    o erkekleri mukaddes kitabımız kur-an’ı kerim de Allah tarif etmiştir.
    işte o erkeklerden olmalıyız. söz verince tutan dosdoğru yoldan giden.
    yafu en azından tabi olduğun insanı mübareke uy değilmi kardeşlerim.
    böyle bir pirin var daha ne istersin be gafil titrede kendine gel uymuşsun nefsi emmareye bi dur de yeter de muhasebeni yap bakalım.
    bırak melekleri yarın pirinin huzuruna hangi yüzle çıkıcan utanmıyacanmı,
    evet kardeşlerim bari yolumuzu bilelim safımız belli olsun biraz gayret edelim unutmayalım ayrıcalıklı kimselerdir geylaninin yolunda olanlar,belli edelim birazcık kimliğimizi nefsimizi okşamadan tabiki.
    sevgili arkadaşlar bu hepimize uyarıdır kardeşçe ben dahil önce kendime söylüyorum ,bu bir emri bil maruftur nehyi anil münkerdir.
    haklarınızı helal ediniz .selam ve dua ile.

  152. İŞİĞADOĞRU said,

    Mayıs 18, 2007 10:30 am

    ESSELAMU ALEYKÜM VE RAHMETULLAHİ VE BERAKTUHU
    ALLAH RAZI OLSUN TEVFİK KARDEŞİM. COK DOĞRU VE GÜZEL SEYLER YAZMIŞSIN. BİZLER AHİR ZAMAN ÜMMETİ OLARAK BİL MUKABELE KENDİ NEFSİM ADINA ACİZİZ.. YARADAN TEK SIĞINAĞIMIZ, KUR’AN YOL GÖSTERİCİMİZ VE HZ.MUHAMMED MUSTAFA(s.a.v.) TEK IŞIĞIMIZ.. RABBİM BİZE BU NURLU YOLDA YARDIM ETSİN İNSALLAH-U TEALA.. RABBİM BİZİ SEVDİKLERİMZDN VE BİZİ SEVENLERDEN HEM DÜNYADA HEMDE AHİRETTE AYIRMASIN.. “”DUA ETME OLMASA İDİ NE EHEMMİYETİNİZ OLURDU”” NE OLUR MÜM’İN KARDEŞLERİM BİRBİRİMİZDEN O GÜZEL DUALARI ESİRGEMEYELİM.. BİRBİRİMİZİ GÖRMESEK BİLE HEPİMİZ KARDEŞİZ ELHAMDÜLİLLAH..
    EMANETİN GERCEK SAHİBİ OLANA EMANETSİNİZ.. ALLAH’IN SELAMI , RAHMETİ VE BEREKETİ HEPİMİZİN ÜZERİNE OLSUN…

  153. ceyhun said,

    Mayıs 18, 2007 4:58 pm

    “Mü’min olmadan cennete giremezsiniz.
    Birbirinizi sevmedikçe mü’min olamazsınız; Ey Allâh’ın kulları, kardeş olunuz

  154. ceyhun said,

    Mayıs 18, 2007 5:03 pm

    “Mü’min olmadan cennete giremezsiniz.
    Birbirinizi sevmedikçe mü’min olamazsınız; Ey Allâh’ın kulları, kardeş olunuz..ÂLEM-İ LÂHÛTA PERVÂZ EYLEYEN EHL-İ SAFÂ,

    DEĞİL İSKENDER TÂCI, TAHT-I SÜLEYMÂN İSTEMEZ
    Âdem’i rahmetinden halkettiğini anlat!.

    Güzeli görüyorsan, anlat. paylaşmayı anlat

    Kardeşliği yaşıyorsan, anlat.

    Dostluğu, insanlığı anlat.

    Dünyânın en çok kazanılacak yer olduğunu anlat!. Bilmiyorsan, lütfen sus……………………………………………………………………………………………..Yetmiş iki milleti bir gözle görmeyen halka müderris olsa da, hakîkatte âsidir.”

  155. ayetullah said,

    Mayıs 19, 2007 8:09 pm

    Böyle bir tartışma ortamı yaptıgım için çok ama çok özür dilerim burasının şahımın sitesi oldugunu bi anlık unuttum ve kötü sözler sarfettim ve çogu kişinin istewmeyerekde olsa kalbini kırdım çok özür dilerim Allah rızası için haklarınızı helal edinizi bir daha böyle bişey olmaz inşallah ve ben bir daha yazmak istemiyorum zaten çok özür dilerim tekrar.ALLAH a emanet olunuz inşallah Geylani hazretlerinin himayesi altına onu sevenlerin hepsi girer..AMİN…hoşçakalın

  156. Muhammed Mihal KAN said,

    Mayıs 20, 2007 1:09 am

    “Bir kişiyi seviyorsanız onu sevdiğinizi bildiriniz.” (Hadis-i Şerif) Ayetullah seni seviyorum. Müslüman Allah için sever, Allah için buğz eder… Allah’a emanet olun.

  157. ayetullah said,

    Mayıs 20, 2007 9:50 am

    …..bende seni seviyorum….

  158. tevfik said,

    Mayıs 21, 2007 12:39 am

    Esselamun aleyküm ve rahmetullahi ve berekatu hu.
    Çok değerli kardeşlerim,yoldaşlarım öncelikle maşallah iki kardeşimiz helalleşmişler bizde burdan hem sevindik hemde şahit olduk kabul et yarabbi.
    işte insan her zaman doğruyu bulmakla mükelleftir.şöyle kendimize bir baktığımızda neler görürüz. mesela acıkmışsak bu vücudumuza göre bir kusurdur hemen tamir yoluna gideriz yemek yer onu normal haline getiririz,hasta olsak ta aynı olarak hemen doktora gider kendimizi onun eline teslim eder hatta en mahrem hallerimizi dahi ifşa ederiz,neden çünkü tamire ihtiyacımız var ve o bunun için bir ehil. evet kardeşlerim avam olan insan bir an gelir istidadı da varsa ezelde ruhu vücuduna dar gelir bir şeylerin yanlış gittiğini müşahede yapar ve aranmaya başlar önce tefekkür ile aranır,düşünür,düşünür yatar kalkar iç dünyasını keşfetmeye çalışır oda olmaz hesap yapar muhasebe tutar ölçer biçer hıhı olmaz,olmayınca artık bir çıkar yol bulmak için kendi iç dünyasını bırakır dışarda kendine bir tamirci arar aranır ne yapsın herkesi dener,her yola gider hata tabiri caizse neredeyse bir mucize arar gittiği kişilerde bir keramet görmek ister taki gönlüü eriten titreten zatı bulana kadar. evet bizde gide gide bir zatı muhterem bulmuşuz daha doğrusu nasib olmuş Allaha hamdü senalar olsun.
    Abdülkadir-i geylani hazretleri neye ve kime hizmet etmiş zotu neymiş ki onca çileler çekmiş istese oda yan gelip yatarmış hayatını yaşarmış.
    ama o güzel insan verasetin nebi öyle yapmamış kendisini aşmış insanlara da faydalı olacak hale getirmiş.
    Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım hiç bizden ona fayda varmı,bence yok ona bir selam göndermekten başka ne yapabiliriz.
    İşte bu noktada ona layık olmaya çalışmamız lazım geldiğini anlamamız gerekir diye düşünüyorum biz birbirimizi bile sevemiyoruz ki, daha pişmemiz gerek diyorum özellikle dervişan kendi arasında bile ikilik yaşarsa dışarıdaki avam ne yapsın.
    öncelikle kendimizden başlamalıyız nefsi emmarenin tuzaklarını iyice öğrenmeliyiz ona göre tedbir almalıyız.
    sevgili dostlarım malumunuzdur emmare,levvame,mülheme ve mutmainne makamları yol haritamızdır hepsinin sıfatları vardır kendimizi koyabileceğimiz bir yer mutlaka vardır.
    IRCIY hitabında vermiş olduğumuz sözleri tutmalıyız önce kendimiz için yapmalıyız.
    burada ilerlerken hal ile hallenmeliyiz bütün iyi sıfatları özümsemezsek kal de kalırız bunlar kal değil hal olmalıdır.
    sevgili kardeşlerim laf maksadını aşmadan keseyim,işte bir dem geldi içimdekileri döktüm sizlere bu yol zor bir yol ama kardeşlik yolu beni ancak sizler anlarsınız halleştik haklarınızı helal ediniz.
    Daim pirin himmeti üzerinize olsun hu.

  159. tevfik said,

    Mayıs 21, 2007 6:49 pm

    Esselamun aleyküm kardeşlerim.
    Sizlere bugünü hatırlatacak yunus emre hazretlerinin güzel bir deyişini arz etmek istedim hepimize ibret için bu yeterlidir.
    İşidin ey ulular,ahir zaman olmuştur,
    Sağ müslüman seyrektir,oda güman olmuştur.
    Danışman okur,tutmaz, derviş yolun gözetmez,
    Bu halk öğüt işitmez,ne sarp zaman olmuştur.
    Gitti beyler mürveti,binmişler birer atı,
    Yediği yoksul eti,içtiği kan olmuştur.
    Yani az koptu erden,el çekmeden murdardan,
    Deccal çıkacak yerden,onlar uyan olmuştur.
    Birbirine yavuz sanır,ettiği kalır sanır,
    Yarın mahşer gününde işi yayan olmuştur.
    EY YUNUS, İMDİ SENİN AŞK İLE GEÇSİN GÜNÜN,
    Sevdiğin kişi senin canına can olmuştur.
    HEY GİDİ RAHMET OLASI YUNUS ŞEFAATİNE MUHTACIZ SENİN SEVENLERİN ÇOKTUR BİZLERE ŞEFAAT EYLE İNŞALLAH.

  160. İŞIĞADOĞRU said,

    Mayıs 22, 2007 12:15 pm

    ESSELAMU ALEYKÜM VE RAHMETULLAHİ VE BERAKATÜHÜ
    TEVFİK KARDEŞİM ALLAH RAZI OLSUN İNSALLAH-U TEALA… OI GÜZEL BİLGİLERİN İÇİN..

    EMANETİN GERCEK SAHİBİ OLANA EMANETSİNİZ.. SELAM VE SEVGİ İLE..

  161. ayetullah said,

    Mayıs 22, 2007 6:28 pm

    ::::SuLtAnIm::::::GEYLANİ::::

  162. tevfik said,

    Mayıs 22, 2007 8:37 pm

    esselamun aleyküm kardeşlerim.
    kısa bir deyiş var bizler için gönüllerimizin süruru için onu payşalmak istedim.
    Muhammet şefiimiz
    Alidir penahımız
    Abdulkadir pirimiz
    Rufai şerefimiz.
    ALLAH HU,ALLAH HU.

    SELAM VE DUA İLE.

  163. musaoğlu said,

    Mayıs 23, 2007 2:37 pm

    ABDÜLKADİR GEYLANİ HAZRETLERİ HEPİMİZE ÖNREK VE ÖNDER OLSUN
    İNŞALLAH ONUN YOLUNDAN GİTMEYİ HEPİMİZE NASİP EYLESİN.BİZ ACİZ KULLAR HER OLAYA KARŞI EKSİKLİK GÖSTERİYORUZ.DUA DAN EKSİK ETMEDİĞİNİZ ÖYLE KIMSELER VARDIRKI ANINDA YETİŞİRLER.ONLARI UNUTMAYIN KI ONLARDA SİZE ANINDA YETİŞSİNLER.HIMMET ETSİNLER

    GEYLANİ HZ LERİNİN RUHUNA FATİHA

  164. musaoğlu said,

    Mayıs 23, 2007 2:42 pm

    Büyük âlim İzzeddîn bin Abdüsselâm; “Şüphesiz o, evliyânın sultanı idi.” demişti.
    ŞÜPHE YOKKI BİZ DE ONU UNUTMAYACAĞIZ.DUADAN EKSİK ETMEYECEĞİZ

  165. HAYDARUL KERRAR said,

    Mayıs 23, 2007 6:19 pm

    sevgili gullsen hanım
    yazdığınız yazılardan dolayı size teşekkür ediyorum. sizde İLAHİ ARMAĞAN’IN @ kitap şeklinde bir versiyonu varmı : varsa bana mail ile gönderebilirseniz sevinirim. ABDULKADİR GEYLANİ hakkında bir internet sitesi kurmak ve bir kitap yazma fikrim var inşallah 2 yıl içinde hazır olacak şu anda bilgi toparlıyorum sizden yardım bekliyorum.mail adresim: muhammedhaydar@mynet.com . allah sizden razı , yar ve yardımcınız olsun.

  166. eralp said,

    Mayıs 23, 2007 10:08 pm

    geylani hazretlerini anlatmaya ve anlamaya gücüm yetmedi. yanlız birşey diyeceğim, sayısız keramet göstermiş bur zatı, harry potter kadar tanıtamadılar.

  167. ceyhun said,

    Mayıs 23, 2007 11:46 pm

    nasibi olan bulur merak etmeyiniz

  168. ceyhun said,

    Mayıs 23, 2007 11:48 pm

    potter kıyaslaması yanlış kımi kimle kıyaslıyoruz nasibi olan zaten geliyor

  169. ayetullah said,

    Mayıs 24, 2007 4:30 pm

    evet kimi kiminle kıyaslandıgı bilinmezse o kendini öyle bi bildirir ki o zaman kıyaslamaya kimsenin gücü yetmez .o yüzden onun sırrını ve degerini anlamak bize yada şöyle diyim bana düşmez onun degerini onun gibiler ,peygamberimiz(a.s.v.)ve RABBİM bilir..şu halde o zatı muhteremin yanına, 5 paralık bile degeri olmayan kafirin adını (harry pother denen mahluk)yazmayın ..Allaha emanet olunuz…

  170. gülşen said,

    Mayıs 24, 2007 9:51 pm

    sevgili haydarul kerrar bey
    yazdığınız yazılardan dolayı bende size teşekkür ediyorum.
    iLAHİ ARMAĞAN’IN @ kitap şeklinde bir versiyonu yanımda yok.Ayrıca bu mübarek zat hakkında bir internet sitesi kurman ve bir kitap yazma fikrin çok güzel bir düşünce ve gerçekten size yardımcı olmayı çok isterdim.Bende sadece O’NUN 10 KİTAPTAN OLUŞAN ESERLERİ VAR.ordan okuduğum bilgileri ancak buraya arz edebilirim.

  171. gülşen said,

    Mayıs 24, 2007 10:01 pm

    abdulkadir geylani hazretlerinden sadece bir kaç öğüt;
    Yüce ALLAH’ın (C.C) dininde olmayan şeyleri yapmaya çalışma. Elinde iki şahit olsun; biri KUTSAL KİTABIMIZ, diğeri SÜNNET-İ RESULALLAH. Bunlar seni RABBİNE ulaştırır. Ama sen bu şahitleri bırakıp nefsinin peşinden gitmeye devam ediyorsun. Elinde iki şahidin var; biri zayıf aklın, diğeri de şahsi arzun. Şüphesiz bunlar seni ateşe iter. Firavun gibilerin arasına katar.Ey ALLAH (C.C) yolcularını bulamayan; varlığını ve yaratılmışları HAK varlığına perde eden kişi; ağla, başkasına bir ağlarsan kendine bin defa ağla.

  172. gülşen said,

    Mayıs 24, 2007 10:08 pm

    Sabah olur olmaz Seyyid Salih yatağından fırladı. Gönlü gözü sevinç ve sürurla dolmuştu. İşte o gün Seyyid Abdülkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri dünyaya teşrif etmişlerdi. Seyyid Salih her tarafından nurlar ve ışıklar çağlayan bu müstesna bebeği kucağına alıp dakikalarca kokladı ve sevdi. Gerçekten de o aşk ile geldi ve aşk ile ömür sürdü. Ömür nefeslerinin incilerini gökyüzününün aydın güneşi gibi pırıldattı. 91 senelik ömründe hep ilahi aşk ile yandı. Gece gündüz Kabe mumu gibi ışıklar saçtı. Annesi Fatıma binti Ebu Abdullah Seyyidedir. Geylan kasabasının büyük şeyh ve zahidlerinden biriydi

  173. HAYDARUL KERRAR said,

    Mayıs 25, 2007 2:29 pm

    herşeyiçin teşekkürler allah sizden razı olsun

  174. HAYDARUL KERRAR said,

    Mayıs 25, 2007 2:32 pm

    ***O Allah’ tır, Sen Kulu

    Herşey fani ve yalan
    Ölüm tek gerçek olan
    Zinhar dalma dünyaya
    Kulluktur asıl olan

    Özüne dön ve düşün
    Rabb ’ e kulluktur işin
    Emrine uyan kula
    Verir ücreti peşin

    Dua O’ nun isteği
    Kul olmanın gereği
    İste sen O Ganî’ dir
    Verir bütün dileği

    Sakın yolunu şaşma
    Yanlışa doğru koşma
    O Ehad’ dır önünde
    Kulsun sen haddin aşma

    Hayat tam bir bulmaca
    Şeytan yol şaşırtmada
    O Allah’ tır sığın sen
    Felâh olur sonunda

    Yolun sonu topraktır
    Ölüm ise vuslattır
    Sen O’ nu bilir isen
    Affeder O Gaffâr’ dır

    Can içinde canandır
    Gönüllerde sultandır
    Kainatı yaratan
    Ve kuşatan Rahmân’ dır

    Kur’ an rehberin olsun
    Resul yoldaşın olsun
    Rabb’ e teslim ol ki sen
    İçin huzurla dolsun

  175. HAYDARUL KERRAR said,

    Mayıs 25, 2007 2:34 pm

    Beklenen

    Ne hasta bekler sabahı,
    Ne taze ölüyü mezar.
    Ne de şeytan, bir günahı,
    Seni beklediğim kadar.

    Geçti istemem gelmeni,
    Yokluğunda buldum seni;
    Bırak vehmimde gölgeni,
    Gelme, artık neye yarar?

    (1937)

    Necip Fazıl Kısakürek

  176. HAYDARUL KERRAR said,

    Mayıs 25, 2007 2:38 pm

    Kalbin İhaneti

    Var demek kolaydır da
    Yok demek biraz zordur
    Olanı görürsün de
    Yok diyebilmek için
    Her yere bakmak gerekir

    Hiç bir ilah yoktur
    Buyurdu yüce Allah
    Dedi ki ”benden başka”
    Böyle söyle habibim
    İlah pazarlarında

    Yaşamak güzeldir de
    Ölmek neden korkutur
    Gemi denizde yüzer de
    İçine su almamalıdır
    Bu dünya güzeldir de
    Kalp ona bakmamalıdır

    Kötülüklerin yasaklığı
    Allah’ın gayretindendir
    Ateşin azaplığı
    Kalplerin gafletindendir

    İnsanoğlu halifedir
    Görevini bilmelidir
    Kalpler O’nun makamıdır
    O makam kirletilmemelidir

    Sevmek kolaydır da
    Sevilmek biraz zordur
    Bir kalbe girdikten sonra
    Orada kalmak gerekir

    Sevenler gayretli olur
    Kendisi tek olmalıdır
    Yerinde başkasını görünce
    Sevgisi nefrete dönüşür

    Rahman’dır, Rahim’dir de
    O’na şirk koşmamalıdır
    Dünyayı cennet bilip te
    Cehenneme koşmamalıdır

    Allah’ı sevdikten sonra
    Ölümden korkmamalıdır

  177. HAYDARUL KERRAR said,

    Mayıs 25, 2007 2:51 pm

    abdulkadir geylani

    Muhammed neslinden, Şah-ı Veliden,
    Gonca Hüseyin’den, gül Fadime’den,
    Zarif ve inceden, nurdan bir beden,
    Sultanlar sultanı pir Abdulkadir.
    Abidler içinde bir Abdulkadir.

    Hasan-el Basri’nin irfan yolundan,
    Bağdatlı Cüneyd’in aşkın kolundan,
    İrem bağlarının eşsiz balından,
    Sultanlar sultanı pir Abdulkadir.
    Aşıklar içinde şir Abdulkadir.

    Kırklar, Yedilerin sultanı sensin,
    Gavslar meclisinin imamı sensin,
    İlim deryasının ummânı sensin,
    Sultanlar sultanı pir Abdulkadir.
    Arifler içinde mir Abdulkadir.

    Erenler bezminde dergâh kurulur,
    Tüm veliler divanında bulunur,
    Hama erlerinden yolun sorulur,
    Sultanlar sultanı pir Abdulkadir.
    Lütfunla rüyama gir Abdulkadir.

    Tasavvuf Yolcusundan,

  178. HAYDARUL KERRAR said,

    Mayıs 25, 2007 3:10 pm

    birbilgiyi paylaşmak istedim
    yazı :daideruni.wordpress.com
    adresinden

    5 yıldır Abdülkadir Geylani’nin kayıp kitaplarını arayan Fadıl Geylani Türkiye, Mısır, Irak, Fas ve Suriye’de kütüphaneleri didik didik ederek ünlü İslam aliminin 17 kitabını buldu. Geylani’nin “Peygamber Sevgisi”ni anlattığı eseri ise Vatikan’da çıktı

    Gönüllüleri Hindistan’dan Fas’a kadar dağılmış Kadiri topluluğunun 1078 – 1166 yılları arasında yaşamış önderi Abdülkadir Geylani’nin, kayıp 100 kitabından 17’si bulundu. Abdülkadir Geylani’nin soyundan gelen Fadıl Geylani, beş yıldır bu kitapların peşinde, Mısır, Irak, Fas, Suriye gibi ülkelerde uzun bir yolculuk yapıyor. Bu ülkelerde Abdülkadir Geylani’ye ait 17 ayrı kitabın nüshalarını bulan Fadıl Geylani, “Kitaplar yayınlandığında tasavvuf kavramı kökten sorgulanacak” dedi. Kitapların varlığından haberdar olan Arap yayıncıların kütüphanelere akın ettiğini anlatan Geylani, kitap isimlerini sır gibi saklıyor.

    ESERLER DEPODAN ÇIKTI

    Astronomiden yer bilimlerine 13 ilim üzerine kitaplar kaleme alan İslam büyüğü Abdülkadir Geylani’nin soyundan gelen Kahire Üniversitesi mezunu Fadıl Geylani, kitapları bulma serüvenini Yeni Şafak’a anlattı. Küçüklükten itibaren, soyundan geldiği Abdülkadir Geylani’nin menkıbelerini dinleyerek büyüyen Fadıl Geylani, ileriki yıllarda Abdülkadir Geylani hakkında araştırmalara başladığını anlatıyor. Evliyaların, ulemaların Abdülkadir Geylani hakkındaki düşüncelerini derlediği “Kadri Nehri” adlı bir kitap hazırlayan Fadıl Geylani, bu kitabı yazarken okuduğu kaynaklarda Abdülkadir Geylani’nin 100′den fazla eseri olduğunu öğrendiğini belirtiyor. Bu kitapların nerede olduğu ve bunları nasıl bulacağı konusunda kafa yoran Fadıl Geylani, 2002 yılında Mekke ziyareti sırasında kitapların peşine düşmeye karar verdiğini söylüyor.

    İşe önce, İstanbul’daki Süleymaniye, Millet ve Beyazıt Devlet kütüphanelerini didik didik ederek başlayan Fadıl Geylani, kayıp 100 kitaptan, 8′ini bu kütüphanelerin depolarında bulmuş. Daha sonra Abdülkadir Geylani’nin memleketi Bağdat’a giden Fadıl Geylani, buradaki kütüphanelerde de iki kitaba ulaşmış. Kayıtlarda bulduğu 4 kitaba ise kütüphaneler yağmalandığı için ulaşamayan Fadıl Geylani, Iraklı dostları Seyyid Raşit ve Seyyid Vahidin Brifkani’nin, kitapların bulunması konusunda kendisine çok yardımcı olduklarını anlatıyor.

    Geylani, üçüncü durağı Mısır’ın Kahire ve İskenderiye kütüphanelerinde Abdülkadir Geylani’nin 2 kitabına daha ulaşmış. Bu kitaplardan birinin, Geylani’nin şiirlerini topladığı divanı olduğunu anlatan Fadıl Geylani, Suriye ziyareti esnasında Şam’da bir kütüphanede Hanefi uleması İmam Nablusi’nin “Esrarül Esrar” adını taşıyan, Geylani divanını kritik eden bir kitaba da rastladığını anlatıyor.

    ‘Peygamber sevgisi’ kitabı Vatikan’da

    Fadıl Geylani şimdi de Vatikan’da bulunduğunu öğrendiği Abdülkadir Geylani’nin “Peygamber sevgisi”ni anlattığı kitabın peşinde. Vatikan Kütüphanesi’ndeki bu kitabı almak için Vatikan Konsolosluğu’na başvuran Fadıl Geylani’ye, Papa 16. Benedikt’in Türkiye ziyareti sonrasında Vatikan’a gitmek için vize alabileceği söylenmiş. Bu kitaba ulaştıktan sonra bir buçuk yıl içinde “Abdülkadir Geylani Külliyatı” adı ile kitapları okuyucularla buluşturacağını anlatan Geylani, külliyatı ilk önce Arapça yayınlayacak. Mısır El Ezher Üniversitesi’nden yoğun ilgisiyle karşılaşan araştırma, Arapça baskısının hemen ardından Türkçe ve İngilizce’ye de çevrilecek. Yayınevleri ile sıkı görüşmeler içinde olan Geylani’nin en büyük şikâyeti ise kitapların varlığını duyan Arap yayınevlerinin kütüphanelere hücum etmesi. Bu nedenle kitapların adlarını ve içeriklerini sır gibi saklayan Fadıl Geylani, “Bu kitaplar yayınlandığında, özellikle tasavvuf araştırmalarında yeni bir çığır açılacak” şeklinde konuşuyor.

    ELIF YILDIZ – ISTANBUL

    yazının dogrulugu belki tartışılır ama pirimiz hakkında daha bilmedigimiz çok şeyin oldugu kesin allah onun vasıta sıyla kalbimizde allah aşkından başka bir şey koymasın

  179. HAYDARUL KERRAR said,

    Mayıs 25, 2007 3:14 pm

    -KASİDE-

    Sevdanın ilk durağındaki tatlılık var ya,

    benim hazzım ondan daha tatlı ve daha lezzetlidir…

    Ya da visalde çok özel bir hal vardır ya,

    benim halim ondan daha aziz ve yakındır…

    Bana günler bağışlandı, saflığın başlangıcı günler,

    helal ve içmesi tatlı su kaynakları…

    Her türlü cömertliğe muhatap oldum,

    hiç kimseye olmadığı kadar…

    Ben, arkadaşına korku olmayanlardanım.

    Zaman şüpheli, insan kaçtığı yeri bilmiyor…

    Kavm’in her türlü yüce rütbeden nasibi var ve

    her ordunun dayandığı bir kuvvet olur…

    Ben şakıyan bülbülüm, ağaçları doldururum şarkılarla…

    Yükseklerde ise Baz-ı Eşheb’im…

    Muhabbet ordusunu iradem altına aldım, itaatle,

    Okumu nereye atsam isabet eder,

    ne bir amel, ne de bir ümidim var…

    Bir va’d bekliyor ya da gözlüyor değilim…

    Rıza meydanlarında bol bol nasipleniyorum,

    ta ki, hiç kimseye bağışlanmayan bana verildi…

    Zaman, işlenmiş elbise gibi değişti…

    ‘Bizler, zamanın en iyisiyiz’ diye övünürsünüz…

    Evvelkilerin güneşi battı ve gitti,

    Bizim güneşimiz batmayacak ebedi,

    gökyüzünün en yüce yerinde…

    Sultan-ı Evliya Pir ABDULKADİR GEYLANİ (ks.)

  180. HAYDARUL KERRAR said,

    Mayıs 25, 2007 3:17 pm

    “Dünya bir çarşıdır, bir pazar yeridir. Yakında kapanır, dağılır. Size yalnız fânileri gösterecek ve onlara bağlanmanıza sebep olacak kapıları kapatınız. Allah’ın kudretini görmenize ve yalnız O’nu sevmenize vesile olacak kapıları açınız..”

  181. HAYDARUL KERRAR said,

    Mayıs 25, 2007 3:19 pm

    ABDULKADİR-İ GEYLANİ’NIN VASİYETİ

    Oğlu Abdurrezzâk’a şöyle vasiyet eyledi:

    Ey oğlum! Allahü tealâ bize ve sana ve bütün müslümanlara tevfîk, başarı ve muvaffakiyet ihsân eylesin! Sana Allah’tan korkmanı ve O’na tâat üzere olmanı, dînimizin emir ve yasaklarına riâyet etmeni ve hudûdunu gözetmeni vasiyet ederim.

    Ey oğlum! Allah bize, sana ve müslümanlara tevfîk versin! Bizim bu yolumuz, Kitap ve Sünnet üzere bina edilmiştir. Kalbin selâmeti, el açıklığı, cömertlik, cefâ ve ezâya katlanmak ve din kardeşlerinin kusurlarını affetmek üzere kurulmuştur.

    Ey oğlum! Sana vasiyet ederim! Derviş yâni Allah adamlarıyla berâber ol. Meşâyıha, tasavvuf büyüklerine hürmeti gözet! Din kardeşlerinle iyi geçin! Küçük ve büyüklere nasîhat üzere ol. Dinden başka şey için kimseye düşmanlık etme!

    Ey oğlum! Allah bize ve sana tevfîk versin! Fakirliğin hakîkati, senin gibi olana muhtaç olmaman, zenginliğin hakîkati ise, senin gibi olandan bir şey istememendir. Tasavvuf hâldir, söz değildir, söz ile de ele geçmez. Dervişlerden, Allah’tan başkasına ihtiyaç duymayan birisini görürsen, ona ilim ile değil, rıfk, yumuşaklık, güler yüz ve tatlı söz ile muâmele eyle! Zîrâ ilim onu ürkütür, rıfk, yumuşaklık ise çeker ve yaklaştırır.

    Ey oğlum! Zenginlerle sohbetin, görüşmen izzet ile, onlara değer vermeyerek, fakirlerle örüşmen ise, kendine değer vermiyerek olsun.

    İhlâs üzere ol! İhlâs, insanların görmesini hâtıra getirmeyip, yaradanın dâimâ gördüğünü unutmamaktır. Sebeplerde Allah’a dil uzatma. Her hâlde Allah’dan gelene râzı ve sükûn üzere ol. Allah adamlarının huzûrunda şu üç sıfat üzere bulun: Alcak gönüllülük, iyi geçinmek ve kötülüklerden arınmış bir kalb. Hakîkî yaşamak, nefsini öldürmenle, nefsinin arzularını, haram ve zararlı isteklerini yerine getirmemenle olur.”

  182. HAYDARUL KERRAR said,

    Mayıs 25, 2007 3:24 pm

    Halkı bırakmak; onların elinde hiçbir iyilik veya kötülük olmadığına ve olamayacağına inanmakla olur. Bütün kuvveti Allah’tan görüp, halkın elinde mevcut olan bir şey görmeden Allah’ın kudretini tasdik etmekle mümkün olur.

    Kendini bırakmana gelince: Hak’ka teslim olman ve sebepleri bir yana atmanla olabilir.

  183. HAYDARUL KERRAR said,

    Mayıs 25, 2007 3:25 pm

    KALBİN HASTALIĞI
    Nefsini bırak! Ve ondan uzaklaş!.. Nisbi olarak kendine izafe ettiğin mülkten ayrıl!.. Hepsini Allah’a teslim et!.. Ve kalbin kapısında bekçi ol!.. Allah’ın dediklerini içeri al ve dediklerini kalbine sokma!.. Kötü istekleri kalbinden çıkardıktan sonra bir daha yaklaştırma!.. Bu şeytani arzuları kalbden çıkarmak, her halde ona uymamak ve daima muhalefet etmekle olur.

    Allah’ın iradesi dışında bir şey isteme!.. O’ndan başka bir şey istemek boş bir temennidir. Akılsızlıktır. Sakın böyle bir hevese düşme!.. Telef olursun.. Helak olursun!.. Hak’kın merhametinden uzak kalırsın.

    Sonuna kadar Allah’ın emirlerini tut!.. Sonuna kadar yasak ettiği şeylerden kaç!.. Sonuna kadar O’nun kaderine teslim ol!.. Yarattığı şeylerden hiç birini O’na ortak yapma. Şirk koşma!..

    İsteğin, arzun, şehvetin, hepsi O’nun yarattıklarıdır…

    İsteme! Kötü arzularına kapılma! Şehvete düşkün olma!.. Ta ki müşrik olmayasın!..

    Ayetten:

    Şirk, yalnız putlara tapmak değildir. Kendi şahsi arzu ve isteklerinde tesir görerek,uyman da bir nevi şirk ve putperestliktir. Dünya ve onun metaından, ahiret ve onun nimetlerinden herhangi birine gönül kaptırarak, seni yaratanın sevgisini değil, bunlardan her hangi birinin sevgisini üstün tutarsan, şirk etmiş olursun…

    Uçsuz bucaksız bir varlık bul, kendini muayyen ölçülere kaptırma. Muayyen bir çerçeve içersinde kalırsan, doğruluğunu haber verdiğin yanlış olabilir. Kalacağını haber verdiğin nesne, bakarsın ki kaybolmuş… Hak’kın iradesine tabi ol ve hiçbir şeye karışma!.. Keşif ve keramet nevinden sayarak, bir şeyler söylersin, ama aksi olunca utanır, rüsvay olursun… Sana bu halde yine bir vazife düşer; halini saklamak… Ve senden başkasına bunları duyurmamak. İşte bu, tam sebat ve beka halidir. Bunların Allah tarafından, sana bir hediye olarak verildiğini bil. Bu hale şükür etmek için O’ndan yardım iste. Başkasına göstermemek için ört. Eğer bu haller gider de, yerine başka bir hal gelirse, üzülme
    ; onda da çeşitli bilmediğin nimetler gizlidir. İlim vardır. İrfan, marifet vardır; ayıklığını arttırır ve edep terbiye öğretir sana… Bir Ayet-i Kerime de şöyle buyurulur:

    – “Biz hiçbir ayeti, ondan daha iyisini veya benzerini getirmemek şartı ile değiştirmeyiz… Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmiyormusun?”

    Allah’ın kudretini küçük görme!.. Takdir ve tedbirde, onu itham etme… O’nun vaadinin doğruluğunda şüpheye düşme… Hz. Peygamberi (S.A.) kendine örnek al… O büyük insana inen ve mushaflarda yazılan, dillerde okunan bazı ayetler kaldırıldı… Bazısı değişti, yerine başka ayet geldi… Biraz önce haber verdiğinin aksini az sonra söyledi. Ama bu hal zahirde böyle oldu. Öbür yönünü, ancak, Allah’la kendi arasında bir iş olarak kabul ederiz…

    İşte yukarıda anlatılan hale işaret ederek Peygamber(s.A.) efendimiz şöyle buyurur:

    – “Kalbimde değişik haller olur, bu yüzden her gün yetmiş defa istiğfar ederim.”

    Diğer rivayette “ Yüz defa.”

    Peygamber(s.A.) efendimiz., daima hal değiştşrirdi. Bir halden diğer hale geçer ve olgunluğa doğru ilerlerdi. Gayb aleminin hazinelerine ererdi. Çeşitli manevi süslerle süslendi. İşte efendimiz böyle yükselirdi. Her yükseldikçe de evvelkinin noksanlığını anlar; mahdut bir halde kalmayı noksan sayar, istiğfar ederdi. Kendisi yaptığı gibi ashabına da istiğfar telkin ederdi. Çünkü istiğfar ve tövbe halinde bulunmak kulun vazifesidir. İnsana en çok yakışan şey, istiğfar ve tövbe etmektir. Bütün kötülükleri, bir daha yapmamak şartı ile bırakmak babası Adem’den (a.s.), Hz. Rasulallah’a O’ndan da bizlere veraset yolu ile geldi… Ki Adam aleyhisselam’ın her yanını zulmet kaplamıştı; işte o zaman istiğfar etti, sonra karanlık açıldı, her yanı nur kapladı; kurtuldu. Çünkü o bir zamanlar ahdi unuttu. Dar-ı Selam’da daimi kalacağını, Rahman ve Mennan olan Allah, kendisini Cennetten çıkarmayacağını sandı… Melekler kendisini daima selamlar, öğmelerle geleceğini tahmin etti. Böylece nefsine uydu ve her şeyi unuttu… İş değişti. O güzel süslerden soyundu, saltanat gitti. Derecesi düştü… O nurlu alem, aniden karanlığa gömüldü. Önceki safiyet bozuldu.

    Böylece her şey elinden alındıktan sonra işin nereden geldiğini anladı. İçinde bulunduğu büyük safiyeti düşündü… İtiraf yolunu tuttu. Unuttuğunu, hata işlediğini itiraf etti. Kendi kendine istiğfar telkin etti:

    Bu tövbe ve itirafa karşı kendisine hidayet yolları göründü. Nasıl işler yapacağı bildirildi. Ve o, o tövbedeki gizli marifet nurları ve bundan evvel kendisine keşfolunmayan iyilikleri öğretildi. Ve neticede şuna kani oldu:

    Her şey değişti… İstek şimdi başka oldu. Hal başka hal oldu. Büyük bir saltanat geldi. İlk önce dünyada bir velayet-i Kübra; sonrası da ahirette… Dünya kendine ve evladına yer oldu. Ahiret ise ebedi bir yuva… Ve sonsuz bir sığınak..

    Ey mümiz! Senin için Hz. Adem v Hazret-i Muhammed de dostluk ve muhammed için iyi adetler var… Herhalde hatanı bil, tevbe et…

  184. HAYDARUL KERRAR said,

    Mayıs 25, 2007 3:25 pm

    ALLAH’A YAKINLIK
    Manevi bir hal içinde bulunduğun zaman başkasını isteme. İser daha altını, ister daha üstünü. Hiçbir makam arzu etme…

    Padişahın kapısına geldiğinde hemen içeri girmeği isteme Zorla içeri alınıncaya kadar bekle. Kendi isteğinle değil zorla içeri alınmalısın. Tekrar, takrar istemelisin. Pek nazlı da olma…

    İçeri girmek için mücerret izinle de yetinme. Seni tecrübe için olabilir, belki de padişah tarafından deneniyorsundur… Koşma; bekle. Ta ki seni zorla içeri alsınlar. Bu şekilde içeri alınman senin için bir fazilet olur. Saraya bu şekilde girdikten sonra, seni kimse tekdir etmez. Tekdir ancak yapacağın kusurdan sonra gelir. O, seni bizzat içeri aldıktan sonra, korku da olmaz. Padişahın yaptığından mes’ul olmazsın. Ancak kendi isteğinle yaptığın şey sonunda mes’ul duruma düşersin. Yaptığın hareket neticesi, sana taarruz vaki olur.

    Bu makamda senin için iyi olmayan şey kendi arzunla hareket etmendir… Sabrın azlığı, edebe riayetsizliğin, bulunduğun hale rıza göstermemen senin için hiç de iyi olmayan hareketlerdir…

    Saraya girmek sana nasib olunca; başını önüne eğ, gözlerini etrafta gezdirmekten sakın. Edepli terbiyeli olarak, verilen her hizmet ve vazifeyi yapmağa çalış. Daha fazla yükselmeği isteme…

    Ayet: “ Olara verdiğimiz dünyalıklara gözlerini çevirme, onları tecrübe etmek için, dünya süsü olarak kadın verdik. Rabbın sana verdiği rızık, hem hayırlı hem de devamlıdır…”

    Allah-ü Teala, bu ayetle seçkin Peygamberine edep öğretiyor, dolayısıyla bize…

  185. tevfik said,

    Mayıs 25, 2007 10:08 pm

    Esselamun aleyküm kardeşlerim.
    Bu gün sizlere Allahın izni ile kaside-i hamriye’ yi parça parça yazacağım.
    Bilirsiniz kaside-i hamriye pirimiz geylaninin gavs lık makamının verildiği zaman aşk ile allahın izni ile kudretini izhar ettiği kasidesi dir.
    Yalnız allahın aşkı ile sizden rica ediyorum lütfen tefekkür edin öylesine okumayın büyüklüğünü hiçbir zaman dile getirmemiş bir kimsenin gavsiyet makamını anlatıyor.
    lütfen tefekkür edelim büyük sırlar var biz çözemesekte sevgiyle, hayranlıkla,aşkla okuyup onun büyüklüğünü temaşa edelim.
    EUZUBİLLAHİMİNEŞŞEYTANİRRACİYM BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİYM.
    KASİDE-İ HAMRİYE.

    Muhabbet; bana visal kadehlerini içirdi;
    Ve.. yeni halime özüm:
    -Bana doğru gel..
    Dedi..
    Koştu, yürüdü bana doğru kadehlerde geldi;
    Büyükler arasında özüm sarhoşluğu sezdi..
    ….. ……. ……….

    Sair kutuplara dedimki:
    -Derlenin gelin..
    Çünkü benim erlerimsiniz alemime girin..
    Ve.. benim askerlerimsiniz, gayret edin için…
    ….. …….. ………………

    Bana kavmin sakisi yetinceyedek doldurdu;
    Ben sarhoş olunca,size kalan artığım oldu..
    . ….. ……….. ………………..

    Yücelik ve ittisal benim,siz eremediniz;
    Ne var ki; yücedir; hepten sizinde makamınız;
    Ama makamım devamlı yüce, siz alttasınız..
    …………. . . …….. ……….

    Ben hazret-i hakkın yakınlığındayım, yalnızım;
    Bende tasarruf eder, yeter bana zülcelalim…
    Ben ki; ama herşeybe namlı ALACADOĞAN;
    ………… . .. ……….. …. ….. ….. . …..

    Hak erlerinden kime verildi bende bulunan.
    Senelerce ders okudum; sonunda kutup oldum;
    Saadete nail oldum; mevlalar mevlasından..
    Bana kisve giydirdi;hepten süslü izzet saçan;
    Hem bana tac giydirdi, özünde kemal bulunan..
    Beni kurban ilan etti, istediğimi verdi;
    Oldu davlum, yerde ve gökte tok tok çalınan;
    Ve saadet perişanlığı bana oldu ayan..
    ………. …………….. ………………… ……..

    Ben ki, Hüseyni soydanım;hazinedir durağım;
    Cümle hak erlerinin boynunda durur ayağım…
    O yaptı,toptan kutuplar üzerine sultanım;
    Her hal-ü kardan emrim geçerlidir,hükümranım……

    Sevgili kardeşlerim şimdilik bu kadar yeter.
    Allah izin verirse başka zaman da gerisini
    ikram edeceğim ama önce likle lütfen pirimizin büyülüğünü tasavvur edin .
    selam ve dua ile.

  186. tevfik said,

    Mayıs 25, 2007 10:16 pm

    Ayrıca kardeşim haydarul kerrar’a da değerli bilgileri için teşekkür ediyorum Allah razı olsun. bizleri bu nurlu yoldan ayırmasın inşallah.
    pirlerimizin himmetleri üzerimize daim olsun inşallah.amin
    selam ve dua ile.

  187. ayetullah said,

    Mayıs 26, 2007 12:39 pm

    ……………AşK=GEYLANİ…………..

  188. ayetullah said,

    Mayıs 27, 2007 10:41 am

    Čaε Fί£ λδκ νε мaŧε Fί£ Ķεмaℓ

  189. ayetullah said,

    Mayıs 27, 2007 6:02 pm

    Bu aşk yaktı bitirdi bizi….ey uzun boylu yar duy sesimi…dinle kalplerimizin sana olan aşık sesini….
    Ben sana yandım ey usul boylum
    Ben sana yandım ey güzel huylum
    Ben sana yandım ey peri soylum
    Ben sana yandım Ey GEYLANİ(K.S.)

  190. ummugulsum said,

    Mayıs 28, 2007 10:21 am

    “Bilmediğin konuları ahireti düşünen alimlere sor. Alimlere danış. Bolca ibadet et. Mümin kardeşlerini sev.” Bunları yapabilene ne mutlu. Yıl 2007. İnsanların çoğu çıplak, abdestsiz, bencil, kibirli, ikiyüzlü, yalancı vs. bir şekilde hayatlarını yaşıyor. Allahtan korkanlar ve bazı şeylerin farkında olanlar tabi bunu yapmamaya çalışıyor. Ne kadar ben müslüman deseler, ne kadar kendince akıllıyım sansalar yinede başkalarının hatalarını görmekten kendi hatalarını görmezler. Bilmedikleri şeyler üzerinde yemin bile ederler. Herşeyi bildiğini sanırlar. İnsanlara mübarek zatların adını kullanarak akıl vermeye çalışırlar fakat kendileri günah işleyip daha beterini yaparlar. Dünya zevklerine düşkün değilim sanıp yinede onların peşinde koşarlar. İlim peşinde koşarlar fakat İlim Gölünden kepçeyle alayım derken süzgeçle bilgi alırlar. Ve bilgi aradan süzülüp gider. Peki biz alimleri nasıl bulupda yol soracağız? Bu zamanda kime güveneceğiz? Alim, akıllı ve saygın görünen kişiler bile sonradan ne oldukları ortaya çıkıyor. Dünyada maalesef çalışmadan didinmeden kimse kimseye bakmıyor. Zamanımız bile kalmıyor ibadete. Yorgun bir halde eve geliniyor. 5 dk bile olsa ibadetimi yaptım diyebilene ne mutlu. Mümin kardeşlerimizi ne kadar sevebiliriz? Hepsi müminiz diyorlar ama öyle davranan yok. Allah sağlık versin. Allah imanımızı güçlendirip bize sabır versin. Azda olsa herkes ilim öğrensin. Azda olsa ibadetini yapsın. Allah heppimize akıl versin. Ne kadar çok isterdimki bu zamanımızda böyle mübarek zatlar olsun. Ne kadar çok isterdim böyle bir insanın yanında olup birşeyler öğrenmeye. Kitaplarını okuyoruz. Kaynaklar bulup öğrenmeye çalışıyoruz fakat yinede soru işaretler kalıyor. Demek istediğim o kadar az insan kalmışki gerçek manada alim olan onlarada biz ulaşamıyoruz. Allah inanıp çabalayanları Peygamberimiz(s.a.v.)’in ümmetinden eylesin. AMİN.

  191. ummugulsum said,

    Mayıs 28, 2007 10:38 am

    “Sakın yaptığın işlerde ve bulduğun manevi halde kendi gücünü görmeyesin. Bu hal kişiyi azdırır ve YARATAN’ın rahmet nazarından uzak kılar. Sakın sözünü dinletme ve kabul ettirme hevesine de kapılmayasın. Önce temeli at sonra üzerine binayı çık. Kalbini derin kaz ki oradan hikmet pınarları fışkırsın, sonra ihlas ve iyi işlerle o binayı yükselt. Bu işlerden sonra halkı o köşke davet et.”

    “İSLAM gömleğin yırtık, İMAN elbisen pis, kalbin cahil, için kederle dolu. Gönlün İSLAMİYET’e açık değil. İç alemin harap, dışın mamur, bütün sayfaların günah karası. Sevdiğin ve arzuladığın yalnızca dünya.
    Kabir kapısı açık ve ahiret sana doğru gelmekte. En kısa zamanda aklını başına topla, yalnız dünya azığı toplamaktan vazgeç de ahiret azığını toplamakta acele et…
    Sabırlı kulların bu dünyada çektiği cefa, Yüce Allah’ın (C.C) gözünden kaçmaz. Siz bir an olsun O’nun uğruna sabır yolunu tutun, yıllarca ecrini alırsınız. Ömrü boyunca “Kahraman” lakâbıyla gezen, onu bir anlık cesareti sonunda kazanmıştır.”

    “Size gereken, Yüce Yaratanı sevmek ve O’ndan başka kimseden korkmamaktır. Ve bütün işleri onun rızasını gözeterek yapmak… Bunlar “Kalp” le olur, dil gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasında söylediğin sözleri yalnız kaldığında söylüyormusun?… Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman mümkün oluyor mu?… İşte bunları yapabiliyorsan mesele yok… Kapı önünde “TEVHİD”, içeriye girince “ŞİRK”, yakışır mı? Bu, nifak, ikiyüzlülük alametidir, içi bozuk olmanın ta kendisidir. Acırım sana, sözün kötülükten sakınma hakkında, kalbin ise fitne çıkarmaya istekli. Şükrü dilinden bırakmıyorsun, ama kalbin daima itiraz halinde. ”

    “Geliniz aşırı, uygun olmayan arzularımızı bir yana atıp YARATANIMIZA koşalım. Bu yolda biraz perişanlık çekelim. Ne olur sanki biraz zahmet çeksek? O’na vardıktan sonra bütün çekilen sıkıntılar unutulur. İçimize ve dışımıza hükmeden nefsimizi HAK yoluna çevirelim, Rabbimizin Elçisine, Sevgilisine başvuralım, O’nun eteğini bırakmayalım. ”

    “Bütün amacın yemek, içmek ve arzularının tatmini olmasın. Bunların hepsi amaç değil, Yüce ALLAH’a (C.C.) ulaşmak için birer araçtır. Bütün hedefin sana en çok gerekli olana ulaşmak olmalı. Sana en gerekli olan ise YARATAN’ındır. O’nu ara. Her şeyin bir bedeli olur. Dünyaya AHİRET, yaratılmışlara ise bedel YARATAN’dır. Dünyayı kalbinden atarsan yerini HAK alır. Yaşadığın günü ömrünün son günü bil, işlerini ona göre ayarla. Bu duygu sana yeter. ”

    “Dünyalık toplarken dikkatli ol. Gece odun toplayan gibi olma. Elini uzattığında neyi alacağını önceden kestirmelisin. Gece odun toplayan eline geçeceğini bilemez, seni de ona benzetiyorum. Ayık ol, sonra felaket büyük olur. ”

    “HAK’la çekişme, nefsin için O’nu kötüleme, malın azaldı diye O’nu itham etme, insanlar sana yüz vermiyor diye O’nu suçlama. Suçu kendinde ara. Her işin kendi keyfine uygun olmasını istiyorsun, en büyük hüküm senin mi yoksa O’nun mu? Sen mi fazla biliyorsun yoksa O’ mu? Merhametin O’nunkinden fazla mı? Sen ve bütün yaratıklar O’nun kuludur. Her şeyde yalnız O’nun hükmü geçer bunu sakın unutma. ”

    “Böbürlenmeyi bırakın, Yüce ALLAH’a (C.C) karşı büyüklük satmakta neymiş? Kullara da kibirli davranmayın, haddinizi bilin. Varlığınıza tevazuyu yerleştirin. Önceden ne olduğunuzu düşünün; bir damla su. Sonrası ne olacak malum…Bir hendeğe yuvarlanacak bir ağırlık. Hali böyle olana büyüklük taslamak yaraşır mı? Hırsa kapılmayın, kötü arzular sizi esir etmesin. Dünyalık adamların kapısını aşındırmayın. Ezilip büzülerek onlardan dünyalık dilenmek size yakışmaz, sabırla doğru yoldan nasibini arasan daha iyi olmaz mı? Ya bir de yaptığın dilenciliğin sonu boşa çıkarsa… Sevgili Peygamberimizin (S.A.V) “En büyük belâ, nasibte olmayanı aramaktır,” buyruğunu hiç duymadın mı? Nasibte olmayanı kullar hiçbir zaman veremez. Dünya oğullarının buna hiçbir zaman gücü yetmez. ”

    “Ey ilim iddiasında bulunan, hani ağlaman? Yüce ALLAH’ın (C.C) korkusundan gözlerin yaşarıyor mu? O’ndan korkman ve günahları itirafın nerede? Nefsinle cenk etmek ve onu terbiye etmek yok mu? O’nu HAK tarafına çağırman nerede? Bunların hiçbiri sende yok. Bütün derdin kasa, masa, yemek ve eğlenmek. Aklını başına al. Dünyadaki nimetlerden sana gelecek bir kısmetin varsa gelir, üzülme içini ferah tut. Bekleme yükünden kurtulursun, hırsın ağırlığı seni yormaz. Eğer bu şekilde davranmazsan, bütün bu uğraşmalarından sana ne kalacak dersin? Sadece bir yorgunluk ve ağır bir hesap…”

    “Doğruluk olmadan bilginin sana ne yararı dokunur? Doğruluğun olmadığı için bilgi sana bela olur. Öğrendin, namaz kıldın, oruç tuttun sebebi sana mal versinler, iyiliğini görsünler, seni öğsünler oldu. Sana yakışır mı bu düşünceler?Farzet ki halkın sana ilgisi arttı, bunun ölüm anındaki sıkıntıya faydası olur mu acaba? Seni sevenlerle aranda uçurumlar olacak o anda. Topladığın malları başkaları paylaşacak, hesabı ve cezası da sana kalacak.”

    “Ey içi bozuk, yakında öleceksin, öldükten sonra yaptıklarına çok pişman olacaksın ama çok geç…Dilin güzel söze alıştığı için konuştu ve aldandı, ama kalbin hiçbir şeyden anlamaz bir halde. Bu durum seni kurtarmaz. Güzel konuşmayı kalb yapmalı, yalnızca dilin iyi söz söylemesi faydasızdır.”

  192. tevfik said,

    Mayıs 28, 2007 8:29 pm

    Esselamun aleyküm güzel kardeşim.
    allah razı olsun çekinmeden,sıkılmadan acı ama gerçek olan hallerimizi yüzümüze vurdun.
    Elbetteki dost acı söyler allah razı olsun kardeşim okudum ve tefekkür ettim gerçekten çok haklısın küçük bir güzel olayda bile hemen kendimize pay çıkarıyoruz,çekişme halindeyiz,yetmedi kavga dahi var,ve geçim maişeti çekiyoruz.
    Allahın vadettiği rızkınıza kfilim ayetini bile hiçe sayarak yaşıyoruz aman iyi geçineyimde yarınım garanti olsun vay be demek garanti bile istiyecek kadar yüzsüzleştim, ondan sonrada vay efendim ben şu oldum bu oldum diye sağda solda konuş, haaa öyleki konuşurken tabiri caizse mangalda külde bırakmıyorum yaa kardeşim işte böyle.
    bu fakir acizane pirlerin eteğine tutunmaya çalışan bir cahildir.
    Allahın ipine sıkıca tutunun ayetini hazmetmeyi bizlere ve bu fakire nasip eder inşallah.
    pirlerin himmeti üzerimize daim olsun inşallah huu.

  193. ayetullah said,

    Mayıs 29, 2007 7:45 pm

    Bizim şu anki kötü halimiz Kuran a ve sünnete uymamayışımızdandır..Allah her defasında bizleri çeşitli vesilelerle uyarıyor fakat biz dönüp bakmıyoruz bile yazık bize yani ama dua işte o da bir ibadettir diyor..o yüzden duayı dilimizden hiç eksik etmemeliyiz ve şuanki acizligimizden felaha,huzura erebilmemiz için çokça dua etmeli ve Sultanımız olan Efendimiz(s.a.v.)den dua istemeliyiz ondan sonra Geylani hazretlerinden dua ve himet istemeliyiz ve en önemlisi de işlerimizi Rabbimize bırakmalıyız ki rahata erelim ve dosdogru birer mümin olalım buda Allah ın izniyle olucak olan birşey ..ne diyim Rabbim bizi hidayete erdirsin ve bizi takvalı,salih kullarından eylesin inşallah….Fi emanillah arkadaşlar…

  194. gülşen said,

    Mayıs 30, 2007 10:57 pm

    ‘ Teslim ol , Hakk dostuna düşen bir yaprak gibi

    Çiğnersede ses etme sakin ol toprak ğibi

    Her neye noksan bakarsan ol sana noksan olur

    Eğer kemaliyle bakarsan ol kemalindir senin”

  195. ati said,

    Mayıs 31, 2007 9:32 am

    süperr yaa

  196. ayetullah said,

    Mayıs 31, 2007 4:16 pm

    İnsan Bir Yolcudur,Yolcunun Klavuzu Rasulullah,Haritası Kur’an,Pusulası Akıl,Sermayesi İman,Azığı Amel,Yakıtı Sevgi,Karakteri Ahlak,Aksesuarı Edep,Sıfatı Merhamet,Adı Şeref ve İzzet,Modeli Müebbet,Parolası Sabır ve Sebat Olmalıdır

  197. Hulusi said,

    Haziran 2, 2007 7:30 am

    Arkadaşlar benim için çok dua edin pirim Abdulkadir Kadir Geylani Hz.’leri Allahın izniyle beni affetsin. Ben onun sözünden çıktım. Ama çok pişmanım. Çünkü ben Allahı mı kalbimde onunla hisettim. Hepiniz Allaha emanet olun unutulmayanlardan oluruz inşaallah…

  198. ayetullah said,

    Haziran 2, 2007 11:32 am

    Allahdan tövbe iste ve ondan affedilmek iste eger o affederse zaten oda affeder ve sen eger onun sözünden çıktıysan biraz cezanı çekmen lazım ki azcık pişmen lazım gerçi cezanı bilmiyorum ama azcık çekmen lazım ve tövbe çok et zira Allah tevvabdır tövbeleri kabul eder…sizlerde Allah a emanet olunuz…

  199. gülşen said,

    Haziran 2, 2007 4:49 pm

    Evliyaya eğri bakma kevni mekan elindedir, İstediğine iğğam verir lütfu kahır elindedir. Dokanma fukaranın hırkasının fırkasına, Her birisi dağı deler geçirir arkasına

  200. gülşen said,

    Haziran 2, 2007 4:50 pm

    Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:
    Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O’na teslim olun, sonra size yardım edilmez. Zümer Sûresi, Âyet 54
    Bilesin ki bu ayette zikredilen inâbe rûcû demektir. Hakk Tealânın kavli şerifiyle sabit ve vaciptir.
    1- İnâbe küfürden imana dönmek.
    2- İsyan ve nisyandan istiğfara dönmek.
    3- Masiyet ve günâhlardan temizlenip Hakka dönmek.
    4- Gafletten Allah-u tealâ’nın zikrine dönmek.
    5- İnâbe müracaat manasınadır. Bir meşayihden inâbe almak yahut meşayiha intisab etmektir. MÂRİFET-İ İLÂHİYYE TARÎKAT-I ÂLİYYE
    Muhammed Hikmet Tuzkaya
    CENAB-I ALLAH BUYURUYOR
    ”Halbuki ;şeref , galibiyet ve kuvvet ALLAH’ın dır,peygamberindir,mü minlerindir. İzzet ve şeref ALLAH’IN Peygamberin ve Müminlerindir. Çünkü Yüce ALLAH kendi izzeti ile Müminlerini beraber zikretti. Şu halde ALLAH’IN Resulüne İzzet Vaciptir. Zira ALLAH ve RESULÜNÜ Sevenlere de izzet vaciptir. ALLAH’IN Aziz kıldığını kimse Zelil edemez. Zelil ettiğini de kimse Aziz edemez.(M.Hikmet Tuzkaya)

  201. nisanur said,

    Haziran 2, 2007 11:37 pm

    selamun aleyküm, ben daha bugün ilk defa abdulkadir geylani ismini duydum. kim oldugunu hic bilmezdim. bi arkadas bahs etti bana kendisinden. ben belcikada oturuyorum. dogma bÿüme buraliyim. son siralar dine olan sevgim ve bagliligim arti. bugün sivav hazirligi yaparken arkadasima bazen zorlandigimi anlattim. oda bana abdul kadir geylaniyi anlatti. kisaca özetledi. tüylerim diken diken oldu, kalbim sanki yerinden ucacak gibi oldu. eve geldim ders calistim. namaz kildim, dua ettim. sonra internette abdulkadir geylani hakkinda arastirma yaptim. bu sayfaya ciktim. Allahima sükürler olsun… burdaki yazilanlari okudukca gözlerim doldu, aglamakli oldum, icimde hüzün olustu…simdi kim oldugunu neler yaptigini biliyorum. ne mutlu bana. inanmasi zor olsada bunlar olmus bunlari yasamislar…bazen diyorum keske bizde o zamanlarda yasiyor olsaydik. belkide islamiyeti daha kolay yasiyabilirdik. cünkü belcika gibi bi yerde hic kolaylik vermiyorlar. ezan sesi bile yok. türkiyeye gittigimizde ezan sesinde aglamak geliyor hepimize. cok duygulaniryoruz. ellimizde olmadan. zor..ama bunada sükür. neyse fazla uzattim. ben kendimi su an bilgilendirmek asamasindayim. bana yardimci olmak isteyenler vardir insallah.

    selametle, vesellam
    sevgiler saygilar

  202. burcu said,

    Haziran 3, 2007 5:37 pm

    merhaba ben bu sayfayı okuduğumda çok duygulandım ben tarihi şeyleri okumayı çok seviyorum ama tıpkı veysel karani hazretleri gibi çok şeyler çekmiş ama gençlik bunları bilmek bile istemiyor ama ben bunları okuduğumda gurur duyuyorum.mevlit kandilinde sokakta bazı yerlerde peygamberimizle ilgili stantlar kurulmuştu bende onlara içimden geldiği gibi bişeyler yazmaya çalıştım keşke bizlerde onlar gibi yumuşak huylu olsak bizler çok rahatız keşke bizler de onlar gibi biraz çile çeksek te belki onları anlarız ama ben elimden geldikçe dini yazıları okumayı seviyorum ama bu yetmez ben abdulkadir geylanı hazretlerini edebiyat tarihi dersinde okumuştum ama ayrıntılarını da şimdi okudum ve çok duygulandım içimde o kadar büyük allah korkusu var ki bunu anlatmak bile az gelir zaten ehli beyt kavaramını da bilmek gerekiyor çünkü peygamberimizi biraz tanıyosk bunları göz önünde tutmak gerekir ama o kadar çok yaşanmış şeyler var ki bunları okumak bile az gelir bazen düşünüyorumda ne kadar çile çekmişler yazacaklarım bu kadar gençlik bunların hiç farkında değil

  203. HAYDARUL KERRAR said,

    Haziran 3, 2007 9:59 pm

    Naat

    Seccaden kumlardı..
    …………………………..
    …………………………..
    Devirlerden, diyarlardan
    Gelip, göklerde buluşan
    Ezanların vardı! .

    Mescit mümin, minber mümin…
    Taşardı kubbelerden tekbir,
    Dolardı kubbelere “amin”..

    Ve mübarek geceler dualarımız;
    Geri gelmeyen dualardı…
    Geceler ki pırıl pırıl
    Kandillerin yanardı..

    Kapına gelenler ya Muhammed,
    – uzaktan, yakından –
    Mümin döndüler kapından…

    Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;
    İki dünyada aziz ümmet,
    Muhammed ümmetiydi…

    Konsun – yine – pervazlara
    Güvercinler,
    “hu hu” lara karışsın
    Aminler,
    Mübarek akşamdır;
    Gelin ey fatihalar, yasinler…

    Şimdi seni ananlar,
    Anıyor ağlar gibi…
    Ey yetimler yetimi,
    Ey garipler garibi;
    Düşkünlerin kanadıydın
    Yoksulların sahibi..
    Nerde kaldın ey resul,
    Nerde kaldın ey nebi! ..

    Günler ne günlerdi, ya
    Muhammed! ..
    Çağlar ne çağlardı;
    Daha dünyaya gelmeden
    Müminlerin vardı…
    Ve bir gün ki gaflet
    Çöller kadardı,

    Halime’nin kucağında,
    Abdullahın yetimi,
    Amine’nin emaneti ağlardı..

    Hatice’nin goncası
    Aişe’nin gülüydün..
    Ümmetin göz bebeği
    Göklerinresulüydün..
    Elçi geldin, elçiler gönderdin;
    Ruhunu Allah’a; elini ümmetine verdin,
    Beşiğin, yurdun, yuvan
    Mekke’de bunalırsan;
    Medine’ye göçerdin..
    Biz,
    Bu dünyadan nereye
    Göçelim ya Muhammed!
    Yeryüzünde riya, inkar, hıyanet
    Altın devrini yaşıyor…
    Diller, sayfalar, satırlar
    “ebu leheb öldü” diyorlar;

    Ebu leheb ölmedi ya Muhammed!
    Ebu cehil; kıt’alar dolaşıyor…

    Neler duydu şu dünyada
    Mevlidine hayran kulaklarımız;
    Ne adlar ezberledi ey nebi!
    Adına alışkın dudaklarımız..
    Artık yolunu bilmiyor,
    Artık yolunu unuttu
    Ayaklarımız
    Kabene siyahlar
    Yakışmamıştır ya Muhammed!
    Bugünkü kadar!

    Hased gururla savaşta;
    Gurur; kaf dağında derebeyi..

    Onu da yaralarlar kanadından
    Gelse bir şefkat meleği..
    İyiliğin türbesine,
    Türbedar oldu iyi..
    Vicdanlar sakat
    Çıkmadan ya Muhammed yarına!
    İyilikler getir, güzellikler getir
    Adem oğullarına…

    Şu gördüğün duvarlar ki
    Kimi taiftir, kimi hayberdir…
    Fethedemedik ya Muhammed
    Senelerdir…

    Ne doğruluk, ne doğru;
    Ne iyilik, ne iyi;
    Bahçende en güzel dal,
    Unuttu yemiş vermeyi…
    Günahın kursağında
    Haramların peteği..

    Bayram yaptı yabanlar
    Semave’yi boşaltıp;
    Save’yi dolduranlar
    Atını hendeklerden – bir atlayışta –
    Aşırdı aşıranlar..
    Ağlasın yesrib!
    Ağlasın selmanlar…

    Gözleri perdeleyen toprak,
    Yüzlere serptiğin topraktı…
    Yere dökülmeyecekti ey nebi!
    Yabanların gözünde kalacaktı!

    Konsun – yine – pervazlara
    Güvercinler,
    “hu hu” lara karışsın
    Aminler,…
    Mübarek akşamdır;
    Gelin ey fatihalar, yasinler…

    Ne oldu ey bulut,
    Gölgelediğin başlar?
    Hatırında mı ey yol,
    Bir aziz yolcuyla
    Aşarak dağlar, taşlar
    Kafile kafile, kervan kervan
    Şimale giden yoldaşlar….

    Uçsuz bucaksız çöllerde
    Yine izler gelenlerin;
    Yollar gideceklerindir….

    Şu tekbir getiren mağara,
    Örümceklerin değil;
    Peygamberlerindir, meleklerindir.

    Örümcek ne havada
    Ne suda, ne yerdeydi
    Hakkı göremeyen
    Gözlerdeydi

    Şu kuytu cinlerin mi, perilerin yurdu mu,
    Şu yuva ki bilinmez;
    Kuşları hüdhüd müdür, güvercin mi
    Kumru mu..
    Kuşlarını bir sabah,
    Medine’ye uçurdu mu..

    Ey abva’da yatan ölü,
    Bahçende açtı dünyanın
    En güzel gülü;
    Hatıran uyusun çöllerin,
    Ilık kumlarıyla örtülü..

    Dinleyene hala
    Çöller ses verir….
    Yaleyl, susar,
    Uğultular gelir…
    Mersiye okur uhud,
    Kaside söyler bedir;
    Sen de bir hac günü
    Başta muhammed, yanında
    Ebu bekir,
    Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü,
    Destan yap ey şehir!

    Konsun – yine – pervazlara
    Güvercinler,
    “hu hu” lara karışsın
    Aminler,…
    Mübarek akşamdır;
    Gelin ey fatihalar, yasinler…

    Vicdanlar sakat
    Çıkmadan ya Muhammed yarına!
    İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
    Adem oğullarına…

    Yüreklerden taşsın
    Yine imanlar!
    Itri, bestelesin tekbirini;
    Evliya okusun kur’anlar..
    Ve kur’anı göz nuruyla çoğaltsın
    Kayışzade osmanlar…

    Na’tını galib yazsın, mevlidini
    Süleymanlar..
    Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
    Geri gelsin sinanlar..
    Çarpılsın, hakikat niyetine
    Cenaze namazı kıldıranlar!

    Gel ey Muhammed!
    Bahardır
    Dudaklar ardında saklı
    “amin”lerimiz vardır..
    Hacdan döner gibi gel……….
    Miraçtan iner gibi gel………..
    Bekliyoruz yıllardır!

    Bulutlar kanat, ruzgar kanat;
    Hızır kanat, cibril kanat,
    Nisan kanat, bahar kanat;
    Ayetlerini ezber bilen,
    Yapraklar kanat…

    Açılsın göklerin kapıları
    Açılsın perdeler, kat kat..
    Çöllere dökülsün yıldızlar,
    Dizilsin yollarına
    Yetimler, günahsızlar..
    Çöl gecelerinden yanık
    Türküler yapan kızlar
    Sancağını saçlarıyla dokusun;
    Bilal-i habeşi sustuysa;
    Ezanlarını davud okusun!

    Konsun – yine – pervazlara
    Güvercinler,
    “hu hu” lara karışsın
    Aminler,…
    Mübarek akşamdır;
    Gelin ey fatihalar, yasinler…

    Arif Nihat Asya

  204. ayetullah said,

    Haziran 4, 2007 12:12 pm

    Allah Geylani hazretlerinin himmetlerini üzerlerimize eyler inşallah.Çünkü gerçekden onun duasına çok ihtiyacımız var inşallah bizim için duada bulunuyodur çünkü o onu sevenleri bildigi için hislerimizide Allahın izniyle bilir ve bize istedigimiz gibi muamelede bulunur inşallah…Allaha emanet olunuz…

  205. duygu said,

    Haziran 6, 2007 3:47 pm

    çok küçük yaştan beri ABDULKADİR GEYLANI sevgisiyle büyüdüm.ALLAHA HAM OLSUN ve rahmetli ananemden ALLAH razı olsun ki bana bu sevgiyi aşıladı.ALLAH hepinizden razı olsun…

  206. duygu said,

    Haziran 6, 2007 3:54 pm

    ALLAHA sonsuz inancımız kalbimizde iman içimizde peygamber sevgisi ve ruhumuzda ABDUL KADİR GEYLANİ huzuru var.herkezin bu sevgiyle yetişmesini ve bu ilme sahip olmasını gönülden dilerim.ABDULKADİR GEYLANI yi bilmek onu tanımak onun yolundan gitmek hem insanın kalbindeki imanı arttırıyor hem kalp huzuru veriyor.ALLAH kalbimiZİ ABDUL KADİR GEYLANI HAZRETLERİNİN sevgisinden yoksun bırakmasın.ALLAHA EMANET OLUN

  207. ayetullah said,

    Haziran 6, 2007 8:18 pm

    Amin…

  208. canan said,

    Haziran 7, 2007 8:06 pm

    slm ey mümin kardeşlerim.Allah sizden razı olsun ve aynı zamanda sizin gibi dini site açanlarıda.Çok güzeldi ve çok beğendim ama keşke diğer evliyaların hayatınıda koysanız

  209. Bora said,

    Haziran 7, 2007 8:19 pm

    tek kelime ile harika

  210. ummugulsum said,

    Haziran 8, 2007 8:47 am

    Bu mübarek zatın kitaplarından mümkün olduğunca faydalanalım. Sitede acaba Abdulkadir Geylaniye ait eserlerinden bir kaç kesit yayınlayabilirmiyiz? Ben gönüllü olarak eserlerini müminler faydalansın diye bu sitede yazarım.

  211. ayetullah said,

    Haziran 8, 2007 5:59 pm

    Sadat-i Kiramin Büyüklerinden Gavs´ul Azam Seyh Seyyid Abdulkadir Geylani (kadesallahu sirrahu) hazretlerinden söyle güzel Sözler vs. sizlere sunmak istedik:

    Muridlerine hep:

    Uyun,uydurmayin,itaat edin,muhalefet etmeyin,yakinmayin;temizlenin,kirlenmeyin

    seklinde tavsiyelerde bulundu.

    Sohbetlerinden birinde söyle dedi:

    Bilmiyor musun,dünyada rahat edenler hicbir dine söz vermeyen dinsizler,kafirlerdir.Cünkü müminin rahati,rabbine kavusacagi günde olacakdir..

    Sofilere söyle nashiatlarda bulunurdu:

    Ey Sufi elbisesi giyen!Onu önce icine giy!Sonra nefsine…Sonra bedenine…Zühdün ilki buradan baslar;yani icten…disa dogru süzülür.
    Distan ice pek gecmez…Bir insanin ic alemi temiz olunca kalbi nurla dolar;oradan nefsine,duygularina,yemesine,icmesine ve diger hallerine de tesir eder..

    Söyle derdi:

    Kalbinde bin tanri varken,yatarken dilinle:

    Allah en büyüktür,demen neye yarar?

    Birgün Dervislere Sohbet etti sonunda sunlari dedi:

    Sirk kosma.Halki Hakk´a ortak etme.Mevla´ya gitmene halk perde olmasin..

    Allah azze ve celle hazretleri bizleri onlarin sefaatlerine nail eylesin..

    dua ile

    ves´selam

  212. ayetullah said,

    Haziran 8, 2007 6:02 pm

    Günah elbiseni tevbe suyuyla temizle

    Ey oğul!

    İşlediğin günahlar sebebiyle Allah’ın rahmetinden ümidini kesme. Din elbisendeki kiri tevbe suyu ile temizle. Bu tevbende hem sebat göster, hem de ihlâslı ol. Bundan başka din elbiseni marifetullah esansıyla kokula.

    Kalbinle Allah’a dön

    Ey oğul!

    Dünya bir denizdir, iman da gemidir. Kaptan ise ibadet ve taatlerdir. Ahiret de bu denizin sahilidir. Kalbinle Allah’a dön. Allah’a tevekkül eden kişi, Ona dönen kişi demektir.

    Kur’ân ile amel et

    Ey oğul!

    Kur’ân ile amel etmek seni Kur’ân’ın mevkiine’yükseltir, oraya oturtur. Sünnet ile amel etmek seni Resul-i Ekreme (a.s.m.) yükseltir. Resulullah, kalbi ve mânevi himmeti ile Allah dostlarının kalbleri çevresinden bir an bile ayrılmaz. Onların kalblerine Allah’a yakınlık kapısını açar.

    Cahil dünyada ferahlanır

    Ey oğul!

    Cahil dünyada ferahlanır. Dünya nimetleri ile zevk sefa sürer. Âlim ise dünya hayatını bir fırsat bilir. Manevi mertebelerde yükselme gayreti içinde bulunur. Cahil kaderle çekişir, ona karşı çıkar; âlim ise kadere boyun eğer, razı olur.

    İbadetine aldanma

    Ey oğul!

    İbadet ve taatine aldanma. Allah’ın onları kabul etmesini iste. Şu anda sen Allah’a kulluğunu yapma gayreti içindesin. Olur ki içinde bulunduğun bu durumdan başka bir duruma düşebilirsin.

    Amelini Allah rızası için yap

    Ey oğul!

    Sana amellerinde ihlas gerek. Amellerini sırf Allah rızası için yapmalısın. Gözünü, amellerinden ve onlara gerek insanlardan, gerekse Allah’tan karşılık beklemekten uzak tut.

    Ahlakı düşüklerden uzak dur

    Ey oğul!

    Ahlakı düşüklerden uzak dur. O zaman halis mü’min olursun. Hükümde hakkaniyet üzere ol. O zaman ilimde halis olursun.

    Sofrana fakirleri ortak et

    Ey oğul!

    Oruç tut. İftar ederken sofrana fakirleri de ortak et, onlara de yedir. Tek başına yiyip içme. Böyle yapmayan kimsenin fakir olup dilenciliğe düşmesinden korkulur.

    Herkese iyi niyetli ol

    Ey oğul!

    Kimseye eziyet etmemeye ve zarar vermemeye gayret et. Herkese karşı iyi niyetli ol.

    Ömrünü hak yolda geçir

    Ey oğul!

    Sanatı öğrenebilmek için sıkıntıya ve meşakkate katlanmak zorundasın. En güzel ve mükemmel eseri meydana getirmek için bin kere yapar, yıkarsın. Eğer ömrünü hak yolda, kendini en iyi şekilde yetiştirmekle harcarsan Allah senin için hiç yıkılmayacak bir bina yapar.

    Kendi nefsine ağla

    Ey oğul!

    Bu halinden utanmıyor musun? Kendi nefsine ağla, gözyaşı dök. Zira bu halinle sen doğruya ve başarıya ulaşmaktan mahrum kalırsın. Hiç utanmıyor, haya etmiyor musun ki, bugün itaatkâr oluyorsun, yarın âsi oluyorsun. Bugün ihlaslı oluyorsun, yann riyakâr.

    Çalış, didin; yardım Rabbindendir

    Ey oğul!

    Çalışmadan ayağına hiçbir şey gelmez. Bazı şeyler de sana mutlaka lâzımdır. Çalış, didin; yardım, izzet ve celal sahibi Rabbindendir. Üzerinde bulunduğun bu denizde hareket et, dalgalar devamlı seni üstte tutacak ve sahile ulaştıracaktır. Dua senden, cevap vermek Rabbindendir. Çalışmak senden, başarı Allah’tandır. Kötülükleri terk etmek senden, hamiyet ve gayret vermek Allah’tandır. İstediğin şeyde dürüst ol, samimi ol, ihlâslı ol. Allah sana yakınlık kapısını mutlaka gösterecektir.

    Kalbinin istemediği dünyalığı bırak

    Ey oğul!

    Eline bir dünyalık geçtiği ve kalbinin de ondan hazzetmediğini gördüğün zaman onu bırak, alma. Kalb, iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı, hayır ile şerri birbirinden ayırd etme melekesine sahiptir. Himmet ve gayretin nisbetinde Allah’ın lütfuna mazhar olursun. Allah’tan başka ne varsa kalben hepsinden sıyrıl, hepsinden uzaklaş. Ta ki ona yaklaşabilesin.

    Kalbini helâl yemekle temizle

    Ey oğul!

    Helâl yemek suretiyle kalbini temizle. İşte o zaman Rabbini tanırsın. Lokmanı, elbiseni ve kalbini temizle. İşte o zaman safi, temiz olursun. Henüz vakit geçmeden kalbinle Rabbine dön. Sen iyi kimselerin hallerini dilinle anlatmak ve o halleri de kendin için temenni etmekle yetindin. Tıpkı avucuna suyu alıp yumruk yaparak sıkan kişi gibi ki, elini açtığı zaman orada bir şey bulamaz.

  213. ayetullah said,

    Haziran 8, 2007 6:04 pm

    Nefsinin arzularını ayak altına al

    Ey oğul!

    Nefsinin rağbet ettiği arzuları ayaklarının altına al, çiğne. Bütün kalbinle onlardan sıyrıl. Eğer Allah’ın ilminde senin için onlardan bir şey varsa, vakti, saati gelince sana mutlaka ulaşır. Çünkü mukadderattan kaçılmaz. Takdir-i ilâhide bulunan her şey mutlaka olur. Allah’ın ilmi asla değişmez. Kısmetin, vakti saati gelince sana mutlaka ulaşır; hem de hazırlanmış olarak, yeterli derecede ve güzel bir şekilde. Öyle ise sen onu zillet eliyle değil, izzet eliyle alırsın.

    Bununla beraber Allah indinde senin için züht sevabı da hasıl olur. Allah seni salih kullan cümlesinde kabul eder. Çünkü sen onu elde etmek için hırs göstermedin, ona kendi arzunla uzanmadın. Sen kaçtıkça ezelde sana ayrılan rızık peşinden gelir. Âdeta seni kovalar.

    Allah dostlarının hizmetçisi ol

    Ey oğul!

    Allah dostlarının çömezi ol, yaygısı ol, etraflarında hizmetçi ol. Böyle olmaya devam edersen, işte o zaman hakiki efendi olursun. Kim Allah için mütevazı olursa, Allah onu dünyada da, âhirette de yükseltir. Halkın külfetlerine katlandığın ve kendilerine hizmet ettiğin zaman Allah seni onların üstüne yükseltiyor ve başlarına reis yapıyor. Ya bir de Onun kullarının seçkinleri olan sıddıklara hizmet edersen neler yapmaz ki?

    Allah korkusu kalbde bir bekçidir

    Ey oğul!

    Hayatının akışını, Allah için nefis muhasebesini yapanların ve Allah’tan korkanların hayatının akışına zıt olarak görüyorum. Mesela şer ve fesat ehline yanaşıyor, onlarla hemhal oluyor, onlarla düşüp kalkıyorsun. Buna mukabil Allah dostlarından ayrılıyor, uzak duruyorsun. Kalbini Allah düşüncesinden, Allah sevgisinden ve Allah korkusundan tamamen boşaltıp, buna mukabil dünya ve dünyalık sevgisiyle doldurmuşsun. Bilmez misin ki, Allah korkusu kalbde bir bekçi, bir aydınlıktır. O, hak ile batıl arasını ayırır, haklı ile haksızı ortaya koyar.

    Ölümü hatırlarsan dünya sevgisi azalır

    Ey oğul!

    Eğer şu anda içinde bulunduğun hal üzere gidişe devam edersen, dünya ve âhiret selametine veda edersin. Ölümü hatırlarsan, dünya ve dünyalıkla mest olman azalır. Dünyalık sahibi olmakla daha az sevinir hale gelirsin. Buna mukabil züht ve takva yönün artar. Esasen sonu ölüm olan bir kişi, dünyalığa kavuşmakla nasıl sevinebilir? Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:

    “Her koşanın varacağı bir hedef, bir son nokta vardır. Her hayat sahibinin varacağı son nokta da ölümdür.”

    Herşeyin sonu ölümdür

    Ey oğul!

    Tasaların, neşelerin, zenginlerin, fakirlerin, sertliklerin, yumuşaklıkların, hastalıkların, acıların; hepsinin de sonu ölümdür. Kim öldüyse kıyameti kopmuş, onun hakkında uzaklar yakın olmuş demektir. İçinde bulunduğun her şey hevesten ibarettir. Kalbin, özün ve batınınla, içinde bulunduğun bütün heveslerden sıyrıl.

    Dünya belli bir hedefe doğru uzanmaktadır. Âhiret ise belli olmayan bir ebede uzanmaktadır. Senin dünyadaki hayatın belli bir noktaya kadar uzanır. Orada biter. Âhiretteki hayatın ise nihayeti olmayan bir ebede uzanmaktadır.

    Dinini dünya karşılığında satma

    Ey oğul!

    Dinini dünya karşılığında satma. Hükümdarların, devlet büyüklerinin, zenginlerin ve haram yiyenlerin metaları mukabilinde dinini satma. Dinini yediğin, yani dünyalık karşılığında sattığın zaman kalbin kararır. Nasıl kararmasın ki, sen dünyalık karşısında dinini satmakla fanilere kulluk etmiş oluyorsun.

    Marifetullaha koş

    Ey oğul!

    Marifetullaha koş. Zira hiç şüphe yok ki, marifetullah her hayrın aslıdır, kaynağıdır. Sen Allah’a olan taat ve kulluğunu arttırdığın zaman O da sana marifetini bahşeder.

    Nefsi kendine hizmetçi yap

    Ey oğul!

    Hep ön safta bulunmalısın. Zira ön saf cesur erkeklerin safıdır. Son safta asla bulunmamalısın. Zira son saf korkakların safıdır. Nefsi kendine hizmetçi yap. Onu işin esasına sevket. İşin zor yanını ve aslını yapmayı alışkanlık haline getir. Zira nefis ne yüklersen onu taşır. Tepesinden sopayı eksik etme. Eğer sopayı eksik edersen hemen uyur. Sırtındaki yükleri de kaldırıp yere vurur. Ona tebessüm bile etme.

    Ona hiçbir zaman doyasıya yedirme. Meğer ki, tokluğun onu azdırmayacağını ve tokluk karşılığında çalışacağını bilmiş olasın. Süfyan-ı Sevrî hem çok yemek yiyen, hem de çok ibadet eden bir zattı.

    Büyük zatlardan biri der ki: “Süfyan-ı Sevri’nin yemek yiyişini görünce, çok yiyor diye kızardım; fakat namaz kılışını ve ağlayışını görünce ona gıpta eder, sevgi ve şefkatle bakardım”

    Süfyan-ı Sevri’ye, çok yemek yiyişinde uyma, çok ibadet edişinde uy. Çünkü sen bir Süfyan-ı Sevrî değilsin, onun nefsine hâkim olması gibi sen nefsine hakim olamazsın.

    Bütün haramları terk et

    Ey oğul!

    Bütün haramları terk etmek için gayret et. İmanının ve sarsılmaz bilgi ve inancının kuvvetli olduğu anlarda her şeyde züht sahibi ol. İşte o zaman Allah’ın âbid kullarından olursun.

    İmana ve marifetullaha sahip ol

    Ey oğul!

    Sen halis nefisten ve hevesten ibaretsin. Yabancı kadınlarla oturuyorsun, sonra da, “Ben onlara aldırış etmem, benim kalbin temiz” gibisinden laflar ediyorsun.

    Yalan söylüyorsun. Senin bu davranışını şeriat da tasvip etmez, akıl da. Bu hareketlerinle ateş üzerine ateş, odun üzerine odun yığıyorsun. Bunu için önce imana ve marifetullaha sahip ol. Allah’a yakınlığı kuvvetlendir. Sonra da halka tabip ol, iman ve güzel ahlak doktoru ol. Kendisi âmâ, kör kişiyi düşün. Böyle birisi insanların gözünü nasıl tedavi eder? Sağır dilsiz olan kişi insanlara nasıl öğretmenlik eder?

    Kalbin ne zaman temizlenecek?

    Ey oğul!

    Kalbin ne zaman saflaşâcak, temizlenecek? Özün ne zaman arınacak? Sen halkı Allah’a ortak tanıyorsun. Allah’a ait birtakım tasarrufları kullara mal ederek Ona şirk koşuyorsun. Sen nasıl felah bulacaksın ki, her gece, ertesi gün kime gideceğini, kime şikâyet edeceğini ve kimden birşeyler isteyeceğini kararlaştırmakla meşgul oluyorsun. Kalbin nasıl arınabilir ki? O tevhidden yana tam takırdır.

    Önce kendi imanını kuvvetlendir

    Ey oğul!

    İmanının zayıf olduğu zamanlarda bilhassa kendine yönelmeli, kendi üzerine eğilmelisin. İmanını iyice kuvvetlendirdiğin an derhal ortaya çık. İman hususunda önce aile efradına, sonra da diğer insanlara yardımcı ol. Sakın ha, kendin takva zırhını giymeden ve iman miğferini kalbinin başına geçirmeden ortaya çıkma. Bu arada elinde tevhid kılıcı ve sadağında duaya icabet okları bulunsun. Tevfik atına binmiş ol.

    Düşmana hücumu, gereğinde geri çekilmeyi, darbe indirmeyi, gürz, kargı ve mızrak kullanmayı da öğrenmiş bulun. Bütün bunları yaptıktan sonra Allah düşmanlarına karşı çık. İşte o zaman sana dörtbir yandan yardım yağar. İnsanlan şeytanın elinden alır, Allah’ın kapısına götürürsün.

    Her namazı veda namazı olarak kıl

    Ey oğul!

    Uzun emellerini kısalt. Hırsını azalt. Her namazı veda namazı olarak kıl. Sanki bir dahaki namaz vaktine kadar çıkamayacakmış şekilde kıl. Yiyip içmen veda yiyip içmesi olsun. Aile efradının arasında bulunuşun veda bulunuşu olsun. Mü’min kardeşlerinle buluşman veda buluşması olsun. Kalbine hep eğreti olduğunu, daima veda etme halinde bulunduğunu iyice hakket, kazı. Kaderi başkasının elinde bulunan kişi nasıl veda halinde olmasın? Zira insan yarın ne olacağını, işlerinin nereye varacağını, kaderinin kendisine neler getireceğini bilmemektedir.

    Bela gelmeden önce Rabbinden kork

    Ey oğul!

    Eğer bela gelmeden önce Rabbinden korkar, Onu zikreder, Onu tevhid eder ve Ona yönelir durumda bulunursan, daha sonra belâ kapısına düştüğünde Rabbin o belâya hitaben şöyle der: “Ey ateş! İbrahim’e serin ve selâmetli ol.” Enbiya Sûresi, 69.

    Allah’tan başkası ile meşgul olma

    Ey oğul!

    Allah’a sarıl, Ondan başkası ile meşgul olma. Ev Onun

    evidir, rızıklar Onun yarattığı rızıklardır. Ezelde insanların rızıklarını O takdir ve tayin etmiş, sonra zamanı gelince yeryüzünde yine O yaratmıştır. Melekler senin rızkını sana ulaştırmakla vazifelidir. Hayır Allah’tandır.

    Allah’a giden yolun başlangıcı hoşa gitmeyen şeylerle doludur. Cennetin etrafı hoşlanılmayan şeylerle doludur. Cennetin çevresi böyle olunca Allah’ın yakınlığının çevresi nasıl olmaz?

    Kabir senin için bir yol olsun

    Ey oğul!

    Allah’tan başka şeylerle kalben bağlanmaman gerektir. Ölüm gelince seni her şeyden ayırır. Sana yakın olan her şey ölüm gelince seni terk eder. Öyleyse onlar seni terk etmeden sen onları terk et. O senden ayrılmadan önce sen onlardan ayrıl. Böylece kabir senin için bir yol olsun, bir geçit olsun.

    Ölmeden önce öl

    Ey oğul!

    Ölmeden önce öl. Hem kendinden geç, hem de onlardan. İşte o zaman dirilir, gerçek hayata kavuşursun. O zaman Hak ile ebedî hayata kavuşursun. Görünüşte ölü gibi olursun, fakat kaderin eli sende olur.

    Bu mertebeye ulaşmak nasip olursa, Allah’ın yakınlığı sebebiyle hayat gelir, ilim gelir. Artık o kimsenin elinden dünyevi birtakım ikballer uçup gitse de aldırış etmez. Kıyamet kopmuş veya kıyameti kopmamış, ölüm varmış veya yokmuş onun için birdir. Çünkü onun tek bir meşgalesi vardır, o da Hakka kavuşmaktır. Allah’la meşgul olmakla dünya meşgalelerinden sıyrıl. Bunu, kalbini temizleyerek, içini temizleyerek, nefsinle mücadele ederek ve şeytanla savaşarak yap, Allah’ı ara, Ona yönel.

    Sen bugünün çocuğusun

    Ey oğul!

    Sabaha çıktığın zaman nefsine akşamdan bahsetme; akşama çıktığın zaman da sabahtan söz etme. Zira sabahtan akşama, akşamdan da sabaha çıkıp çıkmayacağını bilmiyorsun. Dün, lehinde ve aleyhinde şahitlerle geçip gitmiştir, bir daha geri gelmez; yarına da erişip erişmeyeceğini bilmiyorsun. Sen bugünün çocuğusun, içinde bulunduğun anın çocuğusun, Bunun için içinde bulunduğun anı en iyi değerlendirmeye bak.

    Kendinden başkasını kötüleme

    Ey oğul!

    Kendinden başkasını asla çirkin görme, kötü ilan etme. Ta ki, amellerin güzel olsun. Bir şeyi iyi ve güzel ilan etmek de, kötü ve çirkin ilan etmek de şeriatın işidir, akılların işi değildir.

    Vicdanın fetvası müftünün fetvasına da hükmeder, müftünün fetvasını da fetva verir. Zira müftü fetvasını bir çeşit içtihadına dayaranak verir. Kalb ise ancak azimetle fetva verir. Kalbin fetvası Allah’ın rızasına uygundur.

    Ahiret hayatı ise hiç bitmez

    Ey oğul!

    Allah’ı anman, kalbini Ona yaklaştırır. Onun yakınlık evine girersin. Ona misafir olursun. Misafire ise ikram

    edilir. Hele bu misafir bir de hükümdarın misafiri olursa…

    Kâinatın sahibi olan gerçek hükümdarı bırakıp da fani varlıklarla meşgul olman daha ne zamana kadar sürecek? Yakında o fani mülk senden ayrılacak, ahiret hayatın başlayacak. O zaman dünya hayatının hiç var olmadığını, sanki orada hiç yaşamadığını sanacaksın. Ahiret hayatı ise hiç bitmez.

    Nefsine açlık sopası ile vur

    Ey oğul!

    Nefsine açlık sopası ile vur. Onun arzulara, zevklere ve batıl şeylere meyletmesine mani olmak suretiyle vur. Kalbine Allah korkusu ve nefis muhasebesi sopasıyla vur. İstiğfarı nefsinin, kalbinin ve özünün âdet ve alışkanlığı haline getir. Zira bu üçten herbirinin kendisine mahsus birtakım günahları vardır. Her hal ü kârda onları Allah’ın emrine uymaya mecbur tut.

    Daima Hakkın huzurunda ol

    Ey oğul!

    Musibetler üzerine yağdığı halde bile daima Hakkın huzurunda ol. Sen Onun sevgisinin basamağında duruyorsun. Bu halini hiç bozma. Fırtınalar seni yıkmasın, süngüler seni delmesin, sana dehşet vermesin. Bu takdirde öyle bir makamda bulunursun ki, orada faniler yoktur, dünya yoktur, ahiret yoktur, haklar yoktur, hazlar yoktur, elem yoktur, zeval yoktur, Allah’tan başka hiçbir şey yoktur. Fanileri görmek ve aile efradının geçimi sana dert olmaz. Nail olduğun nimetlerin azlığı veya çokluğu, övülmek veya sövülmek, ikbale kavuşmak veya düşmekle

    bu halini değiştirme. İşte o zaman insanların, cinlerin, meleklerin ve diğer varlıkların idrakinin üstünde Allah’la birlikte olursun.

    Beni nasıl sevmezsin?

    Ey oğul!

    Beni nasıl sevmezsin? Ben seni senin için, senin iyiliğin, senin menfaatin için istiyorum. Kendim için istemiyorum. Senin faydanı istiyorum. Senin şu katil, aldatıcı dünyanın pençesinden kurtulmanı istiyorum. Onun peşinden daha ne zamana kadar gideceksin. Siz onun peşinden kendisini takip ederken o, yakında ansızın geri dönecek ve sizi katledecek.

    kaynak: ABDÜLKADİR GEYLANİ HZ. SOHBETLERİ (EL-FETHURRABBANİ)

  214. Muhammed Mihal KAN said,

    Haziran 12, 2007 12:15 am

    Rahman ve Rahim olan Allah’in adiyla,
    Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin hurmetine Allah bize magfiret eylesin, gunahlarimizi bagislasin.
    Allah’im sen avfedicisin, avfi seversin, bizi de avfeyle.
    Allah’im bize dunyada ve ahirette hayirlar, iyilikler ver, bizi cehennem azabindan koru.
    Allah’in selami; Peygamberimiz Muhammed Mustafa’nin,Hasan ve Huseyin’in babasi ilmin kapisi Hz. Ali’nin, Gavs-ul Azam Abdulkadir Geylani’nin, burdaki butun mumin kardeslerimizin uzerine olsun.
    Allah’a emanet olun.

  215. GÜNAHKARIM said,

    Haziran 12, 2007 2:57 am

    ESSELAMÜ ALEYKÜM RABBİM BİZLERİ AFFEYLESİN DOSTLARINA DOST EYLESİN İNŞALLAH.
    ABDÜLKADİR GEYLANİ HAZRETLERİNE MANEVİ BİR TALEBE OLABİLMEYİ RABBİM NASİP ETSİN İNŞALLAH BİZ CAHİLİN CAHİLİYİZ KÖRDEN DAHA DA KÖRÜZ SAGIRDAN DAHA SAGIRIZ.
    MÜSLÜMANIN GÖZÜ DE KULAGIDA ELİDE DİLİDE İLİM OLMALIDIR.BÖYLE BİR MÜSLÜMAN OLABİLMEK İÇİN ABDÜLKADİR GEYLANİ HAZRETLERİNE TALEBE OLMAK GEREKLİDİR MANEVİ BİR ŞEKİLDE RABBİM NASİP ETSİN İNŞALLAH CÜMLEMİZE.
    RABBİM RAZI OLSUN HEPİNİZDEN SELAMETLE SELAM VE DUA İLE ..

  216. ummugulsum said,

    Haziran 12, 2007 7:39 am

    AMİN!!!

  217. GÜL AYDIN said,

    Haziran 12, 2007 8:28 am

    ALLAH HEPİNİZDEN RAZI OSUN..!

  218. ayetullah said,

    Haziran 12, 2007 7:21 pm

    ………Ah SuLtAnIm Ah……..

  219. tevfik said,

    Haziran 13, 2007 10:01 pm

    İlim,ilim bilmektir.
    İlim,kendin bilmektir.
    kendini bilemezsen .
    Ya nice okumaktır.

  220. ayetullah said,

    Haziran 15, 2007 3:05 pm

    BeN sAnA yAnDıM eY uSuL bOyLuM…..

  221. ayetullah said,

    Haziran 16, 2007 3:01 pm

    Bize Ali gülü derler

    Kadiri bülbülü derler

    Aşk narının külü derler…

    Kadiriyiz şan bizimdir

    Bu gece meydan bizimdir…

    Aman saki doldur doldur

    Dolan nur, dolduran nurdur

    İçmeyenler Hak’tan durdur

    Kadiriyiz şan bizimdir

    Bu gece meydan bizimdir…

  222. hakan said,

    Haziran 17, 2007 9:35 pm

    Selamun aleyküm ALLAH dostları ben KADİRİ tarikatına girdim. Yani PİRİMİZ GAVSUL AZAM SEYİT ABDULKADİR GEYLANİ HZ lerinin himayesi altına. İnşallah ona ve ŞEYHİM MALATYALI HAYRİ BABAYA sevgili HOCAM POLATLILI İSMET efendiye layık olabilirim. Şimdi şöyle bir etrafıma bakıyorumda halimize acımamak elde degıl. Arkadaslar bizim gidişimiz nereye insanlıktan cıktık ya. ALLAH kurban oldugum yarabbim bakın bir sene yagmur yagdırmadı ne hale geldık. Aslında burda anlatıkmak istenen bır sır var bence. Yüce yaratıcı bıze varya 3 sene yagmur yagdırmasa bizler birbirimizi yeriz. Demek istenen herşey onun elindedir her şey onda biter. Ama bizler anlamıyoruz insanlarımız imandan uzaklaşmış. Daha çok şey varda neyse. ALLAH yardımcımız olsun İnşallah’u rahman ALLAH’a emanet olun

  223. ayetullah said,

    Haziran 18, 2007 1:34 am

    sır sırrın içinde saklıdır sır bile sırrını vermek istemez…

  224. özcan erincan said,

    Haziran 25, 2007 7:23 pm

    ALLAH’IM KALBLERİMİZE ONUN NUR VE FEYZİNDEN DOLDURUP ÜZERİMİZE BEREKET VE SELAM YAĞDIR.ŞÜPHESİZKİ SEN HERŞEYE KADİRSİN.AMİN.AMİN.AMİN…………………………………

  225. HAMZA BAŞTUĞ said,

    Haziran 25, 2007 10:12 pm

    ABDÜLKADİR GÜYASI ZİKRULLAHTIR ESMASI YA RABBİM DÜŞTE GÖSTER SULATANIM GEYLANİYİ KADİRİYİZ KADİRİYİZ RESULUN İZİNDEYİZ ALLAH İÇİN SEVERİZ BİZ GAVSUL AZAM GEYLANİYİ..

  226. utku yanaroğlu said,

    Haziran 26, 2007 12:18 am

    benimde içimde abdülkadir geylani hazretlerine karşı çok aşırı bir sevgi var.onun hakkında ve onun yolundan gitmek için gerekli olan mailleri atarsanız sevinirim

  227. hatice said,

    Haziran 28, 2007 11:11 am

    benim abdulkadir geylaniye karşı cok büyük bir sevgi var bunu suan yazamam anlatamam cünkü cok buyuk onun yolundan gitmek istiyorum ona canım kurban arkadaşlar bana dua edermisiniz? olmasını çok istedigim bişey var
    şimdiden soleyeyım allah hepinizden razı olsun

  228. ahmet said,

    Haziran 28, 2007 3:28 pm

    sevgili arkadaşlar…
    ben Şırnaklıyım,bizim buralarda insanlarımız bir şeyin üzerine yemin ettikleri zaman hemen Şeyh Abdulkadir Geylaninin adını söylerler.bende merak ettim acaba bu zat kim busiteyi bulunca bu bilgileri okuyunca şok oldum.bizim burdaki insanlarımız şeyh ve ağalardan çok çekti zamanında tabiki sahte şeyhlerden gaddar ağalardan.bende hep ters anlardım,fakat anladımki şeyh Abdulkadir geylani hz.leri çok büyük bir zatmış allah bizleri ona benzetsin.bu site sayesinde çok şey öğrendim sizlere teşekkür ederim.Şeyhim İnşallah yolum bir gün bağdata düşer,kabrini ziyarete gelirim.herkes dua istemiş bende istiyorum (bölgemizdeki olayların bitmesi-barış ve huzurun gelmesi-hep beraber kardeşçe yaşamayı-kimseler ölmesin-üç günlük dünya-Allahın yolundan ayrılmamayı)
    lütfen dua edin…..( sailingclup@mynet.com )

  229. ummugulsum said,

    Haziran 29, 2007 11:48 am

    Allah inşallah Müslümanları Barış içinde yaşatır. Allah sağlık versin. Allah herşeyi gören ve bilendir. Zülum yapanlar yaptıkları ile karşılanacaklar. Allah bize akıl, dayanma gücü, irade gücü ve sabır versin. Pirimizi örnek alalım ve onun yolundan gidelim. Onun ulaştığı dereceye ulaşamayız belki ama deneyebiliriz. Allah hakedene nasip eder inşallah. Selam olsun bu güzel insana. Seni Seviyorum.
    Ahmet kardeşim. Allah dualarını kabul eder inşallah… AMİN

  230. ERCAN OCAK said,

    Haziran 29, 2007 1:01 pm

    güzel bir site olmuş.yapanlardan ALLAH(C.C) RAZI OLSUN .YALNIZ BİRAZ KENARLARA MOTİF YAZILAR EKLEYİN KURBAN.MENZİL SOFİSİ AYNI ZAMAN DA TALEBE ERCAN OCAK

  231. abdulkadir said,

    Haziran 30, 2007 2:24 am

    siteyi kuran güzel kardeşimiz allah razı olsun bizim için mubarek insanı dile getirip bütün dünyaya tanıtıyorsun gercegi bilmeyen yok mubarek insanı ama hayatını güzel bi şekilde dilegetirisen daha bi hoş olacak mesela belgesel olarak yayınlaya bilirsin ve bula bilirsen resminide koy geylani hazretlerinin koyki onu sevenler ona aşık olanlar onu görsün ve baktıkca huzur mutluluk ve yüzünde tebessüm bulsun ben geylanin talebelerinden biriyim bende abdulkadir geylani hazretlerinin dergahında ders alıyorum ama şimdiyse çok uzagım sıkıntılarım yüzünden ve hayatla mücadele savaşı verirken onu düşünmek anmak ve yanında olmak beni farklı kişilige bürüyor huzur rabbim den ve bende önce allaha sıgınırım sonra onun habibi olan sevgililer sevgilisi hazreti muhammed de sıgınır ve sonra manevi oglu olan seyyiid abdulkadir geylani hazrettlerine sıgınırım rabbim bana büyük sabır versin ve beni bu sıkıntılarımdan korusun ecmain sevgili islamiyet yolunda olan güzel kardeşlerim allahın selameti üzerinizde olsun rabbim sizlerin dilekleriniz kabul buyursun şükürler olsunki yaşamaya calışıyoruz huzurluyuz ne olursa olsun….rabbim meerhametini üzerimizden eksiltmesin selamunalleyküm islam kardeşlerim!!!!

  232. ahmet said,

    Temmuz 2, 2007 2:00 pm

    ümmügülsüm abla…ismin gibi gülesin inşallah..sana ne kadar teşekkür etsem azdır.rabbim dualarımızı kabul etsin.şırnak tan sevgiler…

  233. KÜBRA said,

    Temmuz 4, 2007 5:02 pm

    AÇIKCASI BEN BİR KONU ARIYODM VE ONU BURDA BULAMADIM. O YÜZDEN BU GÜZEL KONUYU OKUYAMADIM.ÇÜNKÜ ARKADAŞIMA SÖZ VERDİM.ONUN İÇİN ARIYORUM VE ARADIĞIM KONUYU BULMAM LAZIM .AMA EN KISA SÜREDE OKUYACAĞIM HERKESE HAYIRLI GÜNLER

  234. KÜBRA said,

    Temmuz 4, 2007 5:02 pm

    AÇIKCASI BEN BİR KONU ARIYODM VE ONU BURDA BULAMADIM. O YÜZDEN BU GÜZEL KONUYU OKUYAMADIM.ÇÜNKÜ ARKADAŞIMA SÖZ VERDİM.ONUN İÇİN ARIYORUM VE ARADIĞIM KONUYU BULMAM LAZIM .AMA EN KISA SÜREDE OKUYACAĞIM HERKESE HAYIRLI GÜNLER,

  235. KÜBRA said,

    Temmuz 4, 2007 5:09 pm

    ÜMMÜGÜLSÜM ABLA ALLAH SENİNDE DUALARINI KABUL EDER İNŞALLAH.EWT HAKLISIN BELKI ONUN ULAŞTIĞI DERECEYE KADAR GELEMEYİZ AMABUNU DENEMEMZ VE GRMEMİZ GEREK.ALLAH HERKESİN DUALARINI KABUL EDER İNŞALLAH.AYRICA BN OKS SINAVINA GİRDİM.İNŞALLAH KAZANIRIZ.ASLINDA ASIL KAZANMAMIZ GEREKEN HAYAT SINAVIMIZ AMA İNSAN HER YONDEN TAM OLMAK İSYİYOR.BNM GİBİ OKS SONUCLARINI BEKLEYEN ARKADAŞLARIM İNŞALLAH KAZANIRIZ. NE DEMİŞLER BÜGÜN ÖLÜCEKMİŞ GİBİ AHIRETE. YARRIN ÖLÜCEKMİŞ GİBİ BU DÜNYAYA ÇALIŞMALIYZ.HAYIRLI GÜNLER

  236. ömer elli said,

    Temmuz 5, 2007 4:06 pm

    allahın selamı ümetimuhamedin üzerineolsun öncelikle busiteyikuranlardan allahrazı olsun bizler allaha cok şükür iyi günlerdeyiz.insalar haginimeti isteseler bulupyiyebiliyorlar rabim sonsuz nimetler bahşetmiş bizler ise nakörlük yapıyoruz biz rabimize borcumuzunasıl öderizyediklerinizden hesaba cekilecegiz şükrünü layıkıyla yapamıyoruz rabbim bizleri afetsin işallah yinede nimet veriyorda yiyoruz şükürlerolsu allah doslarına gelince rabim onların suyuhürmetine nimet veriyor onların hürmetine yagmur yagdırıyor onlarınhürmetine gülleri actırıyor onları hürmetine acladoyuruyor onlarınhürmetine ekinleribitiriyor onların seherlerde akan ğözyaşları hürmetine duruyoruz bizlerde başımıza taşyagmıyorsa onların hürmetine rabbimonlardan razıolsun ahirete efendimize vebütünallahdoslarına komşu eylesin amin ben allahdoslarını cok seviyoru çok mahsum birhallerivar halbuki onkar üzülmeyecekler onlara korkudayok benbütün allah doslarına kurban olurum eksik birşey yazdımsa kusura bak ben ilkokulmezunuyum allaha emanetolun selamünaleyküm

  237. ahmet özcan said,

    Temmuz 6, 2007 2:15 pm

    sevgili arkadaşlar….

    kutsal topraklara gitmek ..hacı olmak istiyorum.yıllardır bu özlemle yaşıyorum.

    ama maddi durumum el vermiyor..ama yanıp tutuşuyorum.o kutsal kabe yi görmek

    doya doya ağlamak istiyorum..şu anda ağladığım gibi..PEYGAMBERİMİZİN yanına

    gitmek istiyorum.ne olursunuz bana yardımcı olun..yokmu hayırsever biri..yokmu

    sesimi duyacak biri..lütfen biri bu genç yaşımda haca götürsün …(Allahım sen

    dualarımı kabul eyle-bu dileğimi yerine getir)AMİNNN..

  238. Denizliden Ercan said,

    Temmuz 6, 2007 4:28 pm

    S.A. Değerli din kardeşlerim,öncelikle bu güzel siteyi hazırlayanlardan ve emeği geçen herkesten Allah c.c razı olsun inşallah.Gerçekten faydalı bilgiler aldım.Abdulkadir Geylani hazretlerine uzak biri değilim çocukluğumdan beri bilirim kendisini çünkü onun soyundan gelen ve aynı soyadı taşıyanlarla akrabalığım var şükür.Ama bilmediğimiz o kadar çok şey var ki herkes gibi ama Allah’ın izni ve sayesiyle inşallah öğreneceğiz.Bunlara sebep olanlardan da Allah razı olsun.
    Siteden bazı alıntılar yaptım izniniz olmadan inşallah hakkınızı helal edersiniz.
    Amacım bunların çok daha fazla kişiye ulaşması,Bunları öğrenebilmeleri.
    Özellikle gullsen kardeşim senin katkıların gördüğüm kadarı ile fazla olmuş Allah razı olsun senin yazdıklarından aldım iznin olursa başka yerde yayınlamak isterim daha fazla kişiye ulaşması amacı ile.Hakkını helal edersin inşallah.Selam ve Dua ile.Allaha Emanet Olun…Denizliden Bir kardeşiniz…

  239. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 9:17 am

    gerçekten böyle bir şey yapmanıza çok sevindim.bizimde amacımız zaten buydu bildiklerimizi herkeslen paylaşmak bir şeyler verebilmektir.umarım dilediğiniz hedefinize ulaşırsınız.

  240. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 9:38 am

    KİMSEDİR.SUFİLİĞİN İÇ YÜZÜ İLÂHÎ AŞK, DIŞ YÜZÜ GÜZEL AHLÂKTIR.

    Abdülkadir Geylani Hz. Öğütler
    Abdülkadir Geylani Hz. Öğütler
    Allah’ı kalbin ve kalıbınla an
    Ey oğul!

    Allah’ı önce kalbinle zikret, sonra da kalıbınla, dilinle. Onu kalbinle bin defa, dilinle de bir defa zikret.

    Dünyalık için kimseyle çekişme
    Ey oğul!

    Sakın sakın! Sen sen ol, dünyalık hususunda kimseyle çekişme, didişme. Kimsenin elindeki kısmete mani olmaya kalkışma. Zira herkesin nasibi mutlaka kendisini bulur. Eğer kaderde elinden alınması varsa, o da olur. Bu senin isteğinle olmaz.

    Kadere razı olmak; kavga, çekişme ve didişme sonunda dünyalık elde etmekten daha güzeldir. Zira Allah’ın takdirine razı olmak her hal ü kârda hayatı güzelleştirir, tatlılaştırır, huzurlu kılar.

    Allah’ın rızasına ulaşmaya çalış
    Ey oğul!

    Allah’ın rızasına ulaşmaya çalış. O senden razı olmuşsa bil ki seni sevmiştir. Rızık ve geçim endişesini kalbinden çıkar. Zira sen gönül huzuru içinde çalıştığın müddetçe sıkıntısız olarak rızkın Allah’tan gelecektir. Kalbindeki düşünceleri, tasalan, endişeleri at. Bir tek tasan olsun: O da Allah’a layık bir kul olup olmama endişesi… Bu mertebeye ulaşabildiğin an diğer bütün tasalarına Allah kâfidir.

    Rabbine itaatte nefsine muhalefet et
    Ey oğul!

    Eğer kurtuluş istiyorsan, Rabbine itaatte nefsine muhalefet et. Nefsinle birlikte olmakta devam ettiğin müddetçe insanları ve diğer varlıkları tanıyamazsın. Dünya sevgisi ile dop dolu olduğun müddetçe âhireti tanıyamazsın. Ahiret sevgisi ile dolmadıkça âhirette Rabbini göremezsin. Nefis devamlı kötülüğe meyillidir, bu onun fıtratıdır, huyudur. Onun fıtratı bu olunca, artık var, ötesini sen düşün, neler yapmaz ki?

    İhlâs sahibi ol
    Ey oğul!

    İlim ve irfan öğren ve ihlâs sahibi ol. Ta ki, nifak, ikiyüzlülük ve samimiyetsizlik tuzağından kurullasın, ilim ve irfanı halkın teveccühünü kazanmak ve dünyalık top lamak için değil, Allah’ın rızası için öğren. İlim irfanı gerçekten Allah rızası için öğrendiysen Onun emirlerini sevgiyle yerine getirir ve Ona karşı huşu içinde bulunursun. Diğer insanlara karşı mütevazi olursun.

    Karşılık beklemeden hizmet etmeye çalış
    Ey oğul!

    En iyisi zayıflık zamanında başkalarından bir şey isteme. Ayrıca sende idrak edemeyeceğin ve başkalarına anlatamayacağın, göremeyeceğin ve başkalarına gösteremeyeceğin bir hal bulunmamalıdır. Eğer karşılık beklemeden ve almadan vermeye gücün yeterse hemen yap. Karşılık beklemeden hizmet edebiliyorsan hemen yap. Allah yolunun yolcuları, yaptıklarını sırf Onun için, Onun rızasına uygun olarak yaptılar. Allah da, hoşlarına gidecek şeyleri, dünyada da, âhirette de onlara gösterdi ve gösterecektir

    Kalbini helâl yemekle temizle
    Ey oğul!

    Helâl yemek suretiyle kalbini temizle. İşte o zaman Rabbini tanırsın. Lokmanı, elbiseni ve kalbini temizle. İşte o zaman safi, temiz olursun. Henüz vakit geçmeden kalbinle Rabbine dön. Sen iyi kimselerin hallerini dilinle anlatmak ve o halleri de kendin için temenni etmekle yetindin. Tıpkı avucuna suyu alıp yumruk yaparak sıkan kişi gibi ki, elini açtığı zaman orada bir şey bulamaz

    Kalbinin istemediği dünyalığı bırak
    Ey oğul!

    Eline bir dünyalık geçtiği ve kalbinin de ondan hazzetmediğini gördüğün zaman onu bırak, alma. Kalb, iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı, hayır ile şerri birbirinden ayırd etme melekesine sahiptir. Himmet ve gayretin nisbetinde Allah’ın lütfuna mazhar olursun. Allah’tan başka ne varsa kalben hepsinden sıyrıl, hepsinden uzaklaş. Ta ki ona yaklaşabilesin.

    Çalış, didin; yardım Rabbindendir
    Ey oğul!

    Çalışmadan ayağına hiçbir şey gelmez. Bazı şeyler de sana mutlaka lâzımdır. Çalış, didin; yardım, izzet ve celal sahibi Rabbindendir. Üzerinde bulunduğun bu denizde hareket et, dalgalar devamlı seni üstte tutacak ve sahile ulaştıracaktır. Dua senden, cevap vermek Rabbindendir. Çalışmak senden, başarı Allah’tandır. Kötülükleri terk etmek senden, hamiyet ve gayret vermek Allah’tandır. İstediğin şeyde dürüst ol, samimi ol, ihlâslı ol. Allah sana yakınlık kapısını mutlaka gösterecektir.

    Kendi nefsine ağla
    Ey oğul!

    Bu halinden utanmıyor musun? Kendi nefsine ağla, gözyaşı dök. Zira bu halinle sen doğruya ve başarıya ulaşmaktan mahrum kalırsın. Hiç utanmıyor, haya etmiyor musun ki, bugün itaatkâr oluyorsun, yarın âsi oluyorsun. Bugün ihlaslı oluyorsun, yann riyakâr.

    Ömrünü hak yolda geçir
    Ey oğul!

    Sanatı öğrenebilmek için sıkıntıya ve meşakkate katlanmak zorundasın. En güzel ve mükemmel eseri meydana getirmek için bin kere yapar, yıkarsın. Eğer ömrünü hak yolda, kendini en iyi şekilde yetiştirmekle harcarsan Allah senin için hiç yıkılmayacak bir bina yapar.

    Herkese iyi niyetli ol
    Ey oğul!

    Kimseye eziyet etmemeye ve zarar vermemeye gayret et. Herkese karşı iyi niyetli ol.

    Sofrana fakirleri ortak et
    Ey oğul!

    Oruç tut. İftar ederken sofrana fakirleri de ortak et, onlara de yedir. Tek başına yiyip içme. Böyle yapmayan kimsenin fakir olup dilenciliğe düşmesinden korkulur.

    Ahlakı düşüklerden uzak dur
    Ey oğul!

    Ahlakı düşüklerden uzak dur. O zaman halis mü’min olursun. Hükümde hakkaniyet üzere ol. O zaman ilimde halis olursun.

    Amelini Allah rızası için yap
    Ey oğul!

    Sana amellerinde ihlas gerek. Amellerini sırf Allah rızası için yapmalısın. Gözünü, amellerinden ve onlara gerek insanlardan, gerekse Allah’tan karşılık beklemekten uzak tut.

    İbadetine aldanma
    Ey oğul!

    İbadet ve taatine aldanma. Allah’ın onları kabul etmesini iste. Şu anda sen Allah’a kulluğunu yapma gayreti içindesin. Olur ki içinde bulunduğun bu durumdan başka bir duruma düşebilirsin.

    Cahil dünyada ferahlanır
    Ey oğul!

    Cahil dünyada ferahlanır. Dünya nimetleri ile zevk sefa sürer. Âlim ise dünya hayatını bir fırsat bilir. Manevi mertebelerde yükselme gayreti içinde bulunur. Cahil kaderle çekişir, ona karşı çıkar; âlim ise kadere boyun eğer, razı olur.

    Kur’ân ile amel et
    Ey oğul!

    Kur’ân ile amel etmek seni Kur’ân’ın mevkiine’yükseltir, oraya oturtur. Sünnet ile amel etmek seni Resul-i Ekreme (a.s.m.) yükseltir. Resulullah, kalbi ve mânevi himmeti ile Allah dostlarının kalbleri çevresinden bir an bile ayrılmaz. Onların kalblerine Allah’a yakınlık kapısını açar.

    Kalbinle Allah’a dön
    Ey oğul!

    Dünya bir denizdir, iman da gemidir. Kaptan ise ibadet ve taatlerdir. Ahiret de bu denizin sahilidir. Kalbinle Allah’a dön. Allah’a tevekkül eden kişi, Ona dönen kişi demektir.

    Günah elbiseni tevbe suyuyla temizle
    Ey oğul!

    İşlediğin günahlar sebebiyle Allah’ın rahmetinden ümidini kesme. Din elbisendeki kiri tevbe suyu ile temizle. Bu tevbende hem sebat göster, hem de ihlâslı ol. Bundan başka din elbiseni marifetullah esansıyla kokula.

  241. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 9:49 am

    TASAVVUF,EBEDÎ SAADETE NÂİL OLMAK İÇİN NEFSİ TEZKİYE, AHLAKI TASFİYE, ZÂHİR VE BATINI TAMİR HALLERİNDEN BAHSEDEN BİR İLİMDİR. GERÇEK SUFİ ALLAH SEVGİSİ İLE SAFİ OLMUŞ, HUZUR BULMUŞ KİMSEDİR.SUFİLİĞİN İÇ YÜZÜ İLÂHÎ AŞK, DIŞ YÜZÜ GÜZEL AHLÂKTIR.

    Hz. Mevlana (k.s.)’dan
    Hz. Mevlana (k.s.)’dan
    İnsanın varlığı bir ormana benzer. O deme agâhsan çekin bu varlıktan, çekin!
    Vücudumuzda binlerce kurt, binlerce domuz… temiz, pis, güzel, çirkin, binlerce sıfat var.
    Hangi huy galipse hüküm onundur. Madende altın bakırdan fazlaysa o maden altın sayılır.
    Vücudunda hangi huy galipse o huyun suretine göre haşredilmen gerekir.
    İnsanda bir an olur, kurtluk zuhur eder. Bir an olur, ay gibi Yusuf yüzlü bir güzel haline gelir.
    İyiliklerle kinler gizli bir yolda gönüllerden gönüllere gidip durmaktadır.
    Hattâ insandan, öküzle eşek bile bilgi sahibi olur, akıllanır, hüner elde eder.
    Serkeş at rahvan bir hale gelir, alışır. Ayı oynar, keçi de selâm verir.
    Köpeğe insanın huyu geçer, nihayet çoban olur, av avlar, yahut sürüyü korur.
    Ashab-ı Kehf’in köpeğine onlardan öyle bir huy sirayet etti ki sonunda Allah’ı aramaya koyuldu.
    Kalbde her an bir çeşit şey baş gösterir… İnsan bazen şeytanlaşır, bazen melekleşir. Bazen tuzak kesilir, bazen yırtıcı hayvan!

  242. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 9:55 am

    — MİRAÇ Lafzı şu manayadır: Yukarı çıkılacak âlet.. Meselâ: Merdiven. (Zamanımıza göre daha uygun örneği: Asansör veya füze.) Resulüllah S.A. efendimiz pak vücudları ile, cevherden merdiven ile diri olarak Kuds-ü Mübarekden semaya uruc etmiştir. Böyle bir manaya sahib olmak; nebiler ve resuller arasında ancak Resulüllah S.A.V efendimize mahsusutur. Bundandır ki, Resulüllah S.A.V efendimizin ism-i pâklerine: — SÂHİB’ÜL- MİRAÇ. Denildi. Allah-ü Taâlâ ona salât ve selâm eylesin. Resulüllah S.A. efendimizin nail olduğu MİRAÇ şerefinin toplu beyanı aşağıda anlatılacaktır. Şöyleki: Sultan-ı enbiya ve Resul-ü Kibriya (salâvatın en faziletlisi saygıların en tamı ona..) kırk yaşında iken; âlemlere rahmet olarak nübüvvet ve risaletle bütün insanlara Resul peygamber gönderildi. Ri-saletini onlara tebliğ edip imana davet etmeye başladı. Resulüllah S.A. efendimizin Risaletle gelişinin on ikinci senesi re-ceb ayının yirmi altıncı günü idi. Resulüllah S.A. efendimiz o gün, tek başına Beyt-i Mükerreme’ye gitti; bir direğin önüne oturdu. Yüce Hakka zikir ve fikir ibadeti ile meşgul olmaya başladı. Bu sırada, Ebu Cehil de; yardımcıları ve uyanları ile görüşmek için geldi. Gördü ki: Hazret-i Muhammed S.A.V yalnız oturmuş; Mev-lâsına ibadetle meşgul.. Yanında ashab-ı kiramdan da kimse yok. Onu böyle görünce; içinden: — Ona eza cefa edeyim. Diyerek yanına geldi ve şöyle dedi: — Ya Muhammed, sen peygamber misin?. Resulüllah S.A. efendimiz, Ebu Cehilin bu sözüne karşılık: — Evet peygamberim. Buyurdu. Ebu Cehil şöyle devam etti: — Böyle yalnız peygamber mi olur?. Hani yardımcıların? hani hizmetçilerin?. Eğer peygamberlik gelmesi gerekseydi, bana gelirdi. Bak, benim şu kadar uyanlarım, hizmetçilerim var. Böyle dedikten sonra, böbürlenerek yürüdü; gitti. Ebu Cehil’in ardından, onun yandaşlarından biri daha uyanları ve yardımcıları ile geldi. Bu da, Resulüllah S.A.V efendimizi yalnız görünce eza ve cefa kasdı ile yanına geldi; Ebu Cehil’in dediği gibi dedi. Sonra gitti. Onun yanına oturdu. Bundan sonra, Kureyş’in ileri gelenlerinden tam yedi kişi ard arda geldi. Hepsi de, avenesi ve uyanları ile geldi; sanki daha önceden söz birliği etmiş gibi, tek tek Resulüllah S.A.V efendimize Ebu Cehü’in dediği gibi söyledi. Resulüllah S.A.V efendimiz, onların bu yaptıklarına çok mahzun oldu. Sonra şöyle dedi: — On iki yıldır; ben bunları hak dine ve Yüce Hakkı tevhide davet ederim. Halbuki bunlar, Hakkı kabul etmek şöyle dursun; henüz: — Resul. Kime derler?. Bunu dahi anlamamışlar. Resule hizmetçi ve avene ne lâzım?. Ancak resule lâzım olan ilâhî vahyi ve sübhan Allah’ın emrini tebliğ etmektir. Ve.. Resulüllah S.A.V efendimiz gamlandı. O gece receb-i şerifin yirmi yedinci pazartesi gecesi idi. Ümmü-hanî’nin evine geldi. Ümmühanî Ebu Talib’in kızı, Hz. Ali’nin r.a. kız kardeşi idi. Ümmühani, babası Ebu Talibin evinde kalıyordu. Bu ev, Safa ile Merve arası bir yerde îdi. Resulüllah S.A.V efendimiz, oraya gittiği zaman; Ümmühanî r.a. kendisini hüzünlü ve gamlı buldu. Resulüllah S.A.V efendimizden hüznünün ve gamının sebebini sordu; Resulüllah S.A.V efendimiz de işin aslını haber verdi. Ümmühanî, akıllı ve tedbirli bir hanımdı. Resulüllah S.A.V efendimizi teselli etti ve şöyle dedi: — Onlar sizin risaletinizi, Hak peygamber olduğunuzu, size avene ve hizmetçi gerekmediğini seksiz bilirler. Ne var ki onlar, çok inatçı hasetçi, hırçın olduklarından sırf sizi üzmek, eza cefa kasdı ile öyle demişlerdir. Bu sözler, bir bakıma Resulüllah S.A. efendimizi teselli içindi; fakat Resulüllah S.A.V efendimizin hüznü yine de kaldı. Anlatıldığı gibi, gamlı ve hüzünlü olarak; Ümmühanî’nin evinde, yatsıdan sonra, uyur uyanık bir halde yattı. Sonra.. Resulüllah S.A.V efendimizi cümle mahluktan evvel yaratan; kalb-lerin sevgilisi, türlü türlü keramet, çeşitli nimetler ile cümle insanlara resul olarak gönderen; cümle kemaîâtı ile başta görünen; mü-rebbisi olan şanı yüce nimetleri her yana yaygın, kendisinden başka ilâh olmayan Âlemlerin Rabbı, azamet ve celâli ile Cebrail’e hitaben şöyle buyurdu: — Gerçekten benim sevgilim, cümle mahluk arasından seçip çıkardığım, cümle yaratılmışların hayırlısı Resulüm: Ümmühanî’nin evinde küffarın ezasından mahzun ve gamlı yatmaktadır. Senin taat ve ibadetin habibimi davet olsun. O süslü kanatlarını yeniden cennet cevherleri ile süsüle; onun hizmeti ile şerefyab ol. Mikâil’e söyle: Bu gece erzakı tartmayı bıraksın. İsrafil’e söyle: Suru bir saat kadar bıraksın. Azrail’e söyle: Bu gece can almaktan el çeksin. Nur ve ziya meleklerine emir ver: Semaları nurla doldursunlar. Rıdvan’a söyle: Cenneti süslesin. Malik’e tenbih et: Cehennem tabakalarını kapasın; zebaniler hareket etmesinler. Huriler bezenip ellerine cevher saçan tabakları alsınlar. Cennet köşklerini saf saf dizsinler. Arş hamiline söyle: Mukaddes libası atlas îelekine giydirsin. Ve., sizler, her biriniz yanınıza yetmiş bin melek alın. Ve., sen cennete git; bir burak seçip al. Yeryüzüne in; kabirlerden azabı kaldır. Bundan sonra, habibime git. O: Müşriklerin ezasından dolayı gamlı ve mahzun olarak Üm-mühanî’nin evinde yatıyor. O habibimi rıfk ile, büyük bir keremle kaldır; anlat: Bu gece kendisinin yüce kadrini, izzet ve rif’atını cümleden ziyade yakınlığını kendisine bildirecek gecedir. Onu davet eyle. Sonra.. Cebrail a.s. cennete gitti. Gördü ki: Orada kırk bin burak gezmektedir. Her birinin alnında Muhammed ism-i şerifi yazılmış. Aralarında bir burak vardı; mahzundu. Başını aşağı eğmiş; gözyaşlan sel gibi akıyordu. Hem de hiç durmadan. Cebrail o mahzun bürakın yanına vardı. Hüznünün ve ağlamasının sebebini ona sordu. Burak şöyle anlattı: — Cennette gezerken, aniden kulağıma: — Ya Muhammed. Diye bir ses geldi. İşittiğim anda o ismin sahibine aşık oldum. Onun firak ateşi ile cemalinin visali ümidi ile kırk bin yıldariberi böyle hüzün, ağlamak ve visal arzusu ile mahzun olup ağlarım. Cebrail a.s. o Burak’ın haline merhamet etti; şöyle dedi: — Senin maşukun olan Hazret-i Muhammed bu gece miraca da vet -olundu. Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya bürakla gelecektir. Seni götüreyim, muradına er. Bundan sonra o Burak’a nurdan eğer vurdu; zebercedden gem vurdu. Bundan sonra, iki cihanın sultanı insin ve cinnin Resulü S.A.V efendimizin halvet saraylarına geldi. Sonra.. Hadis çıkaran imamlar altı hadis kitabı içinde çeşitli yollardan; miraç hadisini yirmi kadar ashab-ı kiramdan alıp rivayet ettiler. Bu ashab-ı kiram dahi, Resulüllah S.A.V efendimizden dinleyip anlatmışlardır. Resulüllah S.A. efendimiz; nebilerin sultanı, doğru yolu tutan zatların baştacı Ahmed Hamid Mahmud Muhammed’dir. Allah-ü Te âlâ ona salât ve selâm eylesin. Bu sahabenin dili ile, Resulüllah S.A. efendimizin şöyle buyurduğu anlatıldı: —«Ümmühanî’nin evinde idim. Orada uykuya dalmıştım. Gözlerim uyuyordu; ama kalbim uyanıktı. Bu sırada, Cebrail’in sesi kulağıma geldi; uykudan kalktım, oturdum. Gördüm ki: Cebrail karşımda duruyor. Bana şöyle dedi: — Yüce Hak sena selâmeti; seni davet etti. Seni ben taşıyacağım. Allah-ü Taâlâ istedi ki: Sana türlü keremlerle ikram eyleye. Senden evvel gelenler ve senden sonra gelecek olanlar bu türlü kereme nail olmadılar ve olmayacaklardır. Kalktım. Abdest almak istediğim zaman; abdestim için Kevser nehrinden su gelmesi emri verildi. Ben abdeste hazırlanırken, daha abdest azamı açmadan rıdvan, Kevser suyu dolu yakuttan iki ibrik getirdi. Bir de yeşil zümrütten leğen getirdi. Bu leğen dört köşe idi. Her köşesine bir cevher konmuştu. O cevherlerin nuru semaya güneş, gibi aydınlık veriyordu. Bundan sonra yıkandım; sırtıma nurdan bir hülle giydirdiler. Başrnıa da nurdan bir kavuk koydular. Bu kavuğun hikâyesi şöyleydi: Âdem yaratılmadan sekiz bin sene evvel, Rıdvan onu benim adıma sarmıştı. Sarıldığı vakitten bu yana kırk bin melek o kavuğun çevresinde tazimle durup teşbih ve teh-lille meşgul oluyorlardı. Her teşbihin sonunda bana salâvat-ı şerife okuyorlardı. O kavuğun kırk bin gözü vardı. Her gözünde de dört satır yazı vardı. BlRÎNCİ SATIRDA: Muhammed Allah’ın Resulüdür. ÎKİNCÎ SATIRDA: Muhammed Allah’ın Nebisidir. ÜÇÜNCÜ SATIRDA: Muhammed Allah’ın Habibidir. DÖRDÜNCÜ SATIRDA.” Muhammed Allah’ın Halilidir. Bundan sonra Cebrail arkama nurdan bir bürde (pelerin gibi) koydu. Belime de kızıl yakuttan bir kemer kuşattı. Elime de yeşil zümrütten bir kamçı verdi. Bu kamçı, dört yüz inci ile süslenmişti. Her incisinin sabah yıldızı gibi parlaklığı vardı. Ayaklarıma da, yeşil zümrütten bir çift papuç giydirdi. Daha sonra, elimden tutup Beyt-i Haram’a götürdü.» Bir başka rivayette, Resulüllah S.A. efendimiz bundan sonrasını şöyle anlatmıştır: —«Zemzem kuyusundan abdest aldım. Beyt-i Mükerreme’yi yedi kere tavaf ettim. Makam-ı İbrahim’de iki rikât namaz kıldım. Hatim’e geldim; dinlenmek için bir mikdar oturdum. Bu oturduğum yerde, Cebrail göğsümü yardı. İçi hikmet ve marifet dolu teşt getirdi. Mika il üç leğen zemzem suyu getirdi. Sarsaklarımı ve göğsümü yıkadılar. Bundan sonra kalbimi yarıp içindeki siyah pıhtı kanı attı ve şöyle dedi: — Bu kan, heybetli bir şey görünce korkmaya sebeptir. Onu çıkardım. Siz bu gece semalarda, sidre, kürsî ve arşta çok acaip işler ve ulu melekler göreceksiniz. Bu kandan sizi temize çıkardım ki, onlar dan her birini gereği gibi temaşa edip dilediğiniz gibi konuşmaktan korkmayasınız. O teşt içinde bulunan hikmeti ve marifeti doldurup kalbimi yerine koydular. Sığadıkları zaman, göğsüm bitişti; yarası kalmadı. Bundan sonra Cebrail elimden tuttu; beni Mekke’nin dışında bir yere götürdü. Gördüm ki: Mikâil, İsrafil ve Azrail de oradalar. Her birinin yanında yetmiş bin melek saf olmuş duruyor. Beni gördükleri zaman, tam manası ile tazim ve saygı duruşuna geçtiler. Ben de onlara selâm verdim. Selâmım üzerine, Yüce Hakkın sonsuz nimeti ile müjdelediler. Bundan sonra, Cebrail bana şöyle dedi: — Ey Allah’ın Resulü, size cennetten Burak getirdim. Binin; me-le-i âlâ teşrifinizi bekler. Bakınca Burak’ı gördm. Güneş gibi aydınlığı vardı. Yıldırım hızı ile yürüyordu. Ayağını yerden kaldırdığı zaman, gözünün iliştiği yere basıyordu. Ayrıca, o Burak’ın yanında iki kanadı vardı; dilediği zaman, onlar vasıtası ile havada uçuyordu.» Âlimler Burak’ı şöyle anlattılar: — Cüssesi katırdan küçük; merkepten büyük. Anlaşılır biçimde, fasih Arapça konuşur. Yüce Hak, onun her azasını bir başka cevherden yaratmıştır. Tırnaklan mercandan, ayakları altındandı. Göğsü kırmıza yakuttan, sırtı inciden. İki yanında kırmızı yakuttan kanatları var. Kuyruğu deve kuyruğuna benzer. Başka rivayette: Tavusku-şu kuyruğuna benzer. Son derece süslü idi. Yelesi at yelesine, ayakları da deve ayağına benzerdi. Üzerinde cennet eğeri vardı. Üzengileri kırmızı yakuttan ve cevherdendi. Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«Bundan sonra, Cebrail Burak’ın üzengisini tutup bana: — Bin. Dedi. Binmek istediğim zaman, Burak serkeşlik etti. Bunun üzerine Cebrail ona hitaben şöyle dedi: —: Ey Burak, utanmaz mısın?. Nasıl böyle şaşırtıcı küstahlık edersin?. Şanı yüce nimeti her şeye şamil kendisinden başka ilâh olmayan Allah hakkı için, sana bundan daha faziletli ve bundan daha aziz kimse binemez. Cebrail’in bu sözü üzerine, Burak çok utandı ve titredi. İri iri ter damlaları dökmeye başladı ve şöyle dedi: — Ey Cebrail, hacetim vardır; arz etmek isterim. Bu hacetimin yerince gelmesine vesile olsun diye öyle ettim; yoksa kaçındığımdan değildir. Siz beni çok utandırdınız.» Bundan sonra, Resulüllah S.A.V efendimiz Burak’a sorar, Burak da anlatır: — «Muradın nedir?. Söyle; yerine gelsin. — Ya Resulellah, ben sana ezelden aşıkım. Nice yıldır aşkınla perişan ve mahzun bir halde idim. Allah’a hamd olsun; şimdi cemalinizin nurunu gördüm. Güzel kokunuzu da kokladım. Şimdi, aşkım bin kat daha arttı. Kıyamet günü, pak zatınız kabr-i latifinizden kalktığınız zaman mahşere bürak ile geleceksiniz. Ricam, niyazım ve hacetim budur ki: O günde benden başkasına binmeyesiniz. Bana binmek ile, beni mesrur ve pürnur edesiniz.» Resulüllah S.A.V efendimiz anlatmaya devam edip şöyle buyurdu: —«Burak’ın o dileğini kabul ettim. O gün, yine ona binmeyi va-ad ettim.» Fahr-i Kâinat ve zübde-i mevcudat Resulüllah S.A. efendimiz, kıyamet günü mahşer yerine Bürak ile teşrif edeceğini, Burak’tan duyunca, ümmetinin halleri hatır-ı şerifine gelip mahzun oldu; düşünceye daldı. Resulüllah S.A.V efendimizin bu hali üzerine; gizliyi saklıyı bilen, şanı yüce, ihsanı bol, kendisinden başka ilâh olmayan Allah Cebrail’e hitaben şöyle buyurdu: —«Habibime sor; böyle durgunlaşmasına sebep nedir?.» Cebrail, Resulüllah S.A. efendimize durumu sorunca, şöyle anlatır: —«Ben, bu çeşit izzet ikram gördüm. Kıyamet günü yine Burak’a binip geleceğimi işittim. Hatırıma şu geldi: Kıyamet günü olduğu zaman; zaif, kusur dolu, günahkâr olan ümmetimin halleri nice olur?. Elli bin yıl arasat meydanında yaya yürüyecekler. Bunca günahlarını çekerek gidecekler. Sırat üç bin yıllık yoldur. O üç bin yıllık yolu nasıl geçerler?.» Resulüllah S.A.V efendimiz anlatıyor: —«Yukarıda anlatıldığı gibi dediğim zaman, bana ilâhî ferman şöyle geldi: — Her kime ki, benim inayetim olur; sana gönderdiğim Bürak gibi, ona da gönderirim. Onların kabirlerine tek tek bürak yollarım. Mahşere süvari olarak getiririm. Sıratı, binek üstünde kolaylıkla geçiririm. Elli bin yıllık vakti bir an gibi yaparım. Ve., senin ümmetine, lütuf, kerem ve ihsan muamelem bu şekil-de olacaktır.. Hatırını hoş tut.» Nitekim, bu manada şu âyet-i kerime vardır: —«Rahman’a varacak müttakileri, o gün, süvari olarak hasredeceğiz.» (19/85) Resulüllah S.A.V efendimiz devam buyuruyor: —«Yüce Hak’tan gelen kerem vaadine, lütuf ve ihsana sevindim; Burak’a binip oturdum. Cebrail, sağ üzengi tarafımda yetmiş bin melekle; Mikâil sol üzengi tarafımda yetmiş bin melekle durdu. O meleklerden her birinin elinde nurdan şamdan vardı. İsrafil arkamda yetmiş bin melekle duruyordu; Burak’ın üzerine örtülen örtüyü omuzunda taşıyordu. Onun ululuğundan hicab edip Burak’ımın örtüsünü taşımasından Ötürü özür diledim; bana şöyle dedi: — Ya Resulellah, ben bu gece sizin bu örtünüzü taşımak için nice bin senedir ibadet edip ricada bulundum. Sübhan olan Yüce Hak ricamı kabul buyurup muradıma nail eyledi. — Ne sebeple rica ettin?. Diye sordum; İsrafil şöyle anlattı: — Arş altında nice bin sene ibadet ettim. — Ne istiyorsun?. Dileğin makbul olmuştur. Diye bir hitap geldi; cevabında şöyle dedim: — Ya Rabbi, günahkâr ümmetlerin şefaatçisi kıyamet gününün sultanı ki, kendi ismini onun ismi ile beraber arşın gözüne yazmışsın; o vücuda geldiği vakit bir saat onun hizmetinde olmak isterim. Bu dileğim üzerine, Yüce Hak şöyle buyurdu: — Dileğini kabul ettim. Onun için bir gece olacaktır; o gece: Ona yakınlığımı müyesser edeceğim. Yer noktasından, ulvî âlemime getireceğim Hazinelerimin kapısını şühud anahtarımla ona açacağım. Onu Mekke’den Beyt-i Makdis’e varıncaya kadar yürüteceğim. O zaman, Beyt-i Makdis’e kadar onun bineğinin eğeraltı örtüsünü taşıma şerefine nail olursun.» Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle devam buyurdu: —«O gece Burak’ın ayağı yere değmedi. Mekke-i Mükerreme’den Mescid-i Aksa’ya kadar cennet dibaları serilmişti. Burak, hep o dibalar üzerinden geçip gitti. Böylece giderken, karşıma bir ifrit çıktı; ağzından ateşler saçarak, bana doğru yöneldi. O zaman Cebrail bana şöyle dedi: — Ya Resulellah, sana birkaç cümle öğreteyim; onları oku. Bu ifritin ateşi söner; kendisi yok olur. — Olur; öğret. Deyince, şu duayı öğretti: — Kerim Allah’ın zatına sığınırım. Bu sığınmamı onun bütün kelimeleri ile yaparım; o kelimelerden öteye ne iyi geçebilir, ne de kötü.. Semadan inenlerin, semaya yükselenlerin ve semadan çıkanların şerrinden sığınırım. Gecenin ve gündüzün fitnelerinden sığınırım. Hayır için gelen hariç; gece ve gündüz beliyyelerinden sığınırım. Ya Rahman!. Bu duayı okuyunca, o ifritin ateşi söndü; kendisi kaybolup gitti. Bu sırada, sağımdan bir seda geldi: — Ya Muhammed, azıcık dur; biraz eğlen. Sana soracaklarım var. Üç defa böyle nida etti; ama ona iltifat etmedim. Geçtim. Solumdan da üç defa ses geldi: — Ya Muhammed, azıcık dur. Sana soracaklarım var. Bunu da dinlemeden geçtim. Bir kadın gördüm; kendisini gayetle bezemişti. Güzel elbiseler giyip süslenmişti. Yakınına gittiğim zaman, gördüm ki, çok kocamış bir kadındır. Bu da bana üç kere: — Dur. Diye seslendi. Buna da itibar etmeden geçip gittim. Önümde bir ihtiyar gördüm. Asaya dayanmıştı. Tir tir titriyordu. Bana üç kere: — Azıcık dur, eğlen; halime bak da acı. Cemalini göreyim; sana soracağım var. Ben,,bunu da hiç dinlemedim; geçtim. Bundan sonra, taze bir yiğit gördüm. Gayet güzeldi. Yüzünde nur parlıyordu. Bana: — Dur ya Muhammed, sana soracaklarım var. Deyince, Burak durdu. Ona selâm verdim. Selâmımı aldıktan sonra şöyle dedi: — Sana müjde. Hayrın cümlesi ancak sende ve senin ümmetin-dedir. Onun bu sözüne karşılık; sena ettim: — Allah’a hamd olsun. Dedim. Cebrail dahi, benimle beraber: — Allah’a hamd olsun. Dedi. Bundan sonra, gördüklerim için Cebrail’e: — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; şöyle anlattı: — Sağ tarafınızdan gelen seda Yahudi sedası idi, Eğer dursaydı-nız; sizden sonra ümmetiniz Yahudilerin kahrı altında hor ve hakir olurlardı. Sol tarafınızdan gelen seda Nasara’nın sedası idi. Eğer dursaydı-nız; sizden sonra ümmetinize Nasara kavmi üstün gelirdi. Bunların kahrı altında kalırdı. O kadın da dünya idi. Kendisine sahip olacaklara öyle süslü görünür. Güzel elbiselerle, türlü zinetlerle insanları aldattığına işaret vardır. Onun kocamış olması da, kıyametin yakın olduğuna işarettir. Onun sözüne dursaydınız, tümden ümmetiniz, dünyaya karşı haris olur; dünyaya taparlardı. O kocamış kimse ise, lain Şeytandı. Sizin çok merhametli olduğunuzu biliyordu. O göründüğü halle sizi aldatmak istedi. Sizi durdurmak için, hile etti. Eğer sözüne kanıp dursaydınız, ümmetiniz son demlerine kadar; onun hilesinden kurtulamazdı. Çoğunu bastırıp üstün gelirdi. O taze yiğit ise, islâm dini idi; durdunuz. Sizden sonra ümmetiniz, tüm düşmanların mekrinden emin olarak, İslâm dininde sabit kalacaklardır. Sizin hatırınıza şöyle geldi: — Gece sahraya çıkan ümmetime cin tayfası zarar vermek isterse, halleri nice olur?. Acaba, benden sonra ümmetimin hali nice olur? Gibi fikirler geldi. Gaybı ye şehadeti, gizliyi ve saklıyı bilen Yüce Allah o ifriti gösterdi. Ondan kurtuluş çaresini öğretti. Ve sizden sonra, dininize hiç bir din üstün gelmeyecektir. Dininiz cümle dinlere galib olacaktır. Yahudi ve Nasara ümmetinizin kahrı altında kalacaktır. Ümmetin, şeriatına göre amel edecektir. Şeytanın mekrinden âhir ömürlerinde emin olacaklardır; selâmet bulacaklardır. Ümmetin İslâm dini üzerine kıyamete kadar sabit kalacaktır. İşte gördüklerinle bütün bu manalara Allah-ü Taâlâ işaret etti. Sizi ayıktınp, endişe ve efkârdan halâs eyledi. Bütün bunları Cebrail bana anlattı. Bundan sonra, hurma ağaçlan çok olan bir yere vardık. Cebrail bana: — İn, burada namaz kıl. Dedi. indim; orada namaz kıldım. Cebrail bana sordu: — Bu namaz kıldığın yeri bilir misin?. — Bilmem. Deyince şöyle söyledi: — Burası Tayyibe’dir. (Tayyibe, Medine-i Münevvere isimlerin-dendir.) Yakında siz, buraya hicret edeceksiniz. Bundan sonra, beyaz bir yere geldik. Cebrail yine: — İn, burada namaz kıl. Dedi. İndim, burada da namaz kıldım. Cebrail bana sordu: — Nerede namaz kıldığını biliyor musun?. — Bilmiyorum. Deyince şöyle anlattı: — Burası, Medyen’de Musa’nın a.s. ağacının altıdır. Devamla şöyle anlattı: — Musa’yı a.s. Firavun öldürmek istediği zaman, kaçtı; Medyen’e geldi. Medyen’in dışındaki bir sudan, çobanların koyunlarını suladığını gördü. Yine gördü ki: İki kız, o çobanlardan uzak bir yerde duruyorlar; koyunlarını sulamak için çobanların gitmesini bekliyorlar. Musa a.s. o kızların haline acıdı. Yanlarına vardı; hallerini sordu; durumu öğrendi. Bundan sonra, kendi yorgunluğuna bakmadan,-içinden: — Bu işte büyük bir ecir vardır. Diyerek, o kızların koyunlarını suladı; sonra, bir ağaç altına gelip ibadet eyledi. İşte bu ağaç, o ağaçtır. Ki: Onun altında namaz kıldın. Burayı geçtikten sonra, başka bir yere geldik; Cebrail şöyle dedi: — İn, burada namaz kıl. inip namazımı kıldıktan sonra, Cebrail sordu: — Bu namaz kıldığın yer neresidir? Biliyor musun? — Bilmiyorum. Deyince şöyle anlattı: — Burası Tur-u Sina’dır. Yüce Hakkın, Musa’yı a.s. kelâm ve mü-nacaat nimetine erdirip şereflendirdiği yerdir. Sonra, bir başka yere vardık; burada bir köşk gördüm. Yine Cebrail bana: — Burada da in; namaz kıl. Burası,. İsa’nın a.s. doğduğu köydür. Dedi. İndim namaz kıldım. Burada bir cemaat gördüm; ekin ekiyorlardı. Ektikleri anda, bir tanesinden yediyüz tane hâsıl oluyordu. — Bunlar kimlerdir?. Diye sorunca, Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar, Allah yolunda mallarını harcayan ümmetlerindir. Bir başka cemaat daha gördüm: Melekler onların başını taşla eziyordu; yine yerine geliyordu. Yine eziyorlardı; tekrar o ezilen başlar bütün oluyordu. O kimseler bu şekilde azap olunuyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Diye sorunca, Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar, senin ümmetinden namazı terk edenlerdir. Bir de, rü-kûdan kalkarken, secdeden kalkarken; başlarını tam doğrultmayıp rükûu ve secdeleri birbirine karıştırarak namazı düzensiz tertipsiz -kılanlardır. Bu arada bir cemaat daha gördüm; aç ve çıplak halde idiler. Çevrelerinde atehten otlar bitmişti. Melekler, onları hayvan güder gibi, o ateşten otları yemeğe sürüyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı: – Bunlar, ümmetinden mallarının zekâtını vermeyenlerdir. Fakirlere, zaiflere, çaresizlere, yetimlere, dul kadınlara merhamet etmeyenlerdir. Bir cemaat daha gördüm: Yanlarında nefisten daha nefis yemekler duruyordu. Bir tarflarında da kokmuş, murdar olmuş et duruyordu. Ama o enfes yemeklerden yemiyor; hatta dönüp bakmıyor; o kokmuş murdar etten yiyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Diye sorunca, Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar erkek ve dişi ümmetlerindir. Yanlarında helâlinden kadını dururken; haram olan zina ye benzeri günalharı irtikâb edenlerdir. Bundan sonra bazı adamlar gördüm; odun yığmışlardı. O odunları kaldırmak istiyorlar; ama kaldıramıyorlardı. Tekrar üzerine odun getirip koyuyorlardı; kaldırmak istiyorlardı. Ama kaldırmaya güçleri yetmiyordu. Tekrar üzerine odun koyuyorlardı ve böylelikle odunları artırmaya gayret edip çalışıyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar, senin ümmetin içinde dünyaya düşkün olanlardır. Mallarını yiyip bitirmeye güçleri yetmezken, kanaat etmeyip çokça yığmaya çalışırlar. Dünyaya ve dünya malına mahabbet edip artırmak için gayretle çalışıyorlar. Bundan sonra, koca bir taş gördüm; küçük bir deliği vardı. O delikten bir yılan çıktı; büyüdü. Döndü, yine o deliğe girmek istedi. O deliğe sığmadı; şaşkın şaşkın taşın çevresinde dönmeye başladı. — Bu nedir?. Dediğim zaman, Cebrail şöyle anlattı: — O taş, ümmetin gövdelerine misaldir. O küçük delik ise, ağızlarıdır, O yılan ise., yalan, fuhuş, haram ve gıybet olarak söyledikleri kelâmlarıdır. Ağızlarından çıktıktan sonra, o kelâmları yutmak müm kün olmaz. Hatta, o kelâmlarından dolayı, dünyada ve âhirette ceza görür; azar işitir; hesaba çekilirler. Ümmetine söyle: Ağızlarını kötü söz, haram ve dil afeti sözlerden tamamen korusunlar. Böyle etsinler ki, selâmet bulalar. Bundan sonra, bir şahıs gördüm; kuyudan su çekiyordu. Zahmetlerle kovayı kuyunun ağzına getirdiği zaman, içinde hiç su bulamıyordu. Zahmetten başka eline bir şey geçmiyordu. Bunun durumunu da sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Amellerini Allah için halis etmeyip riyakârlık edenlerdir. Dünyada zahmet çekip amel işlerler; ama riya ile. Âhirette, bu amellerinden ötürü, kendilerine hiç bir sevap verilmez. Hatta azaba uğrarlar. Bunlardan başka bir kavim daha gördüm; sırtlarında çokça yükleri vardı. Üzerlerindeki yükü dahi taşımaya güçleri olmadığı halde; halka: — Üzerimize yük vurun. Diye teklif ediyorlardı. – Bunlar kimlerdir?. Diyerek sordum; Cebrail şöyle anlattı. — Bunlar, insanların bıraktığı emanete hiyanet edenlerdir. Boyunlarında bu kadar yük varken, durmadan zulüm yollu halktan alınacak mal taleb ederler.. Bundan başka bir kavim daha gördüm; dudakları ve dilleri uzayıp sarkmıştı. Onlann uzayıp sarkan dillerini ve dudaklarını, melekler ateşten makaslarla kesiyorlardı. Kesildikçe, onların dilleri ve dudakları yine uzuyor; sarkıyordu. Melekler de yine önceki gibi ateşten makaslarla kesiyordu. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar, ümmetin içinden çıkıp insanları beğlere ve padişahlara gammazlayan kimselerdir. Yalanlarım tasdik ettirip onları yapacakları zulümden almak şöyle dursun; bu yolda müdahene edenlerdir. Bir cemaat daha gördüm; melekler, bunların etlerini kesiyor; kendilerine veriyor ve: — Yiyin.. Diye emrediyorlardı. Onlar iğrenip yemek istemedikçe, melekler onları dövüyor ve zorla: — Yiyin.. Deyip yediriyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar, ümmetin içinde insanların gıybetini edenlerdir. Bundan sonra, bir kavim gördüm; yüzleri siyah, gözleri mavi idi. Alt dudakları ayaklarına inmişti; üst dudakları da alınlarına bitiş mişti. Ağızlarından kan ve irin akıyordu. Bir ellerinde ateşten şişe var; bir ellerinde de ateşten kadeh.. Ağızlarından akan kan ve irin şişe içine girip kaynıyor. Melekler de onlara: — îçin.. Diye zorluyordu. Kadehleri doldurup içmek istedikleri zaman, onun kaynar şiddetinden, murdar kokusunun kötülüğünden, dayanamayıp himar gibi bağınyorlardı. O melekler ise, onları dövüyor, zorluyor ve içiriyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar şarab içenlerdir. Bunlardan başka bir kavim daha gördüm; dilleri enselerinden çıkmış, suretleri domuz suretini almıştı. Altlarından ve üstlerinden onları azap sarmıştı. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar, ümmetinden yalan yere şahidlik edenlerdir. Hakkı iptal edip Allah’ın kullarına zulüm edenlerdir. Bunlardan başka bir güruh gördüm. Karınları şişip aşağı sarkmıştı. Ellerine ve ayaklarına köstek vurmuşlardı. Ayağa kalkmak istedik leri zaman, karınlarının büyüklüğünden kalkamıyor; yere yıkılıyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar faiz alanlar ve insanların mallarını zulüm yollu yiyenlerdir. Yani: Ümmetin arasında. Bundan sonra, bir kısım kadınlara rasladım. Bunların yüzleri kara olmuş; vücutlarına ateşten elbiseler giydirmişlerdi. Ateşten topuzlarla melekler onlara vuruyorlardı. Köpekler gibi de uluyorlardı. Bunların kimler olduğunu sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar öyle kadınlardır ki, zina eder ve kocalarına eza cefa ederler. Bunlardan başka birtakım kimseleri gördüm ki, bunları ateşten bıçaklarla boğazlıyorlardı. Tekrar diriliyorlar, tekrar boğazlıyorlardı Daima böyle bir azab ediliyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar, ümmetinden haksız yere adam öldürenlerdir. Bunlardan başka bir zümre daha gördüm ki; havada asılı duruyorlardı. Kulaklarından, burunlarından ve ağızlarından ateşler çıkıyordu. Her birine şiddetli sert iki melek verilmişti. Her meleğin elinde yetmiş budaklı ateşten sopa vardı. Bu sopa ile, daima ve hiç durmadan o taifeye azab ediyorlardı. Şu -manalı- teşbihi okuyorlardı: — Kadir Muktedir, Allah sübhandır. Düşmanlarından intikam alan Allah sübahandır. Yüce sultan Allah sübhandır. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum, Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar, dilleri ile iman izhar edip kalbleri küfür ve nifak dolu olan münafıklardır. Bundan sonra, bir bölük kavme rasladım. Gördüm ki: Bu taife ateşten bir vadide hapsolmuşlar; ateş bunları yakıyor. Ama tekrar tazeleniyorlar; yani: Vücutları yerine geliyor, yine ateş yakıyor. Böylece azab olunuyorlar. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar analarına, babalarına itaat ve tazim etmeyip asi ve karşı gelen kimselerdir. Bundan sonra bir bölük kavme daha rasladım. Bunlar göğüsleri üzerine ateşten tabaklar koymuşlar; melekler de onlara sopalarla vurup azab ediyorlar. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar, ümmetinden saz çalıp halka name söyleyip mutriplik edenlerdir. Bundan sonra, korkunç bir gürültü işittim. — Bu gürültü nedir?. Diye sordum; Cebrail bana şöyle anlattı: — Cehennemin kenarından bir taş içine düştü. Üç bin yıldır, aşağı doğru gidiyordu; şimdi dibine vardı. Onun gürültüsü.» Bu taş üzerine şöyle beyan olundu’ — Adam başı kadar bir taşı dünya semasından salıversen; yirmi dört saatte yere iner. Halbuki bu mesafe beş yüz yıllık yoldur. Bundan düşün ki, adam başı kadar taş yirmi dört saatte beş yüz yıllık yol alınca; o büyük taş üç bin yılda nekadar yıllık yol alır?. Bunu düşünüp cehennemin derinliği nekadardır anla. Buna göre de, cehennemden Yüce Hakka sığın. Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«Bundan sonra bir başka vadiye vardım; buradan kötü kokular ve sevimsiz sesler geliyordu. — Bu ne kokudur?. Dedim: Cebrail bana şöyle anlattı: —- Cehennemin kokusudur. Hele dinle, ne söylüyor. Dinledim cehennem şöyle diyordu: — Ey benim Rabbım, bana söz verdiğin kullarını gönder. Benim zincirlerim, dikenlerim, bukağılarım, zekkumlarım, kızgın sularım, irinlerim ve daha başka azaplarım; ayrıca yılanlarım ve akreplerim gayet çoğaldı. Derinliğim gayet derin oldu. Artık bana vaad ettiğin kullarını gönder türlü azaplarla onlara azap edeyim. Onun bu dileğine karşılık Yüce Hak şöyle buyurdu: — Ey cehennem, bu işleri sana bırakacağım. Bana şirk koşan herkesi, beni ve peygamberlerimi inkâr eden kâfirleri, habis olanların her erkek ve dişisini, zalim olup kıyamete iman etmeyenleri sana atacağım. Yüce Hakkın bu vaadine cehennem razı oldu ve şöyle dedi: — Razı oldum ya Rabbi. Bundan sonra bir vadiye vardım. Burnuma güzel kokular geJdi. — Bu güzel kokular nedir?. Diye sordum, Cebrail bana şöyle anlattı: — Burada Firavundun karısını keseleyen kadının ve kızlarının kabri vardır. Buraya cennet yemişleri gelmiştir. Bu güzel koku o cennet yemişlerinin kokusudur. Bu keseci kadının hikâyesi şöyledir: — O keseci kadın, Musa’ya a.s. gizlice iman getirmişti. İmanını daima gizler; hiç duyurmazdı. Her zaman olduğu gibi bir gün, Firavun’un kızının saçlarım altın tarakla tarıyordu. Tarak elinden düştü: eğilip alırken yavaşça: — Bismillah. (Allah’ın adı ile..) Diyerek tarağı aldı. Ama, ağzından çıkan bu ses açıktan çıktı ve ne dediği belli oldu. Firavun’un kızı onun dediğini işitince; şöyle sordu: — Allah.. Diye andığın babam mıdır?. Ama, o keseci kadın artık imanını gizlemeden şöyle anlattı: — O andığım şanı büyük Allah’tır. Benim, senin, babanın Rabbı ve halikıdır. Öyle yüce Haktır ki, nimeti her yana yaygındır; ondan başka ilâh yoktur. Onun böyle demesine karşılık Firavun’un kızı şöyle dedi: — Senin babamdan başka Rabbın var mıdır?. Keseci kadın şöyle anlattı: — Senin baban mahluktur. Benim Rabbım senin babanı ve cümle mahlukatı yaratan “tek yaratıcıdır. Daimî varlıktır; evveli ve âhiri yoktur. Kız şöyle dedi: — Şimdi babama haber vereyim mi ki, sana ceza versin?. Korkmuyor musun?. Keseci kadın, kızın bu sözüne karşı şöyle dedi: Haber ver, ne yapmaya gücü yetiyorsa yapsın. Bundan sonra kız gelip babasına haber verdi. Firavun o keseci kadını getirtip şöyle sordu: — Senin benden başka rabbın var mıdır?. Keseci kadın şu cevabı verdi: – Evet vardır. Seni yaratan ve sana bunca nimetleri veren Alemlerin Rabbıdır!. Firavun, keseci kadına öfkelendi ve şöyle dedi: — Tez bana secde et. Ve bana: — Rabbım’sın. De… Yoksa seni, şimdi şiddetli azab ile azaba sokar ve helak ederim. Keseci kadın Firavun’un o sözüne karşılık şöyle dedi: — Ne türlü azab etmek istersen et. Benin azabın dünya azabıdır. Ölür, kurtulurum. Rabbımın nimetine ve lutf u keremine mazhar olurum. Ben hak dinimden dönmem. Bin canım olsa dahi, hepsini dinimin yolunda feda ederim. Bundan sonra, Firavun o kadının kocasını ve çocuklarını getirtti; tekrar tekrar zorladı ve şöyle dedi: — Dininizden dönün, yoksa hepinizi öldürürüm. Daha başka tehditler de savurdu; korkutmaya çalıştı. Ama o keseci kadın ve kocası hiç korkmadılar; şöyle dediler: — Biz, dinimizde sabit kalacağız. Sen ne çeşit azab etmek istersen et. Bundan sonra Firavun, bir büyük kazan içine su doldurttu. Altına da ateş -yaktırdı. Su şiddetle kaynamaya başladı. Emir verdi: Keseci kadının ve kocasının çocuklarını ellerini ve ayaklarını bağlattı Sonra onlara hitaben, şöyle dedi: — Şimdi bana tapın. Yoksa cümlenizi kazanın içine atar; öldü rürüm. Şu cevabı verdiler: — Bildiğinden geri kalma, hemen kazanın içine at. Firavun emir verdi; önce kocasını o kaynar kazanın içine attılar; haşlanıp öldü. Bundan sonra, çocuklarını peş peşe kazana attırıp öldürdü. Kadının yeni doğan bir çocuğu vardı; en sona onu bıraktı. Çocuğunu getirtti ve kadına şöyle dedi: — Bana tapacak mısın?. Yoksa bunu da atayım mı?. Keseci kadın bunun üzerine bir ah çekti; içinden şöyle geçirdi: — Kalbimde imanımı gizleyeyim. Firavun’u dil ucu ile aldatayım. Yeter ki, bu masum kurtulsun. îşte bu anda, Vahid Ferd Samed Yüce Hak o çocuğa konuşma ihsan eyledi; söylemeye başladı. Bu şekilde sabi iken konuşan on bir çocuk vardır; onların biri de budur. Şöyle konuştu: — Anacığım, sabret; bırak beni de ateşe atsınlar. Bizim için cennet hazırlandı. Çünkü, sen hak üzeresin; Firavun da batıl üzeredir. Bir nefes sabret; bu fani âlemden halâs olur; ebedî nimete ve sonsuz zevke vâsıl oluruz. Firavun o çocuğun söylediğini işitince: — Tez kazana atın. Dedi; o masumu da kazana attırdı. Bunun üzerine o keseci kadın, Firavun’a hitaben şöyle dedi: — Bunca zamandır kızının saçlarını tararım. Sende hakkım vardır; bunun için senden bir dilekte bulunacağım, kabul eyle. Firavun sordu: — Ne istersin?. Keseci kadın şöyle anlattı: — Acele olarak beni de kazana atın. Bundan sonra bir çukur kazın. Beni ve kocamı, çocuklarımı hepimizi o çukura doldurun; üzerimizi toprakla örtün. Bizi, birbirimizden ayırma. Keseci kadının bu dileğini Firavun kabul edip onu da kazana attırdı. Sonra, bir çukur kazdırdı. Hepsini o çukura doldurdu. Daha topraklan üzerine tamamen örtülmeden, Gani Kerim Rahman ve Rahim olan Yüce Allah ki, onun nimeti her şeye şamildir ve kendisinden başka ilâh yoktur; cennat-ı aliyattan tabaklar içinde türlü yemişler ve hediyeler gönderdi. Rahmet çeşidi ile onları lütfuna mazhar eyledi, işte bu güzel kokular, o yemişlerin kokularıdır. Bundan sonra bir vadiye vardım; orada latif rüzgâr esiyor ve güzel kokular geliyordu. Gayet tatlı sesler duyuluyordu. Sordum: — Bu sesler neyin sesidir?. Ve ne söylüyorlar?. Bu latif rüzgâr ve güzel kokular .neyin kokusudur?. Cebrail şöyle anlattı: — Cennetin rüzgârı ve kokusudur. Hele dinleyin; neler söylüyor, anlarsınız. Dinledim; cennet şöyle diyordu: — Ey benim Rabbım, bana vaad ettiğin kullarını gönder. Köşklerim, kalın ve ince dibalarım, ipeklilerim, döşemelerim, incilerim, cevherlerim, altınlarım, gümüşlerim, misklerim, anberlerim, yaygılarım, ibriklerim, kâselerim ve çeşit çeşit yemişlerim, bal, süt, şarap, su ırmaklarım, hurî, gılman, vildanlarım ve hesaba gelmeyen nimetlerim gayet çoğaldı. Vaad alan kullarını gönder ki türlü nimetlerinle nimet-lendirip ikramınla ikram edeyim. Türlü türlü lütuflarınla muazzez ve muhterem edeyim. Cennetin bu dileğine karşılık Yüce Hakkın şu güzel hitabı geldi: — Ey Cennet, istediklerini sana göndereceğim. Bana iman getirip tevhid eden, resullerime inanıp tasdik eden, yararlı amel işleyip bana şirk koşmayan, erkek ve kadınları sana göndereceğim. Her kim benden ve azabımdan korkarsa, gerçekten ben onu azabımdan emin ederim. Her kim, muradını, maksudunu, hacetini bana tazarru ve niyazla açarsa., onun hacetini kabul ederim; muradını ve maksudunu veririm. Her kim bana borç verirse., (borçtan murad: Allah rızası için .fakirlere çaresizlere, muhtaçlara verilen sadakalar ve Hak yolunda hayır için harcanan mallardır) ona kat kat mükâfat veririm. Her kim işlerini bana bırakır; eümle işlerini bana ısmarlayıp tevekkül ederse; onun bütün işlerine yeterim. Allah, ancak benim: benden başka ilâh yoktur. Ben, cümle vaadimi yerine getiririm. Vaadimden dönmek ol maz. Gerçek şu ki: Bütün müminler felah bulmuşlardır. Yaratıcı olarak da en güzel Allah’ın şanı pek yücedir. Bu güzel hitab üzerine cennet şöyle dedi: — Razı oldum, ya Rabbi.» Ve.. Resulüllah S.A.V efendimiz, Mescid-i Aksa’ya varıncaya kadar nice nice acaip işler gördü. Ancak, meşhur olanlar bu kadardır; dola yısı ile bu kadarla yetiniyoruz. Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle devam buyurdu: —«Bundan sonra Beyt-i Makdis’e gittik. Gördüm ki; semadan melekler nazil olmuşlar. Onlar beni karşıladılar ve izzet sahibi Rabbım dan bana türlü türlü ikram ve nice nice nimetlerin müjdesini verdiler. Beni şöyle diyerek selâmladılar: — Selâm sana ey evvel, selâm sana ey âhir, selâm sana ey Hâ şir.. Bu deyişle bana saygılar sundular. Cebrail’e dedim ki: — Bu meleklerin bana yaptığı saygı selâm ne biçim bir saygıdır?. Evvel, Âhir, Haşir Âlemlerin Rabbı Allah’tır. Cebrail şöyle anlattı: — Ya Resulellah, kıyamet günü herkesten evvel sizin ve ümmetinizin kabri yarılacaktır. Bu manada size: — Ey Haşir. Dediler. O gün, en evvel siz şefaat edeceksiniz; en evvel makbul olacak şefaat da sizin şefaatmızdır. Bu manada size: — Ey Evvel. Dediler. Dünya âleminde siz cümle peygamberlerin âhirisiniz, ümmetiniz de cümle ümmetlerin âhiridir. Bu manada size: — Ey Âhir. Dediler.. Sonra.. Melekleri geçip Mescid-i Aksa’nın kapısına geldim. Burak’tan indim; Cebrail Burak’ı oradaki bir halkaya bağladı. Nebiler ve Resuller, bineklerini o halkaya bağlarlardı. Nebiler ve resuller beni karşılayıp tazim ve tekrimde bulundular.» Nebilerin ve resullerin, Resulüllah S.A.V efendimizi karşılaması hakkında iki rivayet vardır. Biri şöyledir: — Yüce Hak, peygamberleri habibi Resulüllah S.A. efendimizi tazimle karşılamaları için diriltti; onlar, cesetleri ile hazır oldular. Ancak, meşhur ve zahir olan rivayet odur ki: Onlar latif ruhları ile hazır oldular. Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«Onları gayet muazzam, mübeccel ve münevver gördüm. Cebrail’e onların kim olduklarını sordum; bana. şöyle anlattı: — Kardeşlerin, babaların nebiler ve resullerdir. Onlara selâm ver. Onlara selâm verdim; birlikte Mescid-i Aksa’ya girdik. Kamet okundu. Kendi kendime: — Acaba kim imam olacak?. Diye gözlerken, Cebrail elimden tuttu; sonra şöyle dedi: — Siz öne geçin; imam olun. Çünkü, en faziletli ve en keremli sizsiniz. Ben..de öne geçtim; cümle nebilere ve resullere imam oldum; iki rekât namaz kıldım.» Ulema, burada kılınan namaz hakkında çeşitli görüş belirtti. — Acaba ne şekil bir namazdı?. Diye.. Na’file namaz olsa, nafile namazı: Cemaatle kılmak meşru’ değildir. Yatsı namazı olsa., o zaman: Yatsı namazı farz olmamıştı. Kaldı ki; yatsı namazı dört rekâttır. Bu hususta muhakkik âlimlerin kavli şudur: — Resulüllah S.A. efendimizin Mescid-i Aksa’da kıldığı namaz; her semada imam olup kıldığı ve Beyt’ül – Mamurda kıldığı namaz; sidre-i müntehada bütün meleklere imam olup kıldığı namaz kendi özellikleri arasındadır. Âlemlerin Rabbı Yüce Allah’ın fermam ile kılmıştır. Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«Namazdan sonra arkamı mihraba, yüzümü de enbiyaya döndürdüm; onlarla konuştum. Her peygamber, kendisine ihsan olunan Rabbanî nimetler dolayısı ile Yüce Rabba sena etti. Ben de, Yüce Hakkın ihsanı, keremi olan üstün nimetlerinden, güzel lütuflanndan ötürü Rabbıma sena ettim. İbrahim a.s. sena edip şöyle dedi: — Hamd ü sena o yüceler yücesi, ulu Allah’a ki, beni halil eyledi; bana büyük mülk verdi. Musa a.s. senasında şöyle dedi: — Hamd ü sena o yüceler yücesi ulu Allah’a ki, vasıtasız benimle konuştu. Benim elimle Firavun’u ve hempalarını suda boğdurdu, îsrailoğullanna necat, ihsan eyledi. Benim ümmetimden bir kavim kıldı ki, bunlar Hakka hidayet olunur; hakla adalet ederler ve Yüce Hakk’m rızası için amel işlerler. Bundan sonra bavud a.s. sena etti ve senasında şöyle dedi; — Hamd ü sena o Yüce Hakkın zatına ki, büyük bir mülkle beni melik eyledi. Bana Zebur kitabım ihsan eyledi. ‘Demiri elimde mum kadar yumuşak eyledi. Dağları ve kuşları bana müsahhar etti. Onlar, benimle teşbih okurlardı.-Bana şeriat ilmi, güzel konuşmak ihsan ve ita eyledi. Bundan sonra, Davud’un oğlu Süleyman a.s. sena etti ve şöyle dedi: — Hamd ü sena o Kadir Kayyum Allah’a ki, bana rüzgârları müsahhar eyledi. Cinni ve şeytanları müsahhar eyledi; dilediğimi yaptırdım. Bana kuşların ve hayvanların dillerini bildirdi. Nice kulları Büzerine beni faziletli kıldı. Bana öyle büyük bir mülk verdi ki; benden başkası öyle mülke sahib ve nail olmadı, olamaz. Bundan sonra îsa a.s. sena etti; şöyle dedi: — Hamd ü sena o Yüce Yaratıcıya kî, Adem’i topraktan yarattığı gibi, beni de babasız ve maddesiz: — K Ü N (OL.) Emri ile yarattı. Bana Tevrat’ın ve İncil’in ilmini ve şeriatın ilmim Öğretti. Benim duamla, gözsüzlere göz ve hastalara şifa ihsan eyledi; ölüleri diriltti. Beni ve anamı lain Şeytanın mekrinden emin kıldı. Beni diri olarak semaya çıkardı. Bundan sonra, onlara şöyle dedim: — Hepiniz, Âlemlerin Rabbına sena ettiniz; ben de sena edeyim. Ve., başladım: — Hamd ü sena o Gafur Rahim Gani Kerim Celâl ve îkram sahibi zata ki; beni âlemlere rahmet, bütün insanları sevindiren ve çekindiren resul olarak gönderdi. Bana öyle bir kitap gönderdi ki, onun içinde her şeyin beyanı vardır. Benim ümmetimi cümle ümmetlerden hayırlı kıldı. Benim ümmetimi orta ümmet eyledi. Benim sinemi yardı; benden günahı kaldırdı. Benim zikrimi yüce kıldı. Beni cümle yaratılmışların FATİH’İ ve cümle nebilerin SONUNCUSU eyledi. Bu senamdan sonra İbrahim a.s. şöyle dedi. — Bu FATİH’lik ve SONUNCU olmakla cümle nebiler üzerine faziletli kılındınız.» Makamat rivayetinde şöyle anlatıldı: — Resulüllah S.A, efendimiz Beyt-i Makdis’e vardığı zaman, bütün nebiler ve resuller kendisini karşılayıp merhabaladılar. Çeşitli Övgülerle övdüler. Üzerine tabak tabak nurlar saçtılar. Burak’ın Önünde, taa, Mescid-i Aksa’ya kadar yürüdüler. Bundan sonra, Resulüllah S.A. efendimiz Burak’tan indi. Cebrail a.s. Burak’ı bağlayınca, durdular. Sonra, Resulüllah S.A.V efendimize hitaben, şöyle dediler: — Ya Habibellah, mescidin içine önce siz girin. Resulüllah S.A. efendimiz onlara şöyle dedi: — Siz, benden evvel peygamber gönderildiniz; Öne geçmeye, siz benden daha lâyıksınız. Onun için siz önce giriniz. Bunun üzerine, şanı yüce izzet sahibi Rabb’m şu hitabı geldi: — Ey Habibim, insanları davet için bu vücud âlemine cümleden sonra teşrif edip risaletle ayrı bir mevki kazandın. Ama ketm-i ademde vücud bulan cümleden evvel ve kıdemli olan sensin. Onların hepsi senin nurundan yaratıldı. Önce içeri girmeye sen daha lâyıksın. Sen gir. Bu hitab üzerine, Resulüllah S.A.V efendimiz, Cebrail ile beraber içeri girdi. Sonra, nebiler ve resuller içeri girdiler. Bundan sonra, Cebrail ezan Dokuyup kamet getirdi. Resulüllah S.A. efendimiz imam oldu. Nebiler, resuller ve hazır olan mukarreb melekler Resulüllah S.A. efendimize uyup iki rekat, namaz kıldılar. Bundan sonrasını Resulüllah S.A. efendimizden dinleyelim: —«Namazı bitirdikten sonra, sırrıma hitab, derunuma ilham olundu: — Şimdi dua vaktidir; ümmetine dua et. Diye.. Bunun üzerine, yüce dergâha el açıp tazarru ve niyaza baş ladım. Zaif ümmetimin necat ve selâmetleri, af ve mağfiret olunma ları için dua ettim. Cehennem ateşinden halâs olmalarını taleb ettim. Orada bulunan bütün nebiler, resuller ve hazır olan mukarreb mel ler de duama: — ÂMİN! Dediler. Tam bu anda kalbime şöyle bir nida geldi: — Ey Habibim, oturduğun yer, Mescid-i Aksa; gecen, Miraç gecesi; dua eden, senin gibi sanlı peygamber ve Allah’ın sevgilisi; duana: — ÂMİN!. Diyenler de, bütün nebiler, resuller, mukarreb melekler; dua ettiğin zat ise., merhametliler merhametlisi, keremliler keremlisi, cüm leyi hidayet nuruna erdiren celâl ve ikram sahibi Allah’tır. Duaların makbul olacağına, ümmetinin günahları bağışlanacağına ve azaptan necat bulacaklarına şüphe yoktur, izzetime, celâlime yemin ederim ki, onlara rahmetimi ihsan eyledim. Cemalimi müşahede ile müşerref olmağı onlara hil’at eyledim.» Allahım, son nefesimizi imanla kapa. Seni görmeyi bize nasib eyle. Ya Rahim, ya Rahman, peygamberin Muhammed S.A. hürmetine. Âmin! Ya Hannaıı, ya Mennan.. Resulüllah S.A. efendimiz devamla anlatıyor: —«Bundan sonra, Cebrail dışarı çıktı. (Döndüğü zaman) elinde üç kâse vardı. Bunların birinde süt, birinde şarap, diğerinde de su vardı. Onları bana sundu: — Bunlardan birini seçip için. Deyince, ben sütü alıp içtim; ama dibinde biraz kaldı. Cebrail’e kâseyi verdiğim zaman, bana şöyle dedi: — İslâm fıtratını seçtin. Sonra hatiften bana bir seda geldi: — Ya Muhammed, kâsedeki sütü tamamen içseydin; ümmetinden hiç kimse cehenneme girmeyecekti. Bunun üzerine Cebrail’e şöyle dedim: — O kâseyi bana ver; içinde kalan sütü içip bitireyim. Cebrail şöyle dedi: — Ezelde takdir olunup Umm’ül – Kitab’a yazılan yerini bulur ve buldu ya Resulellah.» Ulema şöyle anlattı: — Resulüllah S.A. efendimizin, miraç gecesi Kâbe-i Mükerreme’-den doğruca semaya gitmeyip önce Beyt-i Makdis’e varıp oradan Miraca çıkması babında on yedi fayda vardır. Biz, burada o on yedi faydayı beyana kalksak uzun olur; ancak biz onlardan ikisini beyanla yetineceğiz. BİRİNCİSİ: Resulüllah S.A. efendimiz, semaya doğruca Mekke’den gidip miraç eyleseydi; sonra da bunu ümmetine haber verseydi; bilhassa inad-laşanlan ilzam etmek hem müşkil, hem de zor olurdu. Ama Resulüllah S.A. efendimiz: — «Önce-Beyt-i Makdis’e vardım; ondan sonra semaya uruc ettim.» Buyurdu. Resulüllah S.A. efendimiz bu haberi verdiği zaman, inadlaşanlar yine iıkâr etti. Bunun için şöyle dediler: — Eğer gittihse, Beyt-i Makdis’in, Mescid-i Aksa’nın şeklini ve oluşunu bize haber ver. Biz, daha önce oraya gitmişiz, biliriz. Senin daha önce oraya gitmişliğin yoktur. Eğer durum bizim gördüğümüz gibi ise., bizim gördüğümüze uygun cevap verirsen, biz de inanırız. Bu gece uyanık olarak, Kudüs’e gidişini anlattığını da bilir inanırız. Resulüllah S.A. efendimiz onların suallerine doğru cevap vermek ve oranın şeklini olduğu gibi anlatmak sureti ile onları ilzam edip susturdu. Miracını böylece isbat eyledi. Bu durumu biraz daha açalım.. Resulüllah S.A. efendimiz, miraç edişinin ertesi gün; durumu haber verdiği zaman inkâr ettiler. Şöyle dediler: — Şayet oraya vardınsa Mescid-i Aksa’nın durumunu bize anlat Onların bu teklifi karşısında, Resulüllah S.A. efendimiz mütahay yir oldu. Çünkü, orada nebilerin ve resullerin güzel sohbeti ile müte îezziz olup daldığından; Mescid-i Şerife bakmamıştı. Tam bu anda Cebrail geldi ve şöyle dedi: — Sübhan olan Yüce Hakkın sana selâmı var. Bana emir verdi; Mescid-i Aksa’yı önünüze getireceğim. Ona bakın; sorduklarına cevap verin. Ve.. Mescid-i Aksa’yı Resulüllah S.A.V efendimize gösterdi. Allah-ü Taâlâ’nm kudreti ile Mescid-i Aksa’yı karşısında hazır görünce sevindi ve inadlaşanlara: — «Sorun.» Buyurdu. Onlar sordukça, Resulüllah S.A.V efendimiz isim ve resim şekli ile haber verdi. Meselâ: — Direkleri kaç tanedir? Diye sordular. Resulüllah S.A.V efendimiz, her direği vasfı ile anlattı. Ebru taşı mıdır; mermer midir?.. Vasfına göre bir bir ayarı etti. Her direğin aralığı nekadar ise., onu da anlattı. Bunun üzerine şöyle dediler: — Oraya gittiğinde şek ve şüphe yoktur. Biz, defalarca gittiğimiz halde, onu bu şekilde anlatmaya gücümüz yetmez. işte., onlann bu ikrarları ile, kendilerini ilzam edip miracını isbat eyledi. İK İ N C İ S İ : O yer ki Beyt-i Makdis’tir; mahşer yeri orası olacaktır. Ruz-ü cezada cümle mahluk o yerin üzerinde toplanacaktır. Bu sebepledir ki, Allah-ü Taâlâ, Habibi, Resulü, cümleden ulu kıldığı Muhammed S.A.V efendimizi pak cesetleri ile oraya getirdi. Mübarek ayaklarını dünya âleminde o yerin üstüne bastırdı. Ta ki: Kıyamet günü olup o yerde cümle mahluk toplanıp haşroldukları zaman; Resulüllah S.A.V efendimizin daha önce, hayat âleminde o yere basması hürmetine, kendisini tasdik eden ümmetine orada durmak kolay gele. O yerin dehşetinden ve şiddetinden emin oiaîar. O yerin üzerinde bulunan durak elli duraktır; her durakta biner yıl kalınacaktır. Böylece o gün, elli bin yıllık vakit olur. Resulüllah S.A. efendimizin hürmetine; oralarda ümmetinin durmasını Allah-ü Taâlâ kolay eder. Böylece onlar, o günün cümle dehşetinden ve şiddetinden selâmet bulur, salim olurlar. Amin! Resullerin efendisi, Âlemlerin Rabbı Yüce Allah’ın Habibi ve müttakilerin imamı hürmetine.. Allah-ü Teâlâ ona salât ve selâm eylesin. Tekrar Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına dönelim; şöyle buyurdu: — «Bundan sonra, Cebrail elimden tuttu; beni dışarı çıkardı. Çıkar çıkmaz bir merdiven gördüm. Bir ucu sahrada, bir ucu da semaya ulaşmış bitişmişti. Bir tarafının direği kırmızı yakuttan, bir tarafının direği de yeşil zümrüttendi. Ortasındaki basamakların biri altından, biri gümüşten, biri inciden ve her basamağı bir başka cevherdendi. Türlü türlü süsler ve bezeklerle bezenmiş beş yüz basamaktı; gayet de güzeldi. Ondan güzel bir şey görmedim.» O merdiven, meleklerin yoluydu. Semadan yere ve “yerden semaya inip çıkan melekler; o merdivenden inip çıkarlardı. Ölüm meleği Azrail ruhları almak için, o merdivenden teşrif ederdi. Âdemoğulları-nın ruhları da oradan çıkar. Mümin kulun ölümü yaklaştığı zaman, Yüce Hak, o merdiveni gösterir; Azrail’in indiğini görür. O merdiveni seyre dalar; sekerat-ı mevti artık duymaz. Tıpkı, Züleyha’yı ayıplayan kadınlar parmaklarını kestiklerinden haberdar olmadıkları gibi.. Yusuf a.s. ile Züleyha’nın hikâyesi aşağıdadır. Bazı kadınlar: — Züleyha, yanındaki genci seviyor. Diyerek, kendisini ayıpladılar. Bunun üzerine, Züleyha o kadınları davet etti. Yusuf’e de şöyle dedi: — Seni, onların yanında içeri çağırdığım zaman gel; bir mikdar dur. Bundan sonra, o kadınlara şöyle dedi: — Sizinle turunç yiyelim. Sonra, her birinin eline birer turunç, birer tane de keskin bıçak verdi. Onlar turuncu keserken, Züleyha Yusuf’u çağırdı. Yusuf içeri girip bir mikdar durdu. O kadınlar Yusuf’un güzelliğini ve cemalini görünce, hayran oldular. Her bîri, turuncu kestim zannı ile ellerini bir kaç yerinden kestiler; fakat hiç acısını duymadılar. Taa, Züleyha Yusuf’u dışarı gönderinceye kadar.. Sonra.. Züleyha, o kadınlara sordu — Bu elinizdeki kan nedir?. Kadınlar bakıp kanlan gördükleri zaman, şaşırıp şöyle dediler: — Elimizi kesmişiz; hiç duymadık. Onlar, Yusuf’u gördükleri zaman, ellerini kestiklerinin farkında olmadıkları gibi; o Kerim Rahman olan Yüce Mevlâ mümin kullarına o merdiveni gösterip o merdivenin güzelliği ile meşgul eder; ölüm acısını duyurmaz. Bundandır ki, ölünün gözü açık kalır. Zira o, merdivenin seyrinde iken, ruh çıkar. Ruh çıktıktan sonra da, gözün” kapamak onun için mümkün olmaz; açık kalır. Allahım, bize ölüm acısını kolay eyle. Son nefesimizi imanla kapa. ÂMİN!. Sonrasını Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle anlattı: —«Cebrail beni kanadı üzerine aldı. Sağundan ve solumdan melekler beni sardı. O merdivenden semaya doğru çıktık.» Bu hususta gelen bir rivayet şöyledir: — Resulüllah S.A.V efendimiz miraç için orada bulunan bir taşa bastı. O taş, Resulüllah S.A.V efendimizin mübarek ayağı altında pamuk gibi yumuşadı. Halen, Resulüllah S.A.V efendimizin ayak izi, o taşın üzerinde mevcuttur. Resulüllah S.A.V efendimiz, mübarek ayağını o taşın üzerinden kaldırmak istediği zaman, Allah’ın izni ile o taş Resulüllah S.A.V efendimizi yukarı kaldırdı. Bu sırada, merdivenin basamağı da eğildi; taşla beraber oldu. Resulüllah- S.A.V efendimiz, ayağını taştan alıp merdivene bastı ve: —«Dur, ey taş.» Buyurdu. Bastığı basamak, Resulüllah S.A.V efendimizi alıp yerine yükseldi. Sonra öbür basamak eğilip geldi; Resulüllah S.A. efendimizi aldı yerine yükseldi. Sonra üstündeki basamak eğilip geldi; Resulüllah S,A. efendimizi alıp yerine yükseldi. Sonra, onun üstündeki basamak eğilip geldi; Resulüllah S.A.V efendimizi alıp yerine yükseldi. Taa, semaya varıncaya kadar, Resulüllah S.A.V efendimiz bu şekilde yükseldi. Cennat-ı aliyatın köşk ve saraylarının derece halleri bu basamaklar daki durum gibidir. O taş, Resulüllah S.A.V efendimizin: — «Dur.» Emr-i şerifine itaat ederek öylece boşlukta kaldı. Şu anda dahi, o taş öylece boşlukta durur. Onu görüp ibret almak gerekir. O, bir taş iken, Resulüllah S.A.V efendimizin emrine itaat ve inkı-yad ederek halâ öyle durur. Bu şanlı ümmetine yakışır mı ki: Yüce Hak tarafından, Habib-i Ekrem’i S.A.V efendimize itaat ,ve inkıyad em ri almış oldukları; ona muhalefetten men ve nehy olundukları halde itaat etmeyip muhalefet edeler. Bu manayı düşünmelidir. İbret alınmalı; Resulüllah S.A.V efendimizin yüce emrine, hidayet sünnetine tabi olmalı; ona tam itaat ile dünyanın ve âhiretin rüsvaylığından ve azabından kurtulup iki cihanın saadetine ermek için çalışıp gayret göstermelidirler. Allah-ü Taâlâ, cümlemize başarısını arkadaş eylesin. Bir başka rivayette şöyle anlatıldı: — Resulüllah S.A.V efendimiz, o taştan Burak’a bindi; Burak’la semalara yükseldi. Bir başka rivayette ise, Resulüllah S.A. efendimiz şöyle anlattı: —«O merdivenin başında ulu bir melek gördüm; o melek iki elini açacak olsa, yedi kat yer ve yedi kat gök iki eli arasında mahvolur, O melek bana selâm verdi; sevgi gösterdi. Sonra şöyle dedi: — Ya Resulellah, Âdem’den a.s. yirmi beş bin sene evvel yaratıldım. O zamandan beri sizi istikbal için; tam bir sevgi ve daima size salâvat ile meşgul olarak bu makama kudümünüzü bekliyorum. Allah’a hamd olsun; bu devlete bu gece erdim. O melekten ayrıldıktan sonra, bir deryaya vâsıl oldum. O deryanın iki yüz sene yolluk kalınlığı vardı. O derya Allah’ın kudreti ile asılı duruyor; bir damla dahi su damlamıyordu. Karada ve denizde nekadar mahluk varsa, o deryada- mevcud idi. Gayet de dalgalı idi.» Derler ki: — Güneşe bkıldığı zaman, görünen titreşimler, o denizin dalga-larmdandır. Resulüllah S.A. efendimizin anlattığına devam edelim: —«Bundan sonra, yel hazinesine eriştim. Yelin yetmiş bin muhkem zinciri vardı; pekçe bağlanmıştı. Yetmiş bin melek, onu tutup zaptediyorlardı. Bundan sonra, düriya semasına eriştim. Onu, Allah-ü Taâlâ yeşil zümrütten yaratmıştı.» Bir başka rivayette ise şöyle buyurdu: — «Su ile dumandan yaratmış..» Resulüllah S.A.V efendimiz, bu semanın ismi için, bir rivayette: —«R e f i a.» Denildiğini anlattı; bir başka rivayette ise: —«R e k î a.» Denildiğini anlattı. Bu semanın hazinedarı için ise, şöyle anlattır —«ismail’dir. Ki bu: Meleklerin peygamberlerindendir.» Resulüllah S.A. efendimiz, bundan sonra, semalara ulaşmasını anlatıyor.
  243. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 10:01 am

    Kevser suyu

    Cennetin ortasında bir ırmak gördüm. Arşın sütunlarında bir yerden akıyordu. Su, süt, bal ve şarap çıkıyordu. Bunların hiç biri, diğerine karışmıyordu.

    Bu ırmağın kenarı zebercedden idi; içindeki saçılı taşlar cevahirdi. Onun balçığı anber, otları zafirandı. Çevresinde gümüşten su bardakları vardı; bunların sayısı, gökteki yıldızlardan daha çoktu. Orada kuşlar vardı ki, boyunları deve boynu gibi idi. Her kim onların etinden yese, sonra da ırmaktan içse.. Yüce Hakkın rızasına mazhar olur. Cebrail’e sordum:

    — Bu ne ırmaktır? Diye, şöyle anlattı:

    — Bu Kevser’dir. Ümmetinize bundan haber verin. Cennetin her bağında bahçesinde, mutlaka bu Kevser’den akan bir ırmak vardır.

    Bu Kevser’in kenarında çadırlar gördüm; cümlesi inciden ve yakuttandı. Bunları Cebrail’e sordum; bana şöyle anlattı:

    — Bunlar, senin hatunların konaklarıdır.

    O çadırların içindeki hurileri gördüm; yüzleri ay ve güneş gibi aydınlık veriyordu. Hep birden sesli bir şekilde nağmeler terennüm ediyorlardı. Şöyle diyorlardı:

    — Biz nağmeler söyleriz; hiç bıkmadan. Biz şarkılar söyleriz; hiç yorulmadan. Biz giysilerle donanmışız; hiç soyulmayız. Biz gençleriz;

    hiç ihtiyar olmayız. Biz, hep razıyız; hiç darılmayız. Biz hep kalırız; hiç ölmeyiz. Biz, onların; onlar da bizim olanlara ne mutlu.

    Bunların sesleri cennetin köşklerine ve ağaçlarına erişiyor; onlardan sesler ve nağmeler peydah oluyordu. O seslerin bir parçası dünyaya erişmiş olsaydı; dünyada ne mihnet kalırdı; ne de ölüm.

    Cebrail bana şöyle dedi:

    — Bunların güzelliğini görmeyi ister misin? Şöyle dedim:

    — İsterim.

    Bunun üzerine bir çadırın kapısını açtı; baktım. Öyle suretler gördüm ki, ömrümü onu anlatmakla geçirsem, yine bitiremem. Onların yüzleri sütten beyaz, dudakları yakuttan kırmızı, güneşten nurlu idi. Derileri kırmızı gülden ve ipekten daha yumuşaktı. Aydan da daha aydınlık idi. Kokuları miskten daha latifti. Saçları gayet siyahtı; kiminin saçı örülmüş; kiminin saçı salınmıştı. Kiminin saçı da durulmuştu. Salınmış saçlısı bir yere otursa, saçlar! çadır gibi iniyor; ayaklarına ulaşıyordu. Her birinin önünde bin tane hizmetkârı vardı.

    Cebrail şöyle dedi: — Bunlar senin ümmetin içindir.

    Cennette gördüğüm hayret verici şeylerden, biri de orada akan dört ırmaktı:»

    Allah-ü Taâlâ bu manada şöyle buyurdu:

    — (‘..Cennette; rengi kokusu, hiç bir vasfı bozulmayan sudan ırmaklar.. Tadına halel gelmeyen sütten ırmaklar., içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar., süzme baldan ırmaklar vardır.» (47/15)

    Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim. Şöyle buyurdu:

    — «Cebrail’e dedim ki:

    —- Bu ırmaklar nereden gelir?. Ve nereye gider?. Şöyle anlattı:

    — O kadarım bilirim ki, Kevser havuzuna akarlar. Ama nereden geldiğini bilmem. Yüce Hak katında senin kerametin çoktur. İstersen sana bildirir.

    Bu düşüncede iken, bir melek gördüm; büyüklüğünü Allah’tan başkası bilmez. Çokça kanatlan vardı. Bana şöyle dedi:

    — Bir kanadıma mübarek ayaklarını koy; gözlerini yum.

    Ben de onun dediği gibi yaptım; o mübarek melek uçtu. Sonra bana:

    — Mübarek gözlerini aç.

    Dedi. Ben de onun dediği gibi yaptım. Gözlerimi açınca, bir ağaç gördüm; o ağacın altında ise, bir kubbe gördüm. O kadar büyüktü ki, dünyanın tümünü o kubbenin üzerine koysalar, büyük bir dağın üzerine bir kuş konmuş gibi olurdu. O kubbenin altından kilidi vardı; kapısı zeberceddendi. Gördüm ki, o dört ırmak bu kubbeden çıkıyor. Bunu gördükten sonra, dönmek istedim; o melek bana şöyle dedi:

    — Ned’en bu kubbenin içine girip işin aslına vâkıf olmak istemiyorsun?.

    — Kapısı kilitli. Dedim, şöyle dedi:

    — Onun anahtarı sendedir.

    — Ya, bunun anahtarı nedir?. Deyince, o melek şöyle dedi:

    — BÎSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. (Rahman Rahim Allah’ın adı ile.)

    Söyle; o ,kapı ağılır. Ben de ileri vardım:

    — BİSMİLLAHİRRAHMANlRRAHlM. (Rahman Rahim Allah’ın adı ile.)

    Dedim; kapı hemen açıldı. Gördüm ki, o kubbenin dört duvarından bu dört ırmak akıyor. Sonra bana:

    — Dikkatli bak.

    Dedi. Baktım ki onun duvarının bir tarafında BİSM (ismi ile), bir tarafında ALLAH (Allah’ın), bir tarafında (ER-RAHMAN), bir tarafında da ER-RAHÎM (Rahim) yazılmış.

    Su ırmağı BİSM’in MÎM gözünden akıyordu.

    Süt ırmağı ALLAH’ın HA gözünden akıyordu.

    Şarap ırmağa ER-RAHMAN’ın MİM gözünden akıyordu.

    Bal ırmağı ER-RAHİM’in MİM gözünden akıyordu.

    Böylece, gördüm ki, o dört ırmak bu dört kelimeden çıkıyor.

    Buradan gitmek istediğim zaman, bana bir hitap geldi:

    — Bir kimse, beni bu kelimelerle anarsa., halis bir kalble:

    — BÎSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. (Rahman Rahim Allah’ın adı ile.)

    Derse bu dört ırmaktan ona içiririm. Âlemlerin Rabbı Allah’a hamd olsun. Sonra..

    Cennette köşkler gördüm; inciden ve yakuttandı. Her birinin arası mağriple maşrık arası kadardı. Cebrail’e sordum:

    — Bu köşkler kimindir?. Şöyle anlattı:

    — Bir âmâyı elinden tutup yedi adım götüre: lerindir.

    — Bunu ümmetime müdeleyeyim mi?. Dedim; şöyle dedi:

    — Müjdeleyin; ama bundan daha büyük bir müjde vardır, onu da müjdeleyin.. Şudur: Bir mümin sabah kalkıp:

    — LA İLAHE İLLALLAH. (Allah’tan başka ilâh yoktur.) Dedikten sonra abdest alarak namaz kılarsa, Yüce Hak onun için

    cennette tamamı yirmi dünya büyüklüğünde mağripten meşrıka kadar mekân ihsan eder.

    Bundan sonra. İdris’i a.s. gördüm; selâm verdim. Selâmımı tam tazimle aldı; bana:

    — Merhaba. Dedi. Şöyle dedim:

    — Güzel bir makama eriştin. Böyle deyince bana dedi k-i:

    — N’olurdu, keşke dünyada olup senin ümmetinden sayılaydım. Şöyle dedim:

    — Can acısından selâmet bulup bu yüce makama eriştin; dünyayı neylersin?.

    Bu kerre “de şöyle dedi:

    — Dünya yaratıldıktan bu ana kadar cümle yaratılmışların can acısını çekeydim; ama senin didarınla müşerref olaydım; böylece de ümmetin olaydım.

    Şöyle sordum:

    — Ey kardeşim İdris» böyle istemenin sebebi nedir?. Şöyle anlattı:

    — Hangi köşkü görsem, hangi huriye teveccüh etsem şöyle diyorlar:

    — Biz, Muhammed ümmetine aitiz.

    Bu arada bir dağ gördüm; onun adına:

    — Cebel-i Rahmet. (Rahmet Dağı.)

    Derler. Baş yüksekliği Arş’a erişmişti; misk ve anberdendi.

    O dağa iki kapı tertip etmişler; ikisi de ak gümüşten. Bir kapı ile diğerinin arası şu kadardı ki: Bir kimse, bir ata binip süratle beş yüz yıl seğirtse, bir kapıdan öbürüne ulaşamaz.

    İçinde o kadar köşkler ve saraylar vardı ki, onların sayısını yapmak mümkün değil. Keza, onların güzelliğini anlatmak da mümkün değildir. Sordum:

    — Bu köşkler, hangi peygamberindir. Yüce Bak şöyle buyurdu:

    — Bu, peygamberler makamı değildir. Ümmet-i Muhammed’den bir kimse iki rikât namaz kılarsa, ona burada bir makam veririm.

    İşte, anlatılan sebeoten ötürü, senin ümmetinden olmayı taleb ettim.

    Hâsılı: Orada gözlerin görmediği, kulakların işitmediğ, beşer kalbine gelmeyen nimetler gördüm.

    Bundan sonra, Cebrail ile cennetten çıktık. Yedinci semaya indim Burada İbrahim peygamberle görüştüm. Merhabalaştık; miracımı kutladı. Bana başka bir şey sormadı.

    Bundan sonra, altıncı semaya indim; burada Musa ile görüştüm. O da miracımı kutladı; merhabalaştırk. Sonra, bana sordu:

    — Ya Resulellah, ümmetine ne emrolundu?.

    Şöyle anlattım:

    — Bir gün ve bir gecede elli vakit namaz,, bir yılda altı ay oruç, cenabetten yedi kere gusül, murdarlık bulaşan yeri yedi kere yıkamak..

    Bunları dinledikten sonra Musa şöyle dedi:

    — Ümmetin, bunlara güç yetiremez; hepsini eda edip yerine getiremez. Vallahi senden evvel ben insanları tecrübe ettim. Ümmetim olan Beni israil’e türlü türlü vasiyetler, ahdler ve ikna yolundan çeşitli çarelere başvurdum. Yine de yerine getiremediler. Ümmetin için, bunların hafifletilmesini Rabbından rica eyle.

    Bunun üzerine döndüm; Sidre-i Münteha’ya vardım secde eyledim. Niyaz ederek şöyle dedim:

    — Ya Rabbi, ümmetim zaiftir; elli vakit namaza, altı ay oruca, yedi kere gusle, onlar ve ben takat getiremeyip kusur ederiz. Lütuf ve kerem olarak bunları hafiflet.

    Bu niyazım üzerine, on vakit namaz, bir ay oruç; bir gusül kaldırıldı. Döndüm; Musa’ya geldim. Durumu anlattım; şöyle dedi:

    — Ümmetin kırk vakit namazı, beş ay orucu, altı kere guslü yerine getiremeyip kusur ederler. Ümmetine acı, hafifletilmesini iste.

    Bunun üzerine, tekrar Sidre-i Münteha’ya varıp hafifletilmesini rica ettim. Yine on vakit namaz bir ay oruç, bir kere gusül kaldırıldı. Yine: Musa’ya geldim; durumu haber verdim. Şöyle dedi:

    — Ümmetin zaiftir. Otuz vakit namazı, dört ay orucu, beş kere guslü yerine getiremezler; kusur ederler. Bunun hafifletilmesini iste.

    Tekrar gittim; secde eyledim. Bu emrin daha hafifletilmesini istedim; hafifletildi. Gelip durumu Musa’ya haber verip müşavere ettim. Tekrar gittim; hafifletilmesini istedim. Bunu yapmaya devam ettim; taa, sonunda:

    — Ümmetin, bir gün ve bir gecede beş vakit namaz kılsın; yılda bir ay ramazan orucu tutsunlar; cenabetten bir kere gusül etsin; murdarlıktan elbiselerini bir kere yıkasınlar..

    Emrini almcaya kadar. Bu emri de, dönüp geldim; Musa’ya anlattım:

    — Beş vakit namaz, bir ay oruç, bir kere gusül, necasetleri bir kere yıkamakla emrolundum.

    Dedim. Musa a.s. şöyle dedi:

    — Yine hafifletilmesini iste. Dedim ki:

    — Çok talep ettim; her talep ettiğimde de hafifletildi kerem olarak. Tekrar hafifletilmesini istemekten utanırım. Artık bunu kabul ettim

    Musa’yı geçtikten sonra Rabbımdan bir nida geldi:

    — Kullarımın ibadetini hafiflettim; beş vakit namazı imzaladım. Ya Muhamnıed, beş vakit namaz kılsınlar, onlara elli vakit namaz kılmış gibi sevap ihsan ederim.

    Ümmetinden her kim, bir iyilik işlemek niyet edip sonra yapamazsa, onun niyetine göre bir sevap ihsan ederim. Hatta, yedi yüze varıncaya kadar, kat kat sevap ihsan ederim. Şayet bir günah işlemeye kasd eder de yapmazsa, o işi etmediği için sevap veririm. Şayet kasd ettiğini yaparsa, onun için bir günah yazarım.

    Sonra..

    Cebrail’in kanadına binip Beyt-i Makdis’e geldim. Burak’ı bağladığım halkayı gördüm. Mescide girip Allah-ü Taâlâ’ya şükür niyeti ile iki rikât namaz kıldım. Yüce Hakkın bu fazlına, keremine, lütuf ve ihsanına hamd ü şükür ettim.

    Bundan sonra, Burak’a binip göz açıp kapayacak kadar az zaman içinde, Mekke’ye geldim. Allah’ın kudreti ile yatağımın henüz ısısı gitmemiş buldum.»

    0 yorum

    Etiket : Miraç

    Tuba ağacı

    Cennet içinde bir ağaca uğradım; güzellikte ve cemalde onun bir benzerini görmedim. Altına varıp yukarı doğru baktığım zaman gördüm ki: Gayet büyük. Dalları her yana yayıldığından, ağaçtan başka bir şey görünmüyor.

    O ağaçta öyle güzel bir koku buldum ki, cennet içinde ondan daha güzel bir koku koklamadım.

    O ağacın her tarafına baktım. Onun yapraklan beyaz, kırmızı, yeşil, sarı ve çeşitli renklerde cennetin her birine has hülleler ve libaslardır.

    O ağacın yemişleri koca sırıklar gibi idi. Onun her yemişinde; yerin ve semanın nekadar nimeti ve yemişi varsa, hepsinin rengi, lezzeti, letafeti, kokusu ondan mevcuttu.

    O ağaca, onun güzelliğine, onun letafetine ve süsüne hayran kaldım

    — Bu ne ağacıdır?. Dedim; Cebrail şöyle anlattı:

    — Bunun adına, Tuba Ağacı derler.

    0 yorum

    Etiket : Miraç

    Cennetler

    Bundan sonra Cebrail bana şöyle dedi:

    — Buyurun size cenneti göstereyim.

    Sonra, beni alıp cennete götürdü. Cennetin kapısına şunların yazıldığını gördüm:

    — Sadakanın birine on sevap verilir.

    — Borç verenin birine on sekiz sevap verilir. Cebrail’e şöyle sordum:

    — Sadakanın birine on sevap, borcun birine on sekiz sevap verilmesinin sırrı ve hikmeti nedir?.

    Şöyle anlattı:

    — Ya Resulellah, sadaka bazan muhtaç olana düşer; bazan da muhtaç olmayana.. Ania borç böyle olmaz; o mutlaka lâyık olana verilir.

    Cennetin kapısının üst çıkıntılı kısmında şu üç satır yazılı idi:

    — LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESULULLAH. (Allah’tan başka ilân yoktur, Muhammen Allah’ın Resulüdür.)

    — Önce gönderdiğimizi burada bulduk; yediğimiz yanımıza kâr kaldı; geriye bıraktığımızı kaybettik.

    — Günahkâr kullar; bağışlayıcı Yüce Rabb.» İkinci satırın kısaca açıklaması şudur:

    — Şu mallarımız ki, biz onları hayırlı yerlere harcadık, fakirlere, zaiflere sadaka olarak verdik; onu bugün burada hazır bulduk. Şu mallarımız ki, onu yiyip bitirdik^ bunun faydasını gördük. Şu mallarımız ki, onu da ölünce geride bıraktık; bunda da aldandık ve ziyan ettik.

    Üçüncü satırın.şerhi ise şöyledir:

    — Muhammed S.A.V ümmeti büyük ve çokça günah işlerler. Onları hidayet nuruna irşad etmek sureti ile pürnur edip, Resulüllah’ın S.A. ümmetlik bölüğüne koydu. Böylece, nur üstü nur saadetine maz-har eden Yüce Rabbımız tam manası ile bağışlayıcıdır. Onların küçük, büyük, gizli ve aşikâr, bilerek ve bilmeyerek irtikâb ettikleri cürüm ve günahlarını, ayıp ve zenblerini af mağfiret edip sırf lütuf, kerem, fazıl velayeti ile meccanen umumî rahmetine nail eder; üstün cennetlerine koyar. Cümle nimetlerin en azizi ve en lezizi büyük rızasına ka-vuşturur. Bütün bunlarla, Ümmet-i Muhammedi sair ümmetlerden daha faziletli kılmış olur.

    Nitekim bu manalarda Allah-ü Taâlâ Kur’an-ı Kerim’de söyle buyurdu:

    “Söyle: Ey kendi aleyhlerine haddi aşanlar, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü, Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz o, çok bağışlayandır; çok merhametlidir.» (39/53) Bir başka âyet-i kerimede ise şöyle buyurdu:

    — «Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder; kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız. Allah’a inanıyorsunuz; ehl-i kitap da inansaydı, kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler var; ama, pek çoğu fasiklerdir.» (3/10)

    Bütün bu âyetlerde anlatılan mana, Ümmet-i Muhammed’e büyük bir müjdedir.

    Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim; şöyle buyurdu:

    — «Cennetin kapısı kızıl altındandı. Her kanadının kalınlığı beş yüz yıllık yoldu. O kapının dört yüz çivisi (veya direği – sütunu) vardı: İnciden, lâalden, yakuttan, zümrütten idi. Her çivinin ortasında bir büyük halka vardı. Bu halka, kırmızı yakuttandı; gayetle büyüktü. İçinde kırk bin şehir vardı; her şehrin içinde de, kırk bin kubbe vardı. Her kubbenin içinde ise, kırk bin melek oturmuştu. Bu melekler ellerinde ikişer tabak tutuyorlardı; biri hülle, biri de nur dolu idi. Bunları Cebrail’den sordum, bana şöyle dedi:

    — Ya Resulellah, bunlar Âdem’den seksen bin sene evvel yaratıldı. Bu makamda ellerinde tabaklar böylece beklerler; sırf sana ve ümmetine niyaz etmek için… Kıyamet günü, izzet ve saadetle ümmetinle

    teşrif buyurduğun, buranın eşiğine kadem bastığın zaman, bu melekler hoşgeldin ve izzet ikram babında bu tabaklardakileri saçarlar. Bundan sonra, Cebrail, cennetin kapısını tahrik etti. Cennetin hazinedarı olan Rıdvan:

    — Kimdir?. Diye sordu.

    — Cebrailim. Deyince, tekrar sordu:

    — Ya seninle beraber olan kimdir?.

    — Muhammed’dir. Deyince, tekrar sordu:.

    – Onun peygamberlik zamanı geldi mi?. Onun bu sorusuna da Cebrail:

    — Evet, geldi. Deyince:

    — Allah’a hamd olsun. Deyip kapıyı açtı.

    Gördüm ki, kapının bentleri gümüşten, eşiği inciden, çerçeveleri de cevahirden..

    içeri girince Rıdvan’ı gördüm, işlemeli bir taht üzerine otur-muştu. Melekler de, çevresinde el bağlayıp durmuşlardı. Bana tazim tekrim ettiler.

    Selâm verdim; karşılığını verdi ve bana sevinçli göründü; müjdeledi:

    — Cennet ehlinin pek çoğu senin ümmetindendir. Dedim ki:

    — Bana ümmetimden haber ver. Şöyle dedi:

    – Yüce Hak, cenneti üç kısma ayırdı, ikisini senin ümmetine birini de sair ümmetlere verdi.

    Rıdvan’ın önünde, nurdan çokça anahtarlar vardı; gördüm. Sordum:

    — Bu anahtarlar nedir?. Şöyle anlattı:

    —: Ümmetinden bir kimse:

    – LA İLAHE İLLALLAH. (Allah’tan başka ilâh yoktur.)

    Derse, Yüce Hak onun için bir köşk yaratır. O köşkün anahtarını da bana teslim eder. O kimse, kıyamet günü kabirden kalktığı zaman, köşkünün anahtarını kendisine veririm. Gider; menziline girer.

    Rıdvan’ın halifelerini ve askerlerini gördüm.

    Cennetin kapısına bir halife koymuştu.

    Her halifenin hizmetinde yedi yüz bin melek vardı.

    Yalnız, Rıdvan’ın yetmiş bin kumandanı vardı. Her kumandanın yetmiş bin askeri vardı.

    Rıdvan’ın okuduğu teşbih duası şuydu:

    — Büyük yaratıcı yüce bilgin zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kerimlerin en kerimi Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine itaat edene sevap olarak naim cennetini ihsan eden Yüce Zat, .noksan sıfatlardan münezzehtir. (1)

    Bundan sonra, bana naim cennetini gösterdi.

    Hâsılı: O kadar çeşitli nimetler gördüm ki, bütün ömrümü onun beyanı için harcasam, onu. anlatıp bitirmek mümkün olmazdı.

    Cennetin duvarlarını şöyle gördüm: Bir kerpici altın, bir kerpici gümüş, bir kerpici kızıl yakut, bir kerpici yeşil zeberced, bir kerpici inci.. Harç yerine misk ve kâfur kullanmışlardı.

    Duvarın kalınlığı beş yüz yıllık yoldu.

    Duvarı o kadar berrak ki, dışarıdan içerisi, içeriden de dışarısı görünür. Ayna gibi idi.

    Yedi kat sema, yedi kat yer, Arş, Kürsî onun duvarlarından müşahede edilirdi.

    Cennetin toprağı, misk, anber ve kâfurdu. Otları zafiran ve erguvan idi.

    Cennetin ufak çakıl taşı yerine zümrüt, yakut, inci dökülmüştü.

    Cennette köşkler gördüm: Bazısı yakuttandı, kubbeleri de incidendi. Bazısı da cevahirden olup, kubbeleri de zümrüttendi. Bazısı da altındandı.

    Her köşkte yetmiş bin saray vardı; her sarayda da yetmiş bin hücre.. Her hücrede ise,, yetmiş bin hane vardı. Her hanenin de bazısında altından, bazısında gümüşten taht vardı. Her taht üzerinde zeber-cetten bir çadır, her çadırda ise, yetmiş bin dibaceden yatak vardı. Yetmiş bin yatak pek süslü döşenmişti. Hiç bir yatak, diğerine benzemiyordu; türlü anber, misk ile doldurulmuştu.

    Orada bulunan hurilerin, giydikleri hüllelerden etleri, derileri, kemikleri ve ilikleri görünüyordu. Her hurinin başında bir taç vardı; cevahirle süslenmişti. Her bir hurinin kırk bin zülüflü bukle misk saçı vardı. Her birinin zülüfü yetmiş bin zinetle bezenmişti. O zinet-lerin her birinden çeşitli tatlı sesler çıkıyordu. Ki onları dinlemekten büyük lezzetler hasıl oluyordu.

    Her hurinin önünde yetmiş bin hizmetkâr durmuştu.

    Her tahtın etrafında altından ve gümüşten, inciden, zümrütten, kâfurdan kürsüler dizilmişti. Bir kürsü diğer kürsüye benzemiyordu.

    Cennette ırmaklar gördüm: Sütten, sudan, şaraptan, baldan… Her köşke bu dört ırmaktan kol ayrılıyor; o köşklerin içine akıyordu: Kâfurdan, beyaz, baldan tatlı, kokusu miskten güzel.

    Orada çeşmeler gördüm: Rehiykten, selsebilden, tesnimden… O ırmakların ve çeşmelerin kenarları altın, inci, gümüş ve yakuttandı.

    Ö ırmakların içindeki taşlar, kaynaklarda olan cevahir ve inciler çeşitli renklerle renkleniyordu.

    O ırmakların köpüğü misk ve anber idi. .Çevresinde biten otlar, sünbül ve zafiran idi.

    Orada ağaçlar gördüm şöyle ulu idi: Bir kimse, yörük atla yetmiş bin sene koşsa, onun gölgesinden çıkamaz. O ağaçların kökü altından, dalları yakuttan, inciden, zeberceddendi. O ağacın yaprakları, sündüsten, harirden, dibacdandı. Onun her yaprağı kaftan kafa kadar dünyayı tutmuştu. O ağacın her meyvesi, büyük testi kadar iri idi. Her meyvede yetmiş türlü lezzet vardı.

    Her meyve kendisini cennet ehline arz eder. Cennet ehlinin gönlü o meyveyi istediği zaman, yerinden kopar; altın bir tabak içinde onun ağzı hizasına gelir. Hem de zahmetsizce, duraklamadan.. O ağaç, bin yıllık uzakta olsa dahi, derhal isteyenin yanına gelirdi; dudağına yaklaşırdı. Yani: O ağacın meyvesi gelirdi. Cennet ehli ise., onu istediği gibi yer.. O yedikten sonra, hemen yenisi o meyvenin yerine çıkar. ,

    O ağacın üzerinde kuşlar gördüm: Deve misali idiler. Cennette ne çeşit renk varsa, onların üzerinde o renkten vardı. Tahtların önünden geçip yüz çeşit ayrı sesler ve nağmeler çıkarıyorlardı.

    Cennet ehli o kuşlardan birine sorar:

    — Sesin mi güzeldir; yoksa suretin mi daha güzeldir.

    Ondan şu cevabı alırlar:

    — Etim, ikisinden de güzeldir.

    Kuşun bu deyişi üzenine, o kimsenin iştahı olursa, derhal o kuş büryan olur; isteyenin önüne gelir. Nasıl isterse öyle yer. Yedikten sonra, o kuş tekrar ve hemen dirilir. O ağacın üzerinde nağmelerle ötmeye başlar; hep birden cennet ehlini överler.

    Bana sekiz cenneti arz ettiler; bunların dördü bağ ile bostan idi. O cennetler şunlardı:

    1. Firdevs Cenneti.

    2. Me’va Cenneti.

    3. Adn Cenneti.

    4. Naim Cenneti.

    Şunlar, saraylar ve bağlar, bahçelerden ibaretti.

    5. Dar’üs – Selâm. (Selâm Yurdu.)

    6. Dar’ül – Celâl. (Celâl Yurdu.)

    7. Dar’ül – Karar. (Karar Yurdu.)

    8. Dar’ül – Huld. (Daimî Yurt.)

    Bit son sayılan cennetlerin her birinde; gökteki yıldızlar ve yerde, yabanda olan kumlar sayısında çimenler ve bostanlar vardır. Arş-ı Rahman, cennetin tavanıdır.

    Bana yalnız Adn cennetikdeki köşkleri gösterdiler; göklerde oîan yıldızlar sayısı kadardı. Onların pek çoğu, ashabım ve ümmetimin ismine idi. Her köşk yerle sema arası kadardı. Cebrail o köşkleri bana gösterdi ve şöyle dedi:

    — Şu falanın köşküdür, şu da falanın köşküdür. Böylece, onları bir bir tayin etti.

    Onların içinde bir köşk gördüm; cümlesinden yüksek ve büyüktü.

    — Bu köşk kimindir?. Diye sordum, söyle dedi:

    — Ebu Bekir Sıddık’ındır.

    Daha sonra Ömer’in, daha sonra Osman’ın, daha sonra Ali’nin köşklelini gösterdi.»

    Bu, arada, Resulüllah S.A.V efendimiz Hz. Ebu Bekir’e r.a. şöyle buyurdu:

    —«Ey Ebu Bekir, senin kasrını (köşkünü) gördüm; kızıl altındandı. Onda olan lütufları, hazırlanan ihsanları müşahede ettim.»

    Bunun üzerine, Hz. Ebu Bekir r.a. şöyle dedi:

    — O kasrın sahibi sana fedadır ya Resulellah. Bundan sonra, Hz. Ömer’e r.a. şöyle buyurdu:

    — «Senin köşkünü de gördüm; yakuttan idi. Orada çokça huriler vardı. İçeri girdim; senin kıskançlığı düşündüm.»

    Bundan sonra, Hz. Osman’a r.a. şöyle buyurdu:

    — «Seni her semada gördüm. Cennetteki köşkünü de gördüm; mütalaa ettim.»

    Daha sonra, Hz. Ali’ye r.a. şöyle buyurdu:

    —”Ya Ali, senin suretini dördüncü semada gördüm; Cibril’e sordum; şöyle anlattı:

    — Ya Resulellah, melekler Ali’yi görmeğe müştak oldular. Onun için Yüce Hak onun suretinde bir melek yarattı; dördüncü kat semaya bıraktı. Ta ki, melekler onu ziyaret edeler.

    Sonra., senin köşküne girdim. Bir ağaçtan yemiş aldım; kokladım. Oradan bir huri çıktı; perdesini çekti. Ona:

    — Sen kimsin?.

    Diye sordum; şöyle dedi:

    — Senin kardeşin ve amcanın oğlu Ali için yaratıldım ya Resulellah,.»

    Seyyid’ül – kevneyn Resul’üs – Sakaleyn îmam’ül – Harameyn Re-sulüllah S.A.V efendimiz bundan sonrasını şöyle anlattı: —«Önümde bir ayak sesi işittim. Cebrail’e:

    — Bu kimin ayak sesidir?. Diye sordum; şöyle dedi:

    — Ya Resulellah, müezzininiz Bilâl’ın ayak sesidir.»

    Rivayet edildiğine göre, Resulüllah S.A.V efendimiz, Bilâl’e r.a.

    şöyle sordu

    — «Miraca çıktığım gece, cennette ayağının sesini işittim. Sen ne amel ettin ki, o rütbeye nail oldun?.»

    Resulüllah S.A.V efendimizin bu sorusu üzerine Bilâl r.a. şöyle anlattı:

    — Fazladan bir amelim yoktur. Ancak her abdest bozduğumda yeniden abdest alırım. Her abdest aldığımda iki rekât namaz kılarım.

    Bunun üzerine, Resulüllah S.A.V efendimiz şöyle buyurdu:

    — «İşte, seni önümde yürüten bu amelindir.» Resulüllah S.A.V efendimiz devamla şöyle buyurdu:

    — «Bu arada önümde yine yürüyen bir ayak sesi işittim. Durumu Cebrail’e sordum; şöyle dedi:

    — Bu, ansardan sabırlı fakir bir hatunun, ayak sesidir. Ki o: Mil-han kızı Gamsa’nın ayak sesidir.

    Yine orada gördüm ki: Zeyd b. Amr b. Nüfeyl’in iki büyük menzilesi var.

    Bunun sebebi şuydu: Biri İsa’nın şeriatı ile amel ettiğinden ötürü verilmişti; diğeri de, ben Resul olup isa’nın şeriatı kaldırıldığı için, şeriatımla amel ettiğinden verildi. İşbu sebeplerden ona iki derece ihsan olundu.

    Bu arada, inciden yapılma kubbeler gördüm; bunların toprağı

    misktendi. Cebrail’e sordum:

    — Bunlar kimlerindir?. Diye, şöyle anlattı:

    — Ümmetinden imamların ve müezzinlerindir.

    Bu arada şunu da gördüm: Cafer b. Ebi Talib, meleklerle uçub duruyordu.

    Yine cennette amcam Hamza’yı gördüm; cennette bir şerire dayanmış vaziyette oturuyordu.

    Hatice’yi cennet nehirlerinden bir nehir üzerinde inciden bir köşk içinde gördüm.

  244. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 10:03 am

    Acaba farkında mıyız ?

    Farkında Olmalı İnsan…

    Kendisinin, hayatın, olayların ve gidişatın farkında olmalı.
    Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen…
    Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.

    Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre
    karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.
    Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.

    Henüz bebekken “Dünya benim!” dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,
    ölürken de aynı avuçların “Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum İşte!” dercesine,
    apaçık kaldığını fark etmeli.

    Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.
    Baskın yeteneğini fark etmeli sonra,
    Azrailin her an sürpriz yapabileceğini, nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan.
    Ve ölmeden evvel ölebilmeli….

    Hayvanların yolda, kaldırımlarda, çöplükte….
    Ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.

    Eşref-i mahlûkat (Yaratılmışların En Güzeli) olduğunu rark etmeli.
    Ve ona göre yaşamalı.

    Gülün hemen dibindeki dikeni, dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.
    Evinde dört kedi iki köpek beslediği halde,
    Çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.

    Eşine “Seni Çok Seviyorum!” demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.
    Dolabında asılı yirmibeş gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki,
    Komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.

    Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını
    yemekte gizlendiğini fark etmeli.

    Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını altmış yetmiş sene sonra
    sigara yüzünden Azrail’e soba borusu gibi teslim etmenin emanete hıyanet
    sayılacağını fark etmeli.

    Altmışüç yıllık ömründe hiç karnı doymayan bir peygamber’in ümmeti olarak,
    aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark etmeli.

    FARK ETMELİ !!!

    Ömür dediğin üç gündür,
    Dün geldi geçti yarın meçhuldür,
    O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür.

  245. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 10:05 am

    Karınca kadar olmak

    Nemrud İbrahim (a.s.) peygamber’in ateşte yakılması emrini verdikten sonra meydan yerine odunlardan büyük bir yığın yapılmış.

    Odunları tutusturmuslar sonra. Alevler o kadar yükselmiş ki bulutların tutusacağını sanmış çocuklar.
    Korkmus kaçmış bütün hayvanlar. İbrahim (a.s.) peygamber”i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış askerler. Atacaklarmış ki Nemrud”un ne güçlü bir kral oldugunu anlasın, görsün; bir daha ona karşı gelmesin İbrahim (a.s.) peygamber.

    Bu sırada bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile koşa koşa gidiyormuş. Hem de boyu göklere varan cehennemi ateşe doğru. Baska bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş hemen yanına yanaşıp:

    “Bu acelen niye? Nereye böyle?”

    Ağzında bir damla su taşıyan karınca o bir damlayı ellerinin arasına alıp,
    “Duymadın mı ?” demiş.

    “Nemrud, İbrahim (a.s.) peygamber”i ateşte yakacakmış. İste ateşin olduğu yere su götürüyorum.”

    Bu sözleri duyan karınca kendini tutamayarak kahkahalarla gülmeye baslamış.

    “Sen şu ateşe dönüp yüzünü hiç bakmadın mı?”diye sormuş.
    “Ne kadar büyük. Senin bir damla suyun ona ne yapabilir ki?”

    Su taşıyan karınca, “olsun” demiş ;

    “Hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır.”

    Herşeyi Allah’tan İste!..

    Bir gün Mevlâna Hazretleri Şeyh Selâhaddin-i Zerkûb’un dükkânında oturmuştu. Dostlar da dükkânın çevresinde halka olmuş ilâhî bilgiler ve sırlarla meşgul oluyorlardı. Birdenbire ihtiyar bir adam göğsünü döverek, ağlayıp sızlayarak içeri girdi; Mevlâna’nın ayağına kapandı, hüngür hüngür ağladı ve :

    –Yedi yaşında bir çocukcağızım vardı. Onu çaldılar. Kaç gündür aramaktan dermansız bir hâle geldim; ama yine onu bulamadım, dedi. Bunun üzerine Mevlâna büyük bir hiddetle:

    –Tuhaf şey bütün varlıklar Allah’ı yitirmişler, onu hiç aramıyor ve onun için de bir istekte bulunmuyorlar. Ne göğüslerini, ne de başlarını dövüyorlar. Sana ne oldu da göğsünü dövüyorsun. Senin gibi bir ihtiyar kendi çocukcağızının hasretiyle harap ve rüsvâ oluyor. Neden bir an Allah’ı aramıyor ve imdat istemiyorsun ki kaybolmuş Yusuf’unu Yakup gibi bulasın, buyurdu.

    Çaresiz kalan ihtiyar derhâl tövbe etti ve göğsünü kapamağa başladı. Tam bu sırada onun kaybolan çocuğunun bulunduğu haberini getirdiler. (I, 118-119)

  246. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 10:07 am

    Hz. Ali (k.v) büyüklüğü

    Birgün ashab Peygamberimiz (s.a.v)’den Hz. Ali’yi niçin çok sevdiğini sordu. Hz Peygamber o anda mecliste bulunmayan Hz. Ali’yi çağırmaya adam gönderdi ve orada bulananlara sordu:

    – Birisine iyilik etseniz, o da size kötülük etse ne yapardınız? Cevap verdiler:

    – Yine iyilik ederiz.

    – Yine kötülük yapsa?

    – Biz yine iyilik ederiz?

    – Yine kötülük yapsa?

    Ashab cevab vermedi, başlarını öne eğdiler. Bunun anlamı kötülüğe kötülükle mukabele etmesek bile iyilik yapmaya devam etmeyiz, demekti.

    Bu sırada Hz. Ali o meclise geldi. Rasulullah Hz. Ali’ye sordu:

    – Ya Ali, iyilik ettiğin biri sana kötülük etse ne yapardın?

    – Yine iyilik ederdim.

    – Yine kötülük yapsa?

    – Yine iyilik yapardım.

    Hz. Peygamber soruyu tam yedi defa tekrarladı. Hz. Ali yedi defasında da “yine iyilik ederdim” diye cevap verdi. Ashab,

    – Ya Rasulallah, Ali’yi çok sevmenizin sebebini şimdi anladık, dediler.

    Allah korkusu

    Hz.Davud – Allah (C.C)´in selami üzerine olsun.

    Kürsü üzerine oturmus Zebur okurken gözleri yerde sürünen kirmizi bir kurda ilisir ve icinden “Acaba Allah´in bu kurdu yaratmaktan muradi ne ola ki” diye düsünür. Bunu üzerine Allah´in izni ile dile gelen kurt O,na söyle der:

    “Ey Allah´in Resulu! Her gün, gündüzleri bin kere – Subhanallahi velhamdülillahi ve lailahe illellahu vellahu ekber (Allah´i noksanliklarinin her türlüsünden tenzih ederim, hamd O,na mahsustur. O´ndan baska ilah yoktur. Allah en büyüktür) demeyi Allah bana ilham etti.
    Geceleri ise yine bin kere – Allahümme salli ala seyyidina Muhammedininnebiyyil (ümmiyi) ve ala alihi ve sahbihi ve sellem (Allah´im! Okuma yazmasiz Peygamberin olan Muhammed´e, O´nun soyundan gelenlere ve O´nun sahabilerine rahmet ve selam ihsan eyle) dememi ilham etti. Sen zikrederken neler söylüyorsun banada bildir de istifade edeyim.”

    Bu sözleri isiten Hz.Davud (A.S) kirmizi kurdu kücümsedigine pisman olur, Allah´dan korkarak O´na tövbe eder ve dergahina siginir.

    Hz.Ibrahim (A.S) isledigi bir günahi hatirlayinca bayginlik gecirir ve kalbinin carpintisi (neredeyse) bir mil uzaktan duyulurdu, Allah´in emri ile bir gün kendisine Cebrail (A.S) gelir ve derki:

    “Allah sana selam ediyor ve – dostundan korkan bir dost gördünmü – diye soruyor.

    Hz.Ibrahim (A.S) Cebrail´e söyle cevap verir;

    “Ey Cebrail kusurum aklima gelince ve cezasinida düsündükce dostlugumu unutuyorum”

    Iste Peygamberlerin, velilerin ve salihlerin tutumu budur. Ötesi var sen düsün.

  247. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 10:09 am

    Namazımız nasıl acaba ?

    Hâtem-i Zâhid (k.s.)hazretleri Âsım İbn-i Yûsuf hazretlerinin yanına geldiğinde Âsım (kuddise sırruh) ona sordu:

    -Ey Hâtem namaz kılmayı güzel becerebiliyor musun?

    O da ‘Evet’deyince, Âsım (k.s.):

    -Peki, nasıl kılıyorsun? diye sordu. Hâtem-i Zâhid hazretleri başladı anlatmaya:

    -Namaz vakti yaklaştığında abdestimi sünnet üzere tazeliyorum ve namaz kılacağım yere dikiliyorum. Tâ ki her uzvum yerleşiyor.

    Sonra Kâbe’yi iki kaşımın arasında, Makâm-ı İbrahimi göğsümün hizasında, Allah Teâlâ’yı mekândan münezzeh (pâk ve uzak) olduğu halde başımda hâzır ve kalbimdeki her şeyi bilir halde görüyorum.

    Sanki ayağım sırat köprüsünün üzerinde; cennet sağımda, cehennem solumda, ölüm meleğini de arkamda hissediyorum ve kılacağım namazın son namazım olduğunu düşünüyorum.

    Sonra ihsan ile (Mevlâ’yı görür gibi) iftitah tekbirini tekbirini alıyorum, tefekkürle okuyorum, tevâzû ile rükûa eğiliyorum, tazarrû ile secdeye kapanıyorum.

    Sonra tamamıyla oturuyor, ümitle teşehhütte bulunuyor ve sünnet üzere selâm veriyorum.

    Sonra da o namazı ihlâsa teslim ediyor, korkuyla ümit arasında kalkıyorum ve bu hâl üzere sabra devam ediyorum.

    Bunu duyan Âsam hazretleri:

    -Ey Hâtem!Senin namazın böylemi? diye sordu. O da:

    – Evet otuz senedir böyle namaz kılıyorum! deyince Âsım hazretleri ağlayarak şunları söyledi:

    -Ben daha bu zamana kadar hiç böyle bir namaz kılamadım!

    Mazlumun ahından kork

    Sarayını büyütmek isteyen bir padişah vardı. Şöyle diyordu:

    – Bu saray bana çok küçük. Her taraftan büyütülmesi gerek.

    Mimarlarına bu saraydan daha büyük bir saray yapmalarını emretti. Mimarlar araştırmaya, saray çevresindeki toprakların ölçüsünü almaya başladılar. Bir şey hariç, sarayın büyütülmesi için her şey uygundu.

    Saray dört bir yandan büyütülse, kare şeklinde, çok güzel ve süslü bir yapı olacaktı. Fakat bu karenin bir köşesinde, bu işe razı olmayan, yaşlı bir kadının evi vardı.

    Padişah bir adamını kadının evine gönderdi. Adam şöyle dedi:

    – Padişah, evini çok uygun bir fiyata almaya hazır. Alacağın bu parayla başka bir yerde çok daha büyük bir ev yaptırabilirsin.

    Yaşlı kadın padişahın adamına şöyle dedi:

    – Yıllardır bu evde yaşıyorum. Bu evde geçen çok güzel hatıralarım var. Ben bu hatıralarla yaşıyorum. Padişaha selamlarımı iletin ve evimi satmayacağımı söyleyin.

    Adam tehditkâr bir üslupla şöyle dedi:

    – İhtimal ki padişah bu cevaptan hoşlanmayacak, seni huzuruna çağırtacak. O zaman da böyle deme cesaretini gösterebilecek misin?

    Yaşlı kadın şöyle cevap verdi:

    – Evet. Bu cevabımı da ona söyleyin!

    Adam saraya döndü, padişaha olanları anlattı. Kadını padişahın huzuruna çağırdılar. Yaşlı kadın biraz öfkeli şöyle dedi:

    – Ey padişah, bu evin satılması lafı neyin nesi? Senin bu evle ne işin var? Bu hırsla devam edersen bütün dünyaya sahip olsan da gözün doymaz.

    Aradan birkaç gün geçti. Kadının sözlerinden dolayı kızgın olan padişah, adamlarına yaşlı kadını gözlemeleri emrini verdi. Kadının evinden gittiğini söyledikleri bir gün, şu emri verdi:

    – Evini yerle bir edin ve sarayımı da plâna göre yapın.

    Yaşlı kadın evine döndüğünde, şaşkınlıktan donakaldı. Gözlerine inanamıyordu. Eşyaları bir kenara atılmış, evi yerle bir edilmişti. Etrafta çok sayıda işçi düzeltme ve yapım işleriyle uğraşıyordu.

    Yaşlı kadın kendisine geldikten sonra içinde derin bir kin ateşi oluştu. Gözlerinden yaşlar boşandı, işçiler onu teselli etmeye çalıştılar.

    Ne yapması gerekiyordu?

    Hangi hakime şikayet etmeliydi?

    Böyle bir zalimden bir mazlumun hakkını alabilecek kişi nerededir?

    Kimdir o?

    Kimdir?

    Yaşlı kadın yere oturdu. İnlemeye, ağlamaya başladı. Sonra şöyle feryat etti:

    – Allahım, ey Allahım! Ben burada yoktum, ama sen vardın. Niçin zalimi engellemedin? Neredeydin ey Allahım, neredeydin?

    Sonra yaşlı kadın feryat etmeyi bıraktı, içinden derin bir ah çekti, bu ahla canı bedeninden kurtuldu ve Yüce Allah’a yöneldi. Bundan sonra da olması gereken şey oldu.

    Ansızın kapkara bir bulut gökyüzünü kapladı. Şiddetli bir sarsıntı da yeryüzünü harekete geçirdi. Sarayındaki padişah, sarayın sütun ve tavanlarının yıkılarak toprağa gömüldüğünü gördü.

  248. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 10:13 am

    Hamd alemlerin rabbi Allah’adır. Salat ve selam peygamberlerin en değerlisi Efendimiz Muhammed (sav)’e, O’nun ailesine ve arkadaşlarınadır. Ben hadis kitaplarında Efendimiz’in bazı sahabelere tavsiyelerini okumuştum. İstedim ki bunlardan bir kısmını küçük bir kitapçıkta toplayayım. Bu nedenle ellibeş tavsiyeyi şu kitaplardan faydalanarak seçtim. Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Sünen-i ebi Davud, Sünen-i Tirmizi, Et-Terğib ve’t-Terhib, Riyazu’s-Salihin, Kitabû’t-Tac, Teysirû’l-Vusûl. Bu tavsiyeler her ne kadar bazı sahabelere söylenmiş olsada, bütün müslümanlara da hitap eder. Bunlar Allah’a ihlasla bir kul olmaya, şirkten arınmaya yöneltir. Kelimeyi Tevhid ve Allah’a secde etmenin fazileti, namaz, oruç ve geceleri ihya etmenin fazileti, ilim tahsili, sadaka vermek ve Allahı tesbih etmenin faziletlerini açıklar. Anne ve babaya itaate, güzel ahlaka, akraba ziyaretine, komşularla iyi geçinmeye, yemek yedirme ve fakirleri sevme gibi daha pek çok ameli salihaya da teşvik eder. Aynı manadaki bazı hadisleri de faidesinden dolayı fazladan olarak zikrettim. Allah’tan amelimizin tamamının salih ve kabul olunmasını, bu amelleri kendi rızasına halis kılmasını diler, bu tavsiyelerde gelen şeylerden bizleri faydalandırmasını, onlarla amel etmeyi nasip etmesini isteriz. Doğru yola götürecek olan Allah’tır. Allah, Efendimiz Muhammed(sav) ve O’nun ailesine, arkadaşlarına salat ve selam etsin. Medine-i Münevvere Hamza Muhammed Sâlih Ucâc BİRİNCİ TAVSİYE KELİME-İ TEVHİD’İN FAZİLETİ Ebu Hureyre (ra) tarafından şöyle rivayet edilmiştir:” Dedim ki: “Ya Rasulallah, kıyamet günü şefaatinle insanların en mutlusu olan kimdir? Rasulallah (sav) şöyle buyurdu: Ey Ebu Hureyre, senin hadise olan düşkünlüğünden dolayı senden önce hiçbir kimsenin bu hadisten sormayacağını tahmin etmiştim. Kıyamet günü şefaatimle insanların en mutlusu olan; ihlasla, kalbi veya gönlü ile LA İLAHE İLLALLAH, diyen kimsedir. ” (Buhari) Ubade Bin Samit (ra)’dan Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kim tek olan Allah’tan başka ilah olmadığına, O’nun ortağının bulunmadığına, Muhammed’in kulu ve elçisi olduğuna, İsa’nın Allah’ın kulu ve eliçisi olup Meryem’e kendisinden gönderdiği ruhu olan kelimesi olduğuna, cennet ve cehennemin hak olduğuna şahadet ederse Allah onun üzerinde bulunduğu amele göre cennete koyar. ” (Buhari, Müslim, Tirmizi). ” Cennetin sekiz kapısından hangisinden isterse” ilavesi de mevcuttur. Müslim’in diğer rivayeti ise şu şekildedir:” Kim Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın elçisi olduğuna şehadet ederse, Allah ona cehennemi haram kılar.” İKİNCİ TAVSİYE TEVHİD ÜZERİNE GENEL TAVSİYELER İbn-i Abbas (ra)’den rivayet edilmiştir: “Bir gün Hz. Peygamber (sav) terkisinde idim. Bana dedi ki: “Ey evlat! Ben sana bir takım kelimeler öğretiyorum; Allah’ı gözet ki O da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki karşında bulasın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste. Yardım talebinde bulunduğunda Allah’tan yardım iste. Şunu bil ki, bütün halk sana fayda vermek üzere birleşseler, ancak Allah’ın sana takdir ettiği kadar fayda verebilirler ve eğer bütün halk sana zarar vermek için birleşseler ancak sana Allah’ın takdir ettiği kadar zarar verebilirler. Kalemler kaldırıldı, sahifeler kurudu.” (Tirmizi, Müsned). Tirmizi’nin dışındaki bir rivayette ise şöyle buyurmuştur:” Allah’ı gözet ki önünde bulasın, Allah’ı rahatlıkta tanı ki O da seni sıkıntıda tanısın. Şunu bil ki başına gelmeyecek olan şeyin, sana isabet edeceği de yoktur ve senin başına gelecek olanın da gelmemesi yoktur. Bil ki yardım ve zafer sabretmekle olur. Sevinç üzüntü ile beraberdir. Sıkıntı ve güçlük te kolaylıkla beraber olur.” ÜÇÜNCÜ TAVSİYE İLİM TAHSİL ETMENİN FAZİLETİ Kubeysa b. El-Muhârik (ra)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasulullah (sav)’in yanına gelmiştim. Bana: -Ey Kubeysa seni buraya getiren nedir?, dedi. Ben de: -Yaşım ilerledi, kemiğim inceldi, sana geldim ki bana Allah’ın kendisiyle faydalandıracağı şeyleri öğretesin, dedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: -Ey Kubeysa bir taşa, bir ağaca, bir toprak yığınına uğrasan sana mutlaka istiğfar eder. Ey Kubeysa sabah namazını kılınca üç defa:” Sübhanellahi’l-Azim ve bihamdihi” de. Körlükten, cüzzamdan ve felçten kurtulursun. Ey Kubeysa şöyle dua et:” Allahümme inni Es’eluke mimma indeke ve efid aleyye min rahmetike ve enzil aleyye min berekatikeğ Ey Allah’ım ben senin yanındakilerden isterim, bana lutfundan gönder, bana rahmetini yay, bereketinden üzerime indir. ” (Müsned). İşte bu değerli tavsiye ilim tahsili yapanın değerine delâlet eder. Ebu’d-Derdâ (ra) tarafından rivayet edilen hadiste ise şöyle buyrulur:” Kim ilim elde edeceği bir yola girerse Allah’ta ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler ilim talibine yaptığı şeyden hoşnud olduklarından dolayı kanatlarını korlar. Alime gökte ve yerde olanlar hatta sudaki balıklar istiğfar getirip onun için Allah’tan bağışlama dilerler. Alimin Abid’e olan üstünlüğü dolunayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz alimler peygamberlerin varisleridir. Muhakkak ki peygamberler ne bir dinar ne de bir dirhem miras bırakmazlar. Ama onlar ancak ilmi miras bırakırlar. Kim de onu alırsa büyük bir pay almış olur. ” (Ebu Davud, Tirmizi, İbn-i Mace, İbn-i Hibban, Beyhaki) Yine bu hususta Safvan b. Assâl el-MurâdŒ (ra)’dan rivayet edilen hadiste şöyle anlatır:” Peygamber(sav)’in yanına gelmiştim. O mescidde kırmızı hırkaya yaslanmıştı. -Ya Resûl-i Ekrem (sav) ben ilim istemek için geldim, dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: -İlim talibine merhaba, muhakkak ki ilim talibine melekler kanatlarını gerer, sonra da istediği şeye karşı sevgi ve muhabbetlerinden birbirine girerek dünya semasına ulaşırlar. ” (Müsned, Taberani, İbn-i Hibban, Hakim) DÖRDÜNCÜ TAVSİYE ZORDA KALANA YARDIM ETMEK Abdullah b. Ömer(ra) tarafından Efendimiz(sav)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmişti:” Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (başkasına da bırakıp) teslim etmez. Kim karedeşinin bir hacetinde bulunursa Allah’ta onun hacetinde bulunur. Kim bir müslümanı üzüntüsünden rahatlatırsa Allah’ta onu kıyamet günü üzüntülerinden rahatlatır. Kim müslümanı örterse Allah’ta onu kıyamet günü örter. ” (Buhari, Müslim) Bu hususta Ebu Hureyre (ra) tarafından da Hz. Peygamber(sav)’den şu hadis rivayet edilmiştir: “Kim bir mü’mine dünya üzüntülerinden bir üzüntüden dolayı nefes aldırırsa, Allah’ta ona kıyamet günü üzüntülerinden bir üzüntüden dolayı nefes aldırır. Kim sıkıntıda olana kolaylık sağlarsa Allah’ta ona dünya ve ahirette kolaylık sağlar. Kim bir müslümanı örterse Allah’ta onu dünya ve ahirette örter. Kul kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah’ta o kulun yardımında olur. Kim ilim talep edeceği bir yola girerse Allah’ta ona bununla cenneti kolaylaştırır. Hiçbir topluluk yoktur ki, Allah’ın evlerinden bir evde Allah’ın kitabını okumak ve aralarında inceleyip araştırmak üzere toplansında üzerlerine sekine inmesin, rahmet onları kaplamasın, melekler onları kuşatmasın, Allah onları yanında bulunanlara anlatmasın. Kimi ameli geride kor ise onu soyu (öne geçirmek için) süratlendiremez. ” (Müslim). BEŞİNCİ TAVSİYE ALLAH İÇİN SECDE ETMENİN FAZİLETİ Ma’dân b. Ebi Talha (ra) anlatır: Rasulullah(sav)’in Mevlası Sevban ile karşılaştım ve ona şöyle dedim: -Bana işlediğimde Allah’ın beni cennete koyacağı bir amel söyle veya diğer bir rivayete göre; -(Allah’a en sevimli olan ameli) Bunun üzerine bir müddet sustu, sonra ben tekrar sordum, yine sustu, sonra üçüncü defa sordum şöyle dedi: -Ben bu konu hakkında Rasulullah (sav)’e sordum. O da bana:” Çok secde etmeye bak. Çünki Allah için yaptığın her secde ile Allah seni bir derece yükseltir, senden bir hatayı da siler. ” (Müslim, Tirmizi, Nesei, İbn-i Mace). Ubâde b. es-Sâmit (ra)’ın Rasulullah(sav)’ı şöyle derken işittiği rivayet edilmiştir:” Allah için secde yapan hiçbir kul yoktur ki, Allah ona bu secde ile bir hasene(sevap) yazıp ondan da bir seyyieyi(günahı) silmesin ve onu secde ile bir derece yükseltmesin. Bu sebeple secdeyi çok yapınız. ” (İbn-i Mace). Yine bu hususta Huzeyfe(ra)’ın Efendimiz’in şöyle dediği rivayet edilir” Allah’ın, kendisini yüzünü yere koymuş secde eder halde iken kulunu gördüğü halden Allah’a daha sevimli gelebilecek kulun hiçbir hali yoktur. ” (Taberani el-Evsat’ta zikreder). ALTINCI TAVSİYE SADAKANIN FAZİLETİ Ka’b b. Ucre (ra)’dan Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: ” -Ey Ka’b b. Ucre haram kazançla beslenip büyüyen ne kan ne de et cennete giremez, cehennem ona daha uygundur. -Ey Ka’b b. Ucre insanlar sabahleyin iki şekilde çıkarlar;(Birisi vardır ki) nefsinin esaret zincirini çözerek çıkan bu sebeple de onu azat edendir, (diğeri) ise onu bağlıyarak çıkar. -Ey Ka’b b. Ucre; namaz yakınlıktır, oruç da zırhtır, sadaka ise tıpkı kırağının parlak taştan akıp gittiği gibi hataları söndürür. ” (İbn-i Hibban). Muâz b. Cebel(ra) şöyle anlatır:” Peygamber(sav) ile beraber bir seferde idik. (Sonra Muaz(ra) hadisi anlatır, hadisin bir bölümü de şöyledir:)Peygamber (sav) dedi ki: -Ey Muaz sana hayır kapılarını göstereyim mi? Ben de: -Evet göster Ya Rasulullah, dedim. Rasulullah şöyle buyurdu: -Oruç zırhtır, sadaka ise suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları söndürür. ” (Tirmizi). ” Şüphesiz sadaka sahibinden kabirlerin ateşini söndürür. Ancak ve ancak mü’min Kıyamet Günü sadakasının gölgesinde gölgelenir. ” (Taberani, Beyhaki). Meymune b. Sa’d(ra) şöyle anlatır:” Ya Rasulellah bize sadakanın durumunu açıkla dedim, şöyle buyurdu: Şüpesiz sadaka Allah rızası için olupta sevabı da Allah’tan bekleyen için ateşten onu perdeleyip engel olur. ” (Taberani). YEDİNCİ TAVSİYE iKİ REKAT KUŞLUK NAMAZI İLE HER AYDAN ÜÇGÜN ORUÇ TUTMANIN FAZİLETİ Ebu Hureyre (ra)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:” Benim dostum (sav) bana her aydan üçgün oruç tutmamı, iki rekat kuşluk namazı kılmamı yatmadan öncede vitir namazını kılmamı tavsiye etti. ” (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesei). İbn-u Huzeyme’nin kitabında ise şu lafızla rivayet edilmiştir:” Benim dostum (sav) terk etmediğim üç şeyi tavsiye etti; vitir namazını kılmadan uyumamamı, iki rekat kuşluk namazını bırakmamamı, çünki kuşluk namazı Allah’a yönelenlerin namazıdır, her aydan da üçgün oruç tutmamı. ” Abdullah b. Amr b. el-ås (ra) Rasulullah (sav)’ın şöyle buyurduğunu söylemiştir:” Her aydan üçgün oruç tutmak bütün sene oruç tutmaktır. ” (Buhari, Müslim). Ebu Zer(ra)’dan Efendimiz(sav)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:” Sabaha çıkan sizin her bir ekleminden dolayı bir sadaka vardır;şu var ki her bir tesbih bir sadakadır. Her bir tahmid bir sadakadır, her bir tekbir bir sadakadır. İyiliği emretmek bir sadakadır. Kötülükten alıkoymak bir sadakadır. Kuşluk vakti kılınan iki rekat namaz da bunu karşılar. ” (Müslim). Yine Ebu Zer (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir:” Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:Kim her aydan üçgün oruç tutarsa bu bir yıl oruç tutma demektir. ” Allah Taala da Kitab’ında bu hükmü tasdik için şöyle buyurmuştur:” Kim bir hasene getirirse ona on misli vardır. ” (En’am:160). Bu nedenle birgün on güne tekabül eder. ” (Tirmizi, Nesei, İbn-i Mace, Müsned, İbn-i Huzeyme) Abdullah b. Amr (ra)’dan şu hadis rivayet olunur ki:Bir adam Rasulullah(sav)’a oruç hakkında soru sormuştu. O da şöyle buyurdu:” Her ayın onüçüncü, ondördüncü ve onbeşinci gününde üçgün oruç tutmaya bak. ” (Taberani, el-Evsat’ta rivayet eder). Cerir(ra) da Rasulullah (sav)’den şu hadisi rivayet etmiştir:” Her aydan üçgün oruç tutmak bir sene oruç tutmaktır. Her ayın onüçü, ondördü ve onbeşinin sabahı Eyyamu’l-Biyd’dir. ” (Nesei, Beyhaki). TESBİH NAMAZI Tabiinden İkrime, İbn-i Abbas(ra)’dan şu hadisi rivayet eder:” Rasulullah(sav) şöyle dedi: -Ey Abdulmuttalib oğlu Abbas, Ey amcacığım Abbas, sana bir şey vereyim mi? Sana bir şey ağışlayayım mı?Sana bir şey hediye edeyim mi? Sana on tane günahlar dan bağışlatıcı haslet bildireyimmi ? bunu yaptığında Allah senin, önceki ve sonraki, eski ve yeni olan, gerek bilerek gerekse hata olarak yaptığın, gerek küçük gerek büyükgizli ve açık on tane özelliği bağışlar ;dört rekat namaz kılarsın, her rekatında Fatiha Suresini okursun, İlk rekatın kıraatını bitirdikten sonra ayakta iken ” Subhanellahi vel-Hamdülillahi ve la ilahe illallahü vellahü ekber” diye onbeş defa söylersin, sonra rukuya varırsın, rukuda iken yine bu duayı on defa söylersin, sonra başını rukudankaldırır on defa daha söylersin, sonra secdeye varırsın ve secdede iken de on defa söylersin, sonra başını secdeden kaldırır yine on defa söylersin, sonra secde eder yine on defa söylersin, sonra başını kaldırırsın yine on defa söylersin. Tüm bunlar bir rekatta yetmişbeş tanedir. Bunları dört rekatta da yaparsın. Eğer bunu her günde bir defa kılmaya gücün yeterse yap. Eğer gücün yetmezse her cumada bir defa yap. Eğer yapamazsan her ayda bir defa yap. Eğer yapamaz isen her senede bir defa yap. Eğer yapamaz isen ömründe bir defa yap. ” (Ebu Davud, İbn-i Mace, İbn-i Huzeyme). (1) DOKUZUNCU TAVSİYE ALLAH’TAN BAÚIŞLAMA VE AFİYET DİLEYİNİZ Ebu’l-Fadl el-Abbas b. Abdi’l-Muttalib(ra) şöyle demiştir:” Ya Rasulallah bana Allah’tan isteyeceğim birşey öğret” dedim, şöyle buyurdu:” Allah’tan afiyet isteyiniz. ” Birkaç gün durdum, tekrar:” Ya Rasulellah bana Allah’tan isteyeceğim birşey öğret” dedim. Bana şöyle buyurdu:” Ey Abbas, Ey Rasulullah’ın amcası Allah’tan dünya ve ahirette afiyet isteyiniz” . (Tirmizi). -Şimdi biz burada Rasulullah(sav)’den rivayet edilen ve Ashab’ına öğrettiği bazı duaları getireceğiz. İbn-i Ömer (ra)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:” Rasulullah(sav) Ashab’ına şu kelimelerle dua etmeden meclisinden nadiren kalkardı:” Allah’ım bizimle sana karşı olan isyanların arasında engel olacak korkundan, bizi cennetine ulaştıracak taatından ve bize dünya musibetlerini kolaylaştıracağın yakin (sarsılmaz iman)’den bizlere taksimet. Yaşattığın müddetçe bizleri, kulaklarımızdan, gözlerimizden ve kuvvetlerimizden yararlandır. Bunları ölümümüze kadar kalıcı kıl. öcümüzü yalnız bize zulmedenlere karşı kıl. Bize karşı düşmanlık edenlere bizlere zafer nasibeyle. Musibetimizi dinimiz üzerine kılma, dünyayı en büyük kaygımız ve ilmimizin ulaşabileceği yerde kılma. Bizim üzerimize merhamet etmeyenleri de musallat etme. ” (Tirmizi). ———————————————— (1) Tesbih namazı diye isimlendirilen bu namazın görüldüğü gibi fazileti büyüktür. Ey müslüman kardeşim gücün yettiğince buna önem ver. Allah bizi ve seni hayırda muvaffak kılsın. Bazı alimler tesbih namazı hadisinin rivayet tariklerini zayıf görmüştür. İbn-i Abbas hadisi hasen hadis şartlarına yakındır. Ancak rivayet zincirindeki tek ravinin çokluğundan ve diğer namazlara şekil itibariiyle ayrıcalık arzetmesi nedeniyle şaz’dır. İbn-i Teymiye bu hadisi zayıf görmüştür. İmam Zehebi ise bu konuda durmuş bir şey söylememiştir. Ebu Mensur ed-Deylemi Müsnedü’l-Firdefs’te:” Tesbih namazı isnat yönüyle en sıhatli ve en meşhur namazdır” demiştir. Beyhaki ise:” Abdullah b. Mübarek bu namazı kılardı. Salih insanlar bunu birbirlerine aktarırlardı” demiştir. Abdullah b. Mübarek’ten önce yaşamış olan Abdülaziz b. Ebi Davud:” Kim cenneti istiyorsa tesbih namazına devam etsin” demiştir. Şafilerden Ebu Hamid, El-Cüveyni, El-Gazali ve diğerleri bu namazın müstehab olduğunu belirtirler. Ebu Hureyre (ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Kim Allah Taala’nın, şiddet ve üzüntü anlarında duasını kabul etmesini istiyorsa rahatlık anında da duayı çok yapsın. ” (Tirmizi). Abdullah b. Mesud(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet eder:” Ey Allah’ım ben senden hidayet, takva, iffet ve zenginliği isterim. ” (Müslim). Târık b. eşyem el-Eşcâi(ra) şöyle demiştir:” Bir adam müslüman olduğunda Peygamber (sav) ona namazı kılmayı öğretir sonra da şu kelimelerle dua etmesini emrederdi;Allah’ım beni bağışla, bana merhamet et, beni hidayete eriştir, bana afiyet ver ve beni rızıklandır. ” (Müslim). Yine Müslim’in diğer bir rivayetinde Hz. Târık(ra) Peygamber(sav)’den şunu işitmiştir ki:Bir adam O’na gelip şöyle demiştir: -Ya Rasulellah Rabbimden birşey istediğimde nasıl diyeyim?. O da şöyle buyurdu: -Şöyle de; Allah’ım beni bağışla, bana merhamet et, bana afiyet ver ve beni rızıklandır. İşte tüm bunlar sana dünya ve ahiretini toplar. ” Ebu Hureyre(ra)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:” Rasulullah (sav) şöyle dedi:” Allah’ım üzerinde bulunduğum işimin(hatalardan) koruyucusu olan dinimi benim için islah et. İçerisinde geçimim olan dünyamı da benim için islah et. İçerisinde son mercim, dönüşüm olan ahiretimi de benim için islah et. Benim için bütün iyiliklerde hayatı artır. ölümü de bana her türlü şer ve kötülükten rahat kıl. ” (Müslim). Ebu İmame (ra) şöyle demiştir:” Rasulullah(sav) öyle bir dua etti ki biz ondan hiçbir şeyi ezberleyip muhafaza edemedik. Bunun üzerine de: -Ya Rasulellah Sen pek çok dua ettin ki biz onlardan birşey ezberliyemedik, dedik. Şöyle buyurdu: -Size tüm bunları toplayan şeyi göstereyim mi? Şöyle dersin:Allah’ım Peygamberin Muhammed (sav)’in Senden istetiklerinin hayırlı olanlarından Senden isterim. Peygamberin Muhammed(sav)’in Sana sığındığı şeyin şerli olanlarından da Sana sığınırız. Sen ki kendisinden yardım talebedilesin. Sonuç Sanadır. Allah’tan başka hiçbir kuvvet ve engel yoktur. ” (Tirmizi). ONUNCU TAVSİYE ORUÇ TUTMANIN FAZİLETİ Ebu Umare (ra)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: ” -Ya Rasulellah bana bir amel emret, dedim. Şöyle buyurdu: -Oruç tutmaya bak. Şu bir gerçektir ki onun yerine geçecek birşey yoktur. -Ya Rasulellah bana bir amel emret dedim, şöyle buyurdu: -Oruç tutmaya bak. Şu bir gerçektir ki onun yerine geçecek birşey yoktur. -Ya Rasulellah bana bir amel emret dedim, şöyle buyurdu: -Oruç tutmaya bak. Şu bir gerçektir ki onun bir benzeri yoktur. ” (İbn-i Huzeyme, Nesei). Nesei’nin rivayeti şu lafızladır:” Rasulullah bana Allah’ın kendisi ile beni faydalandıracağı bir iş emret, şöyle buyurdu:Oruç tutmaya bak. Şu bir gerçektir ki onun bir benzeri yoktur. ” Diğer bir rivayet ise şöyledir:” Ya Rasulellah bana kendisi ile cennete gireceğim bir amel göster, dedim. Şöyle buyurdu:Oruç tutmaya bak. Şu bir gerçektir ki onun bir benzeri yoktur. ” Ravi sözüne şöyle devam etmiştir:” Onlara misafir gelmesi hariç, Ebu Umame(ra)’ın evinde gündüz duman görünmezdi. ” (İbn-i Hibban). Şu hadisi de iyi düşünmemiz gerekir. Ebu Said (ra)’ın Rasulullah (sav)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:” Allah yolunda bir gün oruç tutan bir kul olmasın ki Allah bu yüzden dolayı onun yüzünü cehennemden yetmiş yıl uzaklaştırmasın. ” (Buhari, Tirmizi, Müslim, Nesei). ON BİRİNCİ TAVSİYE ALLAH’a TEVBE ETMENİN FAZİLETİ Ağarr b. Yesar el-Müzeni(ra) Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Ey insanlar, Allah’a tevbe ediniz, O’ndan bağışlama dileyiniz. Ben bile günde yüz defa tevbe ediyorum. ” (Müslim). Ebu Hureyre(ra)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:” Rasulullah(sav)’i şöyle derken işittim:” Allah’a yemin olsun ki ben günde yetmişten fazla Allah’tan bağışlanma dileyip, O’na tevbe ediyorum. ” (Buhari). Efendimiz(sav)’in hizmetkarı Ebu Hamza Enes b. Malik el-Ensari(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Allah kulunun tevbesine, sizden birinizin çölde devesini kaybettiği haldeyken devesini bulmasından daha çok sevinir. ” (Buhari, Müslim). Müslim’in rivayeti ise şöyledir:” Allah, kulunun kendisine tevbe ettiği sırada onun tevbesine sizden birinizin şu haldeki durumundan da çok sevinçlidir ki sizden biriniz çöl bir arazide bineğinde iken, bineği üzerinde yiyeceği ve içeceği olduğu halde birden kaybolur, o da buna üzülüp bir ağaca gelip bineğine üzgün bir halde iken ağacın gölgesinde uzanmış olduğu sırada birden onu yanında ayakta durur bulur, yularından tutar, sonra da sevincinin şiddetinden dolayı:” Allah’ım sen benim kulumsun ben de senin rabbinim” deyipte hata eder. ” Ebu Musa Abdullah b. Kays el-Eşari(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Allah Taala gündüz günah işleyenin tevbe etmesi için gece elini açar. Gece günah işleyenin tevbe etmesi için de güneşin batışından doğuşuna kadar gece elini açar. ” (Müslim). ON İKİNCİ TAVSİYE İSLAM ESASLARI Muaz b. Cebel(ra)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:” Rasulullah(sav) ile beraber bir seferde idim. Bir gün yakınında bulundum. Beraber yürürken: -Ya Rasulellah beni cennete koyan, cehennemden de uzaklaştıran bir amel bildir, dedim. Şöyle buyurdu: -Sen gerçekten büyük bir şeyden sordun. Ama bu Allah’ın kendisine kolaylaştırdığı kimseye mutlaka kolay gelir. Allah’a O’na ortak koşmadan kulluk edersin, namazı dosdoğru kılarsın, zekatı verirsin, Ramazan orucunu tutarsın, Kabe’i de haccedersin. Sonra şöyle buyurdu:” Sana hayır kapılarını göstereyim mi?” . Ben de: -Evet Ya Rasulellah , dedim. Şöyle buyurdu:” Oruç zırhtır, sadata suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları söndürür. Kişinin gecenin ortasında kıldığı namazdır. ” Sonra da şu ayeti okudu:” Yanları yataklardan uzak durur(az uyurlar), Rablerine ümit ve korku iledua ederlerve kendilerine verdiğimiz rızıklardan harcarlar. ” (Secde:16). Sonra şöyle buyurdu:” İşin başını, temel direğini, en üst noktasını bildireyim mi?” . Ben de:” Evet bildir, Ya Rasulullah” dedim. Şöyle buyurdu:” İşin başı İslam’dır, temel direği namaz, en üst noktası da Cihat’tır. ” Sonra şöyle buyurdu:” Bunların hepsini tutanı bildireyim mi?” . Ben de:” Evet bildir Ya Rasulellah” dedim. Dilini işaret etti ve:” Şunu tutmandır” buyurdu. Ben dedim ki:” Ya Rasulellah biz konuştuklarımızdan sorguya çekilecekmiyiz” . Şöyle buyurdu:” Hay Allah hayrını versin, insanlar dillerinin ekip biçtiğinden başka yüzüstü cehenneme sürülürler mi?” . (Tirmizi, Nesei, İbn-i Mace, Müsned). ONÜÇÜNCÜ TAVSİYE ANNE BABAYA İYİ DAVRANMAK Ebu Hureyre(ra)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:” Bir adam Rasulullah(sav)’e geldi ve şöyle dedi: -Ya Rasulellah benim güzel muamele etmeme insanlardan en çok kim hak sahibidir?” . Şöyle buyurdu: -Annendir. -Sonra kimdir?, dedi. -Annendir, buyurdu. -Sonra kimdir?, dedi. -Annendir, buyurdu. -Sonra kimdir?, dedi. -Babandır, buyurdu. ” (Buhari, Müslim). Ebu Hureyre(ra)’dan gelen bir diğer rivayette lafız şöyledir:” Ya Rasulellah güzel muameleye en çok hak sahibi olan kimdir?” . Şöyle buyurdu:” Annendir, sonra yine annendir, sonra yine annendir, sonra da babandır, sonra da sana yakın olanlardır. ” (Müslim). Yine Ebu Hureyre(ra)’dan Hz. Peygamber(sav)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:” Yaşlandıkları sırada anne ve babasına, bunların birisine yahut her ikisine erişipte sonra da cennete giremeyen kişinin burnu sürtülsün, sonra yine burnu sürtülsün, sonra yine burnu sürtülsün. ” (Müslim). ONDÖRDÜNCÜ TAVSİYE NAMAZA DEVAM ETMEK Abdullah b. ömer (ra) Hz. Peygamber(sav)’in bir gün namazı andığı ve şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Kim namaza devam ederse onun için namaz Kıyamet Günü’nde kurtuluş, burhan ve nur olur. Kim de devam etmez ise onun ne kurtuluşu, ne burhanı ve ne de nuru olur. Kıyamet Günü de Karun, Firavn, Haman ve Ubey b. Halef ile beraber olur. ” (Müsned). Enes (ra) şöyle demiştir:” Namaz Hz. Peygamber(sav)’e Miraç Gecesi’nde elli vakit olarak farz kılınmış, sonra da beş vakte kadar indirilmiştir. Sonra da şöyle nida edilmiştir:” Ey Muhammed şu bir gerçektir ki katımda söz değiştirilemez. Sana bu beş vakitle elli vakit sevabı vardır. ” (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesei, İbn-i Mace). Ebu Katâde kanalı ile Hz. Peygamber(sav)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:” Allah şöyle buyurdu:” Ben ümmetine beş vakit namaz farz kıldım ve kendi katımda da şu sözü verdim ki kim bu beş vakit namazı vaktinde riayet ederek gelirse onu cennete koyarım. Kim de buna riayet etmez ise benim katında onun için bir söz yoktur. ” (Ebu Davud). Ebu Hureyre(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:” Ne dersiniz. Sizin birinizin kapısında bir nehir olsa da ondan her gün beş defa yıkansa onun kirinden birşey kalır mı?” . Oradakiler:” -Hayır onun kirinden birşey kalmaz ” dediler. Rasulullah da şöyle buyurdu:” İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah onlarla hataları yokedip siler. ” (Buhari, Müslim, Tirmiz, İbn-i Mace, Nesei). Amr b. Said anlatır:” Hz. Osman(ra)’ın yanında idim. Abdest almak için su istedi ve şöyle dedi:” Rasulullah(sav)’i şöyle derken işittim:” Hiçbir müslüman kişi yoktur ki ona farz namazın vakti gelirde namazın abdestini, huşuunu, rukusunu, güzelce yapsında, namazdan önceki büyük günah işlemediği haldeki diğer günahlarını örtmesin . Bu durum her zaman için de böyledir. ” (Müslim). Osman b. Affan(ra) Rasulullah(sav)’i şöyle derken işittiğini rivayet etmiştir:” Kim cemaatle yatsı namazını kılarsa o sanki gecenin yarısını ihya etmiş gibidir. Kim de cemaatle sabah namazını kılarsa o sanki gecenin tümünü ihya etmiş gibidir. ” (Müslim) Ebu Musa (ra) Rasulullah(sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Kim sabah ve ikindi namazını kılarsa cennete girer. ” (Buhari, Müslim). ONBEŞİNCİ TAVSİYE GÜZEL AHLAK Ebu Derdâa (ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Kıyamet Günü kulun mizan terazisinde güzel ahlaktan daha ağır gelen bir şey yoktur. Şüphesiz Allah çirkin işler yapan ve kötü söz söyleyene kızar. ” (Ebu Davud, Tirmizi). Ebu Hüreyre(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Mü’minlerin iman bakımından en olgunu ahlakça en güzel olanıdır. Sizin en hayırlınız ailesine hayırlı olanınızdır. ” (Ebu Davud, Tirmizi). Câbir (ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Şüphesiz Kıyamet Günü meclis ve sohbet bakımından bana en yakın ve sevimli olanınız ahlakça güzel olanlarınızdır ve Kıyamet Günü meclis ve sohbet bakımından bana en uzak ve çirkin olanınız gevezelik, boşboğazlık yapan ve müteveyhik olan kimsedir. ” ” -Ya Rasulelah müteveyhik nedir?” dediler. Şöyle buyurdu: ” -Kibirli olanlardır. ” (Tirmizi). ONALTINCI TAVSİYE NAMAZIN SONUNDA SöYLENİLEN DUALAR Muaz b. Cebel(ra) Rasulullah(sav)’in elinden tutup şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Ey Muaz vallahi Ben seni seviyorum. ” Muaz (ra) da:” Anam babam Sana fada olsun Ya Rasulellah ben de Seni seviyorum dedi. ” Rasulullah:” Sana tavsiyede bulunuyorum. Ey muaz her namazın ardından şu duayı hiç bırakma:” Allahümme E inni alazikrike ve şükrike ve hüsni ibadetike (Allah’ım bana Seni zikretme, şükretme ve Sana güzel ibadet etmeme yardım et.) ” (Ebu Davud, Nesei, İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibban). Ebu Hureyre (ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Kim her namazdan sonra otuzüç defa Allah’ı tesbih eder(Subhanallah der), otuzüç defa Allah’a hamdeder(Elhamdülillah der), otuzüç defa tekbir getirir(Allahu Ekber der) ki bu doksan dokuz eder, sonra da:” La ilahe illallahu vahdehu la şerikelehü, lehü’l-Mülkü ve lehü’l-Hamdü ve hüve alaküllişeyin Kadir (Tek olan Allah’tan başka ilah yoktur, O’nun ortağı da yoktur, mülkiyet O’nundur, hamd O’nundur, O herşeye kadirdir. )” der de yüze tamamlarsa günahları deniz köpüğü kadarda olsa bağışlanır. ” (Müslim). Sa’d b. Ebi Vakkas(ra) Rasulullah (sav)’in her namazın ardından şu kelimelerle Allah’a sığındığını rivayet etmiştir:” Allahümme inni eûzü bike minel cübni vel buhli ve eûzü bike en uradde ila erzelil umri, ve eûzü bike min fitneti’d-Dünya, ve eûzü bike min fitneti’l-Kabri Allah’ım ben cimrilik ve korkaklıktan Sana sığınırım, ömrümün en aşağısını döndürülmekten Sana sığınırım, dünya fitnesi ve imtihanından Sana sığınırım, kabir imtihanından Sana sığınırım.)” (Buhari). Mü’minlerin annesi Cüveyriye b. el-Haris(ra) Bir gün Rasulullah(sav) sabahleyin erkenden O sabah namazını mescidinde kılarken yanından ayrıldığını sonra kuşluk vaktinde hâlˆ mescidinde otururken Rasulullah’ın tekrar yanına geldiğini ve şöyle buyurduğunu anlatır:” seni bıraktığım halde hâlâ öylece duruyor musun?” . Ben de:” Evet” dedim. Bunun üzerine Rasulullah(sav) şöyle buyurdu: ” Ben senden sonra dörk kelime söyledim, eğer bugünden beri söylediklerinle tartılsalar onlar daha ağır gelir:” Subhanelahil AzŒm ve bi Hamdihi adeda halgıhi ve rızâ nefsihi ve zŒnete arşıhi ve midâde kelimâtihiğYüce Allah’ı yarattıklarının sayısınca, gönlünün rızasınca, arşıalasının ağırlığınca ve kelimelerinin mürekkebince tesbih eder, hamdederim”.) (Müslim). ONYEDİNCİ TAVSİYE ZİKRİN FAZİLETİ Abdullah b. Busr(ra) bir adamın Rasulullah(sav)’e şöyle dediğini rivayet etmiştir:” Ya Rasulellah İslam Şeriatı’nın kanunları bana çok gelmiştir. Bu nedenle bana yapabileceğim bir şey bildir. ” Rasulullah şöyle buyurdu:” Dilinin Allah’ı zikirle devamlı ıslak kalmasıdır. ” (Tirmizi, İbn-i Mace, Hakim, İbn-i Hibban). Muaz b. Cebel(ra) kanalıyla bir adamın Rasulullah(sav)’e şöyle sorduğu rivayet edilmiştir:” Mücahidlerin hangisi ecir bakımından daha büyüktür?” . Rasulullah şöyle buyurdu:” -Allah Taala’yı en çok ananlarıdır. ” Adam:” Salihlerin hangisi ecir bakımından daha büyüktür?” dedi. Rasulullah:” Allahû Teâla (cc)’yı en çok ananlarıdır. ” buyurdu. Sonra adam namazı, zekatı, haccı, sadakayı, bunların hepsini söyledi. Rasulullah(sav) ise:” Allah Taala’yı en çok zikredenleridir” diyordu. Ebu Bekr(ra) Ömer (ra)’a:” Ey Ebu Hafs Allah’ı ananlar herşeyi götürdüler” dedi. Bunun üzerine Rasulullah(sav):” Evet” dedi. ” (Müsned, Taberani). ONSEKİZİNCİ TAVSİYE NEFSİ TERBİYE ETMEK Zeydu’l-Hayr(ra)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:” Ya Rasulellah, Allah’ın kendisi hakkında hayır dilediği kişideki Allah’ın alameti ile hayır dilemediği kişideki Allah’ın alameti nedir, bana bildir. ” Şöyle buyurdu: ” -Ey Ebu Zeyd nasıl sabahladın?. ” Ben de:” Hayrı ve hayır ehlini isteyerek. Eğer hayra kudretim yetebildi ise ona yöneldim. Eğer kaçırdımsa buna üzüldüm, onu arzuladım” dedim. Şöyle buyurdu:” İşte bu Allah’ın hayır dilediği kişideki Allah’ın alametleridir. Eğer sana Allah bu alametlerin dışındaki şeyleri dileseydi sana onları hazırlardı. ” (Razzin). Ebu Hureyre (ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Peygamberlerin sünnetlerinden dört şey vardır. Bunlar;haya, koku sürme, evlenme ve misvak kullanmadır. ” (Tirmizi). Ebu Hureyre (ra) Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Size hayırlı ve şerli olanınızdan haber vereyim mi?” bunu üç defa söyledi. Oradakiler:” Evet bildir” dediler. Şöyle buyurdu: ” Sizin hayırlınız, hayrı umulup şerrinden de emin olunandır. Şerliniz de hayrı umulmayıp şerrinden de emin olunmayandır. ” (Tirmizi). Ebu Bekre(ra)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:” Rasulullah(sav)’e şöyle soruldu: -İnsanların hangisi daha hayırlıdır?, O da şöyle buyurdu: -ömrü uzun olupta ameli iyi olandır. -İnsanların hangisi şerlidir?, dediler. Şöyle buyurdu: -ömrü uzun olupta ameli kötü olandır. ” (Tirmizi). ONDOKUZUNCU TAVSİYE GÜNAHLARI BIRAKIP, ALLAH’a İTAAT EDİP O’nu ZİKRETMEYE SARILMAK Ümmü Enes (ra)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:” Ya Rasulellah bana tavsiyede bulun. ” Rasulullah şöyle buyurmuştur:” Günahlardan hicret et(terket), zira bu hicretin en faziletlisidir. Farzlara devem et, zira bu cihadın en faziletlisidir. Allah’ı zikri de çok yap, çünkü sen Allah’a çok zikirden daha sevimli bir şey getiremezsin. ” (Taberani). Ebu Hureyre(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Allah şöyle buyurur: Ben kulumun Bana olan zannının yanındayım ve Beni zikrettiğinde onun yanında olurum. Eğer Beni kendi içinde anarsa Ben de onu kendi içimde anarım. Eğer Beni bir toplulukta anarsa Ben de onu ondan daha hayırlı bir toplulukta anarım. Eğer Bana bir karış yaklaşırsa Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Eğer Bana bir kulaç yaklaşırsa Ben ona iki kulaç yaklaşırım. Eğer Bana yürüyerek gelirse Ben de ona koşarak gelirim. ” (Buhari, Müslim, Tirmizi). Muaviye(ra) şöyle anlatır:Hz. Peygamber(sav) mescidde zikir halkasının yanına çıktı ve:” Sizi buraya hangi şey oturttu?” diye sordu. Onlarda:” Allah’ı zikretmek, bizi İslam’a eriştirip bunula bize bağışta bulunduğu şeylere hamdetmek için oturduk” dediler. O da şöyle dedi:” Allah için söyleyin, sizi ancak bu mu oturttu?” dedi. Onlar:” Vallahi bizi ancak bu oturttu” dediler. O da şöyle dedi:” Bakın Ben sizi itham ettiğim için yemin ettirmedim. Ancak şu var ki bana Cebrail geldi ve Allah Taala’nın sizinle meleklere iftihar edip öğündüğünü bildirdi. ” (Müslim, Tirmizi, Nesei). YİRMİNCİ TAVSİYE SABAH NAMAZINDAKİ İKİ REKAT NAMAZIN FAZİLETİ Abdullah b. Ömer (ra) şöyle anlatır:” Bir adam şöyle dedi:” Ya Rasulellah bana öyle bir amel göster ki Allah onunla beni faydalandırsın. ” Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:” Sabah namazının iki rekat sünnetine devam et, zira bunda fazilet vardır. ” (Taberani). Yine Abdullah b. ömer(ra) demiştir ki:” Rasulullah(sav)’i şöyle derken işittim:” Sabah namazından önceki iki rekat namazı bırakmayınız. Çünkü bu namazda rağbet ve iyilikler vardır. ” Hz. Aişe(ra) Peygamber(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Sabah namazının iki rekatı, dünya ve dünyadaki olan herşeyden daha hayırlıdır. ” (Müslim, Tirmizi). Müslim’in rivayetin de ise:” İki rekat, bana bütün dünyadan daha sevimlidir. ” YİRMİBİRİNCİ TAVSİYE NAMAZDA İKEN SAÚA SOLA DöNMEMEK Enes (ra)’dan şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:” Ey oğulcuğum namazda iken sağa sola dönmekten sakın, çünkü namazda böyle dönmek tehlikelidir. ” (Tirmizi). Ebu Hureyre(ra)’dan şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:” Kul namaza durduğunda o Rahman olan Allah’ın huzurundadır. Eğer sağa sola dönerse Allah Taala;Kime dönüyorsun?. Benden daha hayırlısına mı?. Ey Adem oğlu Bana yönel, Ben yönelip döndüğün şeylerin hepsinden daha hayırlıyımdır. ” (El-Bezzar). YİRMİİKİNCİ TAVSİYE İHLASLI OLMAK Muaz b. Cebel(ra) Yemen’e gönderildiğinde Rasulullah(sav)’e:” Ya Rasulellah bana tavsiyede bulun ” dediği O’nun da şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:” Dininde ihlaslı ol, az amel sana yeter. ” (Hakim). Sevban(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle derken işittiğini rivayet etmiştir:” Muhlislere ne mutlu. Onlar hidayet yolunun ışıklarıdır. Onlardan tüm karanlık fitneler uzaklaşır. ” (Beyhaki). Ebu İmame (ra) Rasulullah(sav)’ten rivayet ettiği hadiste şöyle denilmiştir:” Aziz ve celil Allah ameli ancak ihlaslı ve kendi rızası için yapıldığında kabul eder. (Ebu Davud, Nesei). YİRMİÜÇÜNCÜ TAVSİYE ALLAH’a BİR HACETİ OLAN KİMSENİN NE YAPACAÚI HAKKINDADIR Abdullah b. Evfa (ra) Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Kimin Allah’a veya Adem oğlundan birisine bir haceti olursa, o kişi bir abdest alsın ve abdesti de güzelce alsın ve iki rekat namaz kılsın. Sonra Allah’a hamd ve senada bulunsun, Peygamber’e de salat getirsin ve sonunda da şöyle desin:” Halim ve Kerim olan Allah’tan başka ilah yoktur. Yüce arşın Rabbini tesbih ederiz. Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Allah’ım Senden rahmetinin gereklerini, mağfiretinin azimetlerini, her türlü iyilikten ganimet, her türlü kötülükten de selamet isterim. Benim için bağışlamayacağın bir günah, gidermeyeceğin bir üzüntü, rızana uygun olan yerine getirmeyeceğin ber hacet bırakma Ey merhamet edenlerin en merhametlisi. ” (Tirmizi, İbn-i Mace). İbn-i Mace’nin rivayetinde:” Ey merhamet edenlerin en merhametlisi” sözünden sonra şu ilave vardır:” Sonra da dünya ve ahiret işlerinden dilediğini ister. Şüphesiz Allah herşeyi takdir eder. HACET NAMAZI VE DUASI Osman b. Hanif(ra) şöyle anlatır:” Rasulullah (sav)’e bir ama geldi ve:” Ey Rasulellah Allah’a gözümdeki perdeyi açması için dua et” dedi. Peygamberimiz:” İstersen seni bırakayım sabret” dedi. Adam :” Ya Rasulellah gözümün kaybı bana çok zor gelmiştir” dedi. O da:” Git abdest al sonra da iki rekat namaz kıl sonra da şöyle de:” Ey Allah’ım ben Rahmet Peygamberi Peygamberim Muhammed ile Sana yöneliyor, Senden istiyorum. Ey Muhammed ben Rabbine Seninle gözümü açması için yöneliyorum. Allah’ım O’nu benim hakkımda şefaatçi kıl, beni kendime de şefaatçi kıl, ” sonra adam gözleri açılmış olarak geri döner. ” (Tirmizi, Nesei, İbn-i Mace, İbn-i Huzeyme, Hakim). YİRMİDÖRDÜNCÜ TAVSİYE NEFSİN AFETLERİ Ebu Zer (ra) anlatır:Rasulullah(sav) şöyle buyurdu:” Üç kişi vardır ki Allah Kıyamet Günü onların yüzüne bakmaz, onlarla konuşmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlara acıklı bir azap ta vardır. ” . Rasulullah bunu üç defa söyledi. Ben de:” Bunlar hüsrana uğradı, zarar ettiler, kim bunlar?” dedim. Şöyle buyurdu:” Yürürken kibirle elbisesini uzatan, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yeminle malını sarfedendir. ” (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei). Ebu Berze el-Eslemi(ra) Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Sizin hakkınızda ençok korktuğum şey karınlarınızda ve belden aşağınızdaki sapıklık şehvetler ve fitneleridir. ” (Razzin). Cabir b. Abdillah el-EnsârŒ(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Zulümden sakınınız, zira zulüm Kıyamet Günü’nün zulumat ve karanlıklarıdır. Cimrilikten de sakınınız, zira cimrilik sizden öncekileri helak etmiş ve onları kanlarını dökmeye mahrem dokunulmazlıklarını helal saymaya taşımıştır. ” (Müslim). Cündüb(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Kim (başkasının gizli kusurlarını) duydurup işittirirse Allah’ta onu duydurup işittirir. Kim (başkasının gizli kusurlarını) görürse Allah’da onu görür. ” (Buhari, Müslim). YİRMİBEŞİNCİ TAVSİYE ALLAH’tan İSTEMEK Cabir(ra), diğer bir nüshaya göre İbn-i ömer(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet temiştir:” Kim Allah ile sığınma isterse onu koruyun ve kim Allah ile isterse ona veriniz kimde sizi çağırır davet ederse ona icabet ediniz. Size iyilik yapanı ödüllendiriniz. Eğer onu ödüllendirecek birşey bulamazsanız kendinizin onu ödüllendirdiğinizi görmesi için ona dua edin. ” (Ebu Davud, Nesei, İbn-i Hibban, Hakim). ” Allah rızası için ” diyerek birşey istemenin yasaklığı hakkında ise şu hadis mevcuttur: Rafi(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:” Allah rızası için diyerek dilenen Rahmetten uzaktır. Kendisinden Allah rızası için istenilipte isteyene vermeyen de Rahmetten uzaktır. ” (Taberani). YİRMİALTINCI TAVSİYE FATİHA SURESİ HAKKINDA Ebu Hureyre(ra) Rasulullah(sav)’i şöyle derken işittiğini rivayet etmiştir:” Allah Taala şöyle buyurmuştur:” Namazı Benimle kulum arasında iki bölüme ayırdım. Kulum için de istetiği vardır. ” Diğer bir rivayette ise şöyledir:” Namazın yarısı Benim, yarısı da kulumundur. Kul, ” el-Hamdülillahi Rabbilalemin” dediğinde, Allah:” Kulum Bana hamdetti” buyurur. Kul:” er-Rahmanirrahim” dediğinde, Allah:” Kulum Beni övdü” buyurur. Kul:” Maliki yevmiddin” dediğinde, Allah:” Kulum Beni yüceltti” buyurur. Kul:” Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım isteriz” dediğinde, Allah:” Bu Benimle kulum arasındadır. Kuluma da istediği vardır” buyurur. Kul:” İhdinassıratalmüstakim, Sıratallezine enamte a’leyhim ğayril mağdûbi aleyhim veladdallin” dediğinde, Allah:” Bu kulum içindir ve kuluma da istediği vardır” buyurur. ” (Müslim). Ebu Said el-Mualli(ra) şöyle anlatır:” Mescidde namaz kılıyordum. Rasulullah(sav) beni çağırdı, ben hemen çağrısına cevap vermedim. Sonra yanına vardım ve:” Ya Rasulellah ben namaz kılıyordum” dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu:” Allah:” sizi çağırdığında Allah ve Rasulüne cevap veriniz” (Enfal:24), dememişmidir. Sonra şöyle dedi:” Sana mescidden çıkmadan önce bir sure öğreteceğim ki bu sure Kur’an’daki en büyük suredir. ” Elimden tuttu ve mescidden çıkmayı istetiğimizde ben:” Ya Rasulellah, Sen:” Kur’an’daki en büyük sureyi sana öğreteceğim” demiştin” dedim. Şöyle buyurdu: ” El-Hamdülillahi Rabilalemin ki bu es-Sebu’l-Mesâni(Yedi çift övgüdür) ve Bana verilen en büyüksuredir. ” (Buhari, Ebu Davud, Nesei, İbn-i Mace). YİRMİYEDİNCİ TAVSİYE KUR’AN’DAKİ BAZI SURE VE AYETLERİN FAZİLETLERİ HAKKINDA Enes(ra), Rasulullah(sav)’in Ashab’ından bir adama şöyle dediğini rivayet etmiştir: ” -Sen evlendin mi?. Adam: -Hayır, vallahi Ya Rasulellah benim yanımda evlenecek bir şeyde yoktur, dedi. Rasulullah: -Yanında ” Kul huvallahü Ahad. . . ” yokmudur?, buyurdu. adam: -Vardır, dedi. Rasulullah: -Bu Kur’an’ın üçte biridir. Yanında ” iza cae Nasrullahi vel-Feth. . . ” yok mudur?, buyurdu. Adam: -Vardır, dedi. Rasulullah: -Bu Kur’an’ın dörtte biridir. Evlen, evlen, buyurdu. ” (Tirmizi). İhlas Suresi, Ayetel Kürsi ve Amenerrasulü hakkında ise şunları zikredebiliriz: Muaz b. Enes el-Cüheni(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Kim ” Kul-Huvallahü Ahad. . . ” sonuna kadar on defa okursa Allah o kişiye cennette bir köşk yapar” . Bunu üzerine Hz. Ömer b. Hattab (ra) :” Ya Rasulellah o zaman biz de çokça yaparız” dedi. Rasulullah(sav) Allah daha çoktur ve daha iyidir” buyurdu. ” (Müsned). Ebu Zer(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Allah, Bakara Suresini iki ayetle bitirmiştir ki bu ikisini Bana arşının altındaki hazinesinden vermiştir. Onları öğreniniz ve çocuklarınıza ve kadınlarınıza öğretiniz. Zira o iki ayet namazdır, Kur’an’dır, duadır. ” (Hakim). Mü’minlerin annesi Aişe(ra) şöyle anlatır: “-Rasulullah(sav) seriyyenin başında bir adam gönderdi. Bu kişi namazda arkadaşlarına kıraat okuyor ve ” Kul hüvallahü Ahad…” ile bitiriyordu. Seriyye Medine’ye dönünce bunu Rasulullah (sav)’e bildirdiler. Rasulullah da:” Sorun bakalım bunu hangi şeyden dolayı yapıyormuş?” dedi. Onlarda sordular. Adam:” Çünkü bu Sure Rahman olan Allah’ın sıfatıdır. Ben de bunu okumayı çok seviyorum” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav):” Ona haber verin ki Allah onu seviyor buyurdu. ” (Buhari, Müslim, Nesei). Ebu Hureyre(ra) şöyle anlatır: “-Rasulullah(sav) beni Ramazan ayının zekatını korumakla görevlendirmişti. Birden bana birisi belirdi ve yiyeceklerden almaya başladı. Ben de hemen onu yakaladım:” Seni Rasulullah’a götüreceğim” dedim. Adam:” Ben muhtaç birisiyim, yanımda bakıma muhtaç ailem vardır. Ben de şiddetli sıkıntıdayım” dedi. Ben de onu serbest bıraktım. Sabaha çıktığımda Rasulullah(sav):” Ey Ebu Hureyre dün esirin ne yaptı?” buyurdu. Ben de:” Ya Rasulellah, ihtiyacından ve bakmakla sorumlu olduğu ailesinden şikayette bulundu. Ben de ona acıdım ve bırakıverdim” dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu:” Bak o yalan söyledi. Tekrar geri gelecektir” . Onun tekrar geri döneceğini Rasulullah(sav) sözünden öğrendim ve onu gözetledim. Birden belirip geldi ve yiyecekten alıyordu. Ben de:” seni mutlaka Rasullulah(sav)’e götüreceğim dedim. ” O da:” beni bırak ben ihtiyaç sahibiyim. Bakmakla sorumlu olduğum ailem vardır. Bir daha dönmem” dedi. Ben de ona acıdım ve salıverdim. Sabaha çıktığımda Rasulullah(sav) bana:” Ey Ebu Hureyre dünkü esirin ne yaptı?” dedi. Ben:” Ya Rasululah ihtiyacından ve bakmakla sorumlu olduğu ailesinden şikayette bulundu, ben de ona acıdım. Bırakıverdim” dedim. Şöyle buyurdu:” O yalan söyledi ve tekrar geri dönecek” . Ben de üçüncü sefer gelmesini gözetledim. O da birden geldi, yiyecekten alıyordu, ben onu hemen tuttum ve :” Seni Rasulullah’a götüreceğim. Bu üçüncü defa gelmenin sonudur. Sen dönmeyeceğini söyleyip söz veriyorsun, sonra tekrar dönüyorsun” dedim. Adam:” Beni bırak ben sana birtakım kelimeler öğretirim. Allah onlarla seni faydalandırır” dedi. Ben:” Nedir onlar?” dedim. Adam: ” Yatağına girdiğinde Ayetül Kürsiyi oku. Zira senin başında devamlı sabaha kadar Allah tarafından gönderilmiş muhafız bekler, sana şeytan yaklaşamaz” dedi. Ben de onu salıverdim. Sabaha çıktığımda Rasulullah(sav):” Dün esirin ne yaptı?” dedi. Ben de:” Ya Rasulellah bana Allah’ın kendileriyle beni faydalandıracağı bir takım kelimeler öğreteceğini sözverdi, ben de onu salıverdim” dedim. Rasulullah(sav):” Onlar nedir?” dedi. Ben de:” Yatağına girdiğinde Ayetül Kürsiyi oku. Bana dedi ki” Senin başından devamlı sabahlayana kadar Allah tarafından gönderilmiş bir muhafız bekler. Sana şeytan yaklaşamaz” dedi. Bunun üzerine Rasulullah:” Bak o yalancı birisi olduğu halde sana doğru söylemiştir. Üç gündür kiminle karşılaştığını biliyor musun Ey Ebu Hureyre?” dedi. Ben de:” Hayır” dedim. ” O şeytandır” dedi. ” (Buhari). Übey b. Ka’b(ra)’dan babasının şunu bildirdiği rivayet edilmiştir:” Kendilerinin hurmaların kurutulduğu ve saklandığı bir ambar vardı. Arasıra buraya uğrar ve hurmaları eksilir görür. Bir gece burayı bekler. Aniden yeni yetme bir oğlan çocuğu şeklinde bir canlı belirdi, selam verdi, o da selamını aldı ve:” Sen nesin?İnsan mı?Cin mi?” dedi. ” Cin” dedi. ” Elini uzat” dedim. Baktım sanki eli köpek eli gibi tüyleri de köpek tüyü gibiydi. ” Seni bu işi yapmaya yönelten nedir?” dedim. O:” Bana senin sadakayı sevdiğin ulaştı, bu nedenle senin yiyeceğinden birşeyler almayı istedim” dedi. Ben de:” Sizden bizi ne korur?” dedim. O da:” Şu ayet, Ayetül Kürsi ” dedi. Babası:” Ben de onu bıraktım” demiştir. Übey sabahleyin Rasulullah(sav)’e gider ve durumu bildirir. Rasulullah:” Pis herif doğru söyledi” demiştir. (İbn-i Hibban). İhlas ve Felak-Nas Surelerinin fazileti hakkında ise şu hadisleri zikredebiliriz: Muaz b. Abdullah b. Hubeyb babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:Babası şöyle anlatır: ” Yağmulu ve zifiri karanlık bir gecede bize namaz kıldırması talebiyle mescide çıktık. O’nu bulunca ” söyle” dedi. Bir şey söylemedim. Sonra” söyle” dedi. Ben yine birşey söyliyemedim. Sonra tekrar ” söyle” dedi. Ben de:” Ya Rasulellah ne söyliyeyim?” dedim. O da:” Sabah ve akşama çıktığında Kul hüvallahü ahad, Felak, Nas Surelerini üç defa oku. Herşeye karşı sana yeter” dedi. ” (Ebu Davud, Tirmizi). Ukbe b. Amir(ra) Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Bu gece indirilen bir benzeri görülmemiş ayetleri bilmedinmi ki bunlar ” Kul euzu bi Rabbil Felak ve Kul euzu bi Rabbin-Nas” ‘dır. ” (Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesei). Diğer bir rivayette ise şöyledir:” Rasulullah (SAV) ile beraber bir seferde yürüyordum. Bana:” Ey Ukbe okunan hayırlı iki sureyi öğreteyim mi?” buyurdu ve bana Felak ve Nas Surelerini öğretti. ” Ebu Davud’un rivayetinde ise şöyledir:” Rasulullah(sav) ile beraber Cuhfe ile Ebva arasında yürürken birden bizi zifiri karanlıkla rüzgar sardı. Rasulullah(sav) de Felak ve Nas Sureleri’ni okuyarak Allah’a sığınmaya başladı ve şöyle diyordu:” Ey Ukbe bu ikisi ile Allah’a sığın. Hiçbir kimse bunların bir benzeriyle bunlar kadar Allah’a sığınamaz. ” Cabir b. Abdillah(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:” Oku ey Cabir” . Ben de:” Anam babam Sana kurban olsun, ne okuyayım?” dedim. ” Felak ve Nas Sureleri’ni oku” buyurdu. Ben de bu ikisini okudum. Bana şöyle dedi:” Bu ikisini oku. Bu ikisinin bir benzerini asla okuyamazsın. ” (Nesei, İbn-i Hibban). YİRMİSEKİZİNCİ TAVSİYE RASULULLAH(sav)’in SÜNNETİNİ YAŞATMA HAKKINDADIR Amr b. Avf(ra) Efendimiz’in Bilal b. Haris(ra)’a şöyle dediğini rivayet etmiştir:” ey Bilal! Bil” . O da: ” Ya Rasulullah neyi bileyim?” . Şöyle buyurdu:” Şunu bil ki kim benden sonra sünnetlerimden öldürülmüş olan bir sünnetimi diriltirse ona bu sünnetle amel edenlerin ecri verilir. Onların ecirlerinden de eksilme olmaz. Kim de Allah ve Rasulü’nün razı olmadığı sapık bir bitat ortaya koyarsa ona da bu bitatla amel edenlerin ecri verilir, bidati işleyenlerin günahlarından da eksilme olmaz. ” (Tirmizi, İbn-i Mace). İbn-i Abbas (ra) Hz. Peygamber Efendimiz(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: ” Ümmetimin bozulduğu bir sırada kim sünnetime sarılırsa ona yüz şehid sevabı vardır. ” (Beyhaki, Taberani). YİRMİDOKUZUNCU TAVSİYE DÜNYAYA ÖNEM VERMEMEK HAKKINDA Ebu’l-Abbas Sehl b. Sa’d es-Saidi(ra) şöyle anlatır:” Bir adam Rasulullah(sav)’e geldi ve şöyle dedi:” Ya Rasûlallah bana bir amel göster ki onu işlediğimde Allah beni sevsin, insanlar da beni sevsin. ” Rasulullah:” Dünyadaki şeylere önem verme, Allah seni sevsin, insanların yanındaki şeylere önem verme insanlar seni sevsin. ” (İbn-i Mace). Hz. Peygamber Efendimiz’in dünyaya önem vermemesi hususunda ise şu hadisi zikredebiliriz: Abdullah b. Mesud(ra) şöyle anlatır:” Rasulullah(sav) hasır üzerinde uyumuştu. Kalktığında yan tarafına hasır iz yapmıştı. Biz de:” Ya Rasûlellah Sana döşek etsek” dedik. O da şöyle buyurdu:” Dünyaya karşı Bana ne oluyor ki, Ben dünyada ağacın altında gölgelenipte sonra orayı bırakıp giden bir yolcudan başka değilim. ” (Tirmizi). Ubeydullah b. Muhsan el-Ensari el-Mutami(ra) Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Sizden kim gönlünde güven, bedeninde sıhhat, yanında da günlük azığı olarak sabahlarsa o kimseye sanki zinetleriyle dünya verilmiş gibidir. ” (Tirmizi). Sa’d b. Ebi Vakkas(ra) anlatır:” Peygamber(sav)’e bir adam geldi ve:” Ya Rasulellah bana bir tavsiyede bulun, ama kısa ve öz olsun” dedi. Peygamber(sav) şöyle buyurdu:” İnsanların ellerindekileri ummamaya bak. Tamahtan da sakın, zira tamah hali hazırda bir fakirliktir. Mazur görülenlerden de sakın. ” (Beyhaki). İbn-i Ömer (ra) anlatır: Rasulullah(sav) omuzumdan tuttu ve:” Dünyada bir yabancı gibi veya bir yolcu gibi ol” buyurdu. İbn-i Ömer(ra) kendisi de şöyle dedi:” Akşama eriştiğinde sabahı bekleme, sabaha eriştiğinde de akşamı bekleme, hastalığın için sağlığından bir şeyler, ölümün için de hayatından birşeyler al. ” (Buhari). OTUZUNCU TAVSİYE CEHENNEMDEN KURTULUŞ Haris b. Müslim et-Temimi(ra) Hz. Peygamber(sav)’in kendisine şöyle buyurduğunu söylemiştir:Sabah namazını kıldığında hiçbirşey konuşmadan önce yedi defa;Allahümme ecirni Mine’n-Nar Allah’ım beni cehennem ateşinden koru” söyle. Şunu bil ki sen bugün ölürsen Allah seni cehennemden korunanlardan kılar. Akşam namazını kıldığında da hiçbirşey konuşmadan önce yedi defa; Allahümme ecirni Mine’n-Nar” söyle. Şunu bil ki sen bu gece ölürsen Allah seni cehennemden korunanlardan kılar. ” (Nesei, Ebu Davud). OTUZBİRİNCİ TAVSİYE CENNETLİK BİR ADAM Ebu Hureyre(ra) şöyle anlatır:Bedevi birisi Rasulullah(sav)’e geldi ve şöyle dedi:” Ya Rasulellah bana bir amel göster ki onu işlediğimde cennete gireyim. ” Rasulullah(sav) şöyle buyurdu: ” Allah’a kulluk eder, O’na hiçbirşeyi ortak koşmazsın, farz namazları kılar, farz olan zekatı verir, Ramazan orucunu tutarsın. ” Adam:” Canım elinde olan Allah’a yemin olsun ki ben bunu ne artırırım ne de eksiltirim” dedi. Bu kişi oradan ayrılınca Hz. Peygamber (sav):” Kim cennetlik olan bir adama bakmak isterse buna baksın” buyurdu. (Buhari, Müslim). OTUZİKİNCİ TAVSİYE İSTİHARE NAMAZI Cabir b. Abdullah(ra) anlatır:” Rasulullah (sav) bütün işlerimizde bize Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi istihareyi öğretir ve şöyle derdi:” Biriniz bir işe yönelirse nafile olarak iki rekat namaz kılsın, sonra da şöyle desin:” Allahümme, inni Estehiruke bi İlmike ve Estakdiruke bi Kudretike ve Eseluke min Fadlikel-Azim. Fe inneke takdiru vela Ekdiru ve Ta’lemu vela e’alemu ve ente Allamu’l-Úuyub Allahümme in Künte ta’lemu Enne Hazel. “Emru hayrun li fi dini ve meaşi ve aki beti emri, Emru hayrun li fi dini ve meaşi ve aki beti emri, âcili emri ve ecilihi fakdur li ve yessir li sümme barik li fihi vein Künte Ta’lemu enne hazel emru şerrun li fi dini ve meaşi ve akıbeti emri fi acilihi ve ecilihi fasrifni anhu vakdur li’l-Hayra Haysü Kane Sümme Erdini bihi Allah’ın ben Senin ilminle Senden hayrına muvafakiyet dilerim. Senden kudretinle kudret istirham ederim ve yüce fazlü Kereminden nasib etmeni temenni ederim. Çünkü Senin kudretin herşeye kadirdir. Benim gücüm ise yetmez. Sen herşeyi hakkı ile bilirsin, ben bilemem. Yine Sen bütün gaybı kemali ile bilirsin. Allah’ım eğer bu yapmaya hazırlandığım amel dinim hakkında, hayatım ve amellerimin akıbeti şuanki ve geleceği hususunda hayırlı ise onu bana takdir kıl ve kolaylaştır. Sonra bu amelimde bana bereket ihsan et. Yok eğer yapmaya hazırlandığım bu amel dinim hakkında, hayatım ve amelimin akıbeti, şuanki ve geleceği hakkında şerli(kötü) ise onu benden, beni de ondan uzaklaştır. Hayır hangisinde ise onu bana takdir buyur, sonra beni de ona razı kıl. ” de ve sonra ihtiyacını belirt. ” (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbn-i Mace). İstiharenin faydası hakkında ise şu hadisi zikredebiliriz: Sa’d b. Ebi Vakkas(ra) Resulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Ademoğlunun Allah’a yaptığı istiharesi onun mesud ve bahtiyarlığındandır. ” (Müsned). Diğer rivayette ise şu ilave mevcuttur:” Ademoğlunun Allah’a istihareyi terk etmesi de onun bahtsızlığındandır. ” OTUZÜÇÜNCÜ TAVSİYE ÜZÜNTÜ VE KEDERİN GİDERİLMESİ İÇİN DUA el-İsbehani, Enes(ra)’dan şu hadisi rivayet edr ki, Rasulullah(sav) şöyle buyurmuştur:” Ey Ali sana bir dua öğretiyorum ki eğer sana gam, keder gelirse bununla Rabbine dua edersin, Allah’ın izniyle senin duan kabul olunur, üzüntü senden gider. önce abdest al, iki rekat namaz kıl, Allah’a Hamdü senada bulun, Peygamberine salavat getir. Kendine ve mü’min erkek ve kadınlara istiğfarda bulun. Sonra da şöyle de:” Allahümme ente tahkumu beyne İbadike FŒma kânûfihi Yehtelifune, La ilahe illallahu’l-Azim. La ilahe illallahu’l-Halimu’l-Kerim.Emru hayrun li fi dini ve meaşi ve aki beti emri, acili emri ve ecilihi fakdur li ve yessir li sümme barik li fihi vein Künte Ta’lemu enne hazel emru şerrun li fi dini ve meaşi ve akıbeti emri fi acilihi ve ecilihi fasrifni anhu vakdur li’l-Hayra Haysü Kane Sümme Erdini bihiğAllah’ın ben Senin ilminle Senden hayrına muvaffakiyet dilerim. Senden kudretinle kudret istirham ederim ve yüce fazlü Kereminden nasib etmeni temenni ederim. Çünkü Senin kudretin herşeye kadirdir. Benim gücüm ise yetmez. Sen herşeyi hakkı ile bilirsin, ben bilemem. Yine Sen bütün gaybı kemali ile bilirsin. Allah’ım eğer bu yapmaya hazırlandığım amel dinim hakkında, hayatım ve amellerimin akıbeti şuanki ve geleceği hususunda hayırlı ise onu bana takdir kıl ve kolaylaştır. Sonra bu amelimde bana bereket ihsan et. Yok eğer yapmaya hazırlandığım bu amel dinim hakkında, hayatım ve amelimin akıbeti, şuanki ve geleceği hakkında şerli(kötü) ise onu benden, beni de ondan uzaklaştır. Hayır hangisinde ise onu bana takdir buyur, sonra beni de ona razı kıl. ” de ve sonra ihtiyacını belirt. ” (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbn-i Mace). Sübhanallahi Rabbi’s-Semâvâti’s-Sebi ve Rabbi’l-Arşi’l-Azim. el-Hamdü lillahi Rabbi’l-Alemin, Allahümme Kâşife’l-Úammi, müferricel-Hemmi, mücibe da’veti’l-Muddarine iza deavke. Rahmane’d-Dünya ve’l-Ahira ve Rahimehuma ferhamni fi hâceti hezihi bi kadaiha ve necâhiha Rahmeten tuğni biha an Rahmeti men sivake. İbn-i Abbas (ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Cebrail(as) Bana birtakım dualar getirdi ve ” eğer Sana dünya içinden bir iş gelirse bu duaları öne koy ve sonra da ihtiyacını iste” dedi. Dua şudur:” Ya bedia’s-Semâvâti ve’l-Ardı, Ya Ze’l-Celali ve’l-İkram. Ya Sariha’l- Mustesrihine, Ya Gıyâse’l-Müsteğisine, Ya Kâşife’s-Sûi, Ya Erhame’r-Rahimine, Ya Mucibe da’veti’l- Muddarrine, Ya İlahe’l-Alemine, Bike Unzilu haceti ve Ente E’lemu biha fakdiha” (el-İsbehani). OTUZDÖRDÜNCÜ TAVSİYE ÇOK SECDE ETMEK KİŞİYİ CENNETE KOYAR Rasulullah(sav)’in hizmetkarı ve Ashab-ı Suffa’dan olan Ebu Firas Rabia b. Ka’b el-Eslemi(ra) şöyle anlatır:” Rasulullah(sav) ile beraber geceler, abdest suyu ve diğer ihtiyaçlarını getirirdim. Bana dedi ki:” Benden bir şey dile” . Ben de:” Cennette Sana arkadaşlık etmeyi dilerim” dedim. ” Bundan başka” dedi. Ben de:” İsteğim budur” dedim. ” Sen de nefsine karşı çok secde etmekle Bana yardım et” buyurdu. ” (Müslim). Hz. Peygamber’in Mevlası Ebu Abdillah Sevban(ra) Rasulullah(sav)’ı şöyle derken işittiğini rivayet etmiştir:” Çok secde etmeye bak. Zira sen her secde edişinde Allah seni onunla bir derece yukarı kaldırır. Senden de bir günahı siler. ” (Müslim). Cabir(ra) Rasulullah(sav)’i şöyle derken işittiğini rivayet etmiştir:” Şüphesiz gecede bir saat vardır ki müslüman birisi ona rastlarsa Allah’tan dünya ve ahiret işinden hayırlı birşey isterse Allah ona mutlaka bunu verir. Bu her gecede böyledir. ” (Müslim). Ebu Malik el-Eşari(ra) Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Hiç bir adam yoktur ki geceleyin uyanır, hanımını da uyandırır, hatta hanımına uyku ağır basarsa yüzüne su serperde ikisi evlerinde namaza kalkar ve gecenin bir vaktinde Allah’ı zikrederse Allah o ikisinin günahlarını bağışlar. ” (Taberani). Muğire b. Şu’be(ra) anlatır:Bir gün Rasulullah(sav) öyle namaz kıldı ki hatta ayakları şişmişti. Kendisine:” Allah Senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladı” denildi. O da şöyle buyurdu: ” Şükreden bir kul olmayayım mı?” . (Buhari, Müslim, Nesei). İbn-i Abbas(ra) şöyle anlatır:” Rasulullah (sav) bize gece namazı kılmamızı emretti, hatta bu konuda teşvik edip şöyle buyurdu:” Bir rekatta olsa gece namazı kılmaya bakın. ” (Taberani). OTUZBEŞİNCİ TAVSİYE YEMEK YEDİRMEK, SELAMI YAYMAK VE GECE NAMAZI KILMAK Ebu Hureyre(ra) şöyle anlatır:” Rasulullah(sav)’e :” Ya Rasulellah Seni gördüğümde gönlüm hoşlanır, gözüm aydınlanır, bana herşeyden haber ver” dedim. O da :” Herşey sudan yaratıldı” buyurdu. Ben:” Bana öyle birşey bildir ki onu yaptığımda cennete gireyim. ” Şöyle buyurdu:” Yemek yedir, selamı yay, akrabayı ziyaret et, insanlar uyurken gece namazını kıl;cennete güvenle girersin. ” (Müsned, İbn-i Hibban). Ebu Malik el-Eşari(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Cennette dışından içi, içinden de dışı görünen bir oda vardır ki Allah onu;yemek yediren, selamı yayan ve insanlar uyurken gece namazı kılan kimseler için hazırlamıştır. ” (ibn-i Hibban). OTUZALTINCI TAVSİYE KOMŞUYA İKRAMDA BULUNMAK Ebu zer(ra) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Ey Ebu Zer çorba pişirdiğinde suyunu çok yapta komşularını gözet. ” (Müslim). Yine Ebu Zer(ra) şöyle demiştir:” Sadık dostum bana şunu tavsiye etti ve dedi ki:” Çorba pişirdiğinde suyunu çok yap, sonra da komşularından hanehalkına bak, çorbadan uygun bir şekilde onlara dök. ” Ebu Hureyre(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:” Kim Allah’a ve Kıyamet Günü’ne inanıyorsa komşusuna eziyet vermesin, kim Allah’a Kıyamet Günü’ne inanıyorsa misafirine ikram etsin, kim Allah’a ve Kıyamet Günü’ne inanıyorsa hayır konuşsun yahut sussun. ” (Buhari, Müslim). OTUZYEDİNCİ TAVSİYE FAKİR VE YOKSULLARI SEVMEK Ebu Zer(ra) şöyle demiştir:” Sadık dostum bana yedi tavsiyede bulundu;Yoksulları sevmemi ve onlara yakın durmamı, benden aşağı olana bakmamı ve kendimin üstünde olanlara bakmamamı, bana eziyet verseler de akrabamı ziyaret etmemi, ” La Havle vela Kuvvete illa billah” sözünü çokça söylememi, acıda olsa gerçeği konuşmamı, Allah hususunda kınayıcının kınamasının beni tutmamasını insanlardan da birşey istemememi. ” (Müsned, Taberani). OTUZSEKİZİNCİ TAVSİYE FAKİRLİK VE ZENGİNLİĞİN TANIMI Ebu Zer(ra) Rasulullah(sav)’in kendisine şöyle dediğini rivayet etmiştir:” Ey Ebu Zer malın çokluğunu zenginlik olarak mı görürsün?” Ben de:” Evet Ya Rasulellah” dedim. O da:” Malın azlığını da fakirlik olarak mı görürsün?” dedi. Ben de:” Evet Ya Rasulellah” dedim. O da şöyle buyurdu:” Zenginlik ancak kalp ve gönül zenginliğidir. Fakirlik te kalp ve gönül fakirliğidir. Kimin kalbinde zenginlik varsa dünyada karşılaştığı ona zarar vermez. Kimin de kalbinde fakirlik varsa dünyadan daha fazla onu zengin edecek yoktur ve onun nefsine de dünyanın cimriliği zarar verebilir. ” (İbn-i Hibban). OTUZDOKUZUNCU TAVSİYE ALLAH’tan SAKINMAK Ebu Zer(ra) anlatır:” Rasulullah(sav)’e :” Ya Rasulellah bana tavsiyede bulun” dedim. Şöyle buyurdu:” Allah’tan sakın, zira bu tamamen işin başıdır. ” Ben:” Ya Rasulellah bana biraz daha tavsiye ver” dedim. O da:” Kur’an okumaya bak. Çünkü bu sana dünyada nur, semada ise azıkolarak biriktirilmiş sermayedir. ” (İbn-i Hibban). KIRKINCI TAVSİYE KUR’AN OKUMANIN FAZİLETİ HAKIKKINDA Ebu Umame el-Bahili(ra) Rasulullah(sav)’i şöyle derken işittiğini rivayet etmiştir:” Kur’an’ı okuyunuz, zira Kur’an Kıyamet Günü Kur’an ehline şefaatçi olarak gelir. İki çiçek olan Bakara ve Al-i İmran Sureleri’ni deokuyunuz, zira bu ikisi Kıyamet Günü bulut gibi veya saf halinde iki kuş fırkası olarak Ashabını savunmak için gelir. Bakara Suresi’ni okuyunuz, zira bunun elde edilmesi berekettir, terkedilmesi zarardır. O’na sihirbazlar da güç yetiremez. ” (Müslim). Abdullah b. Amr b. el-As(ra) Rasulullah(sav)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:” Kur’an Ashabına ” Oku yüksel, dünyada düzgünce okuduğun gibi oku, senin makamın en son okuduğun ayete kadardır denilir. ” (Tirmizi, Ebu Davud, İbn-i Mace, İbn-i Hibban). KIRKBİRİNCİ TAVSİYE HAYIR YOLLARI Enes b. Malik(ra) anlatır:” Temim Kabilesi’den bir adam Rasulullah(sav)’e geldi ve:” Ya Rasulellah benim çok develerim var, mal, mülk ve arkadaş Sahibiyim. Bana nasıl yapacağımı, nasıl hayır yolunda sarfedeceğimibildir” dedi. Bunu üzerine Rasulullah(sav):” Malından zekatını çıkarırsın, zira bu seni temizleyen bir nevi temizleyicidir. Akrabanla ilişkiyi sürdürürsün, yoksul komşu ve dilencinin hakkını tanırsın. ” (Müsned). KIRKİKİNCİ TAVSİYE ÜZÜNTÜNÜN GİTMESİ, BORCUN ÖDENMESİ İÇİN DUA Ebu Said el-Hudri(ra) anlatır:” Bir Rasululla(sav) mescide girmişti. Baksa ki Ensar’dan Ebû İmame denilen bir adam mescidde oturuyordu. Ona:” Ey Ebu Ümâme ne oluyor seni namaz vaktinin dışında mescidte oturuyor görüyorum. Durum nedir?” dedi. O da:” Ya Rasulellah borçlar ve kederler beni bırakmıyor” dedi. Rasulullah(sav) :” Sana bir söz öğreteyim mi? Eğer onu söylersen Allah teala üz
  249. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 10:22 am

    Sonsuz güzel ahlaklı, herşeye muktedir olan Yüce Rabbimiz’i samimiyetle seven bir müminin Allah (cc) ile olan dostluğu, O’na duyduğu içli sevgi ve derin saygı her şeyin üstündedir. Bu dostluk, kişinin eşiyle, dostuyla, yakınlarıyla ya da arkadaşlarıyla olan samimiyeti ve yakınlığı ile kıyaslanmayacak bir dostluktur. Çünkü Allah (cc) onu yoktan var etmiş, hayat vermiş ve yaşamı boyunca sahip olduğu tüm nimet ve rızıkları ona lütfetmiştir. Yaşadığı her an Allah (cc) binlerce nimeti ile insanı korumaya, kollamaya, rızıklandırmaya, ona can vermeye, huzur, rahatlık, nimet ve güzellik sunmaya devam etmektedir. Kuran’da bildirildiği üzere Allah (cc), insana şah damarından daha yakındır. İnsanı içinden, dışından, tüm hücrelerinden sarıp kuşatır, her an onunla beraberdir. Her gününü, her dakikasını, her anını görmekte, işitmekte ve bilmektedir. Ecel vaktini tayin eden, sonra o kişiyi diriltecek ve din günü hesaba çekecek olan Allah (cc)’tır. İnsan Allah (cc)’ın yaratmasıyla var olmuştur, O’na ait acz içinde bir kuldur ve yine O’na dönecektir. Tüm bu gerçeklerin şuuruna vararak yaşayan müminin Rabbimiz’e olan sevgisi, sadakati ve bağlılığı da elbette ki çok güçlüdür. İmanıyla en samimi hislerle Allah (cc)’a yönelir, her şeyini Allah (cc)’a açar ve yalnızca O’ndan yardım diler. Çok derin bir imana sahip olmak, Allah (cc)’ı gereği gibi takdir edip yüceltebilmek, Rabbimiz’in hoşnutluğunu, sevgisini, dostluğunu kazanabilmek için vicdanını, aklını ve imkanlarını en iyi şekilde kullanır.

    İmanı kavramamış bir insan, tüm hayatını insanları hoşnut etmek, onların sevgisini kazanmak ve onlara yakın dost olmak amacıyla geçirirken, iman sahipleri herşeylerini ve yaşamlarını Allah (cc)’a adar ve Rabbimiz’e duydukları sevginin gücüyle güzel bir çaba harcarlar. Samimi müminlerin Allah (cc)’a duydukları sevginin üstünlüğü Kuran’da şöyle bildirilmiştir:

    “İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. ” (Bakara Suresi, 65)

  250. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 10:23 am

    Gerçek bir iman ve Allah (cc) korkusu insanı her an Yüce Rabbimiz’in istediği gibi bir tavır ve ahlak üzerinde olmaya, şeytanın ve nefsinin isteklerinden sakınmaya, onların oyunlarına karşı dikkatli olmaya yöneltir. Allah (cc)’a karşı içli ve saygı dolu bir korku, aynı zamanda insanın akıl ve şuurunu açar, vicdanını her an ayakta tutar. Mümini çok üstün bir ahlak seviyesine ulaştırır. Böyle bir insan, Allah (cc)’ın razı olmayacağı bir tavır içerisine girmekten şiddetle sakınır, nefsinin azgınlıklarını, sınır tanımaz kötülüklerini dizginler, sürekli olarak hayır düşünür ve hayırlı fiillerde bulunur. Allah (cc)’ın razı olmayacağı, beğenmeyeceği davranış ve düşüncelere asla tenezzül etmez. Allah (cc)’ın kendisini her an gördüğünü, işittiğini ve izlediğini bilip, hesap gününden şiddetle korktuğu için, bu ahlakını nerede olursa olsun bozmaz. İnsanların arasında bulunduğu zaman da, yalnız başına kaldığı zamanlarda da aynı hassasiyeti gösterir.

    Mümin Kuran’da bildirilen tüm güzel ahlak özelliklerini Rabbimiz’in rızasını kazanmak için ciddi bir çaba göstererek yerine getirmeye çalışır. Bunun için de nefsinin istek ve tutkularına göre değil, sadece vicdanının sesini dinleyerek yaşamaya gayret eder. Çünkü ancak kendi isteklerini ve hırslarını bir kenara bırakarak yaşayan insanın başkalarının ihtiyaçlarını ve eksikliklerini fark edeceğini bilir. Kendi nefsini kontrol altında tutmasını bilen mümin, herkese karşı müşfik, hoşgörülü, sevgi dolu, fedakar, sabırlı, anlayışlı bir tavır gösterebilir. Rabbimiz’in hoşnut olacağı ahlakı yaşamak için karşısına çıkan her detayda en güzel tavrı göstermesi gerektiğini bilir ve bunun için çaba harcar. Müminlerin tek dost ve yardımcısı olan Yüce Rabbimiz’in rızasını kazanmayı ancak o zaman umabileceğini bilerek hareket eder. Bu nedenle üstün bir ahlaka sahip olan müminler çoğu zaman kendi haklarından dahi feragat ederek karşı tarafın rahatını, huzurunu, sağlığını, güvenliğini, keyfini ve neşesini sağlayacak şekilde davranmayı çok daha makbul görürler.

    Karşı tarafı her zaman kendinden üstün tutan salih müminler, daima gerçek imanın ve vicdanın gereğini yerine getirirler. Müminlerin bu üstün ahlakının en güzel örneklerinden biri Kuran’da şöyle anlatılmaktadır:

    “Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. ” (Haşr Suresi, 9)

  251. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 4:02 pm

    Gürültü patırtıların ortasında sukûnetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulduğunu unutma. Başka türlü davranma. Herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında, verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol. Sakin, kısa ve açık konuş. Başkalarını dinle. Abtal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları, Çünkü dünyada herkesin bir hikayesi vardır. Yalnız planların değil, başarılarının da tadını çıkar. Ne kadar küçük olursa olsun işinle ilgilen. Hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen, hayatın boyunca bir an çalışmış sayılmaz ve yorulmazsın. İşini öyle seveceksin ki, verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın. Olduğun gibi görün. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, kumsalda kum tanecikleri bile değildir. Aşka burun kıvırma sakın. O, çöl ortasında yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için, her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma. Kaybetmeyi, ahlâksızca bir kazanca tercih et. Birisinin acısı bir an, diğerinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki; o yolda mağlup olmak bile zafer sayılır. Senin ideallerin de böyle olmalı. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür. Yılların geçmesine öfkelenme. Gençliğine yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe, yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgarın yönünü değiştiremiyorsan, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek olsan da, unutma ki evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendinle barış içinde ol. Doğduğun zamanı hatırla. Sen ağlarken, herkes sevinç içerisinde görüyordu. Öyle bir ömür geçir ki herkes ağlasın sen öldüğünde. Sabırlı, sevecen, içten ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin.

  252. gullsen said,

    Temmuz 8, 2007 4:06 pm

    Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır.

    Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona.

    Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.

    Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı.

    Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.

    Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını…

    Eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı…

    Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.

    Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi…

    Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.

    Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.

    Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret…

    Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.

    Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini…

    Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.

    Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.

    Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır.

    Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.

    Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacakır…

    Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bakalım…

  253. AHMET said,

    Temmuz 9, 2007 9:29 am

    ABLA SEN NEYMIŞSİN…
    BEN BİR ERKEK OLARAK KENDİMDEN UTANIYORUM..
    ALLAH SENDEN RAZI OLSUN..
    HAKKINI BİZE HELAL ET…
    SEVGİLER…

  254. tevfik said,

    Temmuz 10, 2007 7:16 pm

    gülşen kardeşim allah senden razı olsun yafu mesrur oldum,gönlümüz sukünet buldu maşallah. devamını bekleriz.

    selam ve dua ile.

  255. ummugulsum said,

    Temmuz 11, 2007 5:22 pm

    Gullsen kardeş.
    Öncelikle zahmetin için sonrada bizi bazı konularda aydınlatan, dinimizi bize dahada çok sevdiren, ahiret için dahada çok çalışmamızı hatırlatan bu güzel yazılar için tşk ederim. Hiç bıkmadan usanmadan okunması gereken hatta tekrar tekrar okunması gereken şeyler var. Her okunuşta sanki az önce okunandan farklı bir şeyin yazdığı gibi bir hisse kapılıyor insan.
    Yazıların kaynaklarıda belirtilse daha hoş olurdu. Kaynakdan yola çıkarak daha derin araştırmalar yapılırdı. Belki onlarıda ilerde ekleyip bir kaç kişiyi daha mutlu edersin.
    Birde 55 tavsiyeleri zevkle okudum. Yalnız 42’inci tavsiye yarım kalmış ve 55 e kadar eksik. Belki onlarıda bir ara ekleyip bizleri sevindirirsin.
    Allah bizleri peygamberimizin ümmetinden eylesin. AMİN.
    Selametle….

  256. hakan said,

    Temmuz 12, 2007 2:16 pm

    gulşen ablam ALLAH’u rahman senden razı olsun ne mubarek bı ınsansın ya helal olsun sana selametle ALLAH’ın dostu

  257. hakan said,

    Temmuz 12, 2007 2:18 pm

    ayetullah kardes senden özür dılerım dogrusun sır bıle sırrını vermek istemez ama boş bulundum ALLAH affetsın kardesım cok pişman oldum

  258. ebuhureyre said,

    Temmuz 12, 2007 7:14 pm

    s.a.
    http://www.muridan.com ‘dan Kadirilik hakkında bilgi edinebilirsiniz…

  259. gullsen said,

    Temmuz 13, 2007 2:06 pm

    Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinden Tavsiyeler

    Ey aziz, Evliya-i kiramın hallerine kavuşmak, itikadı düzeltmek, namazları vaktinde kılmak, şehvetin arzularını unutmak, sıfatları bilmek ve zat-i ilahiyi sevmekle olur.

    Dünya ile olan gönül zarardadır Ukbâ ile olan gönül erir. Mevlâ ile olan gönül temiz ve ne güzeldir.
    Gafilin kalbi dünyaya bağlıdır. Zâhidin kalbi ukbâya bağlıdır.

    Ârif´in kalbi Mevlâya bağlıdır. Gönül, çok şefkatli bir arkadaştır. Kalbin Hakk ile olsun ve kalıbın halk ile kalsın

    Ey Aziz! Dil insanın terazisidir. Üç şey her belayı kendine çeker: Ciddi olmayan konuşma, şaka ve saçma sözdür. Arkadaşların gıybeti rezalettir.

    Şaka heybeti kıran afettir, minnet cömertliği yıkan felakettir. Konuşursan, doğru söyle, söz verirsen tut, tatlı konuşmak ve sesle selam sünnet-i kiramdır.

    Yumuşak söz ve bol selam insanların sevgisini kazandırır.

    Ey Aziz! Zikrullahın en üstünü, sessiz olarak kalb huzuru ile Lailahe illallah kelime-i tayyibesini tekrardır. Zikrullah, kalblerin nuru, ruhların huzurudur. Zikrullah bedene lezzet, ruha kuvvettir.

    Gözlerin cilası, sırların nurudur. Arifin adeti, Allahü Teâlâ´yı zikr ve O´ndan başkasını unutmaktır. Zikrullah sadra cila, akla nurdur. Kalblerin hayati, mahbubun likasıdır.

    Dilin adeti, kalbin düşüncesidir. Hakkı zikredeni, Hak da zikreder

    Imam Rabbaniden Hayat Dersleri

    Dünya bir seraptir

    Ey ogul!

    Bu dünya imtihan yeridir. Onun yüzü yaldizla ve çesitli yüzlerle süslenmistir. Sureti nakislidir. Çirkin bir kadin gibi kasi çekilmis, yanaklari boyanmis. Ilk bakista tatli gelir, göze tazelik ve canlilik hayali verir; lâkin gerçekte o üzerine koku sürülmüs cifeye benzer.

    Sineklerin ve kurtlarin içine doldugu bir çöplük gibidir. Su gibi görünür, o bir seraptir, Seker suretinde zehirdir. Içi harap ve çok kötüdür. Bu süsü ve hayasizligi ile söylenenlerin ve anlatilanlarin hepsinden serlidir.

    Onun asiki sefih ve büyülüdür. Fitneye düsmüs, çildirmis ve aldatilmistir. Kim onun görünüsüne aldanirsa ebedi kayip zehiri ile zehirlenmistir. Kim onun tazeligine ve tadina bakarsa sonsuzluga kadar pismanlik duyar.

    Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) söyle buyurmustur:

    \”Dünya ve âhiret iki kuma gibidir; birini razi etsen, digeri darilir.\”

    Dünya nedir?

    Ey ogul!

    Dünya nedir, bilir misin? Kadin, çocuk, mal, makam, reislik, oyun, oyuncak, lüzumsuz islerle ugrasmak…

    Bütün bu sayilanlardan hangisi seni alip Allah\´tan baska seylerle oyalayip perdelerse, o dünyaya dahildir.

    Gençlik tövbesi

    Ey ogul!

    Cenab-i Hak sonsuz inayetinden sana nasip verdi. Bilhassa gençlik çaginda sana tevbe nasip etti. Simdi bilmiyorum, o tevbede sebatli misin? Yoksa çesitli muzahrefat ile seytan seni azdirdi mi?

    Tevbe üzerinde durup devam ettirmek zor görülebilir, zira çag gençlik çagidir. Dünya malina gelince, elde etme sebepleri çok ve kolaydir, bu manada arkadaslarinin çogu da uygunsuzdur.

    Sana tefekkür lazim

    Ey ogul!

    Önemle üzerinde duracagin is, mübah seylerin zaruri olan miktari ile yetinmektir. Bu zaruri miktar da ibadetlerde kuvvet bulmak niyetiyle alinmalidir.

    Yenen yemekten maksat, ibadetin yerine getirilmesi için kuvvet kazanilmasi olmalidir. Elbise giymekten maksat, avret yerini örtmek, sicaktan ve soguktan korumaktir. Bu ölçüyü diger zaruri mubah islerde de devam ettirmelidir.

    Sana tefekkür lâzim. Kalbe dayali isleri yapmak gerek. Aksi halde yarin ziyandan ve pismanliktan baska bir sey elde edilmez.

    Gençlik büyük firsattir

    Ey ogul!

    Ibadete yönelme vakti gençliktir. Akilli olan bu vakti kaçirmaz, firsati ganimet bilir. Zira is önemlidir. Insan yaslilik zamanina kalmayabilir. Kaldigini farz edelim, derlenip toparlanmak nasip olmaz. Böyle bir derlenip toparlanmanin mümkün oldugunu farz edelim, bir amel islemeye güç yetiremez. Zira o zaman, zaafin ve aczin bastirdigi zamandir. Halbuki su anda derlenip toparlanma durumu vardir, elde eldilmesi kolaydir.

    Hele anne-babanin hayatta olmalari Yüce Hakkin nimetlerinden biridir. Senin geçimini onlar üzerine almistir. Iste bu mevsim firsat mevsimidir. Güç ve kuvvetinin yettigi mevsimdir. Bugünün isini yarina birakmak için su andaki durum nasil bir özür olabilir? Ertelemeye ne gerek var? Resulullah (a.s.m.) bu manada söyle buyurmustur: \”Isi erteleyen helak olur.\”

    Evet, bugün ahirete ait islerle bir mesguliyet varsa, bu düsük dünyanin isini yarina birakmak cidden güzel olur, tam bunun aksi ise pek çirkin bir sey olur.

    Su zaman gençlik zamanidir. Nefsin, seytanin ve din düsmanlarinin istilasi zamanidir. Bu zamanda yapilan az amele biçilen itibar, bu vakitlerden baska zamanlarda yapilan amellere biçilmez.

    Allah\´in emir ve yasaklarina uymali

    Ey ogul!

    Varliklarin özü olan insanin yaratilmasindaki gaye, oyun ve oyuncakla eglenmek, yemek ve içmek degildir. Onun yaratilmasindaki gaye, kulluk vazifelerini yerine getirmek, devamli bir sekilde Allah\´a iltica ve niyazda bulunmaktir.

    Dinin anlattigi ibadetlere gelince, bunlarin edasindan gaye, kullarin faydasi ve onlarin yararidir. Bunlardan hiçbiri Cenab-i Hakkin yararina degildir, çünkü onun böyle bir seye ihtiyaci yoktur.

    Durum böyle olunca, onlarin edasi memnuniyete sebep olmalidir. Bu emirlerin yerine getirilmesi ve yasaklardan kaçinmak için kosmali, çabalamalidir.

    Cenab-i Hak sonsuz zenginligi ile kullarina emir ve yasaklar yolundan ikramlar eylemistir. Bu durumda bize düsen, tam manasiyla bu nimetlere sükretmektir. Memnuniyetin en üstün derecesi ile emir ve yasaklardan ne varsa hepsinin yerine getirilmesi için çaba harcamaktir.

    Dogru haberci ile yalancinin farki

    Ey ogul!

    Yalan söyledigi defalarca denenemis olan bir kimse, \”Bu gece düsman hücum edecek\” diye bir haber verecek olsa, bu haber üzerine o beldenin ileri gelenleri derhal savunma tedbirleri alir. Bu haberi veren kimsenin yalanci oldugunu bildikleri halde o belanin giderilmesi için çareler ararlar. Çünkü tehlike ihtimaline karsi dikkatli olmak lazimdir.

    Halbuki, dogru haber veren Resulullah (a.s.m.) bütünüyle âhireti haber vermistir. Durum böyle iken bu haberden kimse müteessir olmamaktadir. Eger müteessir olsalardi, ondan korunma çareleri ararlardi. Kaldi ki, Resulullah Efendimiz ondan korunma çarelerini de göstermistir.

    O nasil bir imandir ki, dogru haberciye yalan haberci kadar itibar etmiyor.

    Mal ve mülk Allah\´indir

    Ey ogul!

    Nefis kendi özünde cimridir. Ilâhi emirleri yerine getirmekten kaçar. Bunun için devamli yumusak konusmalidir. Yoksa mal ve mülk bütünüyle Allah\´indir.

    Kula asil layik olan zekâti tam bir memnuniyetle vermektir. Yoksa nefsin arzularina uyarak ibadetin edasinda tembellik edip agirdan almak yakismaz.

    Fetvayi âhiret âlimlerinden almali

    Ey ogul!

    Dini hükümleri, fetvalari âhiret ulemasindan sorup ögrenmek gerektir. Zira onlarin sözlerinde tesir vardir. Belki onlara soruldugu için nefeslerinin bereketi ile amelde basari hasil olur.

    Ilmi kendilerine makam vesilesi yapan dünya alimlerinden kaçinmak gerekir.

    Dünya adamlariyla bizim ne isimiz var? Onlarla aramizda ne gibi bir münasebet olur ki, onlarin hayri ve serri üzerinde söz edelim.

    Tavsan uykusu ne zamana kadar sürecek?

    Ey ogul!

    Hayatinin en güzel zamanlan heva ve heveste geçti. Allah düsmanlarinin rizasini kazanma yolunda geçip gitti. Simdi ömrünün sonu kaldi. Bugün de bunu Hakkin rizasi istikametinde harcamazsak, o en güzel ömrün yerini doldurma isinde bir tedarik görmezsek, isterse pek az

    olsun, çekecegimiz zahmeti ebedi rahata vesile bilmezsek, az sevap islemek suretiyle çok günahlarimiza kefaret ettirmezsek, yarin hangi yüzle Allah\´in katina varacagiz? Hangi çareye basvuracagiz?

    Bu tavsan uykusu ne zamana kadar sürecek? Bu gaflet pamugu ne zamana kadar kulakta kalacak? Yakinda basiret gözünden gaflet kalkacak, hiç süphe edilmesin kulaktan bu gaflet pamugu da gidecek, lâkin o zaman ne faydasi olur? O zaman hasret ve pismanliktan baska bir sey olmayacak.

    Ölüm gelmeden önce amel islemeye bak. Kabrinde yaslanacagin bir sey hazirlamalisin. Öncelikle itikadini düzeltmelisin. Sonra dini yönden zaruri bilgileri ögrenmelisin. Fikih kitaplarinin açikladigi seyleri bilmeli ve amel etmelisin.

    Zikir gafletin kovulmasidir

    Ey ogul!

    Firsat ganimettir. Saglik ve bos zaman ise iki ganimettir. Vakitlerini devamli olarak Allah\´in zikrine harcamak gerekir. Hangi amel olursa olsun, dinin emri istikametinde ise o zikre dahildir, isterse alis veris olsun.

    Bütün hal ve hareketlerde dinin hükümlerine riayet etmek gerektir. Ta ki onlarin hepsi zikir ola… Zikir gafletin kovulmasindan ibarettir. Bütün islerde emir ve yasaklara riayet edilirse, emirleri veren yasaklari bildiren Zata karsi gaflet esaretinden kurtulus nasip olur. O Yüce Hakkin da devamli zikri hasil olur.

    Hayat seriat üzere olmalidir

    Ey ogul!

    Düsük dünya süslerine aldanmaktan sakin. Bu fani saltanata kanmamaya dikkat et. Bütün hal ve hareketlerinde seriata göre amel et. Hayat, temiz seriat üzere olmalidir.

    Ehl-i Sünnet ve\´l-cemaat âlimlerinin görüslerine göre öncelikle itikadi düzeltmek gerekir. Bundan sonra himmet dizginlerini amele faydali fikih hükümlerini yerine getirmeye sarfetmelidir.

    Farzlarin edasinde önemle durulmalidir. Helal ve haram islerinde dikkatli hareket etmelidir. Farzlarin yaninda nafile ibadetlerin durumu yolda birakilmis ve itibardan düsmüs gibidir. Halbuki bu zamanda insanlarin pek çogu nafile ibadetlere önem verip farzlari harap birakmaktadir. Nafile ibadetlere önem verip farzlari da düsük ve itibarsiz saymaktadirlar.

    Ilim, amel, ihlas lâzim

    Ey ogul!

    Bilmis ol ki, ebedî kurtulusun kolaylasmasi için insana su üç sey mutlaka lâzimdir: Ilim, amel, ihlâs.

    Ilim iki kisimdir: Birinci kisim, amel olup bunun izahini fikih üzerine almistir.

    Ikinci kisim, bundan maksat mücerred itikat ve kalbi yakindir. Bunun tafsilati kelâm ilmi üzerine yazilan kitaplarda vardir. Haliyle Ehl-i Sünnet ve\´1-cemaatin görüsüne göre… Söyle ki: Bunlar firka-i naciye olup, bunlara tabi olmadan hiç kimse için kurtulus ümidi yoktur. Bunlara kil kadar muhalefet olsa, is tehlikeye girer, hem de ne tehlike!

    Kul hakkini dünyada iken öde

    Ey ogul!

    Tam manasiyla kul hakkinin ödenmesi cihetine gidilmelidir. Bu yolda tam bir gayret gösterilmelidir. Ta ki, üzerinde hiç kimsenin hakki kalmaya. Çünkü bu dünyada hak ödemek kolaydir, yumusaklikla, tatli dille helallik dilemek mümkündür; ama âhirette is zordur. Orada çare bulmak mümkün degildir.

    Nefsin sevdasina kapilma

    Ey ogul!

    Nefis, makam ve bas olmak sevdasi üzerine yaratilmistir. Bütün gayreti, akrani üzerine üstün gelmektir.

    Bütün arzusu yaratilmislarin hepsi kendisine muhtaç, emrine ve nehyine boyun egmis olmaktir. Kendisinin hiçbir seye muhtaç olmasini istemedigi gibi, hiç kimsenin hükmü altina da girmek istemez.

    Bütün bunlar ondan gelen uluhiyet davasidir. Benzeri olmayan Yüce Yaratici ile ortaklik davasina girer. Mutlu olmaktan yana pek uzaktir.

    Hatta ortakliga bile razi olmaz. Yalniz kendisinin hâkim olmasini ister, baskasini istemez. Herseyi hükmü altinda görmek ister. Bir kudsî hadiste söyle buyurulur:

    \”Nefsine düsman ol, çünkü o Bana düsmanliga saplandi.\”

    Makam, reislik, yükselmek, büyüklenme hususunda nefsin isteklerini vermek suretiyle nefsi terbiyeye kalkismak ona yardim olur ki, hakikatte Yüce Allah\´a düsmanliktir. Onu takviye etmek dahi bu mânâyadir. Bu isin çirkinligi ciddi bir sekilde idrak edilmelidir.

    Bir kudsî hadiste\´Allah Teâlâ söyle buyuru:

    \”Kibriya ridamdir, azamet izarimdir. Bir kimse bunlardan birisi ile benimle nizaya tutusmak isterse, onu atesime atarim, haline hiç bakmam.\”

    Peygamberlerin gönderilmesinin hikmeti, nefs-i emmareyi âciz birakip onun yapisini tahrip etmektir. Dinî emirler nefsi arzulari kaldirmak için gelmistir. Ne kadar dinî emir islenirse, o kadar nefsanî arzu zail olur.

    Dinî hükümlerin birini yerine getirmek nefsanî arzularin izalesi için bin senelik riyazetten ve bu ugurda mücahededen daha faziletlidir.

    Bu riyazet ve mücahede seriat geregince olmayinca nefsin arzusunu takviye ve teyit eder. Brahmanlar ve Hindular riyazet ve mücahedede hiçbir kusur islemezler, fakat seriat dairesinde yapmadiklari için kendilerine hiçbir faydasi olmaz.

    Meselâ bir kimse dinin emrettigi zekât niyetiyle bir dinar verse, nefisten gelen bir arzu ile nefsin tahribi yolunda bin dinar harcamasindan daha faydalidir.

    Ramazan Bayraminda seriatin emrine uymak maksadiyla oruç tutmayip yemek, bir kimsenin kendiliginden tuttugu bin senelik oruçtan hayirlidir.

    Sabah namazinin iki rekât farzini cemaatle kilmak sabah namazini cemaatle kilmayi birakip geceyi sabaha kadar ibadetle geçirmekten çok faziletlidir.

    Hâsili; nefsin, baskanlik, üstünlük, yükseklik taslamak hususundaki bos kuruntulann pisliklerinden kurtulmadikça kurtulus mümkün degildir. Ondanki bu hastaligin izalesi zaruridir. Tâ ki, ebedi ölümle yüz yüze gelmeye…

  260. gullsen said,

    Temmuz 13, 2007 2:06 pm

    Gazali, üzerinde çalistigimiz \”Ey ogul\”un pîri ve üstadidir. Bu alanda yapilmis olan çalismanin ilki ve en mükemmelidir. Diger çalismalar büyük ölçüde bu kitabin üzerine bina edilmistir.

    Birçok dünya diline çevrilen, UNESCO tarafindan da yayinlanan Ey Ogul, batida ve doguda okuma rekoru kiran bir eserdir. \”Müslümanin yirmi dört saati\” demek olan bu kitap, ayrica bir ögüt ve nasihatler bütünüdür.

    Allah\´tan kork

    Ey ogul!

    Allah\´tan nasil korkulmasi gerekiyorsa öyle kork. Ona kulluk görevini geregi gibi yap. Haram kildigi seylerden mümkün oldugu nisbette kaçin. Allah\´in saadete uzanan yolundan ayrilma. Hayatini düzene sokan emirlerini sakin ihmal etme ki, yasayisin sihhat bulsun, gözlerin aydin olsun.

    Çünkü gizli ve kapali hiçbir sey Allah\´tan gizli ve kapali degildir.

    Babana itaat et

    Ey ogul!

    Senin hayatini renk katmak için güzel belgeler koydum. Onlari korur ve dediklerime kulak verir, günlük yasayisini ona uydurursan hükümdarlarin gözleri ve gönülleri sana karsi ilgiyle dolup tasacaktir.

    O halde su anda da, bundan sonra da babana itaat et.

    Bos sözden uzak dur

    Ey ogul!

    Aklinin hemen kabul etmeyecegi seyi söyleme. Lüzumsuz lâftan, çok gülmekten, saka ve alaya almaktan, din kardesinle tartismaktan sakin.

    Böyle yapmak saygidegerligi götürür, kin ve düsmanlik kapilan açar.

    Agirbasli ol

    Ey ogul!

    Agirbasli, terbiyeli, saygili ve nezaketli olmaya çok dikkat et ve itina göster. Ancak böyle yaparken gurura kapilma. Sonra senden bu sifatla söz edilir.

    Halka tepeden bakma. Sonra senden bu sifatla bahsedilir.

    Herkese hosnut davran

    Ey ogul!

    Dostuna da düsmanina da hosnutluk göster.

    Baskasina eza ve cefa etmekten kendini alikoy ve bunu onlardan korkup ürktügün için de yapma. Sadece iyi bir huy oldugunu düsünerek öyle davran.

    Ortayolu tut

    Ey ogul!

    Bütün islerinde ortayolu tut. Çünkü islerin en hayirlisi orta yoldur. Az konus. Karsilastigin her Müslümana selâm ver.

    Yürüyüsüne dikkat et

    Ey ogul!

    Ölçülü adimlarla yürü, ayaklarini yerde sürükleyerek yürüme. Saga sola baka baka yürüme.

    Etrafi rahatsiz ederek, basini sunun bunun kapisina dogru döndürme.

    Toplantilarda sunlara dikkat et

    Ey ogul!

    1. Ugradigin bir toplantida yer alanlarin üzerine dikilip durma.

    2. Sokak ve caddeleri meclis gibi kullanma.

    3. Dükkânlari sohbet yeri olarak seçme.

    4. Fikrî tartismada kendini hakli çikarmak için inat gösterme.

    5. Edep ve terbiyesini yitirmis patavatsiz kimselerle tartisma. Bir hüküm verirken \”sahsî görüsümdür\” de.

    6. Birseyi veya bir adami överken asiriya gitme.

    7. Bir mecliste oturmak istedigin zaman bagdas kurup otur.

    8. Sakin parmak çatlatma

    9. Sakalinla oynama

    10. Yüzügünle mesgul olma.

    11. Oturdugun bir yerde, bulundugun bir toplulukta dislerini kürdan ve benzeri seylerle temizlemeye kalkisma.

    12. Burnunla oynama

    13. Parmagini burnuna sokma.

    14. Yüzüne sinek konarsa yavasça onu kovmayi ihmal etme.

    15. Esnememeye dikkat et.

    16. Halkin seni hafife alacagi söz ve davranistan sakin.

    17. Bulundugun topluluk yol gösterici olsun.

    18. Sözlerin çok kiymetli bir nesne gibi paylasilsin.

    19. Güzel sözlere kulak ver.

    20. Konusulan bir sözün tekrar edilmesini isteme. Bu, onu dinlemedigini gösterir.

    Su kadindan uzak dur

    Ey ogul!

    Huysuz ve karaktersiz kadindan sakin. Çünkü böylesinin dili kocasi üzerinde çirkin ve agirdir. Dünyaya çocuk getirmesi, yüzündeki haya perdesini açmistir. Artik ne ev halkindan utanir, ne de konu komsusundan.

    Böyle kadinlar ne dünyaya yararlar, ne de âhirete. Bunlar ülfet ve sohbet edilmeye lâyik degildirler.

    Böylelerinin gizli hali olmaz. Aile sirrini sokaga dökerler. Iyilik ve hayri çoktan yere gömmüslerdir.

    Asik suratli olarak sabahlar, aksam nerede oldugu bilinmez.

    Onun sundugu bir yudum su serdir, zehirdir. Yemegi öfke, konusmasi maskedir. Evi perisan, elbisesi kir ve pastir. Yilan gibi sokar, akrep gibi isirir.

    Kocasi evet dese, o hayir der. Böylesi kadinlardan uzak dur.

    Kadinlarin bir kismi da geri zekâli ve hantaldir. Agir canli ve kit anlayislidir. Kocasini sever, kazancina razi olur; fakat günes dogup yükseldigi halde hâlâ sesi duyulmaz. Yemekleri bayat, kaplari kirli ve paslidir.

    Su kadinla da hayatini kur

    Ey ogul

    Kadinlarin bir kismi da sevimli ve merhametlidir. Bereketli ve feyizlidir. Soylu çocuk dogurur.

    Kendisine her zaman güvenilir. Komsulari arasinda itibarlidir.

    Aile sirlarim korur, kimsenin yaninda açmaz.

    Cömerttir, eli açiktir. Bagirip çagirmaz, alçak sesle konusur.

    Evi ter temizdir. Çocuklari çiçek gibi, gönül alicidir. Hayri süreklidir. Kocasi da o nisbette yumusak huyludur.

    Namus onun siari, terbiye degismez vasfidir.

    Firsatlari kaçirma

    Ey ogul!

    Fayda saglayacak firsatlari kaçirma. Muhtaç oldugun seylere iyice sahip çik. Görülmesini acele ettigin islerinde dikkatini baska taraflara dagitma.

    Içinde bulundugun toplumun âdet ve geleneklerine saygili ol.

    Âhirette seni rüsvay edecek çirkin âdet ve geleneklerden sakin.

    Birseyin neticesini iyice düsünüp hesaba katmadan yapmakta acele etme.

    Soysuz adamlarla tartisma

    Ey ogul!

    Soysuz adamlarla tartisma. Sonra onun kötü arzularini kendine çekmis olursun.

    Namus ve serefini koruyan insanlara herkes izzet ve ikramda bulunur. Böyle kimseler halk tarafindan itibar görür. Hakki bilmek, dogruluktan gelen bir fazilettir.

    Kendini zavalli ve fakir göstermeye çalisan kimse hakarete ugrar.

    Az kelime ile çok sey anlat

    Ey ogul!

    Bir meseleyi yazarken gereksiz kelime kullanma. Az kelimeyle çok sey anlatmaya çalis.

    Sonu gelmeyecek arzular pesinde kosmak, sapikliktir.

    Baskasini kinayan ve hep kusur söyleyen adamin dostu olmaz.

    Din süslerin en güzelidir.

    Kuru gürültü, bos yere vakit harcamaktir.

    Sarhosluk insanliktan uzaklasip seytanlasmaktir.

    Yapilan bir akdi bozan kimse sirtina bir kin yüklenmis olur.

    Yumusak söz büyüklerin ahlâkindandir.

    Evlenmek istedigin kizi iyi seç

    Ey ogul!

    Insanin hanimi huzur ve sükûnet kaynagidir. Bir kizla evlenmek istediginde ailesini iyice arastir ve ögren. Çünkü temiz ve asil bir aile tatli meyveler yetistirir.

    Bilmis ol ki kadinlar parmaklarimiz kadar birbirinden farklidirlar.

    Sirret ve karaktersiz kadindan sakin. Onlarin dis görünüslerine aldanma, böyleleri kocasina karsi kaba ve hirçindir.

    Kocasi kendisine saygili oldugu zaman bunu bir üstünlük sanar. Hiçbir iyilige karsi tesekkür etmesini bilmez. Az seye de hiç kanaat etmez.

    Dostunu iyi seç

    Ey ogul!

    Iki çesit dost ve kardes vardir. Birisi, basina bir bela geldigi zaman seni korur; digeri de mutluluk ve ikbal günlerinde senin dostundur.

    Belâ gelip ikbalden düstügünde dostluk yüzünü gösteren kardesi hakiki kardes ve dost bil ve dostlugunu korumaya çalis.

    Saadet günlerindeki dosta pek güvenme. Sikintili günlerinde dostluk bagini uzatmiyorsa, onu düsmanlarin düsmani bil.

    Insanlari iyi tani

    Ey ogul!

    Heveslerine ve nefsine uyan asagilik çukuruna yuvarlanir. Zarif görünümlü insanlar fazla ilgini çekmesin, dis görünüse pek aldanma. Çünkü insan, kalbiyle, düsüncesiyle ve diliyle adamdir, kiyafetiyle degil.

    Benzi sari, zayif kimseleri hor görme. Çünkü insan iki küçük et parçasiyla ölçülür: Kalbi ve dili. Öyleyse insanlarin bu iki degerinden faydalanmaya çalis; gerisi et, kan ve kemiktir.

    Fitneden sakin

    Ey ogul!

    Düsman ülkesinde de olsan fitne ve fesat çikarmaktan sakin.

    Kendinden asagi kimselere karsi çoluk çocugunu, seref ve itibarini yaygi yapma.

    Malini kendinden fazla kiymetli ve üstün tutma.

    Fazla konusma

    Ey ogul!

    Fazla konusma. Sonra bulundugun toplulukta tasinmasi güç bir yük olursun.

    Seninle beraber oturana karsi alicenap davran. Yanina oturmak isteyene güzel, nazik, hareket et.

    Baskasinin gözüne dikkatle bakip durma.

    Fazla lügat parçalayip yaldizli söz söyleme. Çünkü bu sözlerin dis görünüsü belki güzel sayilabilir, fakat gerçekte güzel degildir.

    Kendinden fazla söz etme

    Ey ogul!

    Çocugunu çok begendigini baskalarina anlatma.

    Hizmetçinin çok hünerli oldugundan baskalarina söz etme.

    Atindan ve kilicindan bahsetme.

    Gördügün rüyalari her yerde anlatmaya kalkisma. Çünkü gördügün rüyadan sevinç duydugunu belirttigin zaman beyinsiz ve seviyesiz insanlar bu konuda seni rahatsiz etmeye baslarlar.

    Kisiligini korumak için sunlara dikkat et

    Ey ogul!

    1. Saçini sakalini tarayip öyle sokaga çik.

    2. Beyaz killari koparmaya kalkma.

    3. Lüzumundan fazla güzel kokulu seyler sürünme.

    4. Bir ihtiyacini dile getirirken üzerinde israrla durma.

    5. Birtakim arzularinin yerine gelmesi için küçülme.

    6. Servetinin tam listesini, mevcut paranin tam rakamim çoluk çocuguna verme. Çünkü bunlar onu az görecek olurlarsa kendilerini zayif sanarlar. Çok görecek olurlarsa yasayislarinda degisiklik yapmak isterler. Onlari hirpalamadan belli ölçüde idare etmeye çalis.

    Tartismada sunlara dikkat et

    Ey ogul!

    1. Birisiyle tartisirken vakar ve efendiligini elden birakma.

    2. Bilgisizligini ortaya koyma. Bu konuda aceleci olma.

    3. Delillerini getirirken çok iyi düsün.

    4. Tartistigin kimseyle aranda hakem olarak yumusak huyunu gör.

    5. Elinle ve parmaginla fazla isarette bulunma.

    6. Fazla heyecanlanip yüzün turp gibi olmasin.

    7. Sakaklarin terlemesin.

    8. Karsindaki adam sana ölçüsüz davranir, küstahlikta bulunursa sen de nezih ve agirbasli davran.

    9. Seni kizdiracak olursa, yine ölçülü konusmaya çalis, kendi serefini düsün.

    Hükümdarla görüsmede sunlara dikkat et

    Ey ogul!

    1. Devrin hükümdari sana yakinlik gösterirse, onunla mizrak ucunda bulundugunu hesapla.

    2. Hiçbir zaman onu bu yakinligindan cesaret alip haddini asma ve kendini güven içinde hissetme.

    3. Son derece efendi ve yumusak davran.

    4. Ilâhî hükümlerden biri zedelenmedikçe hükümdarin hosuna gidecek sekilde konus.

    5. Onun sana lütuflari seni ölçüsüzlüge sürüklemesin.

    6. Sakin hükümdarla yakini arasina girme. Ancak iyilik ve hayirli islerde gir. Çünkü hükümdarla yakinlari arasina giren kisinin düsüsü çok ani ve sür\´atli olur.

    Konusurken su noktalara dikkat et

    Ey ogul!

    1. Söz verdiginde onu mümkün oldugu ölçüde yerine getir.

    2. Konustugunda ancak dogruyu söyle.

    3. Sagirlara seslenir gibi konusma.

    4. Dilsizlere hitap eder gibi sesini kisma.

    5. Makbul söz söyle, güzel konusmaya çalis.

    6. Seni dinleyenin oldugu takdirde konus.

    7. Ilgi duyulmayan yerde konusma.

    8. Halkin kabul etmeyecegi ve garip karsilayacagi olaylardan söz etme.

    9. Bazi sözleri devamli olarak tekarlayip durma: \”Yani, ondan sonra, evet evet evet, hayir hayir hayir,\” ve benzeri gibi…

    Büyüklerin sofrasinda dikkatli ol

    Ey ogul!

    Büyüklerle bir sofraya oturdugun zaman fazla su isteme. Etin kemigi ile fazla mesgul olma. Hiçbir yemegi ayiplama ve sofradaki hiçbir yiyecegi küçümseme. Sonra sofra sahibini üzmüs olursun.

    Gözü aç ve savurgan olma

    Ey ogul!

    Kendini iyice sikintiya sokmus bir miskin gibi gözü aç; mal kiymeti bilmeyen, ilerisini görmeyen bir sefih gibi savurgan olma. Sana ait haklari belirle. Dostuna saygili, düsmanina insafli ol.

    Nimetlere sükret

    Ey ogul!

    Allah\´in verdigi nimete dâima sükret.

    Musa Aleyhisselâm, münacatinda, \”Yâ Rabbi! Âdemogullarina el, ayak, göz, kulak ve sair birçok nimetler verdin. Âdemogullari bu nimetlerin sükrünü nasil îfa edebilir?\” diye sordu.

    Cenab-i Hak ona söyle buyurdu:

    \”Yâ Musa! Verdigim nimeti Benden bilip, kendi isinden ve çalismasindan bilmeyen kulum, ona verdigim nimetin sükrünü eda etmis olur. Verdigim nimetleri kendinden ve çalismalarindan bilip, Benden bilmeyen kulum da nimetin sükrünü eda etmemis olur. Kula lâyik olan gece ve gündüz Bana tesbih ve hamd etmektir.\”

    Fakirlere ihsan et

    Ey ogul!

    Cenab-i Hakkin ihsan buyurdugu nimetten fakirleri ve muhtaçlari hissedar etmek sükürdür. Eger kapina bir fakir gelirse, onun kalbini hos et, öyle gönder.

    Sadakayi gizli ver

    Ey ogul!

    Sadaka verirken gizli vermek, kendine bir musibet geldiginde bagirip çagirmayarak, yaygara yapmayarak gizlemek gerekir.

    Bir günah islediginde ceza gelmeden hemen tevbe et. Sadaka vermek siddiklar nisanidir. Onlar siddiklar zümresindendir.

    Tamahkâr olma

    Ey ogul!

    Tamahkâr olma. Kalbin kati ve kara olur. Çok mal arttirmak için hasislik etme.

    Salih insanlarin sohbetinde bulun

    Ey ogul!

    Âlimlerin ve sâlih insanlarin sohbet ve meclisinde bulunmayi elden birakma. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde söyle buyurmuslardir:

    \”Bir kimse ulema ve sâlihlerin meclis ve sohbetine giderse. Cenab-i Hak o kimsenin herbir adimina karsilik kabul olunmus bir hac sevabi ihsan eder.\”

    Âlim ve sâlih zatlar Allah\´in dostlaridir. Onlari ziyaret edenin sevabi Allah\´in evini ziyaret edenin sevabi gibidir.

    Darginlari baristir

    Ey ogul!

    Dargin ve küsülü olanlari baristir ki, sen de yarin Kiyamet gününde mesrur ve sad olasin.

    Musa Aleyhisselâm münacatinda, \”Yâ Rabbi! Küsülü iki kisiyi baristirana ne ecir verirsin? Senin rizani kazanmak için halka zulmetmeyenlere nasil bir mükâfat verirsin?\” diye sordu.

    Hak Teâlâ söyle buyurdu:

    \”Ben de yarin Kiyamet gününde ona selâmet verip korktugundan emin ederim.\”

    Merhametli ol

    Ey ogul!

    Cenab-i Hak sefkati ve merhameti sebebiyle Musa Aleyhisselâma peygamberlik verdi. Ey ogul! Sen de sefkat ve merhameti elden birakma ki merteben yüce olsun.

    Yeryüzünde olan mahlukata merhamet eyle. Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) söyle buyurmustur:

    \”Yâ Ebâ Hüreyre! Yeryüzünde olan mahlukata merhar met eylersen, Allah da sana merhamet eder.\”

    Anne-babanin rizasini al

    Ey ogul!

    Anne-baban yaslaninca elinden geldigi kadar onlara yardim et. Çünkü ebeveynin, sen küçükken türlü türlü zahmetini çektiler. Devamli onlarin hayir duasini al. Beddua ederlerse dünyan da, âhiretin de yikilir. Anne-babanin rizasi Allah\´in rizasidir. Onlarin öfkelenmesi Allah\´in gazabidir.

    Resul-i Kibriya Efendimiz (a.s.m.), \”Cennet onlarin ayagi altindadir\” buyurmustur.

    Bir hadiste söyle buyurmustur: \”Anne-babasina iyilik edenin, onlarin gönlünü alanin ömrü bereketli ve uzun olur. Yarin kiyamette azap görmez.\”

    Yakin akrabalarina iyilikte bulun

    Ey ogul!

    Amcan ve halan baban hükmündedir, teyzen ve dayin da ana hükmündedir. Onlara anne-babana ettigin hürmet gibi hürmet et. Hayir dualarini almaya çalis, sakin ihmal etme.

    Âmâ akrabana iyilik et

    Ey ogul!

    Senin evindeki bereket diregi, rahmetin vesilesi, sana gelecek musibetlerin gidericisi evindeki yasli âmâ akra-bandir. \”Idare edemiyorum, geçimim dardir\” deme. Onlarin vesilesiyle gelen bereket olmasaydi, geçimin daha da darlasacakti.

    Hocana hürmet et

    Ey ogul!

    Hocana tazim ve hürmet et. Çünkü hoca hakki ana-baba hakkindan fazladir. Ana-baban dünyani mamur ederken, hocan âhiretini mamur eder. Onun içindir ki, hocaya hürmet, ana-babaya hürmetten efdaldir.

    Hocani gördügün zaman elini öp, hürmet et, diz çöküp edeple otur. Senden bir istegi olursa, kendi isini birak, önce onun isini gör.

    Eger fakir ise elinden geldigi kadar yardim ederek hayir duasini al. Çünkü hocanin talebesine duasi, ana-babanin evladina duasi gibidir.

    Kardesinin ayibini gizle

    Ey ogul!

    Mü\´min kardesinin bir ayip ve kusurunu görürsen onu gizle, ifsa edip yayma.

    Resul-i Ekrem (a.s.m.) söyle buyurmustur:

    \”Kim bir mü\´min kardesinin kusurunu görür de, halkin yâninda onu rüsvay etmezse, Allahü Taâla Kiyamet gününde onun ayiplarini örter, mahserde halkin huzurunda rüsvay etmez.\”

    Hayirli islerde devamli ol

    Ey ogul!

    Hayirli amellerinde sebat et ve islemede devamli ol. Birgün yapip birgün terk etme.

    Peygamber Efendimiz (a.s.m.) söyle buyurmustur: \”Allah katinda en sevgili amel, daimi yapilan ameldir. Daimî yapilan amel kisiyi maksuduna ulastirir.\”

    Anne babana karsi gelme

    Ey ogul!

    Anne-babana karsi gelme. Gönüllerini kirma. Kalblerini incitme.

    Bir kimseden anne-babasi razi olmazsa o kimse için Cehennemden iki kapi açilir.

    Bir kimsenin anne-babasi zâlim olsa bile onlara karsi âsi olmamalidir.

    Cenab-i Hak, Musa Aleyhisselâma söyle buyurmustur: \”Ya Musa bil ki, günahlarin içinde bir günah vardir ki, mizanda en agir o gelir. O da anne-babasi çagirdigi zaman, çocugun onlara \´efendim\´ deyip cevap vermemesidir.

    Anne babani dariltma

    Ey ogul!

    Anne-baban sana darilirsa, sen onlara karsi gelme. Bir köle efendisine nasil hürmet ve itaat ederse, sen de ana-baban bir is buyururlarsa o isi çabucak yap ki, sana beddua etmesinler. Eger sana darilirlarsa onlara karsi kafa tutma. Ellerini öpüp hiddetlerini teskin et

    Izzet-i nefsini koru

    Ey ogul!

    Fakirlere karsi mütevazi ol. Zenginlere karsi zillet gösterme. Izzet-i nefsini koru.

    Kimseyi incitme

    Ey ogul!

    Âhirette selâmet istersen kimseyi incitme. Bir çocuk görünce, \”Bu günâh islememis masumdur. Ben günahkârim, bu benden üstündür\” de. Kendinden yasli birisini gördügün zaman da, \”Bu benden çok ibadet etmistir. Benden efdaldir\” de.

    Kendini herkesten asagi gör

    Ey ogul!

    Cahil birisini görürsen, \”Bu bilmeyerek günah isler, ben ise bile bile günah islerim, bu benden efdaldir\” de.

    Bir fakiri görürsen \”Bu imân ve saadetle gider. Ben ise nasil gidecegimi bilmiyorum. Bu benden efdaldir\” diye düsün.

    Eger bu sekilde kendini herkesten asagi görmezsen Allah katinda yüce olamazsin.

    Mü\´min kardesini sevindir

    Ey ogul!

    Mü\´min kardesini sevindir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) söyle buyurmustur:

    \”Bir kimse dünyada bir mü\´min kardesim sevindirirse, Cenab-i Hak kiyamet gününde onun kalbini ferahlatir.\”

    Baska bir hadiste de söyle buyurmustur:

    \”Bir kimse bir çocugu sevindirirse, Allah onu sirkten baska bütün geçmis günahlarini bagislar.\”

    Mü\´min kardesinin ihtiyacini gör

    Ey ogul!

    Elinden geldigi kadar mü\´min kardesinin ihtiyacini gör.

    Peygamber Efendimiz (a.s.m) söyle buyurmustur:

    \”Kim dünyada bir mü\´min kardesinin ihtiyacini giderirse, Cenab-i Hak, on\´u dünyada, altmisi da âhirette olmak üzere yetmis ihtiyacini giderir.\”

    Küçük ve büyük kardesine güzelce davran

    Ey ogul!

    Eger kardesin senden küçük ise, ona edep ve terbiyeyi ögret. Okut ve tahsil yapmasini temin et. Tatli sözlerle ögüt ver, fena hallere düsmesine mâni ol.

    Sayet kardesin senden büyükse, ona saygi ve hürmet göster, sözünü dinle, anlattiklarina kulak ver. Âhiret kardesine ise tazimde kusur etme. Senden bir haceti varsa, çabuk yerine getir. Çünkü, ana-baba bir kardesten âhiret kardesin daha hayirlidir.

    Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) söyle buyurmustur:

    \”Birbirleriyle Allah için âhiret kardesi olanlara, Cenab-i Hak âhirette bir derece ihsan eder ki, hiçbir amelle o manevî dereceye erisilemez.\”

    Eger âhiret kardesin uzakta ise ara sira ziyaret et, ihmal etme.

    Oglunu ve kizini iyi yetistir

    Ey ogul!

    . Ogluna ve kizina küçükken edep ve terbiye ögret. Onlari iyi yetistir. Büyüdükleri zaman ögretmen güç olur. Haniminin ve çocuklarinin bir suçu olursa bagisla.

    Peygamber Efendimiz (a.s.m.) söyle buyurmustur:

    \”Çocuklarinizin, haniminizin ve hizmetçinizin suçunu bagislayiniz.\”

    Küçüklerin kabahatim affetmek, büyüklerin sanidir.

    En efdal sadaka ehline, evladina ve hizmetçisine verdigin sadakadir. Bir hadiste söyle buyurulmustur:

    \”Bir kimse hanimina, çocuklarina ve hizmetçisine gönlünün istedigi yemegi yedirirse, Allah Taalâ ona bin derece ihsan eder.\”

    Oglunu yabanci kadinlarla ülfet ettirme. Yedi yasinda namazi, dokuz yasinda orucu ögret. Günah ve haram olan seyleri bellet.

    Misafire ikram et

    Ey ogul!

    Evine misafir gelirse kapida karsila, selâmini al. Izzet ve ikram ile \”Hos geldiniz, safa geldiniz\” diyerek önlerine düs.

    Odada üst basa oturt. Sen de asagiya otur. Yemek vaktinden önce gelmisse yemek çikar. Yemek vaktinden sonra gelmislerse tatli birsey ikram et.

    Kalkip giderken \”Rahatsiz oldunuz, özür dilerim\” diyerek kapiya kadar ugurla.

    Gece kalmak için aksam üstü gelen misafire de bu sekilde ikram et, yemek yedirdikten sonra gece fazla oturma. Belki misafir yorgundur. Münasip bir yere yatagini yap, yanina su koy, tuvaleti de göster. \”Allah rahatlik versin\” diyerek kendi odana çekil. Sabah olunca kahvalti çikar. Eger kalici misafir ise, kalincaya kadar gönlünü hos tut. Gidecegi vakit yemek yedirmeden birakma. Belli bir yere kadar yolcu et, \”Allah selamet versin\” diye dua et.

    Yiyip içerken sunlara dikkat et

    Ey ogul!

    1. Sofraya oturmadan önce ellerini yika.

    2. Sag dizini dikip sol dizinin üzerine otur.

    3. Tabagin ortasindan degil, kendi önünden ye.

    4. Sofrada saga sola egilerek yanindakileri rahatsiz etme.

    5. Agzinda lokma varken konusma.

    6. Agzindaki lokmayi kimseye gösterme.

    7. Etrafina çok bakma.

    8. Ekmegi isirip yemege batirma.

    9. Vücudunun rahatini istersen az ye ve az iç.

    10. Sofradan kalkinca da az su iç.

    11. Cemaat içinde sümkürüp tükürme.

    12. Su içerken acele ile bardagi dikerek, hort hort içme. Vücuda zarardir. Yavas yavas arada nefes alarak iç.

    13. Ayakta su içme. Sihhate zarardir.

    14. Bir kimse su isterken sen de isteme.

    15. Terli iken su içme.

    16. Gece uyanip su içmek dogru degildir.

    17. Eger çok susamissan önce agzini çalkala, sonra az iç.

    Çarsi pazarda sunlara dikkat et

    Ey ogul!

    1. Çarsi pazarda yürürken kimseye omuz vurma, incitme.

    2. Kimse ile alay etme.

    3. Meydanda yere sümkürme ve tükürme.

    4. Elle çekisip kavga etme.

    5. Sattigi seyi geri getirirlerse al.

    6. Yalan söyleme

    7. Kimseyi aldatma.

    8. Dükkânini erken aç, geç kapa ve kaparken Besmele çek ve \”La havle velâ kuvvete illâ billahi\”l-aliyyilazîm\”i oku.

    9. Halkla tatli konus.

    10. Yenecek birsey alirken sahibinin izni olmadan alip tatma.

    11. Aldigin yiyecegi evine açiktan götürme. \”O nedir?\” diyene tattir.

    Arkadaslik hukukuna riayet et

    Ey ogul!

    Bir kimseyle yol arkadasligi yaparsan onun ayaginca yürü, hizli yürüme.

    Öteye beriye sapma.

    Yol arkadasini birakip da bir tarafa savusma. Bir isle mesgul olup da bekletme.

    Arkadaslik hakkini ve onun aliskanliklarini gözet ki, senden hosnut olsun.

    Ondan ayrilacagin vakit helâllesip veda et ve elini sik.

    Hasta ziyaretine git

    Ey ogul!

    Hastanin halini hatirini sormak görgü kuralidir.

    Hastayi ziyaret ettigin zaman odasina habersiz girme.

    Içeri girerken selâm ver, hastanin sag yanina oturup elini oksa. \”Neren agriyor, hastaligin nedir, simdi nasilsin?\” diye sor. \”Insâallah geçer\” diye teselli et ve ümitlendir.

    Hastanin yaninda çok oturma.

    Ihtiyaci varsa elinden geldigi kadar yardim et.

    Eger hasta agir ve kendini bilmiyor veya doktor, kimse ile görüsmesini yasaklamissa odasina girme, ev halkindan haber al veya bir adam gönderip sordur:

    Hasta ziyareti insanî bir vazife oldugu gibi, sünnettir ve sevabi çoktur.

    Cenazeye katil

    Ey ogul!

    Akrabandan, dostlarindan veya memleketin ileri gelenlerinden biri vefat ederse cenazesine katil.

    Cenaze sahibine, evlat ve akrabasina orada hazir bulunanlara selâm ver.

    Vefat eden fakir ise cenaze masraflarina yardim et. Cenazeyi yaya olarak takip, etmek sünnettir. Mazeretin yoksa mezara kadar yaya git.

    Cenazeye katilamiyorsan ailesine mektup yazarak bassagligi bildir.

    Cenazede bulunmak ve cenaze namazini kilmak çok büyük sevaptir.

  261. gullsen said,

    Temmuz 13, 2007 2:08 pm

    İbrahim Hakkı Hazretlerinden Ögütler

    Kurtulus dogruluktadir

    Ey aziz!

    Konusursan dogru konus. Dogruluk keramettir. Yalan asagiliktir. Kurtulus dogruluktadir. Yalanci ve hileci seytandir. Lâkin görünüste insandir. Yalan söyleyen kimseden hayir umulmaz.

    Bos laflar ve sakalar zarara yol açar; ömrü bosa geçirmektir. Giybet ve koguculuktan sakin ki, bunlar insani halktan ve Haktan uzak ederler.

    Dili tatli olanin dostu çok olur

    Dil insanin terazisidir, âlim ve cahili ayiricidir. Mü\´min insaf etmeyene insafla gider. Ahlâki güzel olan yumusak söyler. Çok selâm ve tatli dil sevgiye sebeptir. Büyüklerin yolu güzel sözlü olmak ve açik selâm vermektir. Dili tatli olanin dostu çok olur. Sözü tatli olanin muhabbeti lazimdir.

    Özür dileyenin özrünü kabul et

    Allah\´i taniyan kisi insanlardan özür diler. Özür dileyenin özrünü kabul eyle. Sana eziyet edeni affedip tatli ve yumusak söyle. Elinden geldigi kadar kusurlari affet, ayiplan görmezden gel. Af ihsanlarin en güzelidir.

    Iyi arkadas hayatin süsüdür

    Iyilik yapanla kötülük yapani bir tutma. Iyilik edeni duadan unutma. Iyiligi unutup kusuru saklayan dost degil, düsmandir. Dostunun hatasina dayanamayan ölüm hastaliginda yalniz kalir. Dostun, gözün gibi olan insandir. Iyi arkadas hayatin süsü ve belada yardimcidir. Güzel görüsmekle arkadaslik devam eder.

    Mü\´min yumusak olur

    Mü\´min uysal ve yumusak olur, emin ve güvenilir olur. Ilim, yumusak huyun esasidir. Ilmin basi rifk ve bilimdir. Bereket rifk iledir. Hilmin basi kizginligini yenmek ve tahammüldür.

    Hikmetin basi insanlarla iyi geçinmektir. Insanin rifk ve cömertligi düsmanina kendini sevdirir. Hilmin zekâti güzel idaredir. Ilmin zekâti zeki insanlara ögretmektir.

    Ilmin süsü hilim ve rizadir. Hilmin süsü eziyete katlanmaktir. Kudretin süsü insaf ve adalettir. Nimetin süsü akraba ziyaretine gitmektir.

    Iyi insan aza da sükreder

    Büyüklenmek telefin esasidir. Kanaat kolayligin özü, tamah fakirin felaketidir. Söz vermek öyle bir hastaliktir ki, sifasi vefasidir.

    Akilli kimseye muhalefet etmek siddetli tekdire gider. Ahmaga cevap vermemek en güzel cevaptir.

    Iyi insan aza sükreder, kötü insan çogu da begenmez, kötüye kullanir.

    Iyi insan verdigi sözü yerine getirir. Sözünü tutmayani affeder.

    Hakka yaklasmak yalvarmakladir. Insanlara yaklasmak ise onlardan bir sey istememekledir.

    Cimri ve korkakla istisare etme

    Mesveret sana rahattir. Istisare rahmettir. Cimri ve korkakla mesveret etme.

    Iyi insan güzel hareketleri kendi üzerine borç bilir ve bunlari yerine getirir. Basa kakici alçak insanlar ise geçmiste yaptiklari iyilikleri halk üzerinde bir borç bilip almaya çaksirlar.

    Mü\´min, insanlarin eziyetlerine katlanir, ondan ise kimse incinmez. Iyi insan namusunu maliyla, kötü insan malini namusu ile korur.

    Yardim et ki, yardim olunasin

    Yardim et ki, yardim olunasin. Kötülük edene iyilik et ki, ona sahip olasin. Kendine razi oldugun sözü insanlara söyle.

    Senden büyüklere itaatli ve saygili ol ki, senden küçükler seni saysinlar.

    Sahibinin degerini düsüren isten kaç ki, soruldugu zaman utanip inkâr eder. Iyi bir insana ihanet ettinse ondan sakin; kötü bir insana iyilik yaptinsa kendini ondan koru.

    En faydali hazine gönüllerdeki sevgidir. Miskin Allah\´in gönderdigi insandir, ona bir sey veren, onu gönderene vermis olur; vermeyen, gönderene vermemis olur.

    Güzel ahlâkin en güzeli sana gelmeyene senin gitmendir, seni mahrum edene senin iyilik etmendir. Sana zulmedeni affetmendir. Halkin sana ihtiyaci, Hakkin nimetinin revaç bulmasidir.

    Cömertlik insanin süsüdür

    Malik olursan rifkeyle, söz verirsen tut, iyilik yaparsan gizle. Basa kakicilarin yaninda oruçlu ol. Baskasindan kötü bir huy gördünse, onun benzerinden sakin.

    Sevginin sebebi cömertliktir. Cömertlik zenginlige ve rahatliga sebeptir. Cömertlik insanin süsüdür. Cömertlikle efendilik olur. Insanlarin elinde olandan elini çekmek iki cömertligin biridir.

    Sükür ile nimet artar. Tatlilikla zorlar kolay olur. Herkese selam vermek güzel haslettir.

    Kanaatin meyvesi azizliktir

    Tevazu ilmin meyvesidir. Tevazu seref süsüdür. Tevazuun meyvesi yükselmektir. Kanaatin meyvesi azizliktir.

    Güzel huy her faziletin esasidir. Güzel huy insana hayirli arkadastir. Güzel huy insana Hakkin nimetidir. Güzel huy insani saadete götürür.

    Insanlarla öyle ol ki, bir tarafa gitsen seni arzu eylesinler. Vefat edersen sana aglayip, senden söz etsinler.

    Ülfetin sebebi vefadir. Ayriligin sebebi ihtilaftir. Fakirligin sebebi israftir.

    Gönüldeki sükûnet en güzel süstür.

    Insanlarla iyi geçinenin ayiplari örtülür

    Malinla cömert, sirrinla cimri ol ki, mal veren aziz, sir veren zelildir. Seni öven belki bogazlar. Sana ayibini söyleyen nasihat eder.

    Insanlarla eziyet etmeyene kimse düsman olmaz. Senin hakkinda iyi düsünce besleyeni dogru çikar.

    Insanlara iyi geçinen selâmet bulur. Kizginligina hakim olan halimdir. Sehvetine sahip olan hakimdir.

    Insanlarla iyi geçinenin ayiplan örtülür. Halkin ayiplarini arayanin ayiplan duyulur.

    Alime hürmet Hakki tazimdir

    Ögüdü kabul eden yüzkaraligindan kurtulur. Sana teveccüh edene yardim etmen gerekir. Alime hürmet Hakki tazimdir. Insanlar için kuyu kazan kendi düser içine.

    Küçük musibeti büyük sayan daha büyügüne tutulur. Halka ihsan eden, Haktan ihsan bulur.

    Insanlara tesekkür etmeyen Allah\´a sükretmis olmaz

    Senden razi olana tesekkür etmek onun riza ve cömertligini arttirir. Senden razi olmayana tesekkürün, ondan sana baris ve sevgiye sebep olur. Insanlara tesekkür etmeyen Allah\´a sükretmemis olur. Yaninda baskasina tesekkür eden senden bir sey istemis olur.

    Namahreme bakmayanin kalbi rahat olur

    Insanlardan utanmayan Allah\´tan haya etmemis olur. Namahreme bakmayanin kalbi rahat olur.

    Sana söz getiren, senden de söz götürür. Babasina ve annesine itaatli olan, evladini kendisine itaatli bulur.

    Görmemezlikten gelmek gibi hilim, bilmemezlikten gelmek gibi akil olmaz. Allah katinda günah olanda, kullara itaat olunmaz.

    Akilli olana gerektir ki, doktorun hastaya söyledigi gibi söylesin. O hiddet ve siddet gösterdikçe bu yumusak söylesin.

    Halkin begenmedigi isleri isleme ki, hakkinda iftiraya baslamasinlar.

    Geçimli hanim iki rahatin biridir

    Kadin reyhandir, kahraman degil, onu yük altina atma. Kadina yük olma. Geçimli hanim iki rahatin biridir.

    Sakin mecliste kimseden yüksekte oturma. Meclistekiler seni yüksege oturtmadikça sen yukarida bulunma.

  262. gullsen said,

    Temmuz 13, 2007 2:14 pm

    Hz.Ali´den (k.v.) İbretli ve Eğitici Bir Dua

    Allah´ım! senin her şeyi kaplayan rahmetin hakkına; kendisiyle her şeye üstün geldiğin, karşısında her şeyin boyun eğdiği gücün hakkına; her şeye galip geldiğin ceberutun hakkına; önünde hiç bir şeyin duramadığı izzetin hakkına; her şeyi dolduran azametin hakkına; her şeye üstün gelen saltanatın hakkına; her şeyin fani olmasından sonra baki kalacak vechin hakkına; her şeyin temellerini dolduran isimlerin hakkına; her şeyi ihata eden ilmin hakkına ve her şeyi aydınlatan cemalinin nuru hakkına senden niyaz ederim.

    Ey Nur, ey Kutlu, ey evvellerin evveli ve ey ahirlerin ahiri! Allah´ım! Benim ismet perdesini yırtan günahlarımı affet. Allah´ım! Bedbahtlıklara yol açan günahlarımı affet. Allah´ım! Nimetleri değiştiren günahlarımı affet. Allah´ım! Duanın icabetini önleyen günahlarımı affet.

    Allah´ım! Belanın inmesine sebep olan günahlarımı affet.

    Allah´ım! işlediğim bütün günahları ve yaptığım bütün hataları affet.

    Allah´ım! Ben sana zikrinle yaklaşmak istiyorum, ve seninle senden şefaat diliyorum; ve cömertliğin hakkına beni kendine yaklaştırmanı ve şükrünü eda etmeyi bana nasip kılmanı ve zikrini bana ilham etmeni istiyorum.

    Allah´ım! Huzu, huşu ve zelil olmuş bir dille, senden (hatalarıma) göz yummanı, bana merhametli davranmanı, beni verdiğine razı, kanaatkar ve her durumda mütevazı kılmanı diliyorum.

    Allah´ım! İhtiyaç ve yoksulluğu şiddetli olan, ve hacetini zorluklar anında kapına getirene, katında bulunanlara büyük rağbeti olan kimsenin yalvarışı gibi sana yalvarırım.

    Allah´ım! saltanatın büyük ve mekanın yücedir, tedbirin gizlidir; emrin açık; kahrın galip ve kudretin her yerde caridir;(yürürlüktedir) ve senin hükümetinden kaçmak imkansızdır.

    Allah´ım! Senden başka günahlarımı affedecek; kabahatlerimi öretecek; kötü amelimi iyiye çevirecek birini bulamam.

    Senden başka ilah yoktur; münezzehsin; sana hamd ederim.

    Ben kendime zulmettim ve cahilliğim yüzünden itaatsizlik yaptım, ve eskiden beri sürekli bana lütuf ve ihsanında bulunduğun için kendimi güvende hissettim (ve korkmadan sana karşı geldim.)

    Allah´ım! Mevlam! Nice kötülüklerimin üzerini örttün; nice belaları benden geri çevirdin; nice hatalardan beni korudun ; hoşa gitmeyen şeyleri uzaklaştırdın; layık olmadığım nice güzel övgüleri benim hakkımda yazdın.

    Allah´ım! Belam büyümüş, halimin kötülüğü haddi aşmış; amellerim beni aciz bırakmış, (heva ve heves) zincirlerim beni çökertmiş, uzun arzularım beni menfaatimden alıkoyup hapsetmiş, ve dünya beni boş şeylerle aldatmış; ve sürekli kötülüklere çeken nefsim, cinayeti ve müsamahakarlığımla beni aldatmış.

    Ey Seyyidim! İzzetinin hakkına senden istiyorum ki; amelimin kötülüğü, duamın kabulünü önlemesin ve bildiğin gizli sırlarımı açarak beni rezil etme; gizlice işlediğim kötü amelim ve davranışım, sürekli ihmalkarlığım ve cahilliğim, nefsani isteklerim ve gafletimin çokluğu yüzünden, beni cezalandırmada acele etme.

    Allah´ım! İzzetin hakkına her durumda bana karşı merhametli ve bütün işlerimde rauf ol.
    Mabudum, Rabbim! senden başka kimin var ki, ondan, kötü durumumu gidermesini ve bu halime bakmasını dileyeyim.

    Mabudum, Mevlam! sen bana hükmettin; bense o hükümlerin hususunda nefsime uydum; bu konuda düşmanım (şeytan)´ın (günahları) tezyin etmesinden korkmadım; böylece beni istediği gibi aldattı ve alınyazısı da bu işte ona yardımcı oldu; işte bu başıma gelenlerden dolayı bazı sınırlarını aştım; ve bazı emirlerine karşı çıktım; bütün bunlarda sana hamd etmek benim vazifemdir.
    (Amellerim dolayısıyla) Hakkımda yürütülen kaza ve kaderin; ve beni yakalayan hüküm ve imtihanın karşısında gösterecek hiçbir mazeret ve bahanem yoktur.

    Ey Rabbim! Kendimi ihmal edip işlediğim kusurlardan sonra; özür dileyerek, pişman ve perişanlık içerisinde affını ve mağfiretini ümit ederek, tövbe edip tekrar (sana) yöneldim ve günahımı ikrar ve (suçluluğumu) itiraf ederek senin huzuruna geldim.
    İşlediğim günahlardan kaçacak bir mekan ve zor durumlarda sığınacak bir yer bulamıyorum; mazeretimi kabul edip beni sonsuz rahmetine dahil etmenden başka ümidim yok; o halde mazeretimi kabul eyle ey Allah´ım ve perişanlığımın şiddetine acı (heva ve heves) zincirlerinden kurtar beni.

    Rabbim! Bedenimin zayıf, derimin ince ve kemiklerimin hassas oluşuna acı.

    Ey yaratılışımı gerçekleştirip beni yad eden, beni terbiye edip iyilik ve rızık veren; bağışının başlangıcı ve bana yaptığın geçmiş iyiliklerin hürmetine beni affeyle.

    Ey Mabudum, Ey Seyyidim ve Rabbim! Vahdaniyetine inandıktan; marifetin bütün kalbimi doldurduktan; dilim zikrinle meşgul olduktan, muhabbetin içime işleidkten, Rububiyet makamına boyun eğerek sadakatle (günahlarımı) itiraf edip, doğrulukla (sana) dua ettikten sonra, beni cehennem ateşiyle azap etmen görülüp (inanılacak) şey mi?
    Böyle bir şey senden uzaktır; sen kendi yetiştirdiğin birisini zayi etmezsin; yakınlaştırdığın birisini kendinden uzaklaştırmazsın, barındırdığın birisini kovmazsın, veya kendisine merhamet ettiğin kimseyi belalara teslim etmezsin. Sen bütün bunlardan yücesin.

    Keşke bir bilseydim, Ey Seyyidim, Mabudum ve Mevlam! Azametin karşısında secdeye düşen yüzlere; sadakatle vahdaniyetine şahadet eden ve medh ile sana şükür eden dillere; ilahlığını gerçekten itiraf eden kalplere, senin marifetinle dolup taşan ve böylece huşuyla eğilen batınlara cehennem ateşini musallat eder misin? Ve itaat etmek üzere ibadet yerlerine koşan ve günahını itiraf ettiği halde senden mağfiret dileyen uzuvları (azaba duçar eder misin?)

    Senin hakkında böyle düşünülemez; senin fazl-u keremin bize böyle tanıtılmamıştır Ey Kerem Sahibi, Ey Rabb!

    Dünyanın azıcık bela ve cezası ve ondaki zorluklar karşısında benim tahammülsüzlüğümü sen biliyorsun; halbuki dünyadaki bela ve zorlukların devamı az, tahammülü kolay ve süresi kısadır; o halde nasıl tahammül edeyim ahiretteki belaya; orada meydana gelecek büyük zorluk ve acılara?
    Halbu ki o belanın müddeti uzun ve süreklidir ve ehline bir hafifletme de olmaz.
    Çünkü bu azap ancak, senin intikam ve gazabından kaynaklanır.
    Bu ise göklerin ve yerin dayanamayacağı bir şey.

    Ey Seyyidim! O zaman senin güçsüz, zelil, hakir, muhtaç ve biçare bir kulun olan ben nasıl dayanabilirim.

    Ey Mabudum, Rabbim, Seyydim ve ey Mevlam! Hangi şeyden dolayı sana şikayette bulunayım ve hangisi için ağlayıp sızlayayım? Azabın elem ve şiddetine mi? Yoksa belanın devamı ve süresinin uzunluğuna mı?

    Eğer bana ceza çektirmek için düşmanların yanında yer verirsen, ve bela ehliyle beni bir araya toplarsan, beni dostların ve velilerinden ayırırsan, Ey Mabudum, Ey Seyyidim, Mevlam ve Rabbim! azabına tahammül edebilecek olsam bile, senin ayrılığına nasıl dayanabilirim?
    Diyelim ki ateşinin hararetine dayandım, ama keremine nazar etmekten mahrum olmama nasıl sabredeyim?
    Yahut affını ümit ettiğim halde ateşe nasıl gireyim.

    İzzetin hakkına ey Seyyidim ve Mevlam, sadakatle yemin ediyorum ki:
    Eğer konuşmama izin verirsen, cehennem ehli arasında, ümitliler gibi sürekli dergahına yönelip inlerim; medet dileyenler gibi feryat edip yardım dilerim senden; ve bir şeyini kaybedenler gibi ağlayıp sızlarım sana; ve seni çağırıp “Neredesin Ey Müminlerin Velisi!” der dururum.

    Ey ariflerin en yüce arzusu! Ey dileyenlerin imdadına yetişen! Ey sadık kalplerin dostu! Ve ey alemlerin ilahı! (Neredesin)?

    Ey Mabudum! Münezzehsin sen. Ve ben sana hamt ediyorum.

    Olacak şey mi, sana karşı gelmesi yüzünden cehennemde tutulan, ve günahından ötürü onun azabını tadan, ve onun tabakaları arasında, işlediği suç ve cinayetten dolayı hapsedilen Müslüman bir kulunun sesini duyasın da affetmeyesin, oysa o kul, rahmetine göz diken biri gibi inlemekte, ve tevhit ehlinin diliyle seni çağırmakta, ve rububiyet makamını vasıta ederek sana el açmada.

    Ey Mevlam! O, senin önceden yaptığın merhametini umduğu halde, nasıl azapta kalabilir? Ya da senin ihsan ve merhametini ümit ettiği halde ateş nasıl onu incitebilir? Yahut Sen onun sesini işittiğin ve yerini gördüğün halde ateş nasıl onu yakabilir ? Ya da, sen onun zaaf ve göçsüzlüğünü bildiğin halde cehennemin alevleri onu nasıl kuşatabilir? Ya da sen onun sadakat ve doğruluğunu bildiğin halde, cehennemin tabakaları arasında nasıl kıvranıp kalır? Yahut, o, seni “Ey Rabbim” diye çağırırken, cehennemin azap melekleri nasıl ona eziyet edebilir? Ya da cehennemden kurtulmak için senin lütuf ve keremini dilediği halde onu nasıl orada bırakırsın?

    Sen münezzehsin, hakkında bunlar düşünülemez; senin fazlınla ilgili tanıtılan bunlar değildir; ve bunlar senin muvahhit insanlara yaptığın ihsan ve iyiliklere benzeyen şeyler de değildir.
    Ben şüphesiz biliyorum ki, eğer inkarcılarını azabına hükmetmeseydin ve düşmanlarını ebedi azaba duçar etmeyi kararlaştırmasaydın, ateşi tamamıyla soğuk ve selamet ederdin; ve onda hiç kimse yer almazdı.

    Ama sen, isimleri mukaddes olan! Cehennemi, insanların ve cinlerin kafirleriyle doldurmaya, ve düşmanları orada ebedi olarak tutmaya yemin etmişsin.
    Ve sen, (ey) medhi yüce olan! Evvelden beri söylemiş ve sürekli olarak nimet verip kerem ve ihsanda bulunmuşsun: buyurmuşsun ki: “”Mümin olan bir kimse, fasık olan kimseyle bir olur mu? Hayır, onlar aynı olmazlar.”

    Mabudum, Seyyidim! takdir ettiğin kudret hakkına, ve hükmedip kesinlik kazandırdığın kaza ve kaderine ki, kime takdir etsen galip gelirsin, bu gecede ve bu saatte benim işlediğim bütün suçları ve günahları, ve gizlediğim bütün kötülükleri affet; yaptıktan sonra üzerini örttüğüm veya açığa çıkardığım, gizleyip veya aşikar ettiğim cahilliklerimi, ve amelleri yazmakla görevli melekleri kaydetmelerine emrettiğin kötülüklerimi affet! Öyle melekler ki, benim yaptığım amelleri zaptedip korumakla görevlendirdiğin uzuvlarımla birlikte onları da bana gözetleyici yaptın; ve kendin de bunların ardından gözetleyicim oldun ve onlara gizli kalan şeylere şahit oldun, rahmetinle gizledin ve fazlınla onları örttün ve indirdiğin her hayırdan ve gönderdiğin her ihsandan, yaydığın her iyilikten yahut dağıttığın her rızktan, affettiğin günahlardan veya kapattığın hatalardan nasibimi arttırmanı diliyorum.

    Ey Rabbim, ey Rabbim, Ey Rabbim!
    Ey Mabudum, ey Seyyidim, ey Mevlam ve ey benim Sahibim!
    Ey varlığımı elinde tutan!
    Ey zorluk ve çaresizliğimi bilen!
    Ey fakirlik ve yoksulluğumdan haberdar olan!
    Ey Rabbim, ey Rabbim, ey Rabbim!

    Hakkın, kudsiyetin, en yüce sıfatın ve ismin hürmetine senden dileğim şudur: Gece ve gündüzden oluşan vakitlerimi zikrinle canlandır, ve beni kendi hizmetinde tut, ve amellerimi kendi indinde kabul buyur; öylesine ki, artık bütün amellerim ve zikirlerim tek zikir şekline dönüşsün, ve bütün hallerim senin hizmetinde geçsin.

    Ey Seyyidim, ey güvenip dayandığım ve ey kendisine hallerimi sunduğum (Allah)!
    Ey Rabbim, ey Rabbim, ey Rabbim!
    Uzuvlarımı hizmetin için güçlendir; sana yönelmemde kalbime güç ve sebat ver; senden korkmada ve hizmetini sürdürmede bana öylesine bir ciddiyet ver ki, sana kulluktaki yarış meydanlarında sana doğru koşayım, ve bu yolda mücadele verenler arasında yer alıp hızla sana doğru geleyim, ve sana gönül verenler arasında senin yakınlığına meyil edeyim, ve ihlaslılar gibi sana yakınlaşayım, ve senden yakiyn ehlinin korktuğu gibi korkayım, ve indinde müminlerle bir araya geleyim.

    Allah´ım! Bana kötülük yapmak isteyeni cezalandır; bana tuzak kuran kimseye tuzak kur, ve beni, yanında en iyi pay alan, ve sana göre en yakın makama sahip olan, ve sana hususi yakınlığı olan kullarından eyle, Gerçekten bunlara erişmek, ancak senin lütuf ve kereminle olur.

    Cömertliğin hakkına bana cömert davran ve yüceliğin hakkına teveccüh eyle bana.
    Rahmetin hakkına koru beni ve dilimi zikrine alıştır, ve kalbimi, kendi muhabbetine bağlı kıl, ve dualarımı iyi bir şekilde kabul etmekle beni minnettar eyle; yanılgılarımdan geç ve hatalarımı affet; muhakkak ki sen, kullarının sana ibadet etmelerine hükmettin; sana dua etmelerini emredip, kabul etmeyi taahhüt ettin; o halde ey Rabbim! Yüzümü sana çevirdim ve ellerimi sana açtım; izzetin hakkına duamı kabul eyle ve arzularıma ulaştır; fazlın ve kereminden ümidimi kesme; beni insan ve cinlerden oluşan düşmanlarımdan koru. Ey çabuk razı olan! Duadan başka bir şeye sahip değilim, affet beni; muhakkak ki sen her istediğini yaparsın.

    Ey ismi deva, zikri şifa ve itaati zenginlik olan! Sermayesi ümit ve silahı ağlamak olan bana merhamet eyle.

    Ey nimetleri tamamlayıp yayan, ey zorlukları defeden! Ey karanlıklarda dehşete kapılanların nuru! Ey öğretilmeden bilen! Muhammed ve Ehli Beyt?ine salavat gönder, ve bana da sana yakışan şekilde muamele et.

    Allah´ın rahmeti, Peygamber?ine ve onun soyundan gelen mübarek İmamlara olsun. Ve Allah´ın sonsuz selamı onların üzerine olsun.

  263. gullsen said,

    Temmuz 13, 2007 2:56 pm

    Hz.Mevlana´dan İbretli Sözler ve Tavsiyeler

    Şu üç şey hakkında dudağını kıpırdatma: Gittiğin yol, paran, bir de mezhebin.

    Çünkü bu üçünün de düşmanı çoktur. Düşman bildi mi sana pusu kurar.

    Ok gibi doğru ol da yaydan kurtul. Çünkü her doğru okun, yaydan fırlayacağına şüphe yoktur.

    Söz söylemek için önce dinlemek gerekir. Söze, kulak verme yolundan gir.

    Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Allah?ın sözüdür.

    Sel akmağa başlar başlamaz önünü kes, yolunu bağla. Yoksa alemi perişan ve harap eder, her tarafı yıkar.

    Fakat harap olmaktan niye gamlanayım? Harabenin altında padişah hazinesi var!

    Kimin namazında mihrab ve kıblesi Ayn (Allah?ın zatı, cemali) olursa onun tekrar iman tarafına gitmesini ayn ve kusur bil.

    (Hak) Bu yolda yolun, tırmalan, son nefese kadar bir an bile boş durma!

    Olabilir ki son nefeste bir dem inayete erişirsin. O inayet, seni sırdaş eder.

    Dünyanın lütfetmesi ve yaltaklanması, hoş bir lokma-dır, ama az ye. Çünkü ateşten bir lokmadır!

    Ateş gizlidir, zevki meydanda. Dumanı sonunda mey-dana çıkar.

    Nefis, çok övülmesi yüzünden firavunlaştı. Alçak gönüllü, hor, hakir ol; ululuk taslama!

    Elinden geldikçe kul ol, sultan olma! Top gibi zahmet çekici ol, çevgân olma!

    Yoksa; senin bu letâfetin, bu güzelliğin kalmayınca o, seninle düşüp kalkanlar, senden usanırlar.

    ?Zamanınızdaki günlerde Rabbinizin güzel kokuları vardır. Kendinize gelin; o güzel kokuları almaya çalışın.? ( Hadis)

    Sen mâdem ki zahiri önü, sonu düşünmektesin, ancak ve ancak bu gam ve neşe alemindesin. Ey hakikatte yok olan!. Yok olan; nerede ön, nerede son!

    Yağmurlu gündür, gece çağına kadar yürü! Bu yağmur bildiğimiz yağmur değil, Rahmet yağmurlarından.

    Eğer, ?cüzü külle muttasıl?dır, ayrılmaz dersen diken ye, gül isteme. Diken de gülden ayrılmaz.

    ?Cüzü külle? ancak bir yüzden bağlıdır. Yoksa Hakk?ın peygamberleri göndermesi abes olurdu.
    )

    Sakın, endişelerden sakın! Fikir, aslan ve yaban eşeğidir; gönüller de ormanlıklar.

    Perhizler, ilaçların başıdır. Çünkü kaşınma uyuzluğu artırır.

    Perhiz, şüphe yok ki ilacın aslıdır. Düşüncelerden perhiz et de can kuvvetini gör!

    Akıllı, o kişidir ki, çekinilen belada dostların ölümünden ibret alır.
    Kendinize gelin. Allah?ın gayreti, pusudan çıkmayı görsün: baş aşağı yerin dibine gidersiniz.

    Vehmi, fikri, duyguyu, anlayışları sopa gibi çocuk atı bil!

    Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür.

    Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim, insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insana mal olmayan ilim yükten ibarettir.

    Hakikati olmayan bir adı hiç gördün mü? Yahut ?Kâf? ve ?Lâm? harflerinden gül topladın mı?

    Mâdem ki, ismi okudun; var müsemmayı da ara. Ayı gökte bil, derede değil!

    Addan ve harften geçmek istersen hemencecik kendini tamamıyla kendinden arıt (yok ol!)

    Demir gibi demirlikten çık, renksiz bir hale gel. Riyazatta tozsuz, passız bir ayna ol!

    Kendini kendi vasıflarından arıt ki, asıl kendi saf, pak zatını göresin.

    O vakit kitap, müzakereci ve üstat olmaksızın gönlün-de peygamberlerin ilimlerini görür bulursun.

    Din ehlini kin ehlinden ayırt et; Hak?la oturanı ara, onunla otur!

    Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil. Sabret, doğrusunu Allah daha iyi bilir.

    Aslanlar gibi avını kendin avla. Yabancının yaltaklan-masını da terk et, akrabanın yaltaklanmasını da!

    Aşağılık kişilerin hürmetini, hatır saymasını, o halden bil. Kimsesizlik, adam olmayan kişilerin işvesinden iyidir.

    Miski tene sürme, gönle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Allah?ın adı.

    Temiz şeyler temizlere aittir; pis şeyler de pislere…. kendine gel!

    Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar.

    Kinin aslı ?cehennem?dir. Senin kinin o küllün cüzüdür, dinin de düşmanı.

    Kim seni haktan hakikatten soğutursa bil ki, şeytan o adamın içindedir. Derisinin altında gizlenmiştir.

    Böyle bir adamın içine girip, böyle bir adamın sûretine bürünüp seni aldatamazsa hayaline girer de seni o hayaller kötülüğe sevk eder.

    Seni gâh gezip eğlenme, gâh dükkan açıp alışveriş etme, gâh ilim öğrenme, gâh ev bark kurup çoluk çocuk sahibi olma hayallerine düşürür.

    Kendine gel, hemen ?Lâ Havle? de. Ama sade dille değil; candan gönülden!

    Âdem oğlu da iflası sabit oluncaya kadar bu dünya hapishanesinde kalır.

    Rabbimiz de İblis?in müflisliğini Kur?an?la bize bildir-miş, her tarafa yaymıştır.

    O; hilekar, müflis ve kötü sözlüdür. Onunla hiçbir sûretle ortak olma, oyuna girişme!

    Alış-verişe girişirsen kâr edemezsin, çünkü o müflistir, ondan nasıl olur da bir şey elde edebilirsin? diye anlatmıştır.

    Ey çarelere başvuran, ölünün gözü nasıl cana bakarsa sen de gözünü lâmekan alemine çevir, aklını başına al.

    Varlık alemi çarelerle doludur da Allah, bir pencere açmadıkça yine çare yok!

    Bu cihan, cihetsiz lâmekan aleminden meydana gelmiş, bu cihana lâmekan aleminden bir mekan verilmiştir.

    Allah?ı candan-gönülden seviyorsan varlıktan yokluğa dön.

    Bu yokluk, gelir yeridir; ondan kaçınma. Bu varlık da çok olsun, az olsun, gider yeridir!

    Hak sanatının tezgah evi, mâdem ki yokluktur. O hal-de tezgah evinin dışında ne varsa değersizdir.

    Padişahlıktan feragat edeni padişah bil. Onun nuru ayla güneş olmaksızın da parlar durur.

    Kendini ücret tuzağına teslim et de sonra kendinden, kendiliğin olmaksızın bir şey çal.

    Yaralıya, vücudundan temreni çıkarabilmek için afyon verir, uyuturlar.

    Ölüm vaktinde de adama elem ve ıstırap verirler. O halde meşgulken canını alıverirler.

    Şu halde anlıyorsun ya, gönlünü her hangi bir düşünceye verdin mi, gizlice senden bir şey alacaklardır.

    Her ne düşünür, her ne elde edersen hırsız, emin olduğun yerden gelip çatmaktadır.

    Binaenaleyh, en iyi işe koyul da, hırsız senden hiç olmazsa en bayağı bir şeyi, en aşağı bir şeyi alıp götürebilsin.

    Tacirin yükü suya düşerse ondan daha iyi bir kumaşa el atar.

    Senin de, mâdem ki suya bir şeyin düşecek, mahvolacak, en aşağı şeyi terk et de daha iyisini bul!

    ?Hiss?e ait gözüne toprak serp. His gözü akla da düşmandır, dine de.

    Hak Teâlâ, duygu gözüne ?kör? dedi, ?putperest? dedi, ?bizim zıddımız? dedi. Çünkü o, köpüğü gördü de denizi görmedi. Bu demi gördü de yarını görmedi.

    Bugünün sahibi de O?dur, yarının sahibi de. Her ana sahip olan, önünde durup durur da o, hazineden bir pul bile görmez.

    Bir zerre bile o güneşten haber verir ve güneş: o zerreye kul, köle kesilir.

    Birlik denizinin elçisi olan katraya, yedi deniz esir olur.

    Gönül istemeden ağza gelen latif sözler, külhandaki yeşilliğe benzer, dostlar.

    Uzaktan bak, geç. Yavrum, onlar yemeye, kokmaya gelmez.

    Vefasızlara gitme. Onlar; iyi dinle, ?yıkık köprü? dür.

    Bilgisiz biri oraya ayak basarsa köprü de yıkılır, ayağı da kırılır.

    Asker, nerede bir bozgunluğa uğrarsa, iki-üç karı tabiatlı adamın yüzünden uğrar.

    O, erkek gibi silahlanıp savaş safına girer. Diğerleri de ?İşte tam dost?, diye ona güvenirler.

    Fakat savaş zahmetlerini gördü mü yüz çevirir. Onun kaçışı senin manevi kuvvetini de kırar.

    (O adam ki) İbadet-i kışırdan ibaret, içi yok. Cevizler çok ama içleri boş!

    İbadetlerin netice vermesi için zevk gerek. Tohumun ağaç olması için iç gerek!

    İçsiz tohum, fidan olur mu? Cansız sûret de hayalden başka bir şey değil.

    Ticarette kamil değilsen yalnız başına dükkan açma, yoğrulup kemale gelinceye dek birisinin hükmü altına gir!

    ?Susun, dinleyin!? emrini işit, sükut et. Mâdem ki Hak dili olamadın, kulak kesil.

    Söylersen bile sual tarzında söz söyle. Padişahlar padi-şahıyla edepli konuş!

    Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir. Şehvetinin yerleşip kuvvetlenmesi de ?itiyat? yüzündendir.

    Kötü huy, adet edindiğinden dolayı sağlamlaşır, yerleşir, seni ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın.

    Toprak yemeye alışırsan, kim seni bundan menetmeye kalkışırsa onu düşman sayarsın.

    Puta tapanlar, bu tapmayı huy edindiklerinden men edenlere düşman olmuşlardır.-

    Bakır, altın olmadıkça bakırlığını: gönül padişah olmadıkça müflisliğini bilmez.

    Bakır gibi sen de iksire hizmet et. Gönül, dildarın cevrini çek.

    Dildar kimdir? İyice bil. Dildar, ehl-i dildir. Çünkü ehl-i dil olan, gece ve gündüz gibi cihandan kaçıp durmakta, alemde eğleşmemektedir.

    Allah kulunun ayıbını az söyle, padişahı hırsızlıkla az kına.

    Addan geç, sıfatına bak da sıfatlar, seni zata ulaştırsın.

    Halkın ihtilafı addan meydana gelir. Fakat manaya ulaşınca rahatlaşırlar.

    Her an, canının bir cüzü ölüm halindedir, her an can verme zamanındadır. Can verme anında imanını gör, gözet!

    Ömrün, altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır.

    Bilmeden, anlamadan sayar-durur, nihayet kese boşa-lır, ay tutulur.

    Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerinde kalmaz, yok olur, gider.

    Şu halde her an yerine karşılık koy ki ?Secde et de yaklaş.? âyetinin maksadı neyse bulasın.

    Akıllı kişi, sakın şeytanın hilesinden! Yoksulların, muhtaçların seslerini içeriye duy da hilebaz kişinin sesi, kulağını tutup çekmesin!

    Yoksullar, tamahkar ve kötü huylu adamlarsa bile sen yine gönül sahibini onlar içinde ara!

    Denizin dibinde inciler, taşlarla karışık halde bulunur. Övülecek şeyler; kusurlar, ayıplar arasında bulunur.

    Ey nazik adam, ileri giden son gelenlerden ol. Taze ve turfanda meyve, ağaca nazaran daha ileridedir, derecesi daha üstündür.

    Gerçi meyve ağaçtan sonra vücuda gelir, fakat hakikatte evvel odur, çünkü ağaçtan maksat odur.

    Kötüye yorma, vehimlenme; insanı hiçbir hastalığı yokken hasta eder.

    Kabul edilmesi farz olan peygamber hadisidir bu : ?Hasta değilken kendinizi hasta gösterirseniz gerçekten hastalanırsınız.?

    Anlatılanı anlamaya, söyleneni dinlemeye liyakatin yoksa, söz söyleyenin söyleme kabiliyeti seni görür, anlar, yatar, uyur!

    Arayan, ?aradığını bulsun? diye yerde ne biterse ihtiyaç sahibi için biter.

    Nerede dert varsa deva-şifa oraya gider, nerede yoksulluk varsa nimet oraya varır.

    Müşkül neredeyse cevap ordadır, gemi neredeyse su ordadır.

    Suyu az ara, susuzluğu elde et de sular yukarıdan da coşsun, aşağıdan da fışkırsın!

    Boğazcağızı nazik yavrucak doğmasaydı onu besleyecek süt nasıl olur da memeden akardı?

    Cevherleri gizli olan can ekinleri içinde kevser suyuyla dolu rahmet bulutları var. Susuz kal, susa da ?Onları Rab?leri sular? lûtfu hitabı gelsin.

    ?İbret almayı, uyanmayı Allah?tan dile; kitaptan, sözden, harften, duraktan değil!?

    Allah, ?Kaybettiğiniz şeylere eseflenmeyin, hatta kurt gelse de keçinizi yese bile.? buyurdu.

    O bela, daha büyük belaları defetmek, o ziyan daha şiddetli ziyanları menetmek içindir.

    Ey insan, cisim ve mal ziyanı, cana faydadır, canı vebalden kurtarır.

    Sende riyazatla, canla, başla müşteri ol. ?Tenini riya-zata verdin mi canını kurtardın.? demektir.

    Sen istemezsin, sebep olamazsın ama burnun kanar, bir hayli de kan akar derken ateşin geçer, kurtulursun.

    Her meyvenin içi, kabuğundan yeğdir, iyidir. Teni de kabuk; sevgiliyi iç bil!

    İnsan, pek latif bir içe maliktir. İnsansan bir an olsun onu ara!

    Ölümü, bir ?Yusuf? gören, canını feda eder; kurt olarak görense yolunu sapıtır!

    Oğul, herkesin ölümü, kendi rengindendir. Düşmana düşmandır, dosta dost!

    Ayna Türk?e nazaran güzel bir renktedir. Zenci? ye nazaran o da zencidir.

    Ey can, aklını başına devşir. Ölümden korkup kaçarsın ya, doğrucası sen, kendinden korkmaktasın.

    Gördüğün, ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün: canın bir ağaca benzer…. ölüm yaprağıdır.

    İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir; kötüyse de. Hoş, nahoş… gönlüne gelen her şey, senden, senin varlığın-dan gelir.

    Kızgınlığın, cehennem ateşinin tohumudur. Kendine gel de şu cehennemini söndür, çünkü o bir tuzaktır.

    Düşmanlığa kalkışacaksan düşmanlık edebileceğin birisiyle çarpış (savaş) ki onu esir edebilmek mümkün olsun.

    Babam, Allah?ın rahmetini şöyle bil: O rahmet vehme bile sığmaz, yalnız eseri görünür!

    Bir şeyin hem nefyedilmesi caizdir, hem ispat edilmesi. Çünkü zahiri görünüş aykırıdır. Nispet de iki türlü olabilir.

    Allah?ın ?O taşları attığın zaman yok mu? Onları sen atmadın ki… Allah attı.? demesinde hem nefiy vardır, hem ispat: ve ikisi de yerindedir.

    Onları sen attın, çünkü taşlar senin elindeydi, fakat sen atmadın, çünkü o atış gücünü Allah ızhar etti.

    İnsanoğlunun kuvvetinin bir haddi-hududu vardır. Bir avuç toz-toprak nasıl olur da bir orduyu bozar, kırıp geçirir?

    Avuç senin avucundur ama atış bizden. Bu iki nispetin nefyi de yerindedir, ispatı da.

    Gönül, sana da vefa etmez, seni de terk edip gider. O senden vazgeçmeden sen ondan vazgeçmeye çalış!

    Alemde bütün anlayışlar, durup dinlenmezler… meydanda koşup gelme zamanıdır; oturup zevkle içkiye dalma zamanı değil !

    Gam ye de, gam artıranların, seni derde sokanların ekmeğini yeme çünkü akıllı adam gam yer, çocuksa şeker !

    Neşe şekeri, gam bahçesinin meyvesidir. Bu ferah yaradır; o gam, merhem.

    Gam gördün mü aşkla kucakla…. Şam?a Rübve tepe-sinden bak !

    Akıllı adam, şarabı üzümde görür…. âşık varı yokta bulur.

    Oğul, her şüphe yakine susamıştır. Şüphe arttıkça yakine ulaşmak için daha ziyade çırpınır, kol-kanat açar, uçmaya çalışır.

    İlim mertebesine ulaştı mı, kanadı ayak kesilir, gayrı uçmaya ihtiyacı kalmaz.

    Çünkü bilgisi yakin kokusunu almaya başlamıştır. Bu sınanmış yolda ilim, yakından aşağıdır, şüphe yukarı.

    Bil ki, ilim yakini arar. Yakin de apaçık görüşü… Tekâsür Süresi?nde ?Kellâ lev ta?lemüne? den sonrasını oku da bunu ara, bul, anla !

    Ey bilgi sahibi! Bilgi insanı görüşe götürür. Dünyadakiler yakin sahibi olsalardı cehennemi gözleriyle görürlerdi.

    Görüş, şüphe yok ki, yakinden doğar; nitekim hayal de zandan doğmaktadır.

    O sürede bu anlatılmıştır, ?İlm-e?l Yakin? olur, bak da gör?

    Allah?ın rahmeti, kahrından ileridir, kahrından fazladır ve ezelidir. Bu yüzden de bir kimseyi belalara uğratması, rahmetindendir.

    ?Varlık sermayesi elde edilsin? diye rahmeti kahrından ileridir, üstündür.

    Etle deri lezzetsiz meydana gelmez fakat onlar meydana gelmedikçe sevgilinin aşkı, onları nasıl eritebilir?

    İşte bu takdir neticesi olarak sen de kahırlara uğrarsan eseflenme… bu kahırlar yüzünden elindeki sermayeyi sevgiliye bağışlarsın.

    Sonra bunun özrü olarak tekrar lûtfeder, ?yıkanıp, arındın, dereden atladın, artık o mihnetler, cefalar geçti? der.

    … Ezeli gaye, senin teslim olmandır. Ey müslüman, teslim olmayı araman, dilemen gerek!

    Kötü ve hayırsız adam, lengersiz gemidir; ne demir atmıştır, ne bir yere bağlıdır; deli rüzgarlardan kurtulamaz ki.

    ?Akıllıya huzur ve emniyet veren akıl lengeridir?… akıllılardan bir lenger dilen!

    İnsan, o cömertlik denizinin inci hazinesinden akıl, fikir kazanırsa,

    Bunların yardımıyla gönlü marifetler elde eder, gönül-lükten çıkar, yücelir… gözleri de nurlanır.

    Çünkü nur, gönülden doğar da bu göze vurur. Gönül olmasa gözün hiçbir şey göremez.

    Gönül ,akıl nurlarıyla nurlanırsa o nurlardan göze de bir pay verir.

    Bil ki gökten inen mübarek su, gönüllere gelen vahiydir, dillere gelen doğru sözlülüktür.

    Biz de tay gibi ırmaktan su içelim de bizi kınayan vesveseciye bakmayalım, aldırış etmeyelim.

    Peygamberlerin izini izliyorsan yola düş, halkın bütün kınamalarını hava say!

    Yol aşan, menzil alan yol eleri ne vakit köpeklerin havlamasına kulak astılar?

    … bil ki kin, sapıklığın, kafirliğin temelidir!

    Kötülükte bulundun mu kork, emin olma, çünkü yaptığın kötülük bir tohumdur, Allah, onu mutlaka bitirir!

    Dünyadan geçen kişilerde yok olmamışlar, fakat Allah sıfatlarına bürünmüşlerdir.

    Onların sıfatları, Hak sıfatlarına karşı, güneşin karşısındaki yıldızlara dönmüştür.

    A inatçı! Kur?an?dan buna delil istiyorsan oku: ?Onların hepsi huzurumuzdadır.?

    Haklarında ?Huzurumuzdadır.? denenler yok olamaz-lar, iyi dikkat et de ruhların bekasını iyice anlayasın!

    Beka?dan mahcup olan ruh azaptadır, Hakk?a vasıl olan ruhsa beka aleminde hicaplardan kurtulmuş bir haldedir.

    İşte bu hayvani duygu kandilinden ne murat edilmişse, bu kandilin gerçeği neyse sana söyledim… kendine gel de sakın bu hayvani duyguyla ruh arasında bir birlik tasavvur etme!

    Çabuk, ruhunu, yolcuların kutlu ruhlarına ulaştır!

    Aklın varsa başka bir akılla dost ol, görüş danış!

    İki akılla birçok belalardan kurtulur, ayağını göklerin ta yücesine korsun!

    Şu halde bu alemin direği gafletten ibarettir… devlet nedir? Dev (yani koş) kelimesiyle, let (yani dayak) kelime-sinden meydana gelme bir kelime!

    Önce koş… koş da sonunda dayak ye! Bu yıkık yerde devlet sahibine eşekçesine ölümden başka hiçbir şey yok!

    Sen bir işe el atar, o işe iyice sarılırsın… o işteki ayıp ve noksan o anda sana örtülüdür.

    Allah, senden o işin ayıbını örttüğünden canla başla o işe girişebilirsin.

    Hararetle sahip olduğun fikrinde ayıbı senden gizlidir.

    Sana o fikirdeki ayıp ve kusur belli olsaydı ondan kaçardın… canın ?bu fikirle aramda keşke-mağriple maşrık arası kadar uzaklık olsaydı? der!

    Nihayet ondan usanır, pişman olursun ya… bu hal, evvel olsaydı hiç ona koşar mıydın?

    Şu halde ?ona girişelim, kaza ve kadere uygun olarak o işi görelim?, diye önce ondaki ayıbı, kusuru bizden gizlemiştir. Kaza ve kader hükmünü izhar edince göz açılır; pişmanlık gelir, çatar!

    Bu pişmanlık da ayrı bir kaza ve kaderdir… bu pişmanlığı bırak da Allah?a tap!

    Pişman olmayı kendine adet edinirsen boyuna pişman olur-durur, nihayet bu pişmanlığa da daha ziyade pişman olursun!

    Ömrünün yarısı perişanlıkta geçer, öbür yarısı da pişmanlıkta heder olur gider.

    Bu fikri, bu pişmanlığı terk et de daha iyi bir hal, daha iyi bir dost ve daha iyi bir iş ara!

    Delinin elinden silahı al da adalet ve sulh, senden razı olsun!

    Fakat elinde silahı olur, aklı da bulunmazsa bağla elini… yoksa yüzlerce zarar yapar.

    Aklı, zekayı sat da hayranlığı satın al … akıl ve zeka,; zandır, hayranlıksa bakış görüş!

    Aklı, Mustafa (a.s.)?nın önünde kurban et… ?Hasbiyallah? de, yani ?Allah?ım bana yeter?!

    Kalıbın, cesedin mektuptur, ona dikkat et, padişaha layık mı, değil mi? Bir anla da sonra gönder!

    Bir bucağa git, mektubu aç, oku!. bak bakalım, içindeki sözler, padişahlara layık olan sözler mi?

    Layık değilse o mektubu yırt, çaresine bak, başka bir mektup yaz!

    Fakat ten mektubunu açmayı kolay sanma. Yoksa herkes gönül sırrını apaçık görürdü!

    Bu mektubu açmak ne güçtür, ne sarptır! Erlerin işidir, bu çocuk işi değil!

    Hepimiz, fihriste kani olmuş, kalmışız… çünkü heva ve hevese, hırsa bulaşmışız!

    Halbuki o fihrist, ona baksınlar da metni de öyle sansınlar diye halka bir tuzaktır.

    Mektubu aç, bu sözden baş çevirme! Allah doğruyu daha iyi bilir!

    Mektubun fihristi, dille ikrar etmeye benzer… halbuki sen gönül mektubunun metnini sına!

    Bak bakalım, ikrarınla muvafık mı? Buna bak da işin, münafıkların işine dönmesin!

    Gümüş bedenli güzellerin vücudu seni avladıysa ihti-yarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen bedene bak!

    Zekidir, ince şeyleri bilir… bilir ama değil mi ki kıblesi dünyadır, onu ölü bil sen!

    Akıl, iki akıldır: Birincisi kazanılan akıldır… sen onu mektepte çocuk nasıl öğrenirse öyle öğrenirsin.

    Kitaptan, üstattan, düşünceden, anıştan, manalardan, güzel ve dokunulmadık bilgilerden.

    Aklın artar, başkalarından daha fazla akıllı olursun, fakat bu ezberlemekle de ağırlaşır, sıkılırsın!

    Geze dolaşa adeta bir ezberleme levhası kesilirsin… Halbuki bunlardan geçen levh-i mahfuz olur!

    Öbür akıl, Hak vergisidir… onun kaynağı candadır.

    Gönülden bilgi ırmağı coştu mu ne bakar, ne kesilir, ne de sararır!

    Kaynağı, yolu bağlı ise ne gam! Çünkü o anbean ev içinden coşup durmaktadır!

    … Gönlüne kin yüzünden çirkin sûretler gelmesin!

    … Olmayacak söze, kim söylerse söylesin, inanma!

    … Geçmiş, gitmiş şeye gam yeme… fırsatı fevt ettin mi acıklanma artık!

    Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.

    ?Aptallık ve bilgisizlik? yama kabul etmez… ey öğütçü, ona hikmet tohumunu pek saçma!

    Hızır, gemiyi: kötü kişilerin ellerinden kurtarabilmek için, deldi, kırdı.

    Mâdem ki kırık gemi kurtuluyor, sen de kırıl! Emniyet yoksulluktandır, yürü yoksul ol!

    Hakiki olmayan padişahlığı ne el bil, ne yen!

    Çalma-çırpma padişahlık; cansız, gönülsüz ve gözsüzdür.

    Sana padişahlığı halk verdiyse borç alır gibi yine senden alır!

    İğreti padişahlığı Allah?a ver de Allah sana herkesin kabul edeceği bir padişahlık versin!

    … Her oyunun faydasını, ondan sonrakinde gör!

    Kulak ver, ?Çok ağlayın.? dedi. Ağlayın da yaratıcı Rabbinin ?ihsan sütü? aksın.

    Dünyanın direği bulutun ağlamasıdır, güneşin yakması. Sen bu iki ipe iyi sarıl.

    Akıllardaki bu aykırılık, bil ki mertebe bakımından yerden göğe kadardır.

    Akıl vardır, güneş gibi. Akıl vardır, zühre yıldızından da aşağıdır, yıldız akmasında da.

    Akıl vardır, bir sarhoş mumu gibi; akıl vardır, bir ateş kıvılcımı gibi.

    O güneş gibi aklın önünden bulutlar kalktı mı Hak nurunu gören akıllar faydalanırlar.

    Akl-ı cüz-i aklın adını kötüye çıkarmıştır. Dünya muradı insanı muradsız bir hale getirmiştir.

    O, bir avdan avcının güzelliğini görmüştür. Bu, avcılığa düşmüş, bu yüzden bir avın derdine uğramıştır.

    O, hizmetle hizmet edilme nazına erişmiştir; bu kendisine hizmet edilmeyi dilemiş, yüce yolundan geri dönmüştür.

    O, Firavunlukla suya tutsak olmuş, İsrailoğlu, tutsaklık yüzünden yüzlerce Suhrab kuvvetini elde etmiştir.

    Bu aykırı bir oyundur, yaman bir ferzin-benttir. Hileye az başvur, devlet ve baht işidir, bu.

    Hayal ve hileyi az doku. Çünkü gani Hak hileciye az yol gösterir. Hile edeceksen iyi hizmet etme yolunda hile et de bir ümmet içinde peygamberlik elde edesin.

    Hile et de kendi bedeninden ayrıl, hilenden kurtul, tek kal!

    Hile et de en aşağı bir kul ol. Aşağılıkla yürü de efendi kesil.

    Ey koca kurt, hile ve hizmetle efendilik elde etmeyi umma.

    Fakat pervane gibi ateşe atıl, o ateşi kesene doldurup ağzını büzme, her şeyden kurtul!

    Gücü, kuvveti bırak, ağlamaya giriş. A yoksul, ağlayı-şa acınır.

    Susuz ve aciz kişinin ağlayışı manevidir, doğrudur. Soğuk soğuk ağlayışsa, o azgının yalanından ibarettir.

    Yusuf?un kardeşlerinin ağlamaları hileden ibarettir. Çünkü içleri hissetle, illetle doludur.

    Duymuşsundur ya, ?saltanat kısırdır? derler. Padişahlık davasında olan korkusundan akrabalığı filan hep keser, hepsinden vazgeçer.

    Çünkü saltanat kısırdır, onun oğlu yoktur. Ateş gibi kimseyle dostluğu olamaz.

    Kimi bulursa yakar, yırtar. Kimseyi bulamazsa kendi kendisini yer.

    ?Hiç ol? da onun dişinden kurtul. O katı yürekliden merhameti az um!

    ?Hiç? oldun mu o katı yürekliden korkma. Her sabah ?mutlak yokluk? tan ders al.

    Ululuk, ululuk ıssı, Allah?ın elbisesidir. Kim onu giyme-ye kalkışırsa vebale girer.

    Taç onundur, kemer bizim. Vay haddini aşana!

    Bu tavusluk kanadı, sana bir sınamadır. Buna kapıldın mı Hakk?a ortak olmaya, onun gibi noksan sıfatlardan ari olduğunu davaya kalkışırsın.

    Bir çok naz vardır ki, suç olur; kulu, padişahın gözünden düşürür.

    Nazlanmak, şekerden tatlıdır ama az çiğne, yüzlerce tehlikesi vardır.

    Niyaz yolu emin bir yoldur. Nazı bırak da o yola düş!

    Nice nazlananlar vardır ki kol-kanat çırpar ama nihayet o hal, adama vebal olur.

    Nazın güzelliği seni bir an yüceltse bile onun gizli korkusu, seni eritir, mahveder.

    Bu yalvarışa gelince: Seni zayıflatır. Zayıflatır ama parlak ayın on dördü gibi baş köşeye geçirir.

    Ölüden diriyi çekip çıkarınca ölen, doğru yolu bulur.

    Diriden ölüyü çıkarınca da diri nefis, ölüm tarafında yönelir, ölüm tarafına dönüp dolaşır.

    Öl ki, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan diri Allah, ölüden diri meydana getirsin. Allah, bu ölü bedenden bir diri meydana getirsin.

    Kış olursan baharın gelişini, gece kesilirsen gündüzün oluşunu görürsün.

    Bedende Nefs-i Mutmainne?nin yüzünü düşünce tırnakları yaralar.

    Kötü düşünceyi zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinleştikçe can yüzünü tırmalar.

    Müşkül düğümleri açmak ister; fakat bu, adeta altın bir kaba aptes bozmaya benzer.

    Ey işin sonuna varan, düğümü çözülmüş say. Bu düğüm, boş keseye vurulmuş kuvvetli ve çözülmez bir düğümdür.

    Düğümleri açmakla uğraşa uğraşa kocadın, başka bir kaç düğümü de çözülmüş sayıver!

    Asıl boğazımızdaki çözülmez düğüm şudur: Sen kendini bil, bakalım, aşağılık bir adam mısın, yoksa bahtı yaver bir adam mı?

    Adamsan bu müşkülü çöz. İnsan nefsine sahipsen nefesini bu yolda sarf et.

    Ayan ve arazı bildin tut, ne çıkar? Asıl, kendi haddini bil ki bundan kaçıp kurtulmaya imkan yok.

    Kendi haddini bilince de artık bu hadden kaç da ey toprak eleyen, hadsiz aleme ulaş.

    Ömrün mahmul ve mevzu derdiyle geçti. Gözün açılmadı, hayatın duyduğun şeylerle geçip gitti.

    Neticesiz ve tesirsiz her delil boş çıktı. Sen kendi neticene bak!

    Filozof, davasında delilleri çoğaltıp durur. Halbuki kalbi temiz Allah kulu, onun aksine delillere bakmaz bile.

    Delilden ve hicaptan kaçar, delalet edilenin peşine düşer, başını yakasının içine çeker.

    Filozofa göre duman, ateşe delildir ama bizce dumansız olarak ateşe atılmak daha hoştur.

    Hele yakınlıktan, sevgiden meydana gelen şu ateş yok mu? O bize dumandan daha yakındır.

    Hasılı cana arız olan hayallere kapılıp dumana koşmak ve bu yüzden candan olmak, pek kötü bir iştir, pek bahtsızlıktır!

    Kanadını yolma, onun sevgisini gönlünden sök, çıkar. Çünkü savaşmak için düşmanın bulunması şarttır.

    Düşman olmadıkça savaş imkanı yoktur. Şehvetin olmazsa ondan kaçınma emrine uyman mümkün değildir.

    Meylin olmazsa sabrın manası yok. Düşman yoksa ordu sahibi olmana ne hacet?

    Kendine gel de kendini hadım etme, papaz olma. Çünkü çekinmek ve temiz durmak, şehvetin zıddıdır.

    Heva ve heves olmadıkça ?Heva ve hevesten çekinin? denmesi mümkün değildir. Ölülere gazilik taslanmaz ya!

    ?Yoksullara verin, onları doyurun? denmiştir, şu halde kazan. Çünkü elinde eskiden kazandığın bir şey olmadıkça harcedemezsin ki.

    Gerçi o mutlak olarak ?Yoksulları doyurun? demiştir, ama sen ?Kazanın da sonra yoksulları doyurun? diye oku!

    Yine böyle, o padişah ?Sabredin? buyurdu. Bir istek olmalı ki ondan yüz çeviresin.

    ?Yiyin? emri, şehvet için bir tuzaktır, ondan sonra gelen ?israf etmeyin? emriyse temizliktir.

    Şehvet olmazsa ondan kaçınmaya imkan olabilir mi?

    Sabretme ezasına uğramadıkça karşılığında bir müka-fat ve hayır elde edemezsin.

    Ne hoştur, o şart ve ne sevinçli şeydir, o mükafat. O gönüller açan, canlara can katan mükafat!

    Nice hüner ve sanatlar vardır ki ham kişiyi helak eder. Çünkü o, taneye koşar, bu yüzden de tuzağı görmez.

    İhtiyarına sahip olmak, ?Sakının? emrine uyan ve kendisine sahip olan adam için iyidir.

    Kendini koruyamıyor, kötülüklerden çekinemiyorsan sakın, o aleti uzaklaştırır, ihtiyarı bırak.

    Cansız değilsen gönül sahibini ara. Padişaha zıt değilsen gönülle aynı cinsten olmaya bak.

    Zamanede sana üç yoldaş vardır; biri vefakardır, ikisi gaddar.

    Biri dostlarındır, öbürü malın mülkün, üçüncüyse iyi işlerdir ve bu vefalıdır.

    Mal, seninle beraber gelmez, evden dışarı bile çıkmaz. Dost gelir, gelir ama mezar başına kadar.

    Ölüm gününde dost, sana hal diliyle der ki; ?Sana buraya kadar yoldaşım, bundan öteye gidemem. Mezarının başında bir zamancağız dururum.?

    Fakat yaptığın işler vefakardır; onlara sarıl ki onlar; mezarın içine kadar seninle gelirler.

    Şu halde kibir elbisesini bedeninden çıkar. Bir şey belleyip öğrenme hususunda aşağılık bir elbiseye bürün.

    Bilgi sahibi olmanın yolu sözledir. Sanat öğrenmenin yolu işle.

    Yokluk istiyorsan o, konuşup görüşmeyle kaimdir. Bu hususta ne dilin işe yarar, ne elin.

    Can, yokluk bilgisini bir candan beller. Bu bilgi, ne defterden bellenir, ne dilden!

    Ruh bağışlayan güzelden ruhunu esirgeme. O, seni kıratın üstüne bindirir.

    Taçlar veren o başı yüce erden başını çekme. O, gönlünün ayağındaki yüzlerce düğümü çözer.

    Fakat kime söyleyeyim? Bütün köy içinde nerde bir diri? Âbıhayatın bulunduğu tarafa koşan kim?

    Sen, bir horluk, görür görmez aşktan kaçmadasın. Bir addan başka aşktan ne biliyorsun ki?

    Aşkın yüzlerce nazı, edası ululuğu var. Aşk, yüzlerce nazla elde edilebilir?

    Aşk vefakar olduğu için vefakar olanı satın alır. Vefasız adama bakmaz bile.

    İnsan bir ağaca benzer, ahdi de ağacın köküne. Kökün iyileşmesine, sağlamlaşmasına çalışmak gerek.

    Bozuk düzen ahit, çürümüş köktür, kökü çürümüş ağaç meyve vermez.

    Ağacın dalları, yaprakları yeşil bile olsa kök çürümüş, kokmuşsa faydası yok.

    Fakat kökü sağlam da yeşil yaprakları yoksa nihayet günün birinde yüzlerce yaprak, el salar.

    İlminle gururlanma da ahdini bütünlemeye bak. Çünkü bilgi kabuğa benzer, ahitse onun içindir.

    Kim benlikten kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için herkese dost kesilir.

    Nakışsız bir ayna haline gelir, değer kazanır. Çünkü bütün nakışları aksettirir.

    Tut ki bütün doğuyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Mâdem ki bu saltanat, kalmayacak, sen onu bir şimşek farzet; çaktı, söndü.

    Gönül, ebedi olmayan mülkü, bir rüya bil!

    Cellat gibi boğazına yapışan debdebeyi, şan ve şöhreti ne yapacaksın ki?

    Bil ki bu alemde de bir emniyet bucağı vardır. Yalnız münafığın sözünü az duy; çünkü o söz, zaten söz değildir.

    Şu halde bil ki çektiğin zahmet, yaptığın bir suçun sonucudur. Sana inen bu tokat bir şehvetin sebebidir.

    İbret almaz, o suçu bilmezsen bile hiç olmazsa derhal ağlamaya, sızlamaya koyul, yarlıganma dile!

    Secde et, yüzlerce defa ?Ya Rabbi? de, ?bu gam, yaptı-ğım suçun karşılığıdır, ancak!

    Ey Rabbim, sen zulümden, sitemden temizsin. Nasıl olur da suçsuz olarak insana bir ders, bir gam verirsin.

    Ben suçu belli beyan bilmiyorum, fakat bu derde sebep de mutlaka bir suçtur.

    Sebebi örttüğün gibi o suçu da ört.?

    Bu zamanda zıddı nefyetmeden başka anlatış çaresi yok. Bu alemde bir an bile yok ki bir tuzak olmasın.

    Ey akıllı, fikirli er, sevgiliyi perdesiz görmek istiyorsan ölümü seç, o perdeyi yırt.

    Fakat, ölür, mezara gidersin hani, o ölümü değil. Seni değiştiren, nura götüren ölümü seç.

    Bu dünya pazarında sermaye altındır; orada da aşk ve ıslak iki göz.

    Kim eli boş pazara giderse ömrü geçer, tamamıyla ham ve eli boş olarak geri döner.

    Kardeş neredeydin? Hiçbir yerde! Ne pişirdin? Hiçbir şey!

    Müşteri ol da elim oynasın, gebe olan madenimden la?l doğsun.

    Fakat, müşteri, gevşek ve soğuk bile olsa yine sen onu çağır. Çünkü böyle emredilmiştir

    Doğan kuşunu uçur, ruh güvercinini tut. Davet yolunda Nuh?un yolunda yürü.

    Allah için hizmette bulun. Halkın kabul etmesiyle, reddetmesiyle ne işin var senin?
    O göç zamanının ?Hadi, kalk kalk!? sesi geldi mi bütün dedikodular yok olur, gider,

    Sükut alemi gelir, çatar. Bari sen o gelmeden sus. Vay o kişiye ki ölümle ünsiyeti yoktur!

    Gönlünü bir iki günceğiz cilala da o aynayı kendine defter edin.

    … Fikrin donmuşsa, düşünemiyorsan yürü, zikret.

    Zikir, fikri titretir, harekete getirir. Zikri bu dönmüş fikre güneş yap.

    İşin aslı cezbedir. Fakat kardeş, işten kalıp cezbeyi bekleme.

    Çünkü işi bırakmak, nazlanmaya benzer. Canıyla oynayan hiç nazlanabilir mi?

    Oğul, ne kabul edilmeyi düşün, ne reddedilmeyi. Sen daima emri, nehyi gör, gözet!

    Derken cezbe kuşu, birdenbire çerden çöpten yapılmış yuvasından uçar, görünüverir. Onu gördün mü sabah oldu demektir, mumu o vakit söndür.

    Gözler perdeleri delip hakikati görmeye başladı mı bu nur, onun nurudur artık. Bu nura sahip olan dışa bakar, içi görür.

    Zerrede ebedi varlık güneşini görür. Katrada bütün denizi.
    Kardeş, elini duadan ayırma. Kabul edilmiş, edilmemiş, bununla ne işin var senin?

    Ekmek bile bu gözyaşına mani olursa elini ekmekten yumak gerek.

    Kendine çekidüzen ver, çevikleş, yan yakıl da ekme-ğini gözyaşlarınla pişir!

    Bu atalar sözü, alemde söylenir durur: Şeytanın canı azapta gerek.

    Çünkü bilgisiz kişi, hocadan utanır, kalkar, gidip yeni bir dükkan açar.

    Ustana danışmadan açtığın o dükkan, bil ki kokmuş bir dükkandır, akreplerle, yılanlarla doludur a sûretten ibaret adam!

    Çabuk yık bu dükkanı da yeşilliğe, gül fidanlarının, içilecek suların bulunduğu yere dön!

    Belayı def etmenin çaresi, sitem etmek değildir. Buna çare ihsandır, aftır, keremdir.

    Peygamber, ?Sadaka, belayı def eder.? dedi. Ey yiğit, hastalığı sadakayla tedavi et.

    Düşünceleri, gökyüzünün yıldızları say. Fakat bunlar, başka bir gökyüzünde dönmedeler.

    Kutluluk gördün mü şükret, ihsanda bulun. Kötülük gördün mü sadaka ver, yarlıganma dile, çark vur!

    Ayın nurlarıyla ruhu parlat. Çünkü tutulma yerine geldi, zararlar gördü can simsiyah oldu.

    Onu hayalden, vehimden, zandan kurtarır. Yine kuyudan çıkar, cefa ipinden halâs et.

    Bu sûretle de bir gönül, senin güzel gönül alışınla kanatlansın, uçsun, şu balçıktan kurtulsun!

    Su kabı, ey akıllı adam, sakanın elindedir. Öyle olmasa kendi kendine nasıl dolar, boşalır?

    Sen de her an dolmada, boşalmadasın. Bil ki, onun sanat elindesin.

    Gözündeki bağ, kalktı mı sanatın, sanatkârın elinde halden hale girmekte olduğunu anlarsın.

    Gözün varsa kendi gözünle bir bak. Hiçbir şeyden haberi olmayan bir ahmağın gözüyle bakma.

    Kulağın varsa kendi kulağınla dinle, duy. Neden sersemlerin kulağına kapılıyorsun?

    Taklide uymaksızın bakmayı âdet edin, kendi aklını koru, onu düşün sen.(6/264/3339-3344)

    Lezzet, dışardan gelmez, içten gelir, bunu böyle bil. Köşkleri, kaleleri aramayı ahmaklık say.

    Birisi mescid bucağında sarhoş ve neşelidir. Öbürü, bağda bahçede suratını asar, muradına erişmez, bir zevk bulamaz.

    Köşk bir şey değildir. Bedenini yık. Define, yıkık yerdedir, a benim beyim!

    Görmüyor musun bunu? Şarap meclisinde sarhoş yıkılınca zevk alıyor.

    Ev, sûretlerle dolu amma yık onu. Yık da defineyi bul, sonra yine yap.

    Tasvir ve hayal nakışlarıyla dolu bir ev şu resimlerde vuslat definesinin üstüne çekilmiş perdeye benzer. Şu gönülde sûretler coşup duruyor ya. Onların hepsi, definenin ışığı, altınların parlayışı. Su arı-durudur, fakat üstünü köpük kaplamış. Köpük, suya bir şey vurmasına mani oluyor. Değerli can da latiftir, coşkundur. Fakat insanın bedeni onun üstüne çekilmiş bir perdedir. Halkın dilinde söylenen atalar sözünü duysana: Bize bizden gelir, her ne gelirse! Bu köpeğe tapan susuzlar da köpük yüzünden arı-duru sudan uzaklaşmışlardır. Ne temiz mimar ki, gayb âleminde sözle, afsunla kaleler yapar. Sözü, sır köşkünün kapısının sesi bil. Bu ses, kapının açılmasından mı geliyor, kapanmasından mı? Buna dikkat et. Kapı sesi duyulur, kapı görünmez. Bu sesi görürsünüz, kapıyı görmezsiniz. Hikmet çengi, hoş bir ses verdi mi dikkat et. Bakalım, cennet kapılarından hangisi açıldı?

  264. gullsen said,

    Temmuz 13, 2007 3:10 pm

    Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinden İbretli Bir Şiir

    Yalancı dünyâya aldanma yâ hû,

    Bu dernek dağılır dîvân eğlenmez.

    İki kapılı bir virânedir bu,

    Bunda konan göçer, konuk eğlenmez.

    Bakma bunun karasına ağına,

    Gönül verme bostanına bağına,

    Benzer hemân çocuk oyuncağına,

    Burda aklı olan insan eğlenmez.

    Vârını îsâr et Mevlâ yoluna,

    Bunda ne eylersen anda buluna,

    Bir gün sefer düşer berzah iline,

    Otağı kalkacak Sultan eğlenmez.

    Sen ey gâfil ne sandın rûzigârı,

    Durur mu anladın leyl-ü-nehârı,

    Yükün yeynildigör evvelden bârı,

    Yoksa yolcu gider kervan eğlenmez.

    Doğrusuna gidegör bu yolların

    Geçegör sarpını yüce bellerin,

    Dünyâ zindânıdır mümin kulların,

    Zindanda olan kul kolay eğlenmez.

    Ömür tamam olup defter dürülür,

    Sırat köprüsü ve mîzân kurulur,

    Hakkın dergâhında elbet durulur,

    Buyruğu tutulur fermân eğlenmez.

    Hüdâyî n´oldu bu kadar peygamber,

    Ebû Bekr u Ömer, Osman u Haydar,

    Hani Habîbullah Sıddîk-ı Ekber,

    Bunda gelen gider bir cân eğlenmez.

  265. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 8:54 am

    Lpkman Hekim´den Tavsiyeler

    1- İbadet esnasında yahut günah işlemek arzusu anlarında kalbini vesveseden koru,
    Müdaafasına kalkışma, hislerini hayra yönelt.

    2- Yemek, içmekte boğazına zarar verecek şeylerden koru.

    3- Başkalarının evlerinde olduğun zaman gözlerini evlerindeki eşyalardan kapat,
    Kapı pencereden sakın. Çünkü bu, kötü hisleri hane halkında veya sende uyarır, önüne
    geçemezsin.

    4- Bir cemaatta bulunduğun zaman dilini faydasız söz söylemekten sakındır. Çünkü
    dil insanı ipe götürür.

    5- Zikir ve duadan bir an olsun bile gafil kalma. Aksi takdirde etrafımızda dolaşan
    habis ruhlara mahkum olursun.

    6- Ölümü hiçbir an unutma. Ve ondan korkma. Hayırlılar için ölüm üstün mükafattır.
    Öyle ise ölüme hazırlan.

    7- Arkadaşlarına yapmış olduğun iyilikleri unut. Onlardan teşekkür bekleme.
    Mükafatı Allah?tan bekle. Emellerini O?nun ihsanına bağla.

    8- Başkalarının sana yaptıkları fenalıkları unut. Amma senin onlara yaptığın fenalıkları
    asla unutma. Onu tekrar iyilik yapmakla bertaraf etmeye çalış.

  266. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 8:55 am

    Evliya Çelebi´den Nasihatler

    Ey oğul!

    Besmelesiz yemek yeme.

    Sırrın var ise sakın kimseye söyleme.

    Cünüp iken yemek yeme.

    Elbisenin söküğünü üstünde dikme.

    İyi adını kötüye çıkaracak davranışlarda bulunma.

    Kötüyle arkadaş olma, pişman olursun.

    Dâima ileri hedefin olsun, geriye takılıp kalma.

    Harama tevessül etme.

    Kimsenin payına/hakkına göz dikme.

    Bir şey koymadığın yere el uzatma.

    İki kişi konuşurken dinleme.

    Ekmek ve tuz hakkını gözet.

    Namahreme bakıp ihanet etme.

    Davetsiz bir yere gitme. Gidersen emin olduğun yere, namuslu kimseye git.

    Sır sakla.

    Her mecliste duyduğun şeyleri/sözleri aklında tut.

    Evden eve söz taşıma.

    Kötülemekten, fenalıktan uzak ol.

    Ahlaklı ol.

    Herkesle iyi geçin.

    İnat ve kötü sözlü olma.

    Senden büyüklerin önünden gitme.

    İhtiyarlara hürmet et.

    Daima temiz ol.

    Haram ve yasak edilen şeylere yaklaşma.

    Beş vakit namaza devam edip iyi hâl ile tanınarak, ilim ve faziletle meşgul ol.

    Her zaman geniş kalbli ve hoş meşrep ol.

    Beraber olduğun, tanıştığın kişilerden asla birşey isteme. Buna riayet etmezsen seni küçük görürler, itibarını kaybedersin.

    Rıza lokmasıyla yetin.

    Elindeki imkânları israf etme.

    Kanaatkâr ol. Çünkü kanaat tükenmez bir hazinedi

  267. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 8:58 am

    Bişr-i Hafi´den Tavsiyeler

    Kardeşlerim, dün öldü, bu gün can veriyor. Yarın henüz doğmadı. Zamanın kıymetini bilin.

    Ömrü boş işler peşinde harcamayın. Şöhretten sakının. İnsanlar bir gün över yarın söverler.

    Ölçünüz Allah rızası olsun. Şükredin. Bütün azalarınızla şükrederek gerçek şükredenlerden olun.

    Sadece dille şükreden kişinin şükrü az olur. Gözün şükrü bir hayır gördüğü zaman ibret almak.

    Şer gördüğü zaman örtmektir.

    Kulağın şükrü bir hayır işitirse onu ezberlemek,şer işitirse onu unutmaktır.

    Ellerin şükrü harama uzanmamaktır. Midenin şükrü helal yemek.

    Ayakların şükrü harama gitmemektir. Kim böyle yaparsa gerçek şükredenlerden olur.

    Öfkelenmeyin. Öfke ve şehvet insanı küfre götürür.

    Kişi gazabını yenmedikçe takva sahibi olamaz.

    Sabredin. Sabır güzeldir. Susmak sabırdandır.

    Makamların en yükseği fakirliğe sabretmektir.

    Dünya ve ahiret rahatınız için kötü ahlak sahipleriyle görüşmeyin. Ey mü´minler nefsinizin kölesi olmayın…

    Hz.Ömer´den On Şeyin Islahı On Şeye Bağlıdır

    Hz Ömer (ra) buyuruyorlar ki, on şey olmadıkça on şey ıslah edilemez:

    1- Şüphelerden kaçınmadıkca, akıl ıslahı kabul etmez

    2- İlim olmadıkca, fazilet olmaz.

    3- Korku olmadıkca, feyiz olmaz.

    4- Adalet olmadıkca, sultanlık olmaz.

    5- Edeb olmadıkca, haseb olmaz.

    6- Emniyet olmadıkca, huzur olmaz.

    7- Çalışma olmadıkca, zenginlik olmaz.

    8- Kanaat olmadıkca, zenginlik olmaz.

    9- Tevazu olmadıkca, yücelik olmaz.

    10- Tevfik olmadıkca, cihad olmaz.

  268. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 9:01 am

    Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinden Tavsiyeler

    Ey aziz, Evliya-i kiramın hallerine kavuşmak, itikadı düzeltmek, namazları vaktinde kılmak, şehvetin arzularını unutmak, sıfatları bilmek ve zat-i ilahiyi sevmekle olur.

    Dünya ile olan gönül zarardadır Ukbâ ile olan gönül erir. Mevlâ ile olan gönül temiz ve ne güzeldir.
    Gafilin kalbi dünyaya bağlıdır. Zâhidin kalbi ukbâya bağlıdır.

    Ârif´in kalbi Mevlâya bağlıdır. Gönül, çok şefkatli bir arkadaştır. Kalbin Hakk ile olsun ve kalıbın halk ile kalsın

    Ey Aziz! Dil insanın terazisidir. Üç şey her belayı kendine çeker: Ciddi olmayan konuşma, şaka ve saçma sözdür. Arkadaşların gıybeti rezalettir.

    Şaka heybeti kıran afettir, minnet cömertliği yıkan felakettir. Konuşursan, doğru söyle, söz verirsen tut, tatlı konuşmak ve sesle selam sünnet-i kiramdır.

    Yumuşak söz ve bol selam insanların sevgisini kazandırır.

    Ey Aziz! Zikrullahın en üstünü, sessiz olarak kalb huzuru ile Lailahe illallah kelime-i tayyibesini tekrardır. Zikrullah, kalblerin nuru, ruhların huzurudur. Zikrullah bedene lezzet, ruha kuvvettir.

    Gözlerin cilası, sırların nurudur. Arifin adeti, Allahü Teâlâ´yı zikr ve O´ndan başkasını unutmaktır. Zikrullah sadra cila, akla nurdur. Kalblerin hayati, mahbubun likasıdır.

    Dilin adeti, kalbin düşüncesidir. Hakkı zikredeni, Hak da zikreder
    Ahmed Er-Rufai Hazretlerinden Tavsiyeler

    İlminin fazla, amelinin çok olması ile gurura kapılan kimse, marifet sahibi değildir. Çünkü şeytan da pek fazla bilgiye sahipti. mantık yürütmek suretiyle, ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu iddia etti. Halbuki meleklere hocalık yapıyordu. Sonunda kendi nefsinin üstün olduğunu söyleyip kibirlendi. Böylece Allahü tealanın gadabına uğradı ve lanete müstehak oldu.Ebedi olarak rahmet dergahından kovuldu.

    Ey oğlum! Sakın! Çok sakın! iyi ibadetlerine, yüksek ilmine aldanma. Çünkü Bel´am-ı Baura ve Bersisa en çok ibadet edenlerdendirler. Fakat sonunda, nefs ve şeytana uyarak dünyaya bağlandılar. Ahiretlerini ziyan ettiler. Rezil rüsva oldular.

    Ey oğlum! Kalbinde ufak bir leke görürsen, oruç tut. Gitmezse, az konuşmaya bak. Gitmezse, günahlardan şiddetle kaç. Yine gitmezse, her hali iyi bilen Allahü tealaya yalvarmaya, sızlanmaya başla.

    Bilgisizlik ölümdür. Allahü teala ilim verdikçe canlanmaya başlar. Her bilgi bir vebaldir. Bu vebalden kurtulmak amel etmekle mümkün olur. Her amel fayda vermez. Fayda vermesi Allahü teala için yapılmaya bağlıdır. İhlas elde edilmedikçe, kurtuluşa erilmez.

    Salih müslümanlar, Allahü tealanın hükmüne boyun eğerler, gelen şiddet ve belalara sabrederler, aza kanaat ederler. Allahü tealadan başkasından korkmazlar ve kimseden bir şey beklemezler. Ancak Allahü tealadan isterler. İnsana, yüksek makamları veren, aşağı düşüren aziz ve zelil edenin Allahü teala olduğunu bilirler.

    Salih müslümanlar, Peygamber efendimizin sünnet-i şerifine tam uyarlar. Onların korkusu, son nefes içindir. Onlar, az konuşurlar. Öfkelerini tutarlar, şehvetlerini yenerler. Nefislerinin arzularını yapmazlar. Allahü tealayı unutturacak bütün engelleri ortadan kaldırarak. hep o´nunla beraber olmaya bakarlar. Böylece nefislerini alçaltıp, ruhlarını yükseltirler.

    Nefse, Allahü tealanın kaza ve kaderine rıza göstermek kadar zor gelen bir şey yoktur. çünkü, kadere razı olmak, Allahü tealanın hükmüne boyun eğmek, nefsin isteklerine zıttır. Nefs bunları istemez. Saadete kavuşmak, nefsin rızasını terk edip, Allahü tealanın rızasına koşmakla mümkündür. Saadete kavuşanlara müjdeler olsun.

    Eğitici Bir Dua Ahmed Er-Rufai Hazretlerinden

    Ey Rabbimiz ! İbadetlerimizi, taatlerimizi kabul et. Şüphesiz ki sen dualarımızı işiten, niyetlerimizi bilensin, tevbelerimizi kabul et. Şüphesiz sen, tevbeleri çokça kabul edensin

    Allah?ım, Dinim, Dünyam, Çoluk çocuğum ve malım içinde sağlık ve afiyetle yaşamamı nasip eyle.
    Allah?ım, kusurlarımı ört, beni korktuklarımdan emin eyle.

    Allah?ım, önümden, arkamdan, sağımdan solumdan, üstümden ve altımdan gelecek tüm kötülüklerden sana sığınırım.Allah?ım, vücuduma sağlık ver. Kulağıma sağlık ver, Senden başka ilâh yoktur..

    Allah?ım, Küfürden, fakirlikten, kabir azabından sana sığınırım. Senden başka ilâh yoktur..
    Allah?ım, Benim Rabbim sensin. Senden başka ilâh yoktur.

    Beni Sen yarattın, ben senini kulunum. Elimden geldiğince sana verdiğim kulluk sözü üzerindeyim. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Bana olan nimetlerini ve bu nimetlere karşı benim günah ve kusurlarımı itiraf ediyor, beni bağışlamanı diliyorum.Senden başka günahları bağışlayacak yoktur?

    Allah?ım, kederden, tasadan,âcizlikten, tembellikten,cimrilikten, korkaklıktan, borç altında ezilmekten, düşmanlara yenilmekten sana sığınırım.Allah?ım, bu günün önünü salah, ortasını felâh, sonunu başarılı kıl.

    Bize dünya ve ahiret iyiliği ver. Ey Merhametlilerin en merhametlisi Allah?ım,!
    Haksızlık etmekten, haksızlık edilmekten, saldırmaktan, saldırılmaktan, hata işlemekten, bağışlamayacağın bir günaha düşmekten sana sığınırım.

    Allah?ım, beni en güzel amellerle en güzel ahlâk sahibi olmaya ilet, senden başka güzel ahlâka götürecek yoktur.Allah?ım, beni kötü amel ve kötü ahlâktan uzaklaştır.

    Allah?ım, Dinimi düzelt, evimi genişlet, bana verdiğin rızkı mübârek eyle.
    Allah?ım, kalb katılığından, gafletten, zillet ve meskenetten, sana sığınırım..

    Allah?ım, Küfürden, fısktan, nifak ve ayrıcalıktan, gösterişten sana sığınırım
    Sağırlıktan, dilsizlikten, cüzamdan, kötü hastalıklardan sana sığınırım.

    Allah?ım, nefsime takvâ ver,onu temizle, nefsi en iyi tamizleyen sensin. Nefsimi velisi ve mevlâsı sensin.

    Allah?ım, faydasız ilimden,korkusuz gönülden, doymayan nefisten, kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.Allah?ım, yaptığım ve yapmadığım şeylerin şerrinden sana sığınırım.

    Allah?ım, üzerimde bulunan nimetlerin gitmesinden, sağlığımın ters dönmesinden, ansızın bastıracak öfkenden ve her türlü gazabından sana sığınırım.

    Allah?ım, yıkıntı altında kalmaktan, düşmekten, boğulmaktan, yanmaktan, ihtiyarlıktan, ölüm sırasında şeytanın beni şaşırtmasından sana sığınırım.

    Allah?ım, kalbimin mühürlenmesine sebep olacak tamahtan sana sığınırım..
    Allah?ım, kötü huy ve amellerden, heveslerden ve hastalıklardan sana sığınırım. Borç altında kalmaktan, düşman kahrından, düşmanların üstüme gülmesinden ve kınamasından sana sığınırım.

    Allah?ım her işimin koruyucusu olan dinimi düzelt. Geçim yerim olan dünyamı düzelt. Ahiretimi düzelt. Haya iken daha çok iyi işler yapmamı nasip eyle. Ya Rabbi ! bana yardım et, beni ezme, ezdirme, bana zafer ver, yenilgiye uğratma. Bana doğru yolu göster, doğru yolda yürümemi kolaylaştır.

    Allah?ım, seni zikreden, sana şükerden, itaat eden, sana boyun eğen, yalvaran bir kul eyle. Ey Allah?ım, Tevbemi kabul buyur, beni günahlarımdan arındır, duamı kabul et, hüccetimisağlam yap, kalbimi sana yönelt, dilimi gönlümü aydınlat.

    Allah?ım, Bana işimde sebat, doğru yolda kararlılık ver. Nimetine şükür ve sana güzel kulluk etmeyi nasip eyle. Bana sağlam bir kalb, doğru konuşan dil ver. Bana senin bildiğin tüm iyilikleri vermeni. Ve bildiğin tüm kötülüklerden beni korumanı dilerim.

    Allah?ım! Seni ve Seni sevenler sevmeyi ve beni sana yaklaştıracak işleri sevmeyi nasip eyle.
    Allah?ım! Duaların en hayırlısını, başarıların en üstününü, sevapların en mükemmelini ihsan buyur.

    Allah?ım, ayaklarımı doğru yolda sağlamlaştır. Sevap tartılarımı ağırlaştır. Hatalarımı bağışla, Cennetin en yüce derecelerine ermemi nasip eyle.

    Allah?ım, Adımı yükselt, günahımı at, kalbimi temizle, namusumu koru. Ruhuma yaratılışıma, ahlâkıma, âileme, yaşamıma, işlerime kutluluklar ver İyi amellerimi kabul buyur.

    Allah?ım, belanın sıkıştırmasından,bedbahtlıktan, kötü kazadan, düşman şerrinden sana sığınırım..
    Ey kalbleri evirip çeviren Rabbim ! kalbimi senin dinin üzerinde sağlam tut, kalblerimizi sana itaate döndür.

    Allah?ım! Kalbimi nifaktan, amelimi riyadan, dilimi yalandan, gözümü hiyanetten temizle. Şüphesiz sen gözlerin hain bakışlarını ve gönüllerin gizlediğini bilirsin.

    Allah?ım, bize zâtından korku ver ki günah işlememize engel olsun.
    Bizi cennetine ulaştıracak her türlü söz, fiil ve ameli nasip eyle. Cehennemden ve ona götürecek her türlü söz, fiil ve amelden de sana sığınıyoruz. Allah?ım! Peygamber?im Hz.Muhammed?in senden istediği bütün hayırları biz de istiyoruz, Sana sığındığı bütün şerlerden biz de sana sığınıyoruz.

    Allah?ım, Bize haksızlık edenlerden öcümüzü al, düşmanlık edene karşı bize zafer ver, bizi dünyanın peşinden koşturma. Dünyayı, en çok düşündüğümüz, tasasını çektiğimiz bir varlık haline getirme.

    Günahlarımızdan ötürü bizi belalara düşürme ve senden korkmayan kimseleri üstümüze salma.. Allah?ım..
    Senden doğru iman, güzel huy, âfiyet ve sağlık ihsan buyurmanı diliyorum..

    Allah?ım, senden yardım ve kurtuluş dileyen ve huzurunda korkudan titreyerek günahlarını itiraf eden zavallı bir yoksulum. Bir zavallı kulun olarak sana yalvarıyor, boynu bükü bir aciz olarak sana sığınıyor, huzurunda zilletle eğilmiş bir biçare olarak sana yalvarıyorum.

    Ey Rabbimiz ! bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru.

    ALLAH?IM, Beni ve çocuklarımı namazı devamlı kılanlardan eyle, Ey Rabbimiz, dualarımızı da kabul eyle, hesap günü beni, annemi babamı ve bütün Müslümanları bağışla. Müslümanları dinlerinde daim eyle, hayat şartlarını kolaylaştır. Onlara güven ver, borçlarını ödemede kolaylık ver. Hastalarına şifa ver. Uzakta olanlarına selamet ver. Gönüllerine ferahlık ver. Kalplarindeki kin ve nefreti gider. Onları birbirine ısındır.Peygamberlerinin yolunda sabit kıl. Düşmanlarına karşı onların yardımcısı ol Allah?ım!.

    Ya Rabb ! Bizi kötülükten uzaklaştıran ve kendisi de kötülükten uzak duranlardan eyle.Daima helal olan şeyleri nasib et ki harama düşmeyeyim İbadet ve taatınla meşgul olmayı nasib et ki günah ve isyana düşmeyeyim Lütuf ve ihsanını esirgeme ki senden başkasına muhtaç olmayayım.

    Ey bağışlaması bol rabbim! Beni bağışla Şüphesiz Sen çok affedicisin.Affetmeyi seversin. Beni affet.
    Ey merhametlilerin en merhametlisi Rahman ve Rahîm olan Allah?ım ! Salât ve Selâm Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s)?in ve O?nun âl ve ashâbı üzerine olsun. Hamd ve senâ ise, âlemlerin Rabbi olan Allah?a mahsustur.

  269. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 9:03 am

    Yüce Rabbin Lutfettiği Genç
    Zünnun-ı Misri şöyle der: İçi yemyeşil bir bağa uğradım, bir de baktım ki genç bir, elma ağacının altında namaz kılıyor. Kendisinin namaz kıldığının farkına varmadan selam verdim. Selamımı almadı. Tekrar selam verdim. Yine selamımı almadı. Sonra namazını uzatmadı. Namazını bitirdikten sonra parmağı ile toprak üzerine şu şiiri yazdı:

    ?Dil konuşmaktan men olundu. Çünkü o düşmanlığa sebebtir, belki afetleri celbedendir. Konuştuğun vakit, Rabbini zikret. O?nu unutma ve her halinde O?na hamdet?.

    Bunu okuduğum vakit uzun uzun ağladım. Sonra ben de parmağımla yere şu şiiri yazdım:

    ?Hiçbir yazan yoktur ki, yerde çürümesin, fakat zaman, ellerin yazdığını, devamlı saklar. Elinde kıyamet günü gördüğün vakit seni sevindirecek, olandan başka bir şey yazma.?

    O genç, bunu okuduğu vakit, şiddetle haykırdı, sonra vefat etti. Onu kefenleyip defnetmek istedim, fakat:

    ?Onun cenazesini melekler kaldıracaktır? diye bir ses işittim. Bunun üzerine çekilip ağaca doğru yürüdüm ve ağacın altında iki rekat namaz kıldım. Sonra cenazenin bulunduğu yere baktım. Cenazeden ne bir eser gördüm ve ne de bir haber alabildim. Kullarına istediği gibi ihsan eden Allahü Teala?yı tesbih ederim

  270. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 9:08 am

    Allah´ın Hidayet Merhameti
    Zünnun-ı Mısri-nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor. Çok korkmuştum.

    Beni onun şerrinden koruması için Cenabı Hakk?a sığındım. Akrep nehre geldiğinde, sudan büyük bir kurbağa çıkıp akrebe doğru geldi. Akrep kurbağanın sırtına binip suyun üzerinde yüzüp gittiler. Ben de onların arkasından yürüyüp, peşlerini takip ettim.

    Nehrin karşı yakasına geçtiklerinde, akrep kurbağayı bırakıp dalları büyük, gölgesi çok olan bir ağacın yanına gitti. Birde baktım ki, ağacın altında Allah?a asi bir genç mışıl mışıl uyuyor. Kendi kendime:

    ?La havle vela kuvvete illa billa. Bu akrep nehrin ötesinden buraya bu genci sokmak için geldi? dedim ve içimden, akrep gence yaklaştığı zaman hemen onu öldürmeye karar verdim, Akrebe yakın bir yerde durdum. Bir de baktım ki, karşıdan büyük bir yılan, genci öldürmek için gence doğru geliyor. Akrep ona hücum etti, üzerine çıkıp başını sokmaya başladı. Akrep yılanın ölmesine kadar başını sokmaya devam etti.

    Yılan öldükten sonra, akrep nehre döndü. Kurbağa da onu orda bekliyordu. Akrep kurbağanın sırtına bindi, nehrin öteki yanına geçtiler. Ben arkalarından onlara bakıp duruyordum. Nihayet dönüp gencin yanına geldim, uyuyan gencin başucunda durarak şu beyitleri söyledim:

    ?Ey uyuyan, Allah seni karanlığın içindeki her türlü kötülükten korur. Yüce Allah?tan gözler nasıl uyurki sana ondan bütün nimetlerin faydaları gelir.?

    Genç benim bu sözlerimden uyandı. Kendisine hadiseyi anlattım. Bunun üzerine genç tevbe etti, kötülükten vazgeçip iyilerden oldu ve ölünceye kadar hayatı böyle devam etti. Allah ona rahmet etsin.

  271. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 9:11 am

    Allah´ın Takdirini Anlamanın Zorluğu
    Vehb b. Münebbih?ten rivayet edilmiştir, diyor ki:

    – ?İsrailoğullarının abidlerinden biri vardı ki, nehrin kenarındaki ibadethanesinde ibadet ederdi. Yakınında bir elbise tamir ve temizleyicisi vardı. Belinde para kemeri bulunan bir atlı gelip, kemerini ve elbisesini çıkarır. Nehirde elbisesini yıkar. Elbisesini giyer, fakat para kemerini orda unutup gider.

    O gittikten sonra bir avcı gelip serpme ile balık avlamaya başlar. Para kemerini gören balıkçı onu alır, çekip gider. Sonra atlı gelir, para kemerini orda bulamaz. Elbise temizleyiciye:

    ?Para kemerimi burada unuttum? der. Adam:

    ?Ben onu görmedim? diye cevap verir.

    Bu cevaba kızan atlı kılıcını çekip elbise temizleyiciyi öldürür.

    Abid bu hali görünce, az kalsın fitneye kapılcaktı. Kendisini toplarlayan abid, Cenabı Hakk?a şöyle niyazda bulunur:

    ?Ey Yüce Allah?ım! Para kemerini balıkçı alır, elbise temizleyici öldürür.? Gece olup uyuduğu vakit, Allahü Teala abide rüyasında şöyle buyurur:

    ?Ey abid ve salih kulum, fitneye kapılma Rabbinin ilmine müdahele etme. Şunu iyi bil ki, o atlı, balıkçının babasını öldürüp malını almıştı. Para kemeri onun babasının malındandır. Elbise temizleyicisine gelince, onun sevap sahifeleri dopdolu idi. Ancak o sahifelerde günah vardı. Atlının amel defteri günahlarla dolu idi. Sevap hanesinde tek bir sevaptan başka bir şey yoktu. O elbise temizleyicisini öldürdüğü vakit, onun amel defterindeki bir tek günah silindi, atlının amel defterindeki sevab da silindi. Senin Rabbin dilediğini yapar, istediği şekilde hükmeder.?
    Gerçeği Arayan İki Kişi
    Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abduluzza (O Hz. Ömer (r.a.)?nin amcasının oğludur.)

    Rasulü Ekrem (s.a.v.) peygamber olarak gönderilmeden önce, İbrahim Aleyhisselam?ın dinini istiyordu. Putlara kurban kesmez, ölü eti yemez, kan yemezdi.

    Bir gün Varaka b. Nevfel ile birlikte İbrahim Aleyhisselam?ın dinini aramaya çıktılar. Yahudiler onlara, kendi dinlerini teklif ettiler. Sonra hristiyanlarla karşılaştılar. Onlar da bunlara kendi dinini teklif ettiler.

    Varaka Hristiyanlığı kabul etti, Zeyd ise reddeti. Zeyd şöyle dedi:

    – “Bu din bizim kavmimizin dini gibidir. Bunlar şirk ediyorlar, onlar da şirk ediyorlar.”

    Sonra Zeyd bir rahibe uğradı. Rahib ona şöyle dedi:

    – “Sen öyle bir din arıyorsun ki, o din bugün yeryüzünde yoktur.” Zeyd:

    – “O nasıl bir dindir?” diye sordu. Rahib:

    – “İbrahim Aleyhisselam?ın dinidir” diye cevap verdi. Zeyd:

    – “İbrahim Aleyhisselam?ın dini nasıl bir dindi?” diye sordu. Rahib:

    – “Allah?a ibadet edip, ona hiçbir şeyi ortak koşmamam, Kabe?ye doğru namaz kılmandır” diye cevap verdi. Zeyd ölünceye dek böyle ibadet ederdi.

    Haram Yedirilen Hayvan
    Allah yolunda savaşanlardan bir savaşçı, atı ile İlç adında bir kafir öldürmek için ona hücum eder. At onu öldürmekten aciz kalır. Sonra kafir öldürmesi için atı yanlız olarak salar. At yine kafiri öldüremez. Sonra atla ikinci, üçüncü defa ona hücum eder, at yine onu öldüremez. Gazi, İlc?ı öldüremediği için mahzun ve mütessir olarak geri döner. Çadırına girip uyur. Atı başının ucunda durur.

    Adam rüyasında güya atı onunla konuşuyormuş gibi şöyle görür:

    – “Onu öldürmediğim için bana sitem ediyor musun? Ama dün bana yiyecek alırken, adama geçmez para verdin” der sahibine.

    Adam uykusundan uyanınca hemen gidip, atına yem almış olduğu adamı bulur ve ona vermiş olduğu geçmez parayı alıp, geçerini verir.

    Tevbe Eden Genç
    Allahü Teala, Peygamberi Musa Aleyhisselama hitap edip:

    – “Ey Musa! Filan mahallede, bizim dostlarımızdan biri vefat etti. Git onun işini gör. Sen gitmezsen, bizim rahmetimiz onun işini görür” buyurdu.

    Hazreti Musa, emir olunduğu mahalleye gitti. Ordakilere:

    – “Bu gece, burada Allahü Tealanin dostlarından biri vefat etti mi?” diye sorunca.

    – “Ey Allahın peygamberi! Allahü Tealanın dostlarından kimse vefat etmedi. Ama filan evde zamanını kötülüklerle geçiren fasık bir genç öldü. Fışkının çokluğundan hiç kimse onu defnetmeye yanaşmıyor” dediler.

    Musa Aleyhisselam: “Ben onu arıyorum” buyurdu. Gösterdiler.

    Hazreti Musa, o eve girdi. Rahmet melekleri gördü. Ayakta durup, ellerinde rahmet tabakları olup. Allahü Tealanın rahmet ve lütfunu saçıyorlardı. Hazreti Musa, yalvararak münacaat etti:

    – “Ey Rabbim! sen buyurdun ki, “O benim dostumdur”. İnsanlar ise fasık olduğuna şahitlik ediyorlar. Hikmeti nedir?”

    Allahü Teala: “Ey Musa! İnsanların onun için fasık demeleri doğrudur, ama günahından haberleri var, tövbesinden haberleri yok. Benim kulum, seher vakti, toprağa yuvarlandı ve tövbe etti. Bizim huzurumuza sığındı. Ben ki Allah´ım! Onun sözünü ve tövbesini kabul ettim. Ona rahmet ettim ki, bu dergahın ümitsizlik kapısı olmadığı anlaşılsın” buyurdu.

  272. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 9:15 am

    Ne Oldum Dememeli Ne Olacağına Bakmalı
    Zengin adamın biri yemek yiyordu, sofrasında pişmiş tavuk vardı. Bir dilenci gelip, kendisinden bir şey istedi. Dilenciye bir şey vermeyip, onu eli boş geri çevirdi. Adam çok mal ve servet sahibi idi.

    Bir gün karısı ile arası açılıp, boşandılar. Karısı başka kocaya vardı. Kadının ikinci kocası yemek yerken bir dilenci ondan bir şeyler istedi. Sofrasında pişmiş tavuk bulunan adam karısına:

    – “Pişmiş tavuğu alıp dilenciye verdi. Kadın dilenciyi görünce, kendisine yabancı gelmedi. Biraz düşündü ve ilk kocası olduğunu anladı. Durumu ikinci kocasına bildirdi.

    İkinci kocası:

    “Allah?a yemin ederim ki, o adamdan bir şeyler isteyen fakir dilenci ben idim. Allah da onun mal ve servetini alıp, bana verdi” dedi.
    Her Yaratılanda Bir Hikmet Vardır
    Adamın biri, pislik böceği görür ve:

    – “Bu, yaradılışı çirkin pis kokulu olan bir yaratıktır. Allahü Teala?nın bunu yaratmasındaki maksadı nedir?” der.

    Bunun üzerine Allahü Teala o adama bir çıban verdi ki, bütün doktorlar onu tedavi etmekten aciz kaldılar. Herkes yaranın iyileşmesinden ümit kesmişti ki, bir gün sokakta bağıran bir adamın sesini işitir ve onun getirilip, yarasına bakmasını ister. Kendisine:

    – “Senin yaranı iyileştirmek en meşhur doktorlar bile aciz kaldılar, o adamın senin yaranı ne yapabilir” derler kendisine. Adam:

    – “Muhakkak onun yanıma gelmesi lazımdır” der.

    Bunun üzerine adamı hastanın yanına getirirler. Adam çıbanı görünce, kendisine bir pislik böceği getirmelerini ister. Orada bulunanlar adamın bu isteğine gülerler. Fakat hasta başından geceni hatırlayıp, yanında bulunanlara, adamın istediğini kendisine getirmelerini söyler. Çünkü adam işin hakikatini görüyor ve biliyor” dedi.

    Adama pislik böceği getirdiler. Böceği yakan adam, onun külünden çıbanın üzerine serpti, çıban Allah?ın izniyle hemen iyileşti. Hasta, orda bulunanlara söyle dedi:

    – “İyi biliniz ki, Allahü Teala, mahlukatının en adi ve yaramaz olanında bile, en iyi deva bulunduğunu bana bildirmek murad buyurdu. Allah(c.c.) Hakim?dir Habir?dir…

    Orucun Fazileti
    Süfyan-ı Sevri?den rivayet edilmektedir, diyor ki:

    ?Mekke-i Mükerreme?de üç sene kaldım. Mekke halkından bir adam her gün öğleyin Mescid-I Haram?a gelip tavaf eder ve iki rekat namaz kılardı. Sonra bana selam verip evine dönerdi. Kendisiyle samimiyet kurup birbirimizi çok sevmiştik.

    Kendisini gözler olmuştum. Bir gün hastalandı ve beni çağırıp dedi ki:

    ?Ben öldüğüm vakit, beni bizzat kendin yıka, cenaze namazımı kıldır ve defnet. O gece beni kabrimde sakın yanlız bırakma. Münker, Nekir melekleri sual sorduklarında, bana kelime-i tevhidi telkin et? dedi.

    Ben, isteklerini yapacağıma dair, kendisine söz verdim. Öldüğünde bana söylediğini yerine getirdim. O gece kabrinin yanında yattım. Uyku ile uyanıklık arası bir halde bulunurken, gaibden gelen bir ses:

    ?Ey Süfyan! Senin muhafızlığına, telkinine ve arkadaş olmana onun hiç ihtiyacı yoktur. Çünkü onu biz yanlız bırakmadık. Ona Kelime-i Tevhid?i telkin ettik? dedi. Ben:

    ?Bu mertebeye ne ile erişti?? diye sordum.

    ?Ramazan ayında ve onun ardından Şevval-ı Şeriften de altı gün oruç tutmakla? denildi. Uyandığımda, yanımda kimsenin bulunmadığını gördüm. Kalktım, abdest aldım, namaz kıldım ve tekrar yattım. Rüyamda birinci defa gördüğümün aynı ile karşılaştım. Bu hal üç kere vuku bulunca rüyanın şeytani olmayıp Rahmani olduğunu anladım. Bunun üzerine kabrinden ayrıldım ve şöyle niyazda bulundum:

    ?Ey Allah?ım! Lütfunla beni de oruçları tutmaya muvaffak kıl!?
    Halifeyi Ağlatan Çocuk
    Sıcak bir yaz günüydü.
    Arabistan çöllerine güneş bütün sıcaklığıyla vuruyordu.
    Adeta insanın beynini kaynatıyordu.
    Herkesin köşesine çekildiği, etrafın sessizliğe büründüğü bir anda, ezan vaktinin yaklaştığını gören halife,
    Abdestini almış,ağır ağır camiye gidiyordu.

    Bir çocuğun, kendisini geçmek istercesine hızlı adımlarla gittiğini gördü.

    Küçücük çocuğun bu telaşı neydi?

    Acele edişinin mutlaka bir sebebi vardı.

    Acaba bir derdi mi vardı? Derdi varsa, derdine çare bulmak halifenin göreviydi.

    Nihayet halkın derdini dert eden halife sordu:

    – “Yavrucuğum nedir bu telâşın? Bir derdin mi var?

    Niçin bu kadar hızlı gidiyorsun?”

    Çocuk halifeyi tanıyamamıştı.

    – “Camiye gidiyorum amcacığım” diye cevap verdi.

    Halife şaşırdı. Çocuk henüz küçüktü. Ama sözleri büyük adam sözleriydi. Biraz daha konuşturmaya karar verdi:

    – “Yavrucuğum senin yaşın daha küçük! namaz sana farz değildir. Niçin bu kadar telaşlanıyorsun ?”

    Çocuk kınar gibi halifeye baktı:

    – “Amca, amca! Bu işin büyüğü küçüğü olur mu?

    Daha dün mahallemizde bir çocuk öldü. Üstelik benden de küçüktü. Ölüm denen gerçeğin büyük küçük ayırdığı yok. En iyisi her yaşta buna hazır olmalı.

    Hem bu yaşta namaza alışmazsam, büyüyünce kılmak zor gelebilir.”

    Halifeyi derin bir düşünce aldı.

    Gözlerinden yaşlar boşalırken ağzından şu cümleler döküldü:

    “Ey rabbim! Ne akıllı bir çocuktur bu çocuk! Büyüklerde bulunması gereken ruhu taşıyor.!
    Korkusuz Mücahid
    Hazreti Ömer (r.a.) zamanında Rum savaşçılari bir kısım müslümanları esir alırlar. Müslümanların içinde bulunan kuvvetli ve heybetli biri, Rum hükümdarına anlatılır. Rum hükümdarı onu görmek için yanına cağırır.

    Hükümdarın bulunduğu yerin önünde zincir çekilmişti. Başını eğmeden (rüku eder gibi) oradan kimse geçemezdi. Müslüman adam onu gördüğündem rüku eder gibi eğilerek oradan geçmekten kaçındı ve:

    – ?Ben, kafir olan bir kimsenin yanında rüku eder şekilde girmekten Hazreti Muhammed Aleyhisselam?dan utanırım? dedi.

    Bunun üzerine Rum hükümdarı çekilmiş olan zincirin kaldırılmasını emretti. Zincir kaldırılıp, Rum hükümdarın yanına girdiği zaman onunla uzun uzadıya konuştu. Rum hükümdarı ona:

    – ?Eğer bizim dinimize girersen, mührümü eline veririm. Rum beldesinin hükümdarlığını da sana bırakırım, istediğini yaparsın? dedi. Müslüman olan zat:

    – ?Rum hükümdarlığının dünyada hakim olduğu yer ne kadardır?? diye sordu.

    – ?Üçte biri veya dörtte biri kadardır? diye cevap verdi. Adam:

    – ?Eğer dünya ve dünya dolusu altın ve cevherler onların olsa ve onu bana bir günlük verseler, yine de kabul etmem? dedi. O zaman Rum hükümdarı sordu:

    – ?Ezan nedir?? Adam:

    – ?Ezan: Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne muhammeden abduhü ve rasülühü? demektir? dedi.

    Rum hükümdarı etrafındakilere:

    – ?Bunun kalbine Muhammed (s.a.v.)?in sevgisi tam manasıyla yerleşmiş. Bu durumda bu adamın dönmesi mümkün değildir? dedi ve ateşe su dolu büyük bir kazan konulmasını ve iyice kaynadığı vakit adamın kaynar suyun içine atılmasını emretti.

    Rum hükümdarının emrini yerine getirdiler, adamı kaynar suya attılar. Kaynar suya onu attıkları vakit ?Bismillahirrahmanirrahim? dedi ve Allahü Teala?nın yardımıyla kendisine hiçbir şey olmadan, sapa sağlam bir halde dışarı çıktı. Bunu görenler taaccüb ettiler. Çünkü bu, insan gücü ve takatinin üstünde bir hadise idi.

    Bunun üzerine Rum hükümdarı , onun karanlık odaya konulmasını, kendisinden yemek ve içmenin men edilmesini, sadece domuz eti ile şarap verilmesini emretti. Bu halin tam kırk gün devam etmesini istedi. Rum hükümdarının emri yerine getirildi. Kırk gün tamam olunca yanına girdiler. Kendisine kırk gün içinde verdiklerinin hepsini yanında gördüler. Onlardan hiçbir şey yemediğini ve içmediğini anladılar ve:

    – ?Sen bunlardan nasıl yemedin ve içmedin? Halbuki Muhammed?in dininde, zaruret halinde iken bunlardan yenilmesi ve içilmesi caizdir? dediler. Adam onlara şöyle cevap verdi:

    – ?Eğer ben onlardan yemiş ve çıkmış olsaydım siz sevinirdiniz. Ben ise sizi kızdırmak ve öfkelendirmek istedim.? Rum hükümdarı:

    – ?Onlardan yemediğine göre bana secde et, ta ki seni seninle beraber onları serbest bırakayım? dedi. Adam:

    – ?Muhammed (s.a.v.)?in dininde Allah?tan başkasına secde etmek caiz değildir? dedi. Rum hükümdari:

    – ?Ellerimi öp, seni ve seninle beraber esir bulunanları serbest bırakayım? dedi. Adam:

    – ?El öpmek caiz değildir. Ancak baba, adil olan sultan ve hocanın elinin öpülmesi caizdir? dedi.

    Rum hükümdarı, adama:

    – ?Alnımı öp? dedi. Adam:

    – ?Bunu bir şartla yaparım? dedi. Hükümdar:

    – ?Nasıl istersen öyle yap? dedi. Adam, yenini hükümdarının alnının üzerine koydu, onu niyet ederek öptü. Bunun üzerine hükümdar onu ve kendisiyle bulunan esirleri serbest bıraktı. Adama bir çok hediyeler verdi ve Hazreti Ömer (r.a.)?e bir mektup yazarak dedi ki:

    – ?Eğer bu adam bizim memleketimizde olup, bizim dinimizde bulunmuş olsaydı, biz ona yüksek mevkiler verirdik?. Hazreti Ömer (r.a.)?ın yanına geldiklerinde, adama:

    – ?Bu hediyeleri kendine alıkoyma. Bütün Medine halkını bu hediyelerden hissedar kıl!? buyurdu. Adam da Hazret Ömer (r.a.)?in emrini yerine getirdi.

    Çok Tevbe Edenler
    Ebül Kasım el-Hakim?e soruldu:

    – ?Günahlarında tevbe eden mi, yoksa iman eden kafir mi daha üstündür??

    Şöyle cevap verir:

    – ?Günahlarından tevbe eden asi, iman eden kafirden daha efdaldir. Çünkü kafir küfür halinde iken, ecnebidir. Allah?ı bilmez, tanımaz. Asi ise isyan halinde iken Allah?ı bilir ve tanır. Aynı zamanda kafir müslüman olduğu vakit ecnebilik derecesinden, Allah?ı bilmek derecesine intikal eder. Asi olan ise ariflik derecesinden Allah?ın sevgisi derecesine intikal eder. Nitekim Allah Kur?an-ı Kerim?de:

    – ?Allah çok tevbe edenleri sever? buyurmuştur

  273. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 9:20 am

    Hayvanların Üstün Yanları
    Şeyhulislâm Zenbilli Ali Efendi (rh.a), zamanın en büyük âlimlerindendi. Herkes tarafından sevilir ve sayılırdı. Sık sık tertip ettiği sohbet toplantıları çok samimi bir hava içinde geçerdi. Her sohbeti ayrı bir güzellikte olur, dinleyenleri coştururdu.

    Bir yaz günüydü. Hava oldukça sıcaktı. Zenbilli Ali Efendi´nin evinin arka kısmındaki bahçede, ateş gülleri arasında sohbete oturulmuştu. Bir ara söz canlı cinslerine gelip dayandı. Hocanın, yakın arkadaşlarından biri ile aralarında şöyle bir diyalog geçti:

    – Hocam, en çok hangi kuşları seversiniz?

    – Ben sadece kuşları değil, bütün hayvanları fazlasıyla severim.

    – Peki hocam, insanlarla alâkalı ne düşünüyorsunuz?

    – İnsanları da severim; ama hepsini değil. Hayvanların hepsi sevilmeye lâyık oldukları halde, insanların hepsi sevilmeye lâyık değildir. Bazı insanlar davranışlarıyla hayvanlardan daha aşağı düşerler.

    – Sizce insan mı hayvandan üstün, yoksa hayvan mı insandan?

    – İnsanlar hayvandan üstün yaratık olmalarına rağmen, hayvanların da insandan üstün tarafları vardır. Meselâ onların içinde hiçbir müşrik ve münkir, hiçbir yalancı-dolandırıcı ve sahtekâr yoktur
    İsmi İyilerin Arasına Yazıldı
    Hasan-ı Basrî (k.s.) hazretlerinin talebelerinden Habîb-i Acemî (k.s.) hazretleri, önceleri çok zengin birisi idi. Tefecilik yapar, faizle para verirdi. Bir gün evinde, tam yemek yiyeceği sırada kapıya bir dilenci geldi ve ´Allah rızâsı için bir sadaka´ dedi. Habîb, onun yüzüne kapıyı kapattı, o fakiri mahzun bir halde geri çevirdi. Sofraya döndüğünde kabın içindeki yemeğin kana döndüğünü gördü! Bu hâdise karşısında dehşete düştü! Kendisini bir korku sardı! Yerinde duramaz hâle geldi!..

    Bir cuma günü, Hasan-ı Basrî hazretlerinin evinin yolunu tuttu. Yolda giderken, oyun oynayan çocuklar, Habîb-i Acemî´yi görünce, aralarında;

    “Kaçın, kaçın! Tefeci Habîb geliyor! Ayağından kalkan toz, bize de gelir ve biz de onun gibi bedbaht oluruz, diyerek kaçıştılar.

    Çocukların bu sözleri, ona çok ağır geldi.

    Hasan-ı Basrî hazretlerinin meclisine varıp elini öptü. Huzurunda tevbekâr oldu. O da Habîb´i talebeliğe kabul etti.

    Oradan ayrılıp evine dönerken, kendisine borcu olanlar onu görünce, alacaklarını talep eder korkusu ile kaçışmak istediler. Habîb-i Acemî bu vaziyeti anlayınca,

    ´ Kaçmayın, bugün asıl benim sizden kaçmam lâzım, dedi. Ve kimden ne alacağı varsa, hepsini bağışladığını îlan etti.

    Çocukların yanından geçerken, çocuklar bu sefer birbirlerine,

    ´ Kaçın, kaçın! Tevbekâr Habîb geliyor. Üzerine bizden toz bulaşmasın. Bulaşırsa, bizler Allâh´a âsî olmuş oluruz… diyerek kaçıştılar. Habîb, bu sözleri duyunca çok duygulandı. Yüreği sızlayarak, ´Yâ Rabbbî! Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, bir tevbemle ismimi kötüler arasından çıkarıp iyiler arasına kaydeyledin´ diyerek Allâh´a iltica etti.

    Dul Kadın ve Evliyanın Kerameti
    Bağdat. Dul bir kadın…

    Altı öksüz çocuğu ve bir de ihtiyar ana. Kadın geçimi sağlamak üzere, hafta boyu el emeği verir, göz nuru döker iplik eğirir, pazara çıkar ve anası ile çocuklarının rızkını temin etmeye çalışırdı.

    Vakti tamam olunca bu dul kadın vefat eder, çocukların bakımı ise ihtiyar kadına kalır. Kadın pazara her hafata çıkamıyor, ip eğiriyordu. Bir zaman baktıki altıyüz dirhem kadar ip eğirmişti, pazara götürmeye karar verdi.

    – Ya Rabbi! Bu öksüzlerin, yetimlerin rızkını ver, diyerek sabah erkenden pazarın yolunu tuttu. Yolda giderken Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretlerinin evinin önünden geçiyordu. Onu görünce durakladı. Şeyh mürüdleriyle sabah namazından çıkmıştı, yaşlı kadını görünce duraklayarak:

    – Hoş geldin bacı, nereye gidiyorsun?

    – Bir miktar ipliğim var, pazara götürüp satacağım.

    – Ver bakalım. Benden altıyüz dirhem ip isteniyor, bunu ver de ben satayım.

    – Memnuniyetle, lütuf buyurmuş olursunuz, efendim dedi ve ipi verdi.

    Abdülkadir Geylani Hazretleri eline aldığı ipi şaka yollu mescidin damına atınca hemen nereden geldiği belli olmayan büyük bir kuş gelip, ipi kapıp gider. Kadın bu nebiçim şaka diye kendi kendine söylenmeye başlayınca, müritler kadına itiraz etmemsi için işaret ettiler, kadında daha fazla bir şey demedi.

    Hazreti Şeyh kadına dönerek.

    – Hatun canını sıkma, ipliği satmaya gönderdim, parası gelsin ne kadar etti se alırsın.

    – Pekala, diyerek gider, ertesi gün gelir.

    – İpilik satıldı mı?

    Abdülkadir Geylani Hazretleri:

    – İplik satıldı, fakat parası henüz gelmedi. Bir hafta hadar bir zaman içinde gelir.

    Kadın bir hafta sonra gelir, para henüz gelmemiştir, kadına:

    – Yarın gel, paranı al.

    Kadın, pazara niye gitmedim, şimdi param elimde olurdu hayıflana hayıflana evine gitmek üzere iken, Mürütler:

    – Bir gün daha sabret bakalım mevla ne gösterecek, derken bu işin sade bir şaka olmadığının farkında idiler.

    Ertesi gün oldu. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin huzuruna o ana kadar görülmeyen bir heyet geldi. Bin altın takdim ettiler. Müritler heyete bu kadar paranın ne olduğunu, niçin Şeyhe takdim ettiklerini sordular. Gelenler tüccar olduklarını belirterek:

    – Altınlar Hazreti Şeyhindir. Denizde yolculuk yaparken fırtına sebebiyle geminin yelkeni delindi, yol alamaz olduk, denizin ortasında kalacaktık. Kaptana bir çaresi yok mu diye sorduğumuzda:

    – Altıyüz dirhem ip olsa geminin yelkenini onarır, yolumuza devam ederdik ama, şu anda nerede bulacağız, dedi.

    Biz ellerimizi kaldırarak Allaha dua ettik ve duamızda:

    – Ya Sultanul Arifin bize altıyüz dirhem kadar ip gönder, sana bin altın vereceğiz diye yalvardık. Bir de baktık ki, bir kuş gelip altıyüz dirhem ipliği geminin güvertesine bırakıp uçtu gitti. Şimdi o adağımızı yerine getirdik, dediler.

    Tüccarlar ayrıldıktan bir müddet sonra, ihtiyar kadın gelip sordu.

    – Para geldi mi efendim?

    Şeyh bin altını kadına verirken:

    – Benim satışım seninki kadar kârlı olmuş mu?

    Kadın bir anda zengin olmuştu. Abdülkadir Geylani Hazretleri´ne teşekkür ederek huzurdan ayrıldı.

    Anasının Kölesi
    Karen´de parlayan pırlanta ….

    Efendimiz´in (Sallallahü aleyhi ve sellem) bilinen iki hırkası vardır. Bunlardan biri Kaside-i Bürde´nin yazarı büyük şair Kaab bin Züheyr´e verilir ki, Topkapı Sarayı´nı ziynetlendirir. Diğeri de Kareli Üveys´e gönderilir. Hasılı bu iki kutlu miras da İstanbulumuz´a nasip olur. Belki de ona bu yüzden İslambol derler… Kimbilir? Peki siz Karen adında bir yer duydunuz mu? Yalanı yok ya, ben duymamıştım. Ta ki Veysel Karani hakkında bir şeyler okuyana kadar.

    Karen, Yemen taraflarında adı bilinmedik bir beldedir. Etrafı kum dağları ile çevrilidir, kuraktır, çoraktır. Ortalıkta birkaç kuyu vardır, üç beş ağaç. Sonra hepsi birbirine benzeyen toprak damlı evler… Sadece develerin ve bedevilerin yaşayabildiği bu kavurucu coğrafyanın sakinleri kervan ağırlamakla geçinirler. Bir şey ekip biçmezler, hayvanlarını ise Üveys isimli bir çobana emanet ederler.

    Üveys garip biridir. Dünyadadır, ama ne dünyalığı vardır, ne de dünyalık gibi bir kaygısı. Güttüğü develer için ücret istemez. Verenden alır, vermeyene sormaz bile. Adı üzerine çobandır işte, fakirdir. Ama iş cömertliğe geldi mi onunla yarışmak kimsenin harcı değildir. Paylaşacak çok şeyi yoktur, ama hayırda daima başı çeker.

    Üveys, bizim bildiğimiz ismi ile Veysel Karani Hazretleri mütevazı yaşar. Ama halinden memnundur. Sessiz, dostları arasında yalansız, dolansız bir hayat sürer. Issız vadilerde, kaya kovuklarında ibadet eder. İnsanlar ona hep divane gözüyle bakarlar, ama aldıran kim?

    Mübareğin çok yaşlı bir annesi vardır. Hem kör, hem de kötürümdür. Veysel Karani onun eli ayağı, gözü kulağıdır. Yedirir, içirir, yıkar, paklar. Kadıncağıza bebek gibi bakar. Ne derse, ama ne derse yapar. En olmayacak arzularını bile ikiletmez. Bir yüz ifadesinden bin mânâ çıkarır ve hepsini de getirir yerine. Tabiri caizse, anasına kölelik eder.

    Veysel Karani Hazretleri haram bilmez, yalan söylemez. Hoş, sahrada bir başına dolanan böylesi bir insanın günaha girme şansı da azdır ya. O, gün boyu zikreder, af diler. Ümmet-i Muhammede dua eder. Ama en bilinen özelliği Allah ve Resulüne duyduğu tarifsiz aşktır. Veysel Karani´nin tek arzusu vardır. Yüzü suyu hürmetine kainatın yaratıldığı Server´i görebilmek. Efendimizi düşündükçe burnunun direği sızlar, yüreği bir hoş olur. Yumruk iriliğinde bir şeyler gelir, oturur boğazına. Hani o, anlaşılamayan ve anlatılamayan şeyler.

    Ve gün gelir muhabbet ve Muhammed kelimeleri yüreğinde buluşur, dışarı taşar. Efendimizin hasreti kor olur, ciğerini yakar. Onu bir kez, ama bir kez görebilse, bir solukluk olsun sohbetinde bulunabilse ve adına sahabe denilen kutlu kadroya katılabilse…

    Annesi itiraz etmese de, bu yolculuğa razı değildir. Omuzlarını kaldırıp boynunu büker. Mahzun bir üslupla ´İstiyorsan git!´ der, ´Git bakalım, beni kime emanet edeceksen?´ Doğrusu onu bırakabileceği kimse yoktur. Bu yaşlı kadına incitmeden kim bakabilir ki? Onun nazını kim çeker sonra?

    Hasretini Yüreğine Gömer

    Üveys hasretini yüreğine gömer. Bir daha bu konuda tek kelime etmez. Ama o günden sonra daha fazla ağlar, daha fazla yalvarır. Aşkını kayalara, kumlara, anlatır. Kuşlarla, develerle dilleşir, serin seher yeliyle selâmlar yollar Haremeyn´e. Ve ufuklar perde perde açılır, dağlar çekilir aradan. Artık o günboyu ibadet eder, sürüyü melekler bekler. Hayvanlar mı? İnanın muma döner.

    Evet Üveys, Allah Resulünün muhteşem sohbetine (madde planında) erişemez, ama mânâ aleminde çok şeye kavuşur. Efendimizle aralarında imrenilecek bir dostluk başlar. Hoş onlar için mesafelerin ne önemi vardır. Öyle ya alan uygun, veren olgun olduktan sonra ´feyz´ nehir olur akar.

    Serveri Kainat zaman zaman mübarek yüzlerini Karen taraflarına döndürür ve ´Yemen cihetinden rahmet rüzgarları esiyor´ buyururlar, ´İhsan ve iyilikte Tabiinin en iyisi Üveys-i Karni´dir!´

  274. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 9:22 am

    Hediye Edilen Hırka
    Yine Efendimiz buyururlar ki: ´Ümmetimden bir kimse vardır ki, Kıyamet günü Rabia ve Mudar kabilelerinin koyunlarının kılları adedince insana şefaat edecektir.´ (ki bu iki kabile sürülerinin çokluğu ile tanınırlar)

    Eshab-ı kiram sorar:

    – Ya Resullallah kimdir bu nasipli?

    – Allahın kullarından biri.

    – Peki adı nedir?

    – Üveys!

    – Ya memleketi?

    – Karen!

    – O sizi gördü mü?

    Efendimiz mânâlı mânâlı gülümser, ´Baş gözü ile hayır!´ derler. Sahabeden ´Hayret!´ diyenler olur, ´Size böylesine aşık olan biri nasıl oluyor da koşmuyor huzurunuza?´ Efendimiz izah eder: – Onun gelmemesi de bana olan bağlılığındandır. İhtiyar bir annesi vardır. İman etmiştir. Ancak gözleri görmez, hareket edemez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, kazandığını annesine harcar´.

    Hazret-i Ebubekir sorar:

    – Ya Resulallah biz onu görür müyüz?

    Efendimiz mübarek kafalarını ´ne yazık ki hayır´ manasında sallar, ´Sen göremezsin´ buyururlar, ama Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali´ye dönüp müjdeyi verirler: ´Onu, siz göreceksiniz!´ Sonra bir bir vasıflarını tarif ederler ki, bu işaretlerden biri avucunun içindeki gümüşi beyazlıktır.

    ´Aşık için zaman geçmez´ derler, ama aradan yıllar geçer. Hani o dakikaları asırlaşan yıllar… Efendimiz hayatlarının son soluklarını aldıkları demlerde mübarek hırkalarını çıkarır ve ´Bunu Üveys-i Karni´ye verin!´ buyururlar.

    Resullullah´ın (Sallallahü aleyhi ve sellem) dar-ı bekaya göçmelerinin ardından Hazreti Ömer ve Hazreti Ali yollara düşer, Veysel Karani´nin izini bulurlar. Ahali böylesine şerefli iki kimsenin böylesine köhne bir yeri ziyaretine mânâ veremez. Hele ´Üveys´i arıyoruz!´ cümlesine çok şaşırırlar. ´O divanenin tekidir´ derler, ´İnsanlardan kaçar. Kimseyle konuşmaz, kimseye karışmaz. Ağladıklarımıza güler, güldüklerimize ağlar. Neşe nedir bilmez. Aradığınız sakın başka biri olmasın!´

    Hazret-i Ömer dikkatle dinler, ´Bilakis!´ der, ´Aradığımız o olmalı!´

    Karenliler iki şanlı sahabenin önüne düşer, onları Arne Vadisi´ne getirirler. Veysel Karani´yi namaz kılarken görürler. Develer akıllı uslu dolanmakta, çobanlarını üzecek hareketlerden sakınmaktadırlar. Namazı biten Üveys misafirlerine döner. ´Hoşgeldiniz!´ der. Hazret-i Ömer önce müsafaha eder, sonra gülümseyerek sorar ´Kimsin sen?´

    – Abdullah! (Allah´ın kulu)

    – Evet hepimiz Abdullah´ız, ama seni ne diye tanırlar?

    – Üveys derler.

    – Sağ elini açar mısın?

    Açar. Efendimiz´in belirttiği işaret ayan beyan ortadadır. Büyük sahabe ´Ben Hattapoğlu Ömer´im´ der, ´Arkadaşım Ali bin Ebu Talip!´

    Vadiyi kısa ama mânâlı bir sessizlik kaplar. Sükutu yine Hazreti Ömer bozar: – Efendimiz sana selâm ettiler ve mübarek hırkalarını gönderip buyurdular ki ´Alıp giysin, ümmetime dua etsin!´

    Ben Günahkar Biriyim

    Veysel Karani ağlamaklıdır. Şaşkınlıktan titreyen bir sesle ´Ya Ömer´ der, ´Ben aciz ve günahkar bir kulum. Sizin aradığınız başka Üveys olmasın?´

    Hazret-i Ömer ´Hayır sensin!´ buyurur. ´Zira Efendimiz çizgi çizgi eşkalini verdi ve sen tamı tamına uyuyorsun buna.´

    O büyük mücahide, o koca Ömer´e itiraz ne mümkün. Hele müjdenin böylesini getiriyorsa.

    Üveys-i Karani mübârek hırkayı hasretle koklar, (ki ziyaret edenler iyi bilirler, Efendimizin gül teniyle ıtırlanan Hırka-i Şerif aradan geçen asırlara rağmen tarif edilemeyecek kadar güzel kokar) sonra yüzüne gözüne sürerek bir kuytuya çekilir. Mübarek alnını toprağa koyar ve ağlayarak yalvarır. ´Ya Rabbi !´ der ´Bu ne nimettir. Yüzü suyu hurmetine kâinatı yarattığın Server benim gibi bir acizi hatırlıyor ve mübarek hırkalarını Ömer ve Ali gibi iki güzide sultanla bu günahkâra yolluyor. Senden bir tek dileğim var: Ümmet-i Muhammedi affeyle. N´olur. Bu hırkanın hakkı için!´

    Gaibden bir ses gelir. ´Şu kadarını sana bağışladım. Haydi giy hırkayı!´

    – Hepsini ya Rabbi! Hepsini.

    – Şunları, şunları, şunları da bağışladım.

    – Diğerlerinin hali n´olacak Ya Rabbi? N´olur, hırkanın ve hırkanın sahibinin hatırına…

    Hışşt Baksana Gidiyorlar

    Tam bu sırada Karenlinin biri gelir ve o muhteşem huzuru bozar. ´Misafirlerin dönmeye niyetliler´ diye ikaz eder güya, ´Onlara diyeceğin bir şey yok mu?´

    Veysel Karani ´Ahh!´ der, ´Ahh bu hali bozmayacaktın işte. İnanın az kalmıştı. Bütün ümmeti Muhammed affedilmedikçe giymeyecektim hırkayı.´

    Aradan günler geçer. Karenliler şaşkın, hatta pişmandırlar. Öyle ya, elinin altında Üveys gibi bir cevher olsun da, sen onun kıymetini bilme. Ama bu kez mübareği hurmet ve ilgiyle bunaltırlar. Huzurunda el pençe divan durur, ısrarla nasihat isterler. Hele bazıları aşikare keramet bekler. Veysel Karani gibi mütevazı biri, ilginin böylesinden sıkılır. İşte tam o günlerde biricik annesi vefat eder ve onu Karen´e bağlayan hiçbir şey kalmaz. İşte şimdi yollara düşebilir.

    Mübâreğin ilk hedefi elbette Haremeyndir. Önce hacceder, sonra Medine´ye gider. Ancak o münevver şehrin hüzünlü yüzünü görür ve Resullulah´ın yaşamadığı Peygamber beldesinde duramaz. Çeker çarığını, yürür uzaklara. Bir ara Basra´da eyleşir, bir ara Kufe´ye yerleşir. Yine eskisi gibi deve güder. Aç kalır, açıkta kalır. Horlanır, aşağılanır. Garip bu ya milletin gücü hep ona yeter. Hatta ufacık veledler bile sataşır, taş yağdırırlar. Büyük veli, çığlık çığlığa saldıran afacanlara gülümser ´N´olur ayaklarımı kanatacak kadar büyükleri atmayın´ der, ´Abdestim bozulmasın e mi?´ Zira o güne kadar bir kez olsun abdestsiz basmamıştır zemine.

    Asırlık Gelenek

    Ve asırlık gelenek yaşar. Hırka-i şerif, gözü yaşlı aşıkların ziyaretgahı olur. Medine´ye, Mescid-i Nebi´ye ulaşamayanlar hasretlerini burada dindirmeye çalışırlar. Cami çalışanları şirin mescidi güllerle bezerler, ki tasavvufta gül O´na işarettir. Efendimiz´e!

    Hele Ramazan günleri civar coğrafya Hırka-i Şerif´e akar. Müminler kar demez, kış demez ziyarete koşarlar. Anadolu´nun dört bir yanından gelen aşıklar yaşlı gözlerle yüce Serverin kutlu mirasına bakarlar.

    Allahü Teâlâ bizleri yalan dünyayı Veysel Karani gibi görenlerden ve Resulü Ekrem´in (Sallallahü aleyhi ve sellem) şefaatine erenlerden eylesin!

  275. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 9:30 am

    Alim ve Doktorsuz Belde
    İmam Şafiî Muhammed b. İdris Hazretleri anlatıyor:

    Eski zamanda pek şişman bir kral varmış. Şişko kral zeki hekimlerden birinden kendisini zayıflatacak ilaçlar talep etmiş. Doktor onu görünce şöyle demiş:

    – Allah seni ıslah etsin! Ben ilerisini gören bir doktorum. Sana bakınca anladım ki, senin ancak bir aylık ömrün kalmış! İlacın sana bir faydası olmaz ki!

    Bunun üzerine kral, söylediklerinin doğru olup olmadığını anlamak için hekimi hapsettirir. Kral da bu süre içinde halktan gizlenir. Fakat içini öyle bir üzüntü sarar ki, bir ay içinde iyiden iyiye zayıflar.

    Bir aylık zaman geçince kral sağ salim ortaya çıkar ve hapisteki hekimi de yanına çağırır. Der ki:

    – Yalanın ortaya çıktı. İşte ben ölmedim. Bu yalanın sebebiyle seni fena halde cezalandıracağım. Hekim ise telaşlanmadan cevap verir:

    – Allah kralı ıslah etsin! Ben geleceği bilmede Allah´ın en düşük kuluyum. Fakat ben anladım ki, senin şişmanlığını gidermenin tek ilacı, ancak keder ve üzüntüdür. İşte bu sebepten dolayı, sana söylediğimi söyledim!

    Bunun üzerine kral onu serbest bırakır ve kendisine iyiliklerde bulunur.´

    İmam Şafiî bu hikayeyi şu maksatla anlatmış: ´Fazla dert ve tasa, bedeni zayıflatan ve solduran şeylerdendir.´ (Tabii ki sıkıntıdan fazla yeme durumu hariç)

    Yine o şöyle derdi:

    ´Sana dininden bilgi verecek bir alimin ve beden durumundan bilgi verecek bir doktorun bulunmadığı bir memlekette oturma.´

    Su Kırbalarını Delen Çocuk
    İstanbul´un Vefa semtine adı verilen Şeyh Vefa, Fatih devrinin büyük alimlerinden ve evliyasındandı. Akşemseddin, Molla Gürani gibi devrin manevi önderlerinden biriydi.

    Bu büyük zatın oyun yaşlarındaki bir oğlu kötü bir alışkanlık edinmişti. Ucuna çivi çakılmış bir sopa ile o devirde evlere içme suyu taşıyan sakaların kırbalarını deliyordu. Evcil hayvan derisinden yapılmış su tulumu demek olan kırba, sivri bir madde ile dokunuldu mu kolayca delinecek bir nesneydi. Şeyh Vefa´nın oğlu da bunu yapıyordu. Sakalar, “Bir din ulusunun oğludur, çok sürmez geçer” diye bir müddet dayandılarsa da baktılar vazgeçeceği falan yok, Şeyh Vefa´ya şikayet ettiler.

    Vefa Hazretleri olanları duyunca hayretler içinde kaldı. Nasıl olur da bunca dikkat ve özenle yetiştirilen, haram lokmadan uzak tutulan bir çocuk böyle bir şey yapardı? Şeyh Vefa sakalara, “Tamam” dedi. Konu anlaşıldı, gereken yapılacak, sizin de zararınız ödenecektir.

    Önce kendinden işe başladı :

    – “Acaba ben bu çocuğa yanlışlıkla da olsa haram yedirdim mi?” diye düşündü. Bir şey bulamadı. Hanımına sordu:

    – “Sen bu çocuğa hamileyken veya süt verirken haram bir şey yedin mi, çok iyi düşün, bana bildir, yoksa oğlanın sonu kötü” dedi.

    Hanım düşündü, taşındı, rüyaya yattı, nihayet bir olay hatırladı. “Oğlana hamileyken oturmağa gittiği bir komşu evinde, masadaki bir tabakta portakallar varmış. Görünce canı çekmiş ama istemeye de utanmış. Ev sahibi hanım bulundukları odadan dışarı çıktıkça yakasındaki iğneyi portakallara batırıp sularını içmiş.” Bunu şeyhe anlattı.

    Şeyh Vefa “Aman hatun hiç vakit geçirmeden o komşuya git, olanı biteni dosdoğru anlat ve helallik dile” diye tenbihledi. Kendi de sakaları çağırdı, kimin kaç tane kırbası delinmişse hepsinin parasını ödedi ve haklarını helal ettirdi. Oğlana olayın başından sonuna kadar bir şey denmedi. Hakkında böyle şikayet var, bir daha yaparsan asarız, keseriz yollu tehdit edilmedi. Ama çocuk bir daha çivili sopa ile kırbaları delmedi.

    Allah´tan (c.c.) Başkasına Dayanmamak
    Kumandanlarından biri bir zafer dönüşü Halife Hz. Ömer´in huzuruna çıktı. Yanında kısa boylu, tıknaz biri bulunuyordu. Hz. Ömer “Bu kim?” diye sordu.

    Kumandan anlattı:

    – “Efendim bu benim sağ kolumdur. Hangi görevi verdimse başarı ile tamamladı. En gizli haberleri yerine ulaştırdı. Bazen bir orduya bedel hizmet gördü. Zaferlerimi onun sayesinde kazandım diyebilirim.”

    Aradan zaman geçti, aynı kumandan halifenin huzuruna yeniden çıktı. Ama mağlup bir kumandan olarak Halife sordu:

    – Hani sağ kolun nerede?

    – Sormayın ya Ömer, ihanet etti, düşman tarafına geçti.

    Hz. Ömer bu defa konuştu:

    – “Allah´tan başka hiç kimseye dayanmamak gerektiğini geçen sefer söyleyecektim vazgeçtim. Bir musibet bin nasihattan yeğdir diye düşündüm.”

    Fedakarlıkta Kimse Onu Geçemeyecek
    Önemli bir sefer hazırlığı yapılıyordu. Peygamberimiz herkesten yapabileceği yardımı en üst sınırda yapmasını istedi. Hz. Ömer bu isteğe uyarak büyük miktarda bir yardımla Hz. Peygamberin huzuruna çıktı. Hz. Peygamber sordu :

    – Ya Ömer, malının ne kadarını yardım olarak getirdin?

    Hz. ömer cevap verdi :

    – Tam yarısını getirdim ya Resulallah, size getirdiğim kadar da geride var.

    Biraz sonra Hz. Ebû Bekir geldi. O da büyük bir yardımda bulundu. Hz. Peygamber ona da sordu :

    – Malının ne kadarını getirdin? Cevap verdi :

    – Tamamını getirdim ya Resulallah, evimde Allah ve Resulünün sevgisinden başka bir şey bırakmadım.

    Bunun üzerine Allah´ın Resulü şöyle buyurdu :

    – Allah yolunda fedakarlıkta Ebû Bekir´i kimse geçemeyecek.
    En Büyük Keramet
    Türk asıllı mutasavvıfların en büyüklerinden birinin Aziz Mahmud Hüdayi olduğunda şüphe yoktur. Bugün Üsküdar´da adıyla anılan caminin avlusunda türbesi bulunan Aziz Mahmud Hüdayi, I Sultan Ahmed´in de mürşidi idi. Hükümdardan büyük saygı görüyor, kendi de hükümdarı seviyor ve sayıyordu. Arayı pek fazla uzatmadan birbirini ziyaret ederlerdi. Biri din ve maneviyatın ulusu, diğeri devletin ulusu bu iki insan uzun süre birbirini görmeden duramazdı. Sultan Ahmed´in en mutlu anları şeyhiyle beraber olduğu anlardı.

    Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri ziyaretine geldiğinde onun hizmetini bizzat kendisi yapardı. Aziz Mahmud´un Topkapı sarayında yine padişahı ziyaret ettiği bir gün namaz vakti yaklaşmış, Aziz Mahmud Hazretleri de abdest alıp hazırlanmak istemişti. Derhal leğen ve ibrik istendi. Padişah suyu kendisi dökerek şeyhinin abdest almasına yardımcı oldu. Bu sırada valide sultan (padişahın annesi) de kurulanması için havlu elinde bekliyordu. Valide sultan bu sırada içinden şunu geçiriyordu : “Ah şu mübarek insan bir keramet gösterse de gözümüz açılsa ne olur?”

    Abdest almayı bitirmiş, kurulanmak üzere valide sultanın elindeki havluya uzanırken, valide sultanın içinden geçenlere vâkıf olan Hüdayi Hazretleri,

    – “Dünyanın en büyük devletinin hükümdarının altın ibrikle su döktüğü, annesinin en nadide iplikten dokunmuş havlusunu tuttuğu insan, hiçbir sıfatı bulunmayan, sıradan bir kul, bir abdi acizdir. Bundan daha büyük keramet ne olabilir?”

  276. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 9:32 am

    Üç Mesele
    İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri rh.a., hac için yola çıkıp Medine´ye ulaştığında karşılaştığı Seyyid Muhammed Bâkır Hazretleriyle arasında şöyle bir konuşma geçer. Seyyid Muhammed Bâkır:

    – Sen kendi aklınca kıyas yaparak, Peygamber dedemin dinini ve hadislerini değiştiriyorsun, der.

    – Böyle bir şey yapmaktan Allah´a sığınırım efendim. Lütfen oturunuz. Rasulullah´a olduğu gibi benim size de hürmetim var, der İmam-ı Azam. Seyyid Muhammed Bâkır´a yer gösterir. Her ikisi de yerini aldıktan sonra Ebu Hanife Hazretleri söze başlar:

    – Üç mesele soracağım. Birincisi şu: Erkek mi daha güçsüz kadın mı?

    – Kadın erkekten güçsüzdür.

    – Mirasta adamın payı kaç, kadının kaçtır?

    – Erkeğin mirastaki payı iki, kadının birdir.

    – İşte bu ceddin Peygamber s.a.v.´in sözüdür. Eğer onun dinini değiştirmiş olsam, benim akıl ve kıyas yoluyla, kadın daha zayıf olduğu için ona iki pay, erkeğe bir pay düşer derdim.

    Ebu Hanife Hazretleri tekrar sorar:

    – Namaz mı daha üstün, oruç mu?

    – Namaz oruçtan üstündür.

    – İşte bu da deden Rasulullah´ın sözüdür. Eğer ceddinin dinini akıl ve kıyasla değiştirmiş olsaydım, âdet halindeki kadının kılamadığı namazları kaza et mesini, orucu kaza etmemesini emrederdim.

    Ebu Hanife Hazretleri üçüncü soruyu sorar:

    – Sidik mi daha pis, meni mi?

    – Sidik meniden pistir.

    – Eğer deden Peygamber s.a.v.´in dinini kıyasla değiştirmiş olsaydım, sidikten dolayı gusletmek gerektiğini ve meniden dolayı da sadece abdest almak gerektiğini söylerdim. Fakat akıl ve kıyasla bu dini değiştirmekten Allah´a sığınırım.

    Seyyid Muhammed Bâkır Hazretleri yerinden kalkar ve Ebu Hanife´yi kucaklar. Tebrik edip ona ikramda bulunur

  277. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 9:43 am

    Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adı İle

    İnsanın eğitim süreci Hz.Adem(a.s.) ile başlamış ve kıyamete kadar devam edecek olan bir süreçtir.İlk eğitim, daha dünyaya inmeden evvel Hz.Adem ve tertemiz eşi HzHavva’ya,şeytanın nasıl bir düşman olduğunu anlatmak ve insanın kendi nefsine uyunca neler kaybedeceğini göstermek amacı ile meşhur meyvesi yenmesi yasaklanan ağaç olayı ile verilmiştir.

    Dünyaya iniş ve imtihan olma sürecinin başlangıcı ile birlikte uyarı ve peygamberlik misyonu da başlamıştır.Yaşanan hayatın çekiciliği,nefsin hazır olan lezzetlere duyduğu haz onu erdemlerden geri bırakmakta ve uzun emelli olmaya sevk etmektedir.Öfkesine ve şehvetine tabi olan insanın her geçen gün biraz daha dünyaya bağlılığı artmakta ve artan hevesini tatmin için daha çok çaba göstermektedir.Bu ise insanın zulüm etmesine sebep vermektedir.Kişi kendi arzularını elde etmek için aklını,gücünü ve diğer yeteneklerini devreye sokmakta ve hile,desise,yalan,iftira,öldürme,aç bırakma v.b. yollara başvurmaktan çekinmemektedir.Aklı, heva ve hevesinin elinde adeta bir köle olmaktadır.Adeta aklın ve vicdanın önü bir perde ile örtülmüştür.

    Peygamberler (a.s.) işte bu durumdan insanları kurtarmak ve onları kemallere yöneltmek için gelmişlerdır.Onlar insanoğluna sunulan en büyük nimetlerdendirler.Varlıkları ile alemi şereflendirmiş ve her asra damgalarını vurmuşlardır.Bu gün dünyanın neresinde hayırdan ve iyilikten yana birşey varsa, bu onların irşadlarından kalan bir parıltıdır.

    Bu cehd ve gayret yolunda nebiler yanlız olmamışlardır.Her devirde onlara destek çıkan ve yollarını sürdürmelerinde yardımcı olan kişiler muhakkak çıkmışlardır.Son peygamber,efendimiz ve rehberimiz Hz.Muhammed’in (s.a.v.) ahirete irtihalinden sonra her ne kadar nübüvvet sona ermişse de insanların terbiye edilmesi ve ıslah yolu kıyamete kadar devam etmektedir.Gerçek alimler peygamberlerin varisleri olarak bu vazife ile vazifelendirilmişlerdir.İnsanoğlu kıyamete kadar eğitime muhtaç olacaktır.

    Bir insanın kendi kendine bir sanatta veya bir ilimde ustalaşması ve derinleşmesi,bir eğitmen ve hoca olmaksızın imkansızdır.Onun tecrübelerinden,göstereceği açılımlardan ve ona sunacağı eskilerin mirasından yararlanmadan kendi kendine uğraşmak hem çok zor,hem gereksiz ve hem de abes bir iştir.Herhangi birimizin kendi kendine tıp ilminde derinleşmesi ve kendisini ameliyat etmesi mümkün olmayan bir iştir.Ya da kendi kendine ders görmeden,bir hocadan ilim okumadan en karışık mühendislik hesaplarını yapması,uzay matematiği ile ilgili problemleri çözmesi düşünülemez.Bu işte muhakkak bir üstada ihtiyacı vardır.Aynen bunun gibi de insanın ahlakını düzeltmesi,erdemlerle dolabilmesi için bir ahlak hocasına ve ruh terbiyecisine ihtiyacı vardır.Kendi kendine ahlakını düzeltmek ve kamil bir insan olmak mümkün değildir.

    Nefis gizli,sinsi,gaddar ve ne zaman,hangi şekilde saldıracağı belli olmayan bir düşmandır.Şeytan ve dünya ise aldatıcı ve hileci düşmanlardır.Bunların elinden kurtuluşun çaresi;selim bir kalbe sahip olmaktır.Eğer insan böyle bir kalb-i selim sahibi değilse,bu yolun üstadları olan sadatlara yani ruh terbiyecisi, hikmet ehli insanlara tabi olmalıdır.Onlar insan sarraflarıdırlar.Keskin zekaları ve ferasetleri ile kişiyi gördüklerinde veya onunla konuştuklarında halini hemen anlamakta ve ona gerekli kurtuluş reçetesini sunmaktadırlar.Bu babta Şeyh İzzeddin Hazretleri(k.s.) bir sohbetlerinde binaları yapan,köprüler inşa eden bir mühendis topluluğuna ;’Sizler ilminiz ile bu yapıları inşa edebilirisiniz.Binaları dikip,köprüler inşa edebilirsiniz.Peki bir insanın kalbinden kini ve nefreti sökebilir misiniz!Ondan dünya sevgisini giderebilir misiniz!İşte bu da bizim işimizdir.’ demişlerdi.

    Niyazi-yi Mısri (k.s.) için anlatılan bir kıssada onun tasavvufa ilk giriş yıllarından bahsedilmektedir. Çok zengin bir zat olan Mısri bu yola girdikten sonra tüm varlığını,kendi davası yolunda harcar ve bir o kadar daha da borçlanır.Fakat bunların hiç birine ehemmiyet vermeden vazifesini ifa etmeye devam eder.Birgün üstadı dergahta bulunan tüm müridleri toplar ve hepsinden Niyazi-yi Mısri’yi terslemelerini, ona selam vermemelerini ve hiç itibar göstermemelerini emreder.Herkes bu emri yerine getirirken,bir tek Şeyhi ona iyi davranmakta ve onunla ilişkisini devam ettirmektedir.Bu hal epey bir müddet böyle devam ettikten sonra bir gün üstadı onu yanına çağırarak,huzurundan kovar ve artık onunla işi kalmadığını ve bu tekkeyi terk etmesini ondan ister.Mısri perişen olmuş,afallamış ve bütün dünyası yıkılmış bir halde orasını hıçkıra hıçkıra ağlayarak terk eder.Bir mağaraya sığınır.Ağlayarak gözyaşları içerisinde Allah’a ellerini açarak dua etmeye başlar;’Ya Rabbi! Senden başka herşey yalanmış! Sadece Sen varmışsın!.Senin dışında herşey boşmuş! Ben sadece sana sığındım ve Sana yöneldim.’ Bu yöneliş öyle içtendir ki onun üzerine çok büyük bir nur ve feyiz iner.Çok yüce bir mertebe elde eder.Yüce Allah ona rahmet nazarı ile bakmış ve onu yüceltmiştir.İçi imanın kemalı ile dolmuştur.O zamana kadar yaptığı ibadet ve hizmetler ile elde edemediği bir makama ulaştığını görmüştür.Tam bu anda geri döner ve birde bakar ki,mağaranın içinde şeyhi ve tüm müridler onu izlemektedirler.Onun peşinden gelmişlerdir.Şeyhi ona;’ İşte tüm bu yapılanlar,senin bu mertebeye ulaşman içindi.’ diye söyler.

    Bu yüce zatlar kalplerin tabipleridirler.İnsanların eğitimi ve yüce ahlaki değerlerle boyanmaları için birer rehberdirler.Onlarla birlikte olmak,onların yoluna girmek en büyük kazançtır.Kişinin yalnız,tek başına kaldığı sürece, nefisini yenmesi ve şeytanın hilelerinden kurtulması mümkün değildir.Bu yola giren insanın imanı zayıfsa kuvvetlenir.İbadetlerde eksikleri varsa,onlar tamam hale gelir.İbadetlerini tam olarak yapan biri ise,gerçek ihlasa ulaşır.İhlas sahibi ise yakin sahibi olur.Yakini varsa,hal sahibi yüce makamlara eren birisi olur.Kalbi selim bir halde Rabbi Rahimine kavuşur.En önemlisi de nefsine muhalefet etmiş,onu serbest bırakmamış ve Allah’a (c.c.) tam kul olması için,onu bir mürşid eline verip,ıslah yoluna sokmuştur.

    Efendimizin(s.a.v.) Özel Uygulamaları

    Efendimiz (s.a.v.)’in kimi sahabelerinden aldığı özel beyatlar vardı.Mesala bir seferinde,ömür boyu kimseden birşey istememek üzere birkaç sahabeden beyat almıştı.Onlar ellerini Rasullullah’a (s.a.v.) uzatmış ve bu konuda ona söz vermişlerdi.Bu kişiler en ufak bir ihtiyaçlarını dahi kimseden istemiyorlardı.Kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılıyorlardı. Onlardan öyleleri vardı ki,zırhını giymiş,silahlarını kuşanmış bir halde atının üzerindeyken,mendil gibi bir şeyini düşürürdü de kimseden istemezdi.Tüm ağırlığı ile atından, üşenmeden iner ve o mendili alıp,tekrar atına binerdi.Verdiği sözü ve bu şekilde cereyan eden bağı koparmaz ve ölünceye kadar sözleştikleri hususa riayet ederlerdi.

    Tasavvuf yolu ile yapılan bağlanma da işte bu tür bir beyata benzemektedir.Belli hususlara riayet etme konusunda bir anlaşma yapılmaktadır.Böylece Rasulullah(s.a.v.) Efendimizin bu sünneti canlandırılmaktadır.Bu yola giren, tevbe etmek,sünnete bağlanmak ve bu edepleri yerine getirmek üzere elini uzatmakta ve üstadının elini tutmaktadır.İhlas,muhabbet ve teslim yoluna sarılmakta ve mürşidinin tasarruflarına ve onun eğitim programına kendini bırakmaktadır.Böylece nefsini kırma,kendini görmeme ve kamil bir şahsiyete ulaşma yoluna girmektedir.

    Bir mürşide bağlanmak ve kendine bir ahlak hocası belirlemek,onun tedrisine girmek özgür olmak içindir.Bu bağlanış birinin bir iple bir ağaca bağlanması gibi bir bağlılık değildir.Çünkü böylesi bir bağlılık kendi alanını daraltmak ve kendini güdükleştirmektir.İrfan yoluna giriş ve maneviyat önderlerine bağlanış zerrenin kendi varlığından geçip,okyanusa dalması ve umman olmasına benzemektedir.Su damlasının bulut olabilmek için kendi nefsinden geçip,eriyerek buhar olmayı kabul etmesi gibidir.Kendini gören,ilmine ve değerine güvenen kimse,ucb belasına düşmüş ve kibre kapılmıştır.Bundan kurtuluş tevazu,ilim ve irfan yolunun ufuk insanlarına tabi olmaktadır.İbn-i Sina bir seferinde, bir tarafı üçgen diğer tarafı küp gibi olan bir cismi,ilim sahiplerinden birisinin önüne atıp,ondan hacmini hesaplamasını ister.Amacı kendi ilmini göstermek,onu zor duruma sokmaktır.Bu alim ve mutasavvıf zat ise onun önüne bir ahlak kitabı atıp; ‘Sen önce ahlakını düzelt.Ben ondan sonra bu cismin hacmini hesaplarım.’der.Görüldüğü gibi önemli olan ilim sahibi olmak değildir.Onu yaşamak ve hal sahibi olmaktır.Öyle büyük islam alimleri vardır ki,koca koca külliyatları kaleme aldıktan sonra,kalplerindeki problemleri çözmek için, yaşları ilerlemiş olmasına rağmen tasavvuf ehli alimlerin tedrisine girmiş ve onların rehberliğinde nefis tezkiyesi uygulamışlardır.

    Ekollerin Ortaya Çıkışı

    Asr-ı saadetin sona ermesinden ve Raşid halifeler döneminin bitmesinden sonra gelen fitneler dönemi İslam alemine büyük darbeler indirmiştir.Farklı fırkaların ortaya çıkması, bidat ehlinin çığırtkanlıkları,yaşanan kargaşalar,savaşlar,elde edilen dünyalıklar ve işlenen cinayetler büyük yıkımlara sebep vermiştir.Bu durum karşısında hamiyet sahibi İslam alimleri gayrete gelmişler ve İslami değerleri korumaya çalışmışlardır.Herbirisi farklı bir alana el atmış ve farklı ekoller meydana getirmişlerdir.Hadisleri toplayıp,uydurma olanları ayıran ve sahih olanları belirleyen hadis ekolü,yaşanan itikadi problemleri çözmek için kelam ekolü ve fıkhi problemlere cevap vermek için fıkıh ekolü doğmuştur.Peygamberimizin(s.a.v.) hayatını ve yaşanan olayları yazan tarihçiler ise,İslam tarih ve siret ilminin temellerini atmışlardır.Tefsir ,hadis ve fıkha dair usul ilimleri de bu arada gelişmiştir.

    Efendimizin (s.a.v.) zamanında bu ekollerin hiç birisi ortaya çıkmamıştı.Fakat bunlar öz olarak,çekirdek olarak Peygamberimizin(a.s.) şahsiyetinde toplanmışlardı.O gelen her türlü problemi çözen tek merci idi.Ondan sonra ise,sahabelerden ilimde ileri seviyede olan müçtehid sahabeler, bu ilimlerden pek çoğunu şahıslarında barındırıyorlardı.Onlardan sonra ise büyük mezhep imamları bu işi üzerlerine aldılar ve kendi ekollerini geliştirdiler.İslamın irfani ve tasavvufi boyutuna ait ilimler de bu dönemde aynı sebeplerden dolayı ekolleşme yoluna girdi.İlk mutasavvıflar ortaya çıkmaya başladılar.Her ilim dalında olduğu gibi,irfan ve ahlak ilminde de özel terimler ve kavramlar oluşturuldu.Bir ilim dalı olarak tasavvuf ilmi de böylece doğmuş oldu.Günümüze kadar gelişe gelişe gelen bu ekol hala canlılığını korumakta ve İslamın yayılmasında diğer ekollere göre daha başarılı hizmet vermektedir.Çünkü direkt olarak insan ruhunun merkezi olan kalple ilgilenmekte ve insanı insan yapan imani,ahlaki ve irfani değerler ile uğraşmaktadır.

    Anadolu’nun,Balkanların.Rumeli’nin,Uzakdoğu ve Afrika’nın İslamlaşmasında tasavvuf ehli insanların katkıları çok büyüktür.Bu coğrafyalara yayılan dervişler, ahlaki üstünlükleri ve sahip oldukları manevi hayat ile insanları etkilemişler,onların kalplerini İslam’a ısındırmışlardır.Böylece oralarda da İslamiyet yayılabilmiştir.İslam toplumu içinde ise,müslümanların yozlaşmasına,dünyevileşmesine karşı siper ve Asr-ı saadet özlemi duyanlara bir sığınak olmuşlardır.Bu yol bugün Haznevi Mürşidlerinin kutlu dergahında devam etmekte ve insanlığa nur,iman,ahlak ve maneviyat saçmaya devam etmektedir.

  278. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 9:46 am

    Edep ve Terbiye Her konuda haddini bilip, sınırı aşmamak, insanlara iyi muâmelede bulunmak, sünnet üzere yâni Peygamber efendimizin buyurduğu ve dav­randığı gibi hareket etmek, hatâya düşmekten sakınılacak şey, terbiye, güzel ahlâka da edeb denir.(E. Ans. c.1, s. 34) Abdullah bin Mübârek âlimler, edeb hakkında çok şeyler söylediler. Bize göre edeb, insanın kendini tanımasıdır demiştir. (E. Ans. c.1, s. 34) Ebü´l-Berekât Emevî Hakkârî; “Edep, kulun, Allahü teâlâya karşı va­zîfelerini, vakitlerini nasıl değerlendireceğini, kendini O´ndan uzaklaştıran şeylerden nasıl korunacağını bilmesidir.” demiştir. (E. Ans. c.1, s. 34) İmâm-ı Rabbânî ise; “Edebe riâyet etmeyen hiç kimse, Allah´a kavu­şamaz, yâni velî olamaz. Din büyüklerinin yolu baştan sona edeptir. Na­mazın sünnet ve edeplerinden birini gözetmek ve tenzîhî bir mekrûhtan sakınmak; zikir, fikirden (tefekkürden) üstündür.” buyurmuştur. (E. Ans. c.1, s. 34) Şems-i Tebrîzî ise; “Âdemoğlunun edebden nasîbi yok ise, insan de­ğildir. Âdemoğlu ile hayvan arasındaki fark budur. Gözünü aç ve bütün Allahü teâlânın kelâmının mânâsı, âyet âyet edepten ibaret olduğunu gör.” demiştir. (E. Ans. c.1, s. 34) Anadolu´da yetişen büyük velîlerden Azîz Mahmûd Hüdâyî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânında, Sultan Ahmed Han, bir gün hazretlerine bir hediye göndermiş, o da bunu kabûl etmeyerek iâde et- mişti. Pâdişâh bu sefer aynı hediyeyi Şeyh Abdülmecîd Sivâsî´ye gön­derdi. Onun kabûl etmesi üzerine bir gün pâdişâh kendisine; “Bu hedi­yeyi Hüdâyî´ye gönderdiğim halde kabûl buyurmadılar.” dedi. Abdülme- cîd Sivâsî de; “Pâdişâhım, Hüdâyî bir ankâdır ki, lâşeye tenez­zül etmez.” cevâbını verdi. Pâdişâh birkaç gün sonra Hüdâyî hazretlerinin sohbetine gidince; “Geri gönderdiğiniz hediyeyi Abdülmecîd Efendi kabûl etti.” dedi. Bu söz üzerine Hüdâyî hazretleri de; “Sultanım! Şeyh Abdülmecîd bir deryâdır. Ona bir katre necâset düşmekle pislenmiş olmaz.” diyerek zârifâne bir cevap verdi. Mâverâünnehir böldesinde yetişen velîlerin büyüklerinden Aziz Ne- sefî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: “Ey oğul! Bir mecliste bulunduğun zaman kendini beğenerek en başa, yukarıya oturma. Edebe çok riâyet eyle. Edepsizlik her zaman ve her yerde yasak ve sevimsizdir. Her yerin kendine mahsus bir edebi vardır. Arkadaşlarına cömertlik et ve iyi muâmelede bulun. Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisi olan Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatır: “Bir gece karanlığında odamda otururken ayaklarımı uzatmıştım. Hemen bir ses duydum. Sultanla oturan edebini gözetmelidir diyordu. Hemen toparlandım.” Evliyânın büyüklerinden ve kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on beşincisi olan Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden biri anlatır: “Haz­ret-i Hâce´nin sohbeti ile şereflendiğimde, talebelerinin büyüklerinden olan Şeyh Şâdî, bana çok nasîhat etti ve edebden bahsetti. Bana emret­tiklerinden biri; hazret-i Hâce´nin bulunduğu yere doğru hiçbirimiz ayağı­mızı uzatmayız nasîhati idi. Bir gün hava çok sıcaktı. Gazyût´tan Kasr-ı Ârifân´a Hâce hazretlerini ziyârete geliyordum. Bir ağacın gölgesinde din- lenmek için yattım. Bir hayvan gelip, ayağımı iki kere kuvvetlice tek­mele- di. Fırladım kalktım. Ayağım çok fazla ağrıyordu. Tekrar yattım. Yine o hayvan gelip beni tekmeledi. Kalkıp oturdum ve sebebini düşün­meğe başladım. Nihâyet Şeyh Şâdî´nin nasîhatını hatırladım ve ayakla­rımı, ho- camızın o anda bulunduğu Kasr-ı Ârifân´a doğru uzatarak yattı­ğımı anla- dım.” Tâbiîn tanınmışlarından büyük velî Bekr bin Abdullah Müzenî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bir kimse ziyâfete çağrılır. O da ev sâhibine haber vermeden, yanında misâfir getirirse, bir tokat hak et­miş- tir. Eve geldiğinde, ev sâhibi, şuraya buyurunuz dediği zaman, hayır ben şuraya oturacağım diyen kimse ise, iki tokat hak etmiştir. Yemek yerken de ev sâhibine; “Sen de bizimle berâber yemiyor musun, sen de yese- ne.” diyen, üç tokadı hak etmiş olur. Çünkü hepsinde söz ve hare­keti boş ve fuzûlîdir. İslâm âlimlerinin ve velîlerin büyüklerinden Celâleddîn-i Devânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) konuşma âdâbını şöyle anlatır: Lüzûmsuz ha­reketlerden kaçınmalıdır. Meselâ sakalı ile saçı ile, diğer uzuvları veya elbisesi ile oynamamalıdır. Parmağını burnuna veya ağzına sokmamalı, parmaklarını çıtırdatmamalı, esnememeli, gerinmemeli, tükrüğünü, bal­gamını, sümüğünü de, sesini başkalarının duyacağı şekilde atmamalı ve kıbleye doğru tükürmemeli, sümkürmemelidir. Elini ve yüzünü eteğiyle, elbisenin kol ağzıyla, yeniyle silmemelidir. Bir meclise gidince, kendinden aşağı olanların veya yüksek olanların yerlerine oturmamalıdır. Ama meclisin büyüğü o ise, istediği yerde otu­rabilir. Anlamadan bu yerlerden birinde oturmuşsa, hâtırına geldiği za­man münâsib yere gitmelidir. Orada boş yer yoksa, hiç sıkıntı ve derd etmeden geri dönmelidir. İnsanların yanında uyumamalıdır. Sırt üstü hiç yatmamalıdır. Hele uyurken horlayan buna çok dikkat etmelidir. Çünkü bu şekilde yatmak horlamayı arttırır. Eğer bir mecliste, kalabalıkta uyku gelirse, mümkünse kalkıp gitmeli, değilse, bir hikâye, bir düşünce veya bir başka yolla def etmelidir. Oradakiler hep uyuyorsa, ya onlara uyup uyumalı, yâhut kalkıp gitmelidir. Kısaca, öyle hareket etmelidir ki, kimse ondan nefret etmemeli ve o- na acımamalıdır. Yâni acınacak hâle düşmemelidir. Bu âdetlerden biri o- na ağır gelirse, bunları yapmadığı zaman doğacak zarar ve ayıplama­nın, bunlara katlanmaktan ağır ve çirkin olduğunu aklından çıkarmamalı­dır. Tanınmış büyük evlîyadan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün meclisinde bir gencin, bir ihtiyârın üst tarafında otur­duğunu gördü. O gence bir şey söylemeden, hazret-i Ali´nin sabah na­mazına giderken önünde yürümekte olan yahûdî bir ihtiyarı, yaşına hür­meten geçmediğini, bu sebeple namaza geç kalınca, birinci rekatın rü­kûunda Cebrâil aleyhisselâmın Resûlullah´ın sırtına lutf ile dokunup dur­durduğunu ve hazret-i Ali´nin yetiştiğini anlatıp; “Yahûdî ihtiyara hürmet edilince, müslüman ihtiyara daha çok hürmet edilir. Hele ömrünü dîne uymakla geçirmiş ihtiyarlara saygı ve hürmet gösteren gençlerin, Allahü teâlâ katında ne kadar yüksek mertebe kazanacağını düşünmelidir.” bu­yurdu. Bu nasîhatı dinleyen genç, mükemmel bir ders alıp, bir daha bü­yüklerin üst tarafına oturmadı. Evliyânın büyüklerinden Ebû Abdullah-ı Rodbârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Edebe riâyet etmeksizin evliyâya hizmet eden kim- se helâk olur. Ondan istifâde edemez.” Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretle­rine, edebi gözetmekten soruldu. O; “Edebi terk, kovulmayı îcâbettiren bir sebeptir. Huzurda edepsizlik edeni kapıya, kapıda edepsizlik edeni ise hayvanlara bakmak için ahıra koyarlar. Kul, ibâdeti ve tâatıyla Cen- net´e, ibâdet ve tâatteki edebiyle Allahü teâlâya vâsıl olur.” buyurdu­lar. Yine buyurdular ki: “Sükût, Allahü teâlânın huzûrunda olma edeple­rinden bir edeptir. Allahü teâlâ, Kur´ân-ı kerîmde meâlen; “Kur´ân-ı kerîm okunduğu zaman onu dinleyiniz ve susunuz ki rahmete nâil olasınız, ka­vuşasınız.” (A´râf sûresi: 204) buyurmuştur.” Allahü teâlâ, cinlerin, Resûlullah efendimizin huzûrundaki hâlini ha­ber verirken de; meâlen “Cinler hazret-i Peygamberin huzûruna gelince, birbirlerine; “Susun” dediler.” (Ahkâf sûresi: 29) buyurmuştur.” “Büyüklerin huzûrundan kovulmayı icâb ettiren şey, edebi terket- mektir.” Evliyânın meşhurlarından Ebû Bekr Verrâk (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: “Edep, konuştuğun zaman dilini korumak, yalnız ka- ldığın zaman kalbini korumak, dışarıya çıktığın zaman gözünü koru­mak, yediğin zaman boğazını korumak, uzattığın zaman elini korumak, yürü- düğün zaman ayağını korumak ve bütün işlerinde vaktini korumaktır. Kim âzâlarını korumaz ve vaktini zâyi ederse, onun uzuvları edepsizliğe gi- der. Kim vaktini değerlendirir, sırrını gözetlerse, Allahü teâlâ onun va­kitlerini ve uzuvlarını korur.” Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: “Kul için güzel edepten daha iyi mertebe göremedim. Çünkü ak­lın hayâtı edeptir. İnsan edep ile dünyâ ve âhirette yüksek derecelere kavuşur.” “Kim nefsini terbiye ederse, herkes ondan terbiye öğrenir. Edep eh­line aykırı hareket eden, yasaklara dalar ve kendisine tâbi olanlar yoldan saparlar.” “Edep iki kısımdır: Bâtının edebi, zâhirin edebi. Bâtının edebi, kalbin temizlenmesi; zâhirin edebi ise uzuvları kötülük yapmaktan ve günahlar-­ dan korumaktır.” Yine buyurdu ki: “Allahü teâlâya karşı edep, O´ndan devamlı korku üzere bulunmak ve O´nu murâkabe üzere olmaktır. Resûlullah´a karşı edeb, sünnet-i seniyyeye yapışmakla; evliyâya karşı edeb, ona hürmet etmek, hizmetlerinde bulunmakla; çoluk-çocuğa karşı edep, onlara güzel ahlâk ile muâmele etmekle; arkadaşlara ve dostlara karşı edep, onlara güler yüzlü olmakla; câhillere karşı edep, onlara duâ ve merhâmet gös­termekle olur.” Evliyânın büyüklerinden İbn-i Atâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretle­rine “Edep nedir?” denilince, buyurdular ki: “Râzı olunan, beğenilen şeyleri yapmandır.” Yıne buyurdular ki: “Edepten mahrum bırakılan bir kimse, bütün ha­yırlardan mahrum bırakılmış olur.” Hindistan´da yetişen en büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâ- m-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinin meş- hûrlarından olan Muhammed Hâşim-i Keşmî şöyle anlatmıştır: “Bir gün Hazret-i İmâm´ın huzûrunda oturuyordum. Onlar mârifetleri yazı­yordu. Âniden bevl sıkıştırması sebebiyle kalkıp helâya gitti. Fakat he­men sü- ratle dışarı çıktı. Böyle süratle helâya girip, hemen aceleyle dışarı çıkmalarına hayret ettim. “Bunun sebebi nedir?” dedim. Helâdan çıkar çıkmaz su ibriğini istedi ve sol elinin baş parmağının tırnağını yıkadı ve oğaladı. Sonra tekrar helâya girdi. Bir müddet sonra çıkınca buyurdu ki: “Bevl sıkıştırdı, acele ile helâya girdim ve oturdum. Gözüm tırnağımın üzerine gitti. Üzerinde siyah bir nokta vardı. Kalem yazıyor mu diye kont­rol etmek için bunu yapmıştım. Hâlbuki, o nokta Kur´ân-ı kerîmin harfle­rini yazarken kullanılırdı. Orada oturmağı doğru görmedim ve edeb dışı buldum. Bevl sıkıştırmasından dolayı sıkıntı çektimse de, bu sıkıntı bir edebi terketmenin vereceği sıkıntının yanında çok az geldi. Dışarı çıktım. O siyah noktayı yıkadım ve tekrar içeri girdim.” İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdular ki: Edebi gözetmek, zikrden üstündür. Edebi gözetmeyen Hakk´a kavuşamaz. Bir gün, hâfızlardan biri, İmâm-ı Rabbânî hazretleri minderlerinden aşağı bir minder koyup üzerine oturarak, Kur´ân-ı kerîm okumağa baş­ladı. İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu durumun farkına varıp, hemen üze­rinde oturduğu yüksek minderi bir kenara çekip yere oturdu. Hiçbir za­man Kur´ân-ı kerîm okumakta olan hâfızdan yüksekte oturmazdı.” Medîne-i münevverede yaşayan âlim ve velîlerden İmâm-ı Mâlik bin Enes (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile Abbâsî halîfesi Ebû Câfer Mensûr Medîne-i münevverede Resûlullah efendimizin mescidinde bulu­nuyorlardı. Mensûr yüksek sesle bir şeyler söyledi. Bunun üzerine Mâlik bin Enes hazretleri; “Ey müminlerin emîri! Bu mescidde sesini yük­seltme. Çünkü Allahü teâlâ Hucurât sûresi ikinci âyet-i kerîmede meâlen; “Ey îmân etmekle şereflenenler! Sesinizi Nebiyyullah´ın sesinden yukarı çıkarmayınız. O´na karşı biribirinize bağırdığınız gibi seslenmeyiniz. O´na saygısızlık gösterenlerin ibâdetleri yok olur.” buyurarak bir kavmi terbiye eyledi. Vefât ettikten sonra da Resûlullah´a hürmet hayatlarındaki hürmet gibidir.” buyurdu. İmâm-ı Mâlik´in bu nasîhatlerini dinleyen halîfe Ebû Câfer Mensûr sesini yavaşlattı ve; “Ey İmâm! Resûlullah´ın huzûrunda duâ ederken kıbleye mi döneyim yoksa Resûlullah´a yönelerek mi duâ edeyim?” diye sordu. İmâm-ı Mâlik hazretleri; “Ey müminlerin emiri! Yü­zünü Resûlullah´tan sallallahü aleyhi ve sellem başka tarafa çevirme. Çünkü Resûlullah efendimiz, Allahü teâlâ katında dileklerimiz için vesî­lemizdir. Bundan dolayı da yüzünü Resûlullah´a dönmeli, O´nun şefâatini dilemelisin. O zaman Allahü teâlâ O´nu sana şefâatçi kılar.” buyurarak; “Onlar nefslerine zulmettikten sonra gelirler, Allahü teâlâdan af dilerler. Resûlüm de onlar için istiğfâr ederse, Allahü teâlâyı elbette tövbeleri ka­bûl edici ve merhamet edici olarak bulurlar.” meâlindeki Nisâ sûresi 64. âyet-i kerîmeyi okudu. Hirat´ta yetişen âlim ve büyük velîlerden Molla Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin meclisine, bir gün edebi kıt olan biri geldi. Bü­yüklerin huzûrunda izin verilmeden konuşulmayacağını bilmiyordu. Zühdden takvâdan dem vurmağa, bilgiçlik taslamağa başladı. Bir müd­det sonra sofra kuruldu ve yemek yenmeye başlandı. Sofrada tuz yoktu. O kimse, hizmetçiye; “Ben yemeğe tuz ile başlarım. Tuz getir.” dedi. Onun bu hâline Molla Câmî üzüldü ve; “Ekmekte tuz vardır. Ona niyet eyle.” buyurdu. Bu sırada ekmeği tek elle koparan birine de; “Ekmeği bir el ile koparmak mekruhtur.” deyince, Molla Câmî de; “Yemek esnâsında başkalarının el ve ağızlarına bakmak, ekmeği tek el ile koparmaktan daha çok mekruhtur.” buyurdu. O kimseye bu söz de kâfi gelmedi. Bir ara yine; “Yemek yerken konuşmak sünnettir.” dedi. Molla Câmî de; “Çok konuşmak mekruhtur.” buyurdu. O edebi kıt kimse, artık yemek so­nuna kadar hiç konuşmadı. Irak evliyâsından Nûreddîn Berîfkânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz­retlerinin bir talebesine yazdığı mektup şöyledir: ?Ey evlâdım! Bu söyle­yeceğim edebler, Allahü teâlâyı sevmek ve O´na yaklaşmak isteyen her­kese lâzımdır. Evlâdım! Allahü teâlâyı sevmek ve O?na yakın olmak isteyen herkese lâzım olan edebler şunlardır: Az konuşmalı, az uyumalı, insanlarla lü­zumu kadar görüşmeli, elemlere, musîbetlere, acılara, açlığa, insanların sıkıntılarına sabretmeli ve kendisine zulmedeni affetmeli ve ondan inti­kam, öç almaya kalkmamalı, kendi için sevdiğini herkes için sevmeli ve istemeli, malıyla cömertlik yapmalı, insanlardan bir şey istememeli ve beklememeli, sâdece Allahü teâlâdan beklemeli, her ihtiyâcını Allahü te- âlâya ısmarlamalı. Yaptığı amellere ve kabûl olduğuna güvenmemeli bi- lakis ?Amellerim ayıplı ve kusurludur.? demeli; şahsı ile, ibâdetleri ile, ameli ile sevinmemeli, övünmemelidir. Aksine Allahü teâlâya ve Resû­lü- ne ve O?nun şerîatına uymakla sevinmelidir.? Anadolu´da yetişen ve Anadolu´yu aydınlatan evliyânın meşhurların­dan Mustafa Sâfî Âmidî Bolevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir defâsında çilehânede iken ayağını uzatmıştı. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri gözü­küp elindeki baston ile ayağına vurarak îkâz etmiş, üç gün ayağının acı­sından yere basamamıştır. Bu hâdiseden sonra ayağını hiç uzatmamış­tır. Bir Ramazân-ı şerîf ayında, Mustafa Sâfî Efendi hazretlerine ait tür­benin inşâsı sırasında bu işle meşgul olanlar, oruç olmaları sebebiyle kabri yanında ona karşı lâzım olan edebi tam gösterememişlerdi. Türbe inşâsında çalışan ustalar edebe uymayan şekilde ayaklarını uzatarak o- turmuşlardı. Yine bir defâsında kabri yanında böyle ayaklarını uzatıp o- turdukları sırada, Sâfî Efendinin rûhâniyeti kendi sûretinde gözüktü. A- yaklarını uzatıp oturanlara tebessüm edip, aralarından İbrâhim adın­daki kimseye; “İbrâhim Bey! Artık sen büyüdün bizi tanımaz oldun.” dedi. Hemen yerinden fırlayıp; “Aman efendim ben kimim ki sizi saymayayım.” diyerek, ağladı. Çok gözyaşı döktü. Sonra ayaklarına kapanıp affetme­sini istedi. O böyle ağlayıp yalvararak affetmesini isteyince onu affetti. Kendinden öyle geçmişti ki, affedilince kendini toparlayabildi. Artık bu hâdiseden sonra türbenin yanına yaklaşırken tâ uzaktan ayakta durarak edep gösterirdi. Bu menkıbeyi yazan müellif şöyle demektedir: Bunu an- latmaktan maksadım nefsin terbiyesi içindir. Allahü teâlânın sevgili kulu olan bir mürşid-i kâmil, yetişmiş ve yetiştirebilen bir rehber, mahâ­retli, mesleğinde mütehassıs bir doktor gibidir. Talebesinin ıslahı ve ye­tiş- meleri için ne lâzım olursa, ona göre muâmele eder. Kimisine sert muâ- mele eder. Çünkü iltifat ona zararlıdır. Bâzısına da yumuşak muâ­mele eder. Her talebe meşrebine, yapısına, huyuna göre terbiye edilir. Eğer bunun tersi yapılırsa, rehber ne kadar mâhir olursa olsun talebe onu herhangi bir sûretle inkâra kalkışır. Buna gücü yetmezse istikâme­tine za- rar verir. Güneş her meyveye ve bitkiye yapısına göre parlar. Meyve tatlı ise tadını, acı ise acılığını artırır. Mürşid-i kâmiller de talebe­nin meşrebi- ne, hâline bakıp ona göre yetiştirirler. Evliyânın büyüklerinden, maddî ve mânevî ilimler sâhibi Serrâc (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İnsanlar edebi üç ayrı şekilde an- lamaktadırlar. Dünyâ ehlinin edebi; fesâhat ve belâgat ilimlerine sâhip olup, pâdişâhların isimlerini ve şiirlerini ezberlemektir. Dünyâya ehemmi­yet vermeyen zâhidlerin edebi; riyâzet çekerek nefsi ıslâh etmek, şehvet ve arzularını terkederek dînin emir ve yasaklarına uygun hareket etmek­tir. Âriflerin edebi; kalb temizliği, sırların kontrolü, vaktin muhâfazası, ha­tıra gelen şeylere iltifât edilmemesi, taleb, huzûr ve kurb ânında edebe riâyet edilmesidir.” Irak velîlerinden Seyyid Hüseyin Burhâneddîn Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak Nâsırüddîn Suveydî Bağdâdî haz­retleri şöyle anlatır: “Seyyid Burhâneddîn´e, yollarındaki edebden sor­dum. “Her tarikatte sahih olan edeb şerîatin bildirdiği edebdir. Dînin edebi ile edeblenen doğru yola girmiştir. Onun maksadına kavuşması umulur. Dînin edebi ile edeblenmeyen yolunu kaybeder, sapıtır. Gâye­sine ulaşamaz. Bizim yolumuzun büyükleri, talebe yetiştirmek için, soh­bete çok önem vermişlerdir. Çünkü sohbet, talebenin tabiatını mıknatıs gibi gafletten kalb uyanıklığına, cimrilikten cömertliğe, hırsdan zühde, kötü ahlâktan güzel ahlâka, her alçak ve aşağı halden temiz hâle çeker.” buyurdu.” Büyük ve meşhûr velîlerden Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatır: “Yaya olarak, Rum diyârına gazâ için gitmiştim. İstirahat ederken, yorgunluktan sırt üstü yatmış, ayağımı duvara dayamıştım. O esnâda bir ses duydum. Bu ses bana; “Yâ Sırrî! Köle, efendisinin ya­nında böyle yatar mı?” dedi. Bundan sonra, bir daha ayağımı hiçbir şe­kilde uzatıp yatmadım.” Sırrî-yi Sekatî hazretleri buyurdular ki: “Edebli olmak; güzel kalblilik ve akıllılık alâmetidir.” Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on seki­zincisi olan Ubeydullah-ı Ahrâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin kerem ve lütfu o kadar çoktu ki, talebelerinin ve sevenlerinin rahatını dü­şünür, bunun için kendisi mihnet ve meşakkat çekerdi. Mîr Abdülevvel hazretleri şöyle yazmıştır: “Ubeydullah-ı Ahrâr, talebeleri ile birlikte bir bahar mevsimi başında, Keş´e gitmek üzere yola çıkmışlardı. Bir gece yolda, bir dağ eteğinde gecelemeleri gerekti. Talebeleri hemen bir çadır kurdular. Akşam namazından sonra şiddetli bir yağmur başladı. Ubey- dullah-ı Ahrâr hazretleri biraz sonra dışarı çıktı. Talebelerin ve hiz­met- çilerin çadıra girmesini söyledi. Bu emri üzerine hepsi çadıra girdiler. Başka bir çadır da yoktu. O gece sabaha kadar yağmur yağdı, seller ak- tı. Sabah namazını kıldıktan sonra, talebelerine ve diğer dostlarına; “Siz yağmur altında iken, ben çadırda durmayı tercih etmedim.” buyurdu. Bu- nun üzerine, talebeleri kendisinin çadırda bulunması sebebiyle, ede­binden yanına girip de geceleyemeyecek olan talebelerinin yağmur al­tında kalmalarını istemediğini anladılar. Kendisi çadırdan uzaklaşıp, ge­ceyi çadırın dışında bir yerde geçirmişti.” Bir defâsında da, bir yaz mevsiminde talebeleri ile birlikte tarlaların­dan birine gitmişlerdi. O gün şiddetli bir sıcak vardı. Tarlada sâdece bek­çinin küçük bir kulübesi bulunuyordu. Talebeleri, onunla birlikte bu kulü­beye girip gölgelenmekten hayâ ettiler. Edeblerinden girmediler. Başka gölgelenecek bir yer de yoktu. Sıcak iyice şiddetlenince, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri atını istedi. “Zirâat için sürülen yerleri görmek istiyorum.” diyerek, atına binip oradan uzaklaştı. Güneşin yakıcı sıcağı dayanılmaz hâle gelince, bir derede başını gölgeleyecek kadar bir yerde, hava se­rinleyinceye kadar istirahat edip, sonra talebelerinin yanına döndü. Tale­beleri sonradan, hocalarının oradan uzaklaşıp, kendilerinin gölgelenme­lerini istediğini anladılar. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri; Bir sohbeti sırasında büyüklerin halle­rinden anlatarak şöyle buyurdular: “Evliyânın meşhûrlarından olan Şiblî hazretleri, tasavvuf büyüklerinin yoluna girdiği sırada, babası Vâsıt şeh­rinin hâkimi, vâlisi idi. Önce Muhammed Hayr´ın huzûrunda tövbe etti. Sonra Muhammed Hayr hazretleri onu Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine gönderdi. Göndermesindeki sebep; Şiblî hazretlerinin, Cüneyd-i Bağdâ- dî´nin akrabâsı olmasıydı. Böylece edebe riâyet etmiş oldu. Şiblî, Cüneyd-i Bağdâdî´ye talebe olunca; önce ona yedi sene ticâret yapmasını ve bu ticâretten elde ettiği kazancını, o zamâna kadar olan günahlarının affı için sadaka olarak dağıtmasını emretti. Bunu yaptıktan sonra da, yedi sene de helâ temizliği yapmasını emretti. Bunu da yaptı. Bu on dört seneden sonra onu tasavvufta yetiştirip, yüksek derecelere kavuşturdu.” Evliyânın meşhurlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimle­rinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, Sehl-i Tüsterî hakkında şöyle anlattı: “Tasavvuf ehli arasında; “Benim elbisem, benim ayakkabım.” demek edebe uygun değildir. Dostlar arasında, hiçbir şeyi mülkiyetle nisbet etmemek, onların âdâbındandır. Zarûret müs­tesnâ.” Evliyânın meşhurlarından Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: “İnsanlar edebe, ilimden çok daha fazla muhtaçtır.” “Edeb nedir?” diye sorulunca; “Çok çeşitli târifleri yapılmıştır. Biz de­riz ki, edeb insanın nefsini bilmesi, tanımasıdır.” Buyurdular. Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Başkasında gördüğü bir kusuru münâsib bir lisanla anlatmaya çalışırdı. Huzûrunda birisi aksırdı ve “Elhamdülillah” demeyi unuttu. O kimseye, suâl sorar bir edâ ile; “Aksıranın ne demesi îcâb eder efendim?” dedi. O cevâben; “Elhamdülillah.” deyince, Abdullah bin Mübârek de; “Yerhamükellah.” buyurdu. Bu rivâyeti bildiren Muham- med bin Cemîl; “Bu edebli hareket bizi şaşırttı. Bu edebe hayrân olduk.” Yine buyurdular ki: “Biz çok ilimden ziyâde az da olsa edebe muhtâ­cız.” “Âlimler edeb hakkında çok şeyler söylediler. Bize göre edeb, insa­nın kendini tanımasıdır.” Yemen´de yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve evliyâdan Ab­dullah Yâfiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Hicaz´a ilk geldiğinde Medîne-i münevvereye girmeden önce kendi kendine; “Resûlullah sallallahü aley- hi ve sellem izin vermeyince bu şehre girmem.” diye söz verdi. Çünkü ilmi ve edebi çok yüksekti. Büyüklerin, bilhassa Peygamber efen­dimizin huzûruna edeple girileceğini biliyordu. On dört gün Medîne´nin giriş ka- pısında bekledi. Devamlı ibâdet edip kabûl buyurulması için Allahü teâlâya duâ etti. Bir gece rüyâsında Peygamber efendimiz; “Ey Abdullah! Ben dünyâda senin peygamberin âhirette şefâatçin, Cennet´te ise arka- daşınım. Yemen´de on kişi vardır. Onları ziyaret eden beni ziya­ret etmiş olur. Onları üzen beni üzer.” buyurdu. Abdullah Yâfiî hazretleri; “Yâ Resûlallah! Onlar kimlerdir.” diye sorunca; “Onların beşi vefât etmiş­tir. Beşi ise hayattadır.” buyurdu. Abdullah Yâfiî; “Yaşayanlar kimlerdir?” di- ye sorunca; “Şeyh Ali Tavâşî, Şeyh Mansûr bin Ca´da, Muhammed bin Abdullah, Fakih Ömer bin Zeylaî, Şeyh Muhammed bin Ömer Nehârî´dir. Vefât etmiş olanlar ise Ebü´l-Gays bin Cemil, Fakîh İsmâil Hadramî, Fakih Ahmed bin Mûsâ bin Acîl, Şeyh Muhammed ibni Ebû Bekr Hakemî ve Fakîh Muhammed bin Hüseyin İclî´dir.” buyurdu. Peygamber efendimizin mânevî işareti üzerine Medîne-i münevve- reden ayrılarak Mekke´ye oradan da Yemen´e geçti. Önce, Mekke´den Yemen´e gitmiş olan hocası Şeyh Ali Tavâşî´yi ziyâret etti. Peygamber efendimizin rüyâda ziyâret etmesini tavsiye buyurduğu zât­lardan sağ olanları ziyâret etti ve sohbetlerinde bulundu. Ziyâretine gittiği zâtlardan Şeyh Muhammed bin Ömer Nehârî ona; “Merhaba ey Resûlullah´ın elçisi!” diye hitâb etti. Abdullah Yâfiî hazretleri ona; “Bu hâle ne ile kavuştun?” diye sorunca, Bekara sûresi iki yüz sek­sen ikinci âyet-i kerîmesinin “…Allah´tan korkun, Allah size ilim öğretiyor.” meâlindeki son kısmını okudu. Peygamber efendimizin rüyâda tavsiye buyurduğu zatlardan vefât etmiş olanların da kabirlerini ziyâret edip Me­dîne-i münevvereye döndü. Fakat yine Medîne´ye girmeden on dört gün Medîne kapısında bekledi. İbâdet edip kabûl olunması için Allahü teâlâya niyâzda bulundu. Bir gece yine Resûlullah efendimiz ona; “Tav­siye ettiğim zâtların onunu da ziyâret ettin mi?” buyurdular. Abdullah Yâ- fiî; “Evet yâ Resûlallah! Ziyâret ettim. Medîne´ye girmeme izin var mı?” diye sordu. Resûlullah efendimiz; “Gir sen emin olanlardansın.” bu­yurdu. Sevgili Peygamberimizin bu hitâbına mazhar olan Abdullah Yâfiî hazret- leri edeple ve gözyaşları dökerek Medîne-i münevvereye girdi. Efendimi- zin mübârek kabr-i şerîflerini ziyâret edip yüksek feyzlerine ka­vuştu. Velî ve hadîs âlimi Abdurrahmân bin Mehdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) İlmiyle amel eden, İslâmı nefsinde yaşayan bir zât idi. Kahkaha ile gülmez, sâdece tebessüm ederdi. Zamânındaki insanlar, din ve dünya işlerinde Abdurrahmân bin Mehdî hazretlerine mürâcaat ederlerdi. Her gece Kur´ân-ı kerîmin tamâmını hatmedip baştan sona okurdu. Yarısını teheccüd namazında, yarısını namazın dışında okurdu. Sohbe­tine ve ilim meclisine gelenler, huzûrunda, oturdukları zaman, başlarında sanki kuş varmış gibi, gâyet edepli ve dikkatli otururlardı. Onun bulun­duğu mecliste ilim, edep ve ciddiyet hâkimdi. Bir gün, Onun ilim mecli­sinde oturanlardan birisi gülmüştü. Bunun üzerine, onu, iki ay ilim mecli­sine gelmekten menetti. “Bu, bizim meclisimize iki ay gelmesin.” dedi. Sonra, Allahü teâlâdan onun için af diledi. On dokuzuncu yüzyılın büyük velîlerinden Seyyid Abdurrahmân Tâgî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hastalığı sırasında kendisini ziyâret için gelen talebelerine şu edeplere uymalarını tavsiye etti: “Ziyâretime ge­lenler, tam bir edep ve huzûr içinde yanıma girsinler. Çünkü evliyânın rûhları devamlı olarak odamda bulunuyor. Edebe aykırı yapılan bir dav­ranış, yapan kimseyi zarara uğratacağı gibi, kendimin de o davranıştan zarar göreceğinden çekiniyorum. Yanıma girdiğinizde kalbleriniz bir, ni­yetleriniz aynı olsun. Çünkü hastalığım sırasında değişik arzularınızın bana yansımasından rahatsız oluyorum.” Büyük İslâm âlimi ve evliyâ Seyyid Abdülgafûr Hâlidî Müşâhidî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin evi Bağdad´da Hâlidiyye dergâ­hının batısında bulunuyordu. Her gün yatsıya kadar dergâhta Allahü teâlânın ismini anmakla geçiren ve sohbetine gelen kimselere hak yolu anlatan Abdülgafûr Hâlidî hazretleri, Şeyh Muhammed el-Cedîd hazret­lerine karşı hürmette kusûr etmezdi. Yatsıdan sonra Şeyh Muhammed el-Cedîd´den izin isteyip; “Efendimiz! Fakirhâneye, evime gitmeye izin verir misiniz?” derdi. Şeyh Muhammed Cedîd izin verirse evine gider, vermezse o geceyi dergâhta geçirirdi. Eğer izin verirse evine gidip fecir­den, tan yeri ağarmadan evvel yine dergâha gelirdi. Abdülgafûr Hâlidî; “Şeyh Muhammed el-Cedîd, Efendimiz (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî) hazretlerinin yerindedir.” diyerek ona saygı duyardı. Şeyh Muhammed Cedîd de ona iltifatta bulunarak saygıda kusûr et­mezdi. Hattâ cumâ ve pazartesi günleri diğer müridlerle, talebelerle hu­sûsî görüşüp onlar için duâ ettikten sonra Abdülgafûr Hâlidî ile husûsî görüşür, ona iltifatta bulunurdu. Biri diğerinin elini öper, birbirlerine karşı tevâzû ederler, birbirlerine çok hürmette bulunurlardı. Adamın biri Abdülgafûr Hâlidî´ye gelerek Bağdad vâlisi Dâvûd Pa­şaya bir işiyle ilgili olarak yazı yazmasını istedi. Kendini müslümanların hizmetlerine vakfetmiş olan ve onların ihtiyaçlarını yerine getirmeyi çok seven Abdülgafûr Hâlidî, bir yazı yazarak gönderdi ve kendisine mürâ­caat eden adamın işinin yapılmasını istedi. Yazıyı alan vâli o kimsenin işini gördü. Daha sonra Şeyh Muhammed el-Cedîd bu durumdan haber­dâr olunca, Abdülgafûr Hâlidî´ye sitem etti. “Neden benden izinsiz yazı yazdınız? Bana neden haber vermediniz?” dedi. Abdülgafûr Hâlidî ağla­maya başladı. “Aman efendim! Bir kusûr ettim. Tövbe olsun, af buyuru­nuz.” diyerek ellerinden öptü ve af diledi. Ruh bilgilerinin, tasavvuf ilminin mütehassısı, son asır âlim ve velîle­rinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretle­rine, talebelerinden birisi edeb hakkında sorduğunda; “Edeb hudûda, sı­nırlara riâyet etmek onu taşmamaktır. En büyük edeb ise ilâhî hudûdu muhâfazadır, gözetmektir.” buyurdular. Bir gün bir derslerinde de şöyle buyurdular: “Bizim meclisimizde bu­lunanlar, sükût içinde otursalar ve sükûttan başka bir şey görmeseler bi- le, din bahsinde âlim geçinenlerin hatalarını keşfederler, bir bir çıkarır­lar.” Suriye´de yetişen evliyâdan Seyyid Abdülhakîm Hüseynî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretlerini dinleyenlerden birinin; “Açık ve gizli dar- belere nasıl dikkat ederiz, onlardan nasıl kurtuluruz?” sorusuna şöyle cevap verdi: Darbelerden kurtulmak için açık ve gizli edeplere uy­mak, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmek, hasbel beşer, insanlık îcâbı bir günâh işlenirse, tövbeyi geciktirmemek, Selef-i sâlihînin yâni Eshâb-ı ki- râm, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn ve diğer İslâm âlimlerinin eserlerini okumak, öğrendiğimiz İslâmî bilgileri bilfiil tatbik etmekle ve İslâmiyeti bilenlerin sohbet ve nasîhatlerini dinlemekle kurtuluruz. Bunlar zâhirî edeptir. Bâ- tınî, gizli edepleri gözetmek ise bu zamanda çok zordur. Kalbi mâsivâ- dan yâni Allahü teâlâdan başkasını düşünmekten temizlemekle mümkün olur. Nitekim Hâfız-ı Şîrâzî hazretleri; “Seni dostundan geri bı­rakan ne ise kalpten onu terk et.” buyurdular. Tebe-i tâbiînden, Meşhûr hadîs, fıkıh âlimi ve evliyânın büyüklerin­den olan Abdülvâhid bin Zeyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Dîni bütün ve vakar sâhibi olan kimselerle olunuz. Çünkü onların mec­lislerinde, toplantılarında kötü, çirkin, ahlâka ve vakara sığmayan şeyler­den bahsedilmez.” Abdülvâhid bin Zeyd hazretlerinin “Kulun Allahü teâlâya karşı takına­cağı en güzel edep hali, O´nun emirlerine tereddütsüz boyun eğip itâat göstermesidir. Allahü teâlâ onu bu haliyle dünyâda bırakırsa, bunu en hayırlı ve sevimli şey kabul etsin. Şayet rûhunu alıp, âhirete götürürse (rûhunu alırsa), bunun da Allahü teâlânın emri olduğunu bilsin ve bu da kendisine hoş gelsin.” Evliyânın büyüklerinden Adiyy bin Müsâfir (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Edebini, edeb öğreten hocadan almayan, kendi­sine uyanları yanlış yola götürür. Ahmed Mekkî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) âlimlere karşı fev­kalâde hürmetkâr idi. Talebelerinden birisi şöyle nakletmektedir: Bir gün hocamla birlikte başka bir talebenin evine gidiyorduk. Orada ders vere­ceklerdi. Akşam ezânı da okunmak üzereydi. Bir köşe başına geldiği­mizde sokağa adım atacağı sırada durdu. Daha sonra yolunu değiştire­rek başka bir sokaktan ve daha çok dolaştıktan sonra talebenin evine vardık. Ben hâlâ yolu niçin uzattığımızı anlayamamıştım. Bu hâlimi anla­yarak dedi ki: “Evlâdım o sokakta büyük bir âlim zât oturuyordu. Bu ilim sâhibinin evinin önünden geçerken kendisinin hal ve hâtırını sormadan geçmemiz uygun olmazdı. Kapısını çalsaydık, bu defâ da dar vakitte kendisini sıkıntıya sokmuş olacaktık. Bu ise hiç uygun düşmeyecekti.” O zaman anladım ki, Ahmed Mekkî Efendi, ilim sâhibine olan edebinden kapısının önünden geçmemişti. Büyük velîlerinden Ahmed bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetine; “İnsan, terbiyesini rabbinden almalı.” diyerek söze başlar so­nunda da; “Edebini Rabbinden alanı hiçbir şey mağlûb edemez.” derdi. Evliyânın büyüklerinden Ahmed bin Mûsâ el-Acîl (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir kâfile ile hacca gitti ve âdeti üzere Mekke-i mükerreme- den, Resûlullah efendimizi ziyâret için, Medîne-i münevvere yoluna ko- yuldu. Medîne´ye yaklaştıklarında bir eşkıyâ grubu ile karşı­laştı. Kâfilede herkes korktu ve telâşa düştü. Ahmed bin Acîl hazretleri sessiz olarak bir yerde edeble durdu. Kâfiledeki Ali bin Yağnem adındaki zât, Ahmed bin Acîl hazretlerinin yanına gelerek, böyle sakin beklemesi­nin sebebini sor- du. O da; “Ey Ali! Allahü teâlâya ve O´nun Resûlüne karşı edeb lâzım- dır.” deyip Medîne cihetini gösterdi. Daha sonra da kâ­filenin ilerlemeyip konaklamasını istedi. Herkes bineklerinden indi. Orada bir gün bir gece beklediler. Haydutlar bu beklemeyi fırsat bilip, yağma etmek için kâfileye daha çok yaklaştılar. İkinci gün güneş doğunca, Me­dîne tarafından hızla askerî bir kuvvet geldi ve eşkıyâyı kıskıvrak yaka­ladı. Kâfiledekiler, bu yardıma çok sevindiler ve bizim bu durumumuzdan nasıl haberdâr oldu- nuz diye sordular. Onlar da; “Dün Medîne´de, öğle vakti bir ses duyduk. Şöyle diyordu: Eşkıyâ, Ahmed bin Acîl´in bulunduğu kâfileye hücûm e- decek, hazırlanın, hazırlanın! Medîne vâlisinin emri ile hareket ettik.” dediler. Kâfilede bulunanlar, bu vaktin, Ahmed el-Yemenî´nin; “Edeb lâzım.” dediği vakit olduğunu anladılar. Hindistan evliyâsından Ahmed Şeybânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) fakirlere, tasavvuf yolunda bulunanlara çok hürmet ederdi. Hayvanına binmiş olarak giderken, böyle zâtlardan birini görse, hemen iner, onun geçmesini bekler, ellerini bağlamış olarak hürmetle dururdu. Tâbiînin meşhurlarından ve hâdîs âlimlerinden Ahnef bin Kays (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Edep ve fazîlet sahiplerine göre; babalar, çoluk çocuğuna, ölüler dirilere, sırf Allahü teâlânın rızâsı için, iyi ve faydalı şeyler hazırlamaktan daha üstün bir şey bırakmamış­tır.” Yine buyurdular ki: “Edebin başı akıllıca hareket etmektir. Yapılma­yan, yerine getirilmeyen sözde hayır yoktur. Cömertlik olmayınca malın, vefâ olmayınca arkadaşın hayrı yoktur.” Mısır evliyâsından Ali Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz­retleri; sucu, ahçı gibi insanlara faydalı sanat sâhiplerine çok hürmet ederdi. Âlimlere ve devlet ileri gelenlerine hürmet eder, âlimler gelince ayağa kalkar ve ellerini öperdi. “Bu bizim onlara karşı dünyâdaki edebimizdir. Âhirete varınca, ora­daki edebimizi Allahü teâlâ bize öğretecektir.” buyururdu. Suriye´de yaşayan velîlerden Ali Kazvânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde buyurdular ki: “Dînin edeblerine riâyet etmeden, yolunun kâmil olduğunu iddiâ edenin delîli yoktur.” Buhârâ evliyâsından ve Şâfiî mezhebi âlimlerinden Ali bin Muham- med (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebelerine sohbetlerinde sık sık şöyle buyururdular: Kim kendi bozuk hâlini düzeltirse, kendini, çekemiyenlere fırsat vermemiş olur. Evliyânın büyüklerinden Ali Nebtîtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hocası Ebü´l-Abbâs Gamrî´ye çok bağlıydı. Onu çok severdi. Bir defâsında ho­cası Rif´e geldi. Oradan bir kafes aldı ve onu Ali bin Cemâl´e emânet bı­raktı. Bir müddet sonra kafesi istedi. Ali bin Cemal (Ali Nebtîtî), o kafesi bir başkası ile gönderme imkânı olduğu hâlde göndermeyip, derhâl ha­zırlığını yaptı.Kafesi başının üstüne aldı. Nebtîtî´den Kâhire´ye kadar yü­rüyerek getirdi. Hocasına teslim edip, duâsını aldı. Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on ikincisi olan Ali Râmitenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Halkı hakka dâvet eden kimse, canavar terbiyecisi gibi olmalıdır. Canavar terbiyecisi, nasıl uğraştığı hayvanın huyunu ve istidâdını bilip de ona göre davra­nırsa, o da öyle!..” Anadolu velîlerinden Seyyid Burhâneddîn Muhakkık Tirmizî (rah- metullahi teâlâ aleyh) hazretlerini, Bağdât´taki evliyânın büyüklerin­den olan Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretleri Anadolu´ya geldiği zaman ziyâret etti. Huzûruna vardığında, ona hürmeten yanına tam yaklaşmadı ve biraz uzakta, karşısına oturdu. Aralarında hiç konuşma olmadı. Daha sonra, talebeleri Şihâbüddîn hazretlerine bu hâlin hikmetini suâl ettikle­rinde; “Hakîkatler âleminin ehli önünde, kalp lisânı lâzımdır. Konuşma li­sânına ne hâcet var?” buyurdu. “Onu (Seyyid Burhâneddîn´i) nasıl bul­dunuz?” diye suâl ettiklerinde ise; “O, hakîkat ve mârifet deryâsının çok usta bir dalgıcı, mânâlar âleminin parlayan bir yıldızı ve gizli sırların kay­nağı olan yüksek bir zâttır.” buyurdular. Evliyânın büyüklerinden Bündâr bin Hüseyin Şirâzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Dostlarına, nereye gittiklerini ve ne iş yaptık­larını suâl etmek edebe aykırıdır.” Ehl-i beytten ve meşhûr velîlerden İmâm-ı Câfer-i Sâdık (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bu dört şeyi, her şerefli kimse­nin yap- ması gerekir. Yapmaması ona yakışmaz: 1. Bulunduğu meclise babası gelirse ayağa kalkmak, 2. Misâfire hizmet etmek. 3. Yüz tâne hizmetçisi olsa, muhtâc olmadığı zaman bineğine yardım istemeden binmek. 4. İlim öğrendiği hocasına hizmet etmek.” Evliyâ hanımlardan Cevhere Berâsiyye (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) geceleri efendisini uyandırır ve ona; “Ey efendi! Kalk kervan gidiyor!” derdi. Cevhere Hâtun edebe çok dikkat eder, kıbleye arkasını dönmez, yüzünü döner öylece otururdu. Endülüs, Mısır ve Filistin taraflarında yaşamış büyük velîlerden Ebû Abdullah el-Kureşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Her makâ­mın kendine mahsus bir ilmi, her hâlin riâyet edilmesi gereken bir edebi vardır. Tasavvuf büyüklerinden velî ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Ab­dullah Merrakûşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurdular: Resûlullah efendimizin âşıklarının temiz kalplerinden çıkan sözler, edebe, saygıya uygunsuz görünse de, bunlara bir şey de­memeli, susmalıdır. Buradaki edeplerden, saygılardan biri de susmaktır. Âşıklardan biri, Kabr-i saâdetin yanında her sabah ezan okur; “Namaz uykudan daha iyidir.” derdi. Mescid-i Nebî hizmetçilerinden birisi; “Resû- lullah´ın huzûrunda terbiyesizlik yapıyorsun.” diyerek bunu dövdü. Bu da; “Yâ Resûlallah! Yüksek huzûrunuzda adam dövmek, sövmek edepsizlik sayılmaz mı?” dedi. Çok ağladı. Biraz sonra döven kimsenin felç olduğu, eli ayağı tutmadığı görüldü. Üç gün sonra da öldü. Büyük velîlerden Ebû Abdullah Nibâcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: “Hür insana edepli olmak ne güzel yakışır.” “Her şeyin bir yardımcısı vardır, dînin hizmetkârı da edeptir.” Büyük velîlerden Ebû Hafs Haddâd en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebesi Ebû Osman anlatır: “Ebû Hafs´ın yanına git­miştim. Önünde birkaç muz vardı, birini aldım, yerken boğazımda kaldı. Ebû Hafs-ı Haddâd, bana; “Hangi hakla muzlarımdan alıp yiyebiliyor­sun?” dedi. Ben de; “Efendim, kalbinizi bilirim, size îtimâd ederim. Eliniz­deki şeyleri dağıtıp ikrâm edersiniz.” dedim. Bana; “Ey kendini bilmez! Ben kendime güvenemiyorum da, sen nasıl güvenirsin. Bunca senedir kalbimin hevâ ve hevesine göre hareket ediyorum. Kendimde meydana gelecek şeyleri bilmiyorum. Kişi, kendisinden hâsıl olacak şeyleri bil­mezse, başkasından olacak şeyleri nasıl bilir?” buyurdular. Ebû Hafs-ı Haddâd´ın, edebe son derece riâyetkâr, kibâr bir talebesi vardı. Cüneyd-i Bağdâdî birkaç defâ ona dikkat etti. Ebû Hafs´a; “Bu ta­lebe, kaç senedir yanınızdadır?” diye sordu. Ebû Hafs da; “On yıldır.” diye cevap verdi. Cüneyd-i Bağdâdî; “Üstün bir nezâketi, gence yakışır iyi hâlleri, mükemmel bir edebi var.” buyurdu. Ebû Hafs, bunun üzerine; “Öyledir!” Bu talebemiz, bizim için on yedi bin altın harcadı, on yedi bin altın da borçlandı. Fakat, daha bunları bize söyleme cesâretini kendinde bulamadı.” Buyurdular. Allahü teâlâya ve O´nun kullarına karşı edeb hakkında şöyle dedi: “Allahü teâlâya karşı edeb, onun emirlerini ihlâs ile yerine getirmek, O´ndan korkmak, çekinmek. Bir belâ ve sıkıntı sırasında insanlara rıfk, güzel muâmele, genişlik zamânında hilm, yumuşaklık ile, nefsin yoksul­luğa düşmekten çekindiği zamanlarda cömertlik ve kerem ile davranmak, gücü yettiği zaman affetmek, insanlara merhamet ve şefkat göstermek, fazîletli olmak, gelmeyene gitmek, kötülük yapana iyilik yapmak ve bütün müslümanlara hürmet etmektir. Çünkü müslümanlardan herbiri mutlaka Allahü teâlânın bir lütfuna mazhardır (onun duâsı insanı Allahü teâlânın rahmetine kavuşturur). Evliyânın büyüklerinden Ebû Muhammed Cerîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) mürşid-i kâmil bir zâttı. Edebinin çokluğundan, yalnızken bile ayaklarını hiç uzatmaz; “Allahü teâlâya karşı edebli olmak lâzımdır.” bu­yururdu. Bir gün Abdülkâdir-i Geylânî, Ali bin Heytî ve Ebû Saîd Kaylavî (rahmetullahi teâlâ aleyhim) ve pekçok kimse bir yerde toplandılar. Gavs-ı âzam insanlara ve cinlere na­sîhat eden Abdülkâdir-i Geylânî, Ali bin Heytî´ye; “Konuşunuz.” buyurdu. O da; “Efendim! Huzûrunuzda nasıl ko- nuşabilirim?” dedi. Bunun üzerine Ebû Saîd´e; “Siz konuşunuz” buyur- dular. O da az bir şey konuştuktan sonra; “Efendim! Emrinize uymak için konuştum, size olan hürmetimden dolayı da sustum.” dedi. Endülüs?te ve Mısır?da yetişmiş olan büyük velîlerden, Mâlikî mez­hebi fıkıh âlimi Ebü?l-Abbâs-ı Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri sohbetlerinde hep; “Hocam Ebü´l-Hasan-ı Şâzilî buyurdu ki. Hocam şöyle anlattı.” şeklinde söze başlar, hep hocasından nakiller yapardı. Bir gün biri; “Hep hocanızdan nakil yapıyorsunuz. Hiç kendinizden bir şey söy­lemiyorsunuz. Kendinizden bir şey söylediğinizi hiç görmedik.” dedi. Bu­nun üzerine Ebü´l-Abbâs; “Eğer istesem; “Allahü teâlâ buyurdu ki, Allahü teâlâ buyurdu ki” diyerek, nefesler adedince pekçok şey anlatırım. Eğer istesem; “Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, Resûlullah efendimiz buyurdu ki” diyerek, nefesler adedince pekçok şey anlatırım. Eğer istesem; “Ben diyorum ki, ben diyorum ki” diyerek nefesler ade­dince, pekçok şey anlatırım. Yâni Allahü teâlânın izni ile ilmim o kadar genişledi. O kadar çok şey biliyorum, fakat bütün bunları öğrenmeme, bu dereceye yükselmeme vesîle, vâsıta olan mübârek hocama karşı edebe riâyet ederek, edepte noksanlık olmaması ve daha çok ihsânlara kavuş­mak için, hep hocamdan naklederek konuşuyorum. Lâyık ve uygun olan da budur.” buyurdular. Evliyânın önde gelenlerinden Ebü´l-Fadl Ahmedî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri iyi işleri yapmaya teşvik ederdi. Çok söylediği şeylerden birisi de; “İlim sâhipleri ile konuşurken dilinize sâhib olunuz. Evliyâ ile konuşurken de kalbinizi koruyunuz. Zîrâ bunlar Allahü teâlâya yakın ol­makla şereflenmişlerdir. Bunların huzûruna ancak edeple gidiniz. Çünkü onların kalpleri, Allahü teâlânın zikriyle meşguldür. Nefisleri ibâdeti iste­mekte, akılları da bildiğiniz akıl gibi değildir. Bunun için edebinize dikkat ediniz. En ufak bir saygısızlığınıza kırılabilirler. Allahü teâlâ da onların istediğini sizde yerine getirir.” buyurdular. Abdülvehhâb-ı Şa´rânî hazretleri anlatır: “Ebü´l-Fadl Ahmedî kadar insanlar arasında mescidlere tâzim ve hürmet eden birini görmedim. O katiyyen tek başına girmez, mescidin kapısında bekler, biri girerse pe­şinden girerdi. Sebebini soranlara; “Bizim gibilere ancak müslümanların peşinden girmek yaraşır. Mescid âdâbını yerine getirememekten korka­rız.” derdi.” Son devir Türkistan velîlerinden Halîfe Kızılayak (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamanında bir gün zengin biri, kendisiyle ilgili bir anlaşmazlıktan dolayı, diğer şahıslarla birlikte Halîfe-i Kızılayak´ın huzûruna çıktı. Fakat o, huzurda da edepsiz hareketlerde bulunarak taşkınlık yapmaya devâm etti. Çıkacakları sıra yanındakiler böyle gitmemesini ve Halîfe-i Kızıla- yak´ın duâsını alarak çıkmasını kendisine söyledilerse de, gururun­dan bunu kabûl etmedi ve öylece çıkmak üzere ayağa kalktı. Halîfe-i Kı­zılayak tam o sırada başını kaldırarak ona bir nazar etti. O andan îtibâ­ren zengin kişinin hâli kötüleşmeye başladı. Evine gittiğinde yakınları doktor getirmek istedilerse de artık buna gerek olmadığını söyleyerek; “Dergâhın kapısından çıkarken Halîfe-i Kızılayak´ın bana baktığı anda içimden bir şeylerin geçtiğini hissettim. Artık son hazırlıkları yapın.” dedi. Hakîkaten çok geçmeden vefât etti. Evliyânın büyüklerinden Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) hakkında derler ki, kırk yıl sırtını duvara dayamayıp, ayaklarını u- zatmadan oturdu. Niçin böyle kendine eziyet ediyorsun diyenlere; “Alla- hü teâlânın huzûrunda kul gibi oturmamaktan hayâ ediyor, utanıyo­rum.” derdi. Evliyânın büyüklerinden Hâtim-i Esam (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine “Esam” (sağır) denilmesinin sebebi şudur: Birisi onunla ko­nuşurken kazayla yellendi. Hâtim-i Esam o şahıs utanmasın diye; “Yük­sek sesle konuş, ancak yüksek sesle konuşulanları duyabiliyorum” dedi ve bu hâlini o kişinin ölümüne kadar kırk yıl sürdürdü. Bu yüzden ona Esam denilmiştir. Hirat´ta yetişen âlim ve büyük velîlerden Molla Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin talebelerinden biri şöyle nakletti: “Bir zamanlar Sermazar şehrinde bir müddet oturmam îcâb etti. Bu durumu gelip Mev- lânâ Câmî´ye arzettim. Bana; “Gâyet münâsiptir. Burayı bırakıp acele ile oraya git! Giderken acele etmeyi sakın ihmâl etme. Fırsat ga­nîmettir ve bunda senin için nice gizli haberler vardır.” buyurdu. Ben, tek­rar memle- ketime dönünce, bir takım engeller zuhûr etti ve geciktim. Bir hafta sonra evime varınca, ne kadar kıymetli eşyam varsa hepsinin ça­lındığını gör- düm.” Şam´da yetişen büyük velîlerden Muhammed Bedahşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânında Yavuz Sultan Selîm Han Ridâniye Seferinde Şam´a geldi. Kendisine Muhammed Bedahşî´den söz edilince, daha önce duyduğunu ve pek yakında ziyâretine gideceğini söyledi. Ya­vuz Sultan Selîm Han zâten uğradığı her memlekette, mukaddes ma­kamları, ilim adamlarını ziyâret etmeyi, tasavvuf büyükleriyle görüşmeyi, duâlarını almayı ihmâl etmezdi. Şam´da kaldığı süre içinde, Şeyh Muh- yiddîn-i Arabî hazretlerinin kabrini yaptırdı. Medreselere uğrayıp, talebe- ye yardımda bulundu. Bu arada Emeviye Câmiine gitti. O civarda yaşa- yan ve herkes tarafından büyük hürmet gösterilen Muhammed Bedah- şî´nin iki defâ evine giderek ziyârette bulundu. Yavuz Sultan Selîm Hanın Muhammed Bedahşî´yi ilk ziyâretlerinde, aralarında hiç konuşma olmadı. Sultan onun büyük bir velî olduğunu anlayıp, huzûrunda edeple oturdu. Orada bir sükûnet başladı. Bir saatten fazla oturmalarına rağ­men, tek kelime konuşmadan ayrıldılar. İkinci defâ ziyâretlerinde, önce Muhammed Bedahşî konuşmaya başladı ve buyurdu ki: “Sultânım, ikimiz de Allahü teâlânın seçkin kulları arasında bulunuyoruz. Boynumuzda kulluk halkası vardır. Allahü teâlâ- nın huzûrunda sorumluyuz. Ahzâb sûresi 72. âyetinde meâlen; “Biz e- mâneti (Allah´a itâat ve ibâdetleri) göklere, yere ve dağlara teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten çekindiler, ondan korktular da onu insan yük- lendi. İnsan (bu emânetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zâ­lim, çok câhil bulunuyor.” buyrulduğu üzere, emâneti ve mesûliyeti gök­ler ve yer yüklenmekten kaçındıkları hâlde, biz onu yüklendik. Omuzla­rımıza ağır bir mesûliyet aldık. Siz ise Sultânım, yükünüzü biraz daha ağırlaş- tırdınız. Saltanat yükü üzerine, bir de hilâfeti yüklenerek taşın­ması güç bir yük altına gireceksiniz. Allahü teâlâya şükürler olsun ki, be­nim yüküm sizinkine nisbetle çok hafiftir. Diyebilirim ki, sizin yüklendiği­nizi, dağlar ve taşlar yüklenip çekemez. İnsanlar da bu yükü taşıyamaz. Ama sizin bir de mânevî gücünüz vardır, ondan yeteri kadar faydalanı­yorsunuz. Resû- lullah efendimizin; “Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsü- nü koruduğu gibi, siz de evlerinizde ve emirleriniz altında olanları Ce- hennem´den korumalısınız! Onlara müslümanlığı öğretmelisi­niz! Öğret- mez iseniz mesûl olacaksınız.” mübârek sözleri sizin rehberi­nizdir. Çok meşakkatli, külfetli bir yolda bulunuyorsunuz. Allahü teâlâ yardımcınız olsun.” Yavuz Sultan Selîm Han, Allahü teâlânın bu velî kulunu büyük bir dikkatle dinledi ve tek kelime olsun karşılık vermedi. Sükût ve edeb ile huzûrundan ayrıldı. Bunun üzerine, mecliste hazır bulunanlardan birisi; “Sultânım, hiç konuşmadınız, hep dinlediniz?” diye sorunca, Yavuz Sul­tan Selim Han, “Büyük velîlerin meclis ve mahfelinde onlar konuşurlar­ken, başkasının konuşması edeb dışı sayılır. Bulunduğumuz makam edeb makâmı idi, bize sâdece dinlemek düşerdi. Nitekim biz de öyle yaptık. O esrâr ve hikmet meclisinde, ben sâdece bir zerre sayılırdım. Benim konuşmamı lâyık görmüş olsaydı, elbetteki böyle bir işârette bu­lunurdu.” buyurdu. Trablus´ta yetişen büyük velîlerden Muhammed Cisr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin kardeşi Mustafa Efendi şöyle anlatır: Bir gün ağabeyimle evde münâkaşa ettik. Ona karşı edepsizlik yaptım. Bana; “Ey Mustafa! Edepli ol! Yoksa ehlullah, Allah adamları seni terbiye eder.” dedi. Kızarak yine ona karşı edebimi takınmadım. Beni huzûrundan ko­valadı. Gece yattığımda şöyle bir rüyâ gördüm: Ağabeyim ile ben kırlık bir yerdeyiz. Fakat o benden uzak duruyordu. Yerden bir taş aldı ve; “Ey Mustafa! Bunu yakala!” diyerek bana doğru attı. Taş böğrüme isâbet etti. Korkarak uyandım. O gün, taşın değdiği yerde küçük bir çıban çıktı. Git­tikçe büyüdü. İçi irin ve sarı su dolu olan çıban çok acı veriyordu. Ben durumu hanımımdan başkasına söylemiyordum. Fakat çıbanın durumu daha kötüye gidince, bâzı dostlara gösterdim. Bunu görünce ağabeyim Muhammed Cisr´e karşı olan edepsizliğim sebebiyle bu işin başıma gel­diğini söyleyerek beni ayıpladılar. Beni ağabeyimin yanına götürüp, be­nim nâmıma af dilediler. Ağabeyim beni affetti. Kısa süre sonra rahatsız­lığım geçti. Irak´ta ve Mısır´da yaşamış olan velîlerden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Muhammed Emin Erbilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazret­lerinin hocasının huzûrunda geçirdiği yıllarla ilgili olarak şöyle anlatır: “Senelerce hocam Ömer Efendinin sohbetinde bulundum. Huzurlarına girdiğimde edep ve hayâmdan otur demedikçe oturduğumu ve onun yü­züne baktığımı hatırlamıyorum. O emretmeden huzurdan ayrılmadım. Bâzan bana oturmamı emrederdi de ben edep, hayâm sebebiyle otura­mazdım. Mısır´da yetişen büyük velîlerden Muhammed Şâzilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkında Ebü´l-Abbâs hazretleri diyor ki: “Muham- med Şâzilî hazretlerine talebe olmuştum. Talebe iken, odasına her gidi- şimde izin isterdim; gir derse girer, sükût ederse geri dönerdim. Bir gün gittiğimde sükût etti. Fakat buna rağmen ben içeri girdim. Baktı­ğımda bir köşede meşgûl olduğunu ve yanında da büyük bir arslanın durduğunu gördüm. Arslan edeble oturuyordu. Beni görünce, arslan sert sert baktı. Kendimi dışarı zor attım. Tövbe istigfâr edip, bir daha odasına izinsiz girmedim.” Evliyânın büyüklerinden olan Ali bin Vefâ hazretleri, bir gün bir düğün yemeğindeydi. Düğündekiler; “Ziyâfet, ancak Muhammed Şâzilî hazretle­rinin gelmesiyle tamam olur.” dediler. Ziyâfet sâhibi gidip onu dâvet etti. Muhammed Şâzilî dâveti kabûl edip, düğünün yapıldığı evin kapısına geldiğinde, “Burada evliyâdan kim var?” diye sordu. Ziyâfet sâhibi; “Ali bin Vefâ ve cemâati var.” dedi. Muhammed Şâzilî, ev sâhibine; “İçeri gir ve benim için izin iste. Çünkü bir yerde büyüklerden biri olduğu zaman, izin verilinceye kadar oraya girmemek fakirlerin edeblerindendir.” dedi. Ali bin Vefâ izin verdi; onu ayakta karşıladı ve yanına oturttu. Sohbet et­tiler. Sonra Muhammed Şâzilî, Ali bin Vefâ´nın talebelerine; “Efendinize duâ ediniz. Çünkü onun Allahü teâlâya kavuşması yakındır.” dedi. Söy­lediği gibi oldu. Bir gece Muhammed Şâzilî, gâibden şöyle bir nidâ işitti; “Yâ Muhammed! Biz sana senden olana ilâve olarak Ali bin Vefâ´nın sâhib olduklarını da verdik.” Muhammed Şâzilî buyurdu ki: “Bunun, an­cak Ali bin Vefâ´nın ölümünden sonra olacağını anladım. Abdülbâsıt ma­hallesindeki Ali bin Vefâ´nın evine talebelerinden birini gönderdim. O şa­hıs, oraya vardığında, Ali bin Vefâ´nın vefât ettiğini öğrendi. Evliyâdan bir zât, Muhammed Şâzilî hazretlerinden izin almadan Mı­sır´a girdi. Kendisinde bulunan, büyüklük hâli ondan alındı. Sonra Allahü teâlâya istigfâr ederek, Muhammed Şâzilî´ye geldi. Kendisine eski hâli iâde edildi. Bu hâli şöyle idi: Yanında büyük bir küfe bulunurdu. Elini onun içine sokar ve ihtiyâcı olan her şeyi ondan çıkarırdı. Mısır´a izinsiz girdikten sonra, yine elini küfeye sokmuş, fakat hiçbir şey bulamamıştı. Evliyânın büyüklerinden Muhammed Şüveymî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hocası Midyen Eşmûnî?ye olan muhabbet ve bağlılığı pek ziyâde idi. Ona olan hürmet ve edebinin çokluğundan dolayı, sohbette hocası­nın tam yanına oturmaz, biraz geride bir yerde otururdu. Hocasına olan muhabbeti o derecede idi ki, bir kimsenin ona sıkıntı vermesine, onu üzmesine ve onun hakkında uygunsuz düşünceler içinde bulunmasına katiyyen tahammül edemez ve hemen müdâhale ederdi. Bu kimse ister zengin olsun, ister fakir olsun, ister büyük olsun, ister küçük olsun, ister vâli olsun, ister çoban olsun hiç değişmez, hemen müdâhale ederdi. E- linde bulunan asâsı ile, o kimseyi dürterek îkâz ederdi. Onun bu hâlini bi- lenler, Midyen hazretlerinin yakınına bile oturmaya cesâret edemez­lerdi. Büyük velîlerden Muhyiddîn-i Arabî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ile Şihâbüddîn Sühreverdî hazretleri yolda karşılaştılar. Bir saat kadar sonra bir şey konuşmadan ayrıldılar. Daha sonra Sühreverdî´ye denildi ki: “İbn-i Arabî hakkında ne dersin?” buyurdular ki: “Hakîkatler deryâsı, kutb-i kebîr ve gavs´dır.” İbn-i Arabî´ye Sühreverdî´den sorulunca buyurdu ki: “Baştan ayağa kadar sünnet-i seniyye ile doludur.” Buhârâ´da yetişen büyük velîlerden Mevlânâ Nizâmeddîn Hâmûş (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde sık sık şöyle buyururdu­lar: “Bü- yüklerin huzûrlarında, sohbetlerinde bulunurken, uygunsuz dü­şüncelerin kalbe gelmemesine çok gayret ve dikkat etmelidir. Zîrâ bu büyükler, Alla- hü teâlânın izni ile o düşünceleri anlarlar ve bundan çok müteessir olurlar.” Büyük velîlerden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin bir çocuğu vardı. Çocuk ne zaman annesinden yiye­cek istese, annesi ona; “Bunu Allahü teâlâdan iste!” derdi. Bunun üze­rine çocuk secde için yere kapanırdı. Bu arada annesi çocuğun istedikle­rini hazırlar, gizlice yanına koyardı. Çocuk, annesinin bunu hazırladığını bilmezdi. Onun için Allahü teâlânın dergâhına dönerdi. Bir gün annesi evde yokken çocuğun canı bir şey istedi. Her zamanki gibi secdeye ka­pandı. Allahü teâlâ ona lâzım olan şeyi gönderdi. Annesi geldiğinde du­ruma şaşırdı. “Yavrucuğum bu nereden geldi?” diye sorunca, çocuk; “Her zamanki yerden.” diye cevap verdi. Irak velîlerinden Seyyid Hüseyin Burhâneddîn Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgi olarak Nâsırüddîn Suveydî Bağdâdî haz- retleri şöyle anlatır: “Seyyid Burhâneddîn´e, yollarındaki edebden sor- dum. “Her tarikatte sahih olan edeb şerîatin bildirdiği edebdir. Dînin ede- bi ile edeblenen doğru yola girmiştir. Onun maksadına kavuşması umu- lur. Dînin edebi ile edeblenmeyen yolunu kaybeder, sa­pıtır. Gâyesine ulaşamaz. Bizim yolumuzun büyükleri, talebe yetiştirmek için, sohbete çok önem vermişlerdir. Çünkü sohbet, talebenin tabiatını mıknatıs gibi gafletten kalb uyanıklığına, cimrilikten cömertliğe, hırsdan zühde, kötü ahlâktan güzel ahlâka, her alçak ve aşağı halden temiz hâle çeker.” buyurdu.” Şam´da yetişen Şâfiî mezhebi âlimlerinden ve evliyânın büyüklerin­den Muhammed Sumâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkında, dervişlerden bir zât anlatır: “Bir zaman iş için Şam´dan Kâhire´ye gide­cektim. Yola çıkacağım zaman, Muhammed Sumâdî, Muhammed Bek- rî´ye vermem için bana bir mektup verdi. Kâhire´ye ulaştığımda, Muham- med Bekrî´nin yanına vardım. Huzûruna girip, Muhammed Sumâdî´nin yanından geldiğimi söyledim. Onun ismini duyunca, derhâl ayağa kalkıp, büyük bir hürmetle Muhammed Sumâdî´ye olan muhabbe­tini, edebini bildirdi. Mektubu verdiğimde, yine edeb ve hürmet ile alıp, mektubu ö- püp, yüzüne gözüne sürdü. Muhammed Sumâdî´yi çok övdü ve ondan; “Kardeşimiz, efendimiz” diye bahsetti. Muhammed Bekrî´nin bu davra- nışından, Muhammed Sumâdî´nin büyüklüğünü daha iyi anla­maya baş- ladım.” Tâbiînin büyüklerinden, meşhûr bir âlim ve velî Şa´bî (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatıyor: Bir cenâze namazı kılındıktan sonra, binmesi için Zeyd bin Sâbit´e katırını yaklaştırdım. Bu sırada, Abdullah bin Abbâs gelerek, üzengiyi tutmak istedi. Zeyd bunu görünce; “Ey Resûlullah´ın amcazâdesi, üzengiyi bırak.” deyince, İbn-i Abbâs; “Biz âlimlere bu şe­kilde muâmele ile emrolunduk.” cevâbını verdi. Bunun üzerine Zeyd, İbn-i Abbâs´ın elini öpüp; “Biz de Resûlullah´ın Ehl-i beytine böyle yapmakla emrolunduk” dedi. Konya´ya gelen büyük velîlerden Şems-i Tebrîzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine buyurdular ki: “İnsanoğlunun edepten nasîbi yoksa, insan değildir. İnsan ile hayvan arasını ayıran edeptir.” Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin otuz birin­cisi olan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin, Halîfe Köse nâmıyla tanınan; âlim, âmil ve veliy-yi kâmil bir talebesi var- dı. Seyyid Tâhâ´nın halîfelerinden olup, ismi Tâhâ idi. Edebinden, “İsmim Tâhâ´dır.” demeğe hayâ ederdi. Üstâdından kendisine bir isim vermesini düşünür, fakat arzedemezdi. Sakalı biraz seyrek idi. Bir gün, bu düşün­cesini ve utancını keşfeden hocası, bir talebesine; “Bizim Köse buraya gelsin.” buyurdu. Buna çok sevinip, bu ismi üzerine aldı ve hilâ­fetle şereflendikten sonra da ismi, “Halîfe Köse” kaldı. Herkî aşîretinden Molla Abdullah isminde bir müderris, iki talebesi ile ziyâret için Nehrî´ye giderken, çayın başında oturdular. Molla Abdullah, talebelerine; “Herkes abdest alarak Nehrî´ye gider. Abdestsiz kimse git­mez. Ben bu âdeti bozup, abdest almadan gideceğim.” dedi. Talebeleri; “Hocam, biz bu âdeti bozmayalım, abdest alıp da gidelim.” dedilerse de, Hoca Efendi; “Sanki bu dînî bir hüküm müdür? Ben yapmam!” dedi. Bu arada elini yüzünü yıkarken, koltuğundan bastonu suya düşdü. Elini uzatıp, bastonu almak isterken, hikmet-i ilâhî baston, onun başına, yü­züne vurarak yüzünü gözünü kan içinde bıraktı. Sonra baston kayboldu. O da, böyle söylediğine pişmân oldu. Yaralarını sarıp, abdest aldı. Nehrî´ye gitti. Seyyid hazretlerinin dergâhına girince, bastonu duvarda asılı gördü. Gözleri bastona takılıp kalınca, Seyyid Tâhâ hazretleri; “Her­hâlde bu bastondan dayak yemişsiniz.” buyurdu. Molla Abdullah yaptık­larına pişmân olup, tövbe etti, talebelerinden olmakla şereflendi. Meşhûr velîlerden fıkıh, tefsîr, hadîs, kırâat, lügat ve nahiv âlimi Ta- kıyyüddîn Sübkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) çok kere mütevâzî ve gös- terişsiz bir elbise ile dışarı çıkardı. Fakat sultânın merâsim günle­rinde dâimâ cübbe giyerdi. Oğlu, onun böyle cübbe giymesine çok hay­ret ederdi. Zîrâ, onun tabiatı böyle şeylere pek önem vermezdi. Bu yüz­den oğlu Tâcüddîn Sübkî, babasına; ?Ey babacığım, kâdılık makâmında otururken, yirmi dirhem etmeyen elbiselerle oturuyorsun. Fakat sultânın merâsimlerinde cübbe giyiyorsun. Niçin böyle davranıyorsun.? diye sordu. Takıyyüddîn Sübkî, ?Evlâdım! Bu, Şafiî mezhebi ulemâsının şiârı­dır. Bu âdetin unutulmasını istemem. Ben devamlı kalacak değilim. Ben­den sonra gelip bunu giyecekler. Yeni bir şey ortaya çıkarmıyorum.” bu­yururdu. Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on seki­zincisi olan Ubeydullah-ı Ahrâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, zamânının sultanları üzerinde büyük bir tesire sâhipti. Sultanlara sözü geçer, müslümanların rahatı için onlara nasîhat ederdi. Kendisi şöyle anlatmıştır: “Eğer biz şeyhlik yapsaydık, zamânımızda hiçbir şeyh kendi­sine talebe bulamazdı. Fakat bize başka iş emredildi. Bizim işimiz, müslümanları zâlimlerin şerrinden korumaktır. Bu sebeple, pâdişâhlar ile görüşmek ve onların gönlünü avlamak, dilediğimiz istikâmete çevirmek bize vazife olmuştur. Allahü teâlâ bize ö
  279. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 9:54 am

    Edep ve Terbiye nin devamı
    Allahü teâlâ bize öyle bir kuvvet verdi ki, eğer iste­seydim, ilâhlık dâvâsında bulunan Çin pâdişâhını bir mektubla öylesine tesir altında bırakırdım ki, sultanlığı terkedip, yalın ayak koşarak kapıma gelirdi. Bununla berâber biz, Allahü teâlânın bu husustaki takdîrini bek­lemekteyiz. Bizim makâmımızda edebli olmak lâzımdır. Bu edeb de, ku­lun kendi irâdesini bırakıp, Rabbinin irâdesine teslim olmasıdır.”

    Reşehât kitabının müellifi şöyle anlatmıştır: “Bir gün Sultan Ahmed Mirzâ, Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerini Mâtürîd köyünde ziyârete geldi. Huzûruna girince, geride iki dizi üzerine edeble oturdu. Ubeydul- lah-ı Ahrâr, ona çok iltifât etti. Buna rağmen Sultan Ahmed Mirzâ, onun heybeti karşısında tir tir titriyor, alnından ter damlaları dö­külüyordu.”

    Tebe-i tâbiînin âlim ve velîlerinden Zâhid İsfehânî (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak, Yûsuf bin Zekeriyyâ şöyle anlatır: Biz Harran?da idik. Muhammed bin Yûsuf (Zâhid İsfehânî) hazretleri ya­nımıza geldi. Oradaki hadîs âlimleri etrafını çevirdiler. Hemen Har­ran?dan ayrılıp Resûleyn denilen yere gitti. Bir ay orada kaldıktan sonra geri geldi. Orada neden çok kaldıklarını sordum. ?Resûleyn?de bir ay kaldım. Ne kimse beni tanıdı, ne de ben kimseyi tanıdım? buyurdu. Dik­kat ettim; Muhammed bin Yûsuf hazretleri, ekmeğini her zaman değişik fırından alırdı. Sebebini sorduğumda; ?Her zaman aynı fırından alırsam, belki fırın sâhibi beni tanır ve bana hürmet eder, ben de o zaman dînimi dünyâya âlet etmiş olmaktan korkarım. Muhtelif fırınlardan alınca beni hiçbiri tanımaz? buyurdular.

  280. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 9:57 am

    Ey Allah´ın dostları (şüphesiz Allah´ın evliyaları kıyamet günüde ne korkarlar ve de hüzünlenirler. Onlar ki iman ettiler ve Allah´tan korkuyorlardı.) Allah´ın evliyaları onun rızasını kazanmak için emirlerini yerine getirdiler ve yasaklarından da sakındılar. Allah da onları kendine dost ve ahbap kıldı. O, onları rahmetiyle muhafaza etmektedir. Her kim ki Resulullah´ın yolunda yürürse, onun sünnetine sımsıkı sarılırsa o Allah´ın velisi ve salih dostudur. Efendimiz Resulullah (s.a.v.) buyurdular

  281. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 10:02 am

    Ana Duasına Kulak Vermek
    O gece, hep odanın bir köşesinde kıbleye doğru durmuş olan annesinin sözlerine kulak veriyordu. O Cuma kunudunu, annesinin rüku, sucud, kıyam ve kunudunu izliyordu. Henüz çocuktu. Annesinin erkek-kadın bütün Müslümanlar için hayır dua ettiğini, bir bir isimlerini saydığını, yüce Allah?tan her biri için saadet, rahmet, iyilik ve bereket istediğini duyan çocuk acaba annesi kendisi için Allah?tan ne isteyecek diye merakla bekliyordu.

    İmam Hasan (r.a.), o gece sabaha kadar uyumadı. Annesi Sıdığa-i Merziyye (r.anha)?ı dikkatle gözlemekteydi. Annesinin, kendisi hakkında nasıl dua edeceğini, Allah?dan nasıl bir iyilik ve saadet isteyeceğini görmek için bekliyordu.

    O gece, sabah oldu. Diğerleri hakkındaki duaları geçti. Fakat İmam Hasan (r.a.), annesinin kendisi için dua ettiği bir kelime dahi işitmedi. Sabah annesine: ?Anneciğim ben her şeye kulak verdim, niçin başkaları hakkında dua ettin de kendin için bir tek kelime dua etmedin?!? dedi.

    Şefkatlı anne cevap verdi: ?Aziz çocuğum, Önce komşu sonra kendi evin.?

  282. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 10:03 am

    Öğüt İsteyen Adam
    Bir adam, çölden Medine?ye geldi ve Resul-i Ekrem (s.a.v)?in huzuruna çıktı. Hazretten bir öğüt ve nasihatte bulunmasını istedi. Resul-i Ekrem (s.a.v) ona ?öfkelenme? buyurdu ve bundan fazla bir şey söylemedi.

    Adam kabilesine döndü. Kabilesine vardığı zaman kendisinin yokluğunda mühim bir hadisenin çıktığını haber aldı. Öyle ki kendi kavminin gençleri, diğer kabilenin malını çalmış ve onlarda mislini ona yapmışlar; işler yavaş yavaş nazikleşmiş, birbirlerinin karşısında saf tutmuşlar ve savaş meydanlarında savaşa hazırlanmışlar. Bu heyecanlandırıcı haberi işitmek, onun öfkesini tahrik etti; hemen silahını isteyerek kuşandı ve kavminin safına katılarak savaşa hazırlandı.

    Bu sırada aklına geçmiş olaylar geldi. Medine?ye gittiğini, neler gördüğünü ve işittiğini, Allah?ın elçisinden bir öğüt istemiş olduğunu ve o hazretin ?öfkelenmekten sakın? sözünü hatırladı.

    – ?Niçin heyecanlandım, ne sebeple silah kuşandım ve niçin şimdi kendimi öldürme ve ölmeye hazırladım, niçin sebepsiz yere parlayıp, öfkelendim?? diye düşünceye daldı. ?Şimdi o kısa cümleyi kullanmanın tam zamanı? diye kendi kendine düşündü.

    Öne çıktı ve muhalif safın reisini çağırdı. Dedi ki :

    – ?Bu kavga ne içindir? Bizim cahil gençlerimizin tecavüzünün ziyanına bakılırsa, ben kendi malımdan zararı ödemeye hazırım. Küçük bir şey için birbirimizin canına düşmemizin ve kanımızı dökmenin bir faydası yoktur.?

    Karşı tarafın, bu adamın affa yönelik akıllıca sözlerini işittikten sonra, gayret ve mertlikleri tahrik oldu ve ?Biz senden az değiliz madem ki durum böyledir, biz de kendi iddiamızdan vaz geçeriz.? dediler.

    Her iki saf da kendi kabilelerine döndü.

  283. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 10:04 am

    Yüce Erdemler ve Beğenilen Davranışlarla İlgili Dua-İmam Zeynelabidin

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve benim imanımı en kâmil iman, yakinimi en üstün yakin kıl; niyetimi niyetlerin, amelimi amellerin en güzeline ulaştır. Allah´ım, lütfunla niyetimi halis kıl; katındakine (rahmetine) yakinimi doğrult; kudretinle bozulan durumumu düzelt.

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve beni meşgul edecek sorunların çözümünde bana yet; yarın hesabını soracağın şeylerle uğraştır beni; günlerimi yaratılışımın amacı olan ibadetle geçirmemi sağla; beni zenginleştir; rızkımı bol eyle; rızkı beklemekle beni imtihan etme; beni aziz kıl; kibre duçar eyleme; sana kul olmaya muvaffak eyle; kulluğumu, ibadetimi ucb (kendinden ve yaptığından hoşlanmak) ile fasit etme; benim elimle insanlara hayır ulaştır; minnet edip de onu batıl etmeme engel ol; yüce huyları bana ihsan et ve övünmekten beni koru.

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve beni insanların gözünde bir derece yükselttiğinde kendi gözümde bir derece düşür; bana insanlar arasında açık bir izzet verdiğinde kendi yanımda aynı ölçüde gizli bir zillet ver. Allah´ım, Muhammed ve âl-i Muhammed´e salat eyle ve beni (başka hiçbir şeyle) değiştirmeyeceğim güzel bir hidayet, asla vazgeçmeyeceğim hak bir yöntem ve şüphe etmeyeceğim doğru bir niyet ile faydalandır. Ömrüm sana itaatle geçtiği sürece beni yaşat. Ömrüm şeytanın otlağı olduğunda, öfkene yakalanmadan, gazabın kesinleşmeden ruhumu kabzet.

    Allah´ım, ayıplandığım kötü hasletimi ıslah et; kınandığım çirkin huyumu güzelleştir ve eksik olan güzel sıfatımı tamamla. Allah´ım, Muhammed ve âl-i Muhammed´e salat eyle ve düşmanların bana olan buğzunu muhabbete, zulüm ehlinin hasedini sevgiye, iyilerin kötü zanlarını güvene, yakınlarımın düşmanlığını dostluğa, akrabalarımın kötü davranışlarını iyiliğe, dostların ilgisizliğini yardıma, müdara edenlerin zahirî dostluklarını gerçek dostluğa, muaşeret edenlerin yüz ekşitmelerini güler yüzlülüğe ve zalimlerden korkmanın acılığını emniyet tatlılığına dönüştür.

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve bana zulmedene karşı kendimi müdafaa edecek bir el; bana husumet edene karşı kendimi savunacak bir dil, bana inat edene karşı bir zafer, bana hile yapana karşı bir hile, beni ezene karşı bir güç, beni yerene karşı yalanlama cesareti, beni tehdit edene karşı bir esenlik ver bana; ve beni doğru yola davet edene itaat etmeye, gerçeği gösterene uymaya muvaffak eyle.

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve beni; beni aldatana karşı dürüst ve samimi davranmaya; beni terkedene iyilikle karşılık vermeye; benden esirgeyeni bağışla ödüllendirmeye; benimle ilişkisini keseni, ilişkide bulunmakla mükâfatlandırmaya; gıybetimi edene, güzellikle anmakla muhalefet etmeye ve iyiliğe teşekkür edip kötülüğe göz yummaya muvaffak eyle.

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve adaleti yaymada, öfkeyi yutmada, kin ve adaveti söndürmede, ayrılıkçıları birleştirmede, kırgınların arasını bulmada, iyilikleri ortaya çıkarmada, kötülükleri gizlemede, yumuşak huylulukta, alçakgönüllülükte, güzel muaşerette, ağırbaşlılıkta, insanlarla iyi geçinmede, erdemlere doğru koşmada, (her halükârda) iyilik etmeyi yeğlemede, insanların kabahatini yüzlerine vurmamakta, müstahak olmayana bağışta bulunmamakta, güç de olsa hakkı söylemede, çok da olsa iyi söz ve fiillerimi az bulmada, az da olsa kötü söz ve işlerimi çok bulmada salihler gibi olmaya, onların süsüyle süslenmeye, muttakilerin ziynetini kuşanmaya muvaffak eyle beni. İtaatimin devamlılığı, cemaattan ayrılmayışım ve kendi uydurdukları görüşlerle amel eden bidat ehlinden uzak duruşumla da bu sıfatları bende kâmil eyle.

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve bana en bol rızkı yaşlandığım zaman ve en kuvvetli gücü bitkin düştüğüm zaman ver. Beni, sana kullukta tembelliğe, yolunu bulmakta körlüğe, sevginden başka bir şeyi talep etmeye, senden uzaklaşanla bir arada olmaya ve seninle birlikte olandan ayrılmaya müptela etme. Allah´ım, beni zor durumda kaldığımda senin (gücün)le hamle eder, ihtiyacım olduğunda senden ister ve düşkünlüğümde sana yalvarır kıl. Beni, zor durumda kaldığım zaman senden başkasından yardım dilemekle, ihtiyacım olduğu zaman senden başkasından istemeye tenezzül etmekle ve korktuğum zaman senden başkasına yalvarmakla sınama. Yoksa, beni yardımsız bırakmanla, ihsanını benden esirgemenle ve benden yüz çevirmenle karşı karşıya kalırım; ey merhametlilerin en merhametlisi. Allah?ım, şeytanın kalbime attığı arzu, zan ve hasedi; büyüklüğünü anmaya, kudretin hakkında düşünmeye, düşmanlarına karşı tedbir almaya dönüştür. Onun (şeytanın) dilime akıttığı çirkin ve saçma lafları, ırz sövüşünü, haksız tanıklığı, bir mü?minin arkasında ettiğim gıybeti, birinin yüzüne karşı ettiğim küfrü ve bunlara benzer şeyleri senin hamdini dile getirmeye, seni çokça övmeye, seni yüceltme çabasına, nimetlerine şükretme gayretine, ihsanını itiraf etmeye, nimetlerini saymaya çevir.

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle. Bana yönelik zulmü defetmeye kadir olduğundan asla zulme uğramayayım! Benden intikam almaya gücün yettiğinden asla zulmetmeyeyim! Beni kolayca hidayet edebileceğin için asla sapmayayım! Rızkımın bolluğu senin katında olduğundan hiçbir zaman fakir olmayayım! Gücüm senden olduğundan asla haddimi aşmayayım! Allah´ım, mağfiretine yönelmiş, affını umarak yola koyulmuşum. Lütuf ve keremine güvenerek günahlarımı bağışlamanı istiyorum. Ancak mağfiretini gerektirecek bir şeyim, affını hakkedeceğim bir amelim yoktur. Dolayısıyla sadece senin fazl u keremine güvenebilirim. O halde, Muhammed ve âline salat eyle ve fazl u keremini benden esirgeme.

    Allah´ım, dilime, kullarının hidayetine vesile olacak sözleri cari kıl; bana takvayı ilham et; beni en temiz şeye muvaffak et ve en beğenilen işe ata. Allah´ım, beni örnek yola sevket; dinin üzere ölüp, dinin üzere dirilmeyi hakkımda kararlaştır. Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve beni ifrat ve tefrite düşmekten koru, itidalli olmaya muvaffak et. Beni dürüstlük ehlinden, doğruluk kılavuzlarından ve salih kullarından kıl. Kıyamette felahı ve cehennemden kurtuluşu bana nasip et. Allah?ım, kurtuluşuma sebep olacak şeyi kendin için benden al; ıslah olmama vesile olacak şeyi de bırak bana kalsın. Senin koruman olmazsa, hiç şüphesiz ben helak olurum.

    Allah´ım, üzüldüğüm zaman hazırlığım sensin; mahrum edildiğim zaman ihsanını umacağım sensin; gamlanıp kederlendiğim zaman imdada çağıracağım sensin. Kaybedilenin yerini dolduracak; bozulanı düzeltecek ve hoşlanmadığını değiştirecek olan, senin yanındadır. O halde, beladan önce afiyet, istemeden önce zenginlik, sapıklıktan önce hidayet nimetiyle minnet et bana. Kulların eziyetlerine karşı bana yet; dönüş (kıyamet) gününün emniyetini bana ihsan et ve irşad (doğruya ve kemale iletme) görevini iyice yerine getirmeye muvaffak et beni.

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve lütfunla tüm kötülükleri benden uzaklaştır; nimetinle beni besle; kereminle beni ıslah et; ihsanınla beni tedavi et; rahmetinin gölgesine al beni; rızanla kuşat beni; işler karıştığı zaman en doğrusunu, ameller benzeştiği zaman en temizini yapmaya, yollar çeliştiği zaman en beğenilmişini seçmeye muvaffak et beni.

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve bana ihtiyaçsızlık tacını giydir; beni üstlendiğim görevleri layıkıyla yerine getirmeye muvaffak et; bana gerçek hidayeti merhamet et; zenginlikle azdırma beni; güzel bir yaşantı nasip et bana; yaşantımı zorluklarla dolu bir yaşantı kılma ve duamı geri çevirme. Çünkü ben senin karşında birini tanımıyor, seninle birlikte birini çağırmıyorum.

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve israf etmeme engel ol; rızkımı zayi olmaktan koru; malımı bereketlendirerek çoğalt ve ondan infak ettiklerim hususunda iyilik etmenin yolunu göster bana.

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve para kazanmanın zorluklarına karşı bana yet; hesaba katmadığım, sanmadığım yollardan rızkımı ver; rızk peşinde koşarak ibadetinden geri kalmayayım, geçimimi sağlamak için vebal altına girmeyeyim. Allah´ım, kudretinle aradığımı bana ver ve izzetinle korktuğumu başıma getirme. Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve rızkımı bol ederek haysiyetimi koru; rızkımı daraltarak rızklarını senden alan kimselerden rızk isteme, kötü insanlardan bağış talebinde bulunma bayağılığına düşürüp verenleri övme, esirgeyenleri yerme durumunda bırakma beni. Çünkü gerçekte veren de, esirgeyen de sensin, onlar değil.

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve sana ibadette yararlanacağım sıhhat, dünyaya meyilsizlikte faydalanacağım boş vakit, amele dönüştüreceğim ilim ve itidalli olmamı sağlayacak takva ver bana. Allah´ım, ömrümü affınla sona erdir; emelimi rahmetini ummaya yönelik kıl; rızana ulaşma yollarını benim için kolaylaştır ve bütün hallerimde amelimi güzelleştir.

    Allah´ım, Muhammed ve âline salat eyle ve gaflet ettiğim zamanlarda seni anmak için beni uyar; mühlet verdiğin günlerde (dünya hayatında) beni, sana itaatte kullan; sevgine doğru düz bir yol göster bana; o yolda yürümekle dünya ve ahiret hayrını tastamam ver bana. Allah´ım, Muhammed ve âline, ondan önce yaratıklarından herhangi birine ettiğin ve ondan sonra herhangi birine edeceğin en üstün salat ile salat eyle. Dünyada bize güzellik ver, ahirette de güzellik ver ve rahmetinle beni cehennem azabından koru.

  284. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 10:07 am

    Abdulkadir-i Geylani k.s.nun Diliyle Vazife
    Allah-ü Taala?ya ve Hz. Rasulallah?a iman eden şu üç şeyi yapmakla vazifelidir.

    1- Allah?ın emirlerini tutmak….

    2- Yasak ettiği şeyleri yapmamak…

    3- kimsenin elindekine göz dikmemek, doğru çalışmak, haline razı olmak….

    İnsan, hayatı boyunca, emir, yasak ve kader çizgisi içindedir. Hiçbir zaman bunların dışına çıkamaz. Dışını Hakkın emirlerine uydurduktan sonra, iç alemi için 3 vazife başlar.

    1- İnsan öz varlığı olan kalbine, iç alemine dönmeli…

    2- Ruh, iyilik taraftarı olarak, kötülüğe meyilli duran nefsini muhasebe etmeli…

    3- Böylece bütün gidişatını, yolunu Allah yolunun hakiki yolcularına uydurmalıdır…

  285. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 10:08 am

    Hayrı Tavsiye
    Allah´ın ve Hz. Rasulallah´ın emirlerine uyun; şahsi arzularınıza ve hissiyatınıza mağlup olarak bid?at yoluna sapmayın ! İtaat edin; türlü ve bozuk yollara ayrılmayın!… Allah?ı tevhid edin; hiçbir zaman şirk koşmayın!…

    Hakkı tenzih edin; itham etmeyin… Doğruluk karşısında şüpheye düşmeyin; tasdik edin. Hep birden kardeş olun, aranıza düşmanlık sokmayın. Doğruluktan nefret etmeyin, daima Hak yolu ve yolcularını arayın, usanmayın…

    Sonuna kadar çalışın; bekleyin ümitsizliğe düşmeyin… Daima doğru yolda toplanın, sevişin aranıza sevimsizlik girmesin… Yaptığınız kötülükleri bırakın; tövbe edin; bir defa yaptığınız hatayı ikinci defa yapmayın!..

    İçinizi dışınızı temiz tutun. Uğursuz, çıkmaz, karanlık bataklıklara düşmeyin… Rabbınızın taatı ile ruhunuzu bezeyin. O?nun kapısından ayrılmayın. Ondan yüz çevirmeyin. Tövbenizi bozmayın… Gece gündüz Allah?a yalvarmaktan bıkmayın. Çünkü rahmet kapıları ancak bu yolda açılır. Hakiki saadeti buyolda bulmanız mümkündür. Şu bataklık aleminden ulvi ruhani aleme bu yoldan gitmeniz mümkündür. Hak?ka vuslat bu yoldadır. Rahat, huzur ve selamet evine buradan girilir. Öyle bir selamet evi ki, her çeşit binek orada, gözün görmediği her türlü hoşluk oradadır…

    Bu nimetlerden bıkmaz, usanmaz, bol bol yer içersiniz. O yerde sizin arkadaşlarınız Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihler olur..

    Allah cümlemize nasib etsin…

  286. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 10:09 am

    İptila
    İnsan, başına bir iş gelirse… Önce, kendi kendine kurtulmaya çalışır… Muvaffak olamayınca, etraftan yardım istemeğe koyulur…

    Padişahlara gider; rütbe sahiplerine yalvarır. Zenginlere koşar… Hal sahiplerine gider; dua ister, himmet ister… Eğer hasta ise doktora gider, şifa arar. Bununla da kurtulamayacağını anlayınca, Allah?a döner.

    Eğer kendi işini yapabilseydi, halka dönmeyecekti… İşini halkta bitirebilseydi, Hak?ka dönmezdi. Burada da arzusu biraz geç kalmağa başlar; fakat gidecek başka yeri kalmamıştır… Durur yalvarmağa başlar… Dua eder; sena eder. İhtiyaçlarını teker teker sayar, yalvarır… Bunları yaparken bir yandan da reddolunmaktan korkar; bir yandan da, isteği yerine geleceğini ümit ederek sevinir…

    Son, bu halden de usanır; yaptığı dua ve niyazın işe yaramadığını zanneder… Bu kerre dua da dahil her şeyi bırakır… Saf, temiz bir halde beklemeğe başlar… Bu kez kader-i İlahi (Allah?ın emri) ne ise o zuhura gelir… Olacak olur…

    Herşeyde Allah?ın kudretini, kuvvetini sezer. Hareket, sükun… her ne varsa, ondan olduğunu anlar. Hayır, şer, iyilik, kötülük, vermek, almak, genişlik, darlık, ölmek, dirilmek, izzet, zillet, bunların hepsinin Hak?tan geldiğini mana gözü ile görür…

    Bu halleri görür… Ve bu haliyle süt anasının elindeki çocuk gibi olur… Yıkayıcı elindeki meyyite benzer; kendinden bihaber… Onlar istediğini yapar… Velhasıl, bir top gibi olur, gayri ihtiyari sağa sola yuvarlanır… Bukalemun gibi renkten renge geçer. Ne kendisi için, ne de başkası için hiçbir hareket yapmaz…

    Hakkın işinden başka şey görmez. Gözü O? nu görür, kulağı O?nu işitir. Başka şey görse veya işitse, O?nun için görür veya O?nun için işitir. O?nun nimeti ile beslenir ve O?na yakın olmakla ferahlar… Bu halle güzelleşir… Bununla hoş olur… Sakinleşir…

    Her halde Hak?la mutmain olur. O?nun sözü ile ünsiyet peyda eder. O?ndan başka her şeyden çekinir ve hoşlanmaz… Daima O?nun zikrine koşar…

    Ve öylece kalmak ister. Bu halde kendinde yükseklik duyar. Kuvvetini Hak?tan alır. O?na tevekkül eder. Yolunu O?nun marifet nuru ile bulur. Onunla giyer, Onunla kuşanır. Böylece Hak?kın çeşitli ilimlerini öğrenir. O?nun kudreti ile şereflenir. O?ndan işitir. O?na yaklaşır. Dua eder, hamd eder. Öylece kalır…

  287. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 10:17 am

    Manevi Ölüm
    Halkın malına göz dikmez, onların elindekinden kendini mustağni kılarsan, kötü isteklerin ölmeğe başlar. Böyle olunca sende hiçbir kötülüğe karşı meyil kalmaz. Bunlar hep Allah?ın yardımı ile olur. Bu inayet ve yardım sayesinde öyle bir hayata kavuşursun ki ondan sonar ölüm yoktur. Bundan bulacağın zenginlik tükenmez; verilen alınmaz… Rahatın bozulmaz… Hiçbir sevdiğinden mahrum olmazsın. Öğrendiğini unutmaz, sonundan korkmazsın…

    Bu yeni varlıkla bambaşka bir aleme geçersin; saadeti bitmez tükenmez… Sultanlığın bir türlü sonu gelmez. Yüksekliği bir türlü nihayete ermez. Burada yalnız tazim olunur, tahkir olunmaz.

    Çünkü sende artık bir meniyet vardır. Ve doğruluk zatında mevcuttur. Söylediğin Hak, yaptığın doğrudur. Sen artık eşsiz bir cevher haline gelmişsin. Tekle tek, birle bir olmuşsun. Gizlinin gizlisi, sırrın sırrı oldun; yetmez mi?

    Bu hal ve bu alemde sen, peygamberlerin vekilisin demektir. Velayet sırrı sende biter. Ebdallar ?velilerden bir kısım- şekline bürünür. Her dert seninle biter. Her ihtiyaç seninle görülür. Yağmur arzunla yağar. Bitkiler sevginle biter… Yeşerir…

    İster sultan, isterse çoban, ister imam ister cemaat hepsinin belasını def edersin…

    Sen bundan böyle ibadın ve biladın amirisin; eller sana yardıma gelir… Ayaklar sana hediyeler taşır. Diller seni övmeğe başlar. Bunlar Allah?ın izni ile olur. İki kişi dahi, aleyhinde söylenecek tek kelime bulamaz…

    Ey bunca in?am ve ihsan yapan Allah, bunlar hep senin vergilerindir. İkramındır. ? Allah büyük ihsan sahibidir-

  288. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 10:18 am

    Dünyanın Hali
    Dünya tuzağı, öldürücü zehirleri ile düşkünlerine verilmiştir. Gafletle dünyayı, zahirdeki güzelliği ile görürsen aldanma…

    O, hilesi, dokunanı derhal öldürür. Onda sadakat, onda vefa diye bir şey yoktur. Ona iyi gözle bakıp hoşlanma; şöyle ol: Sahrada bir adam çırılçıplak kazayı-hacete oturmuş.

    Hem edep yeri görünüyor, hem de koku geliyor. Sen mecbursun; hem burnunu tutacak, hem de gözünü kapayacaksın. İşte dünyanın hali. Ondan kurtulmak için hem gözünü kapa, hem de burnunu tut…

    Dünyaya ihtiyacın kadar bağlan! kalpten sevme; Nesibin ne ise gelir üzülme..!

  289. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 10:19 am

    Kalbin Hastalığı
    Nefsini bırak! Ve ondan uzaklaş!.. Nisbi olarak kendine izafe ettiğin mülkten ayrıl!.. Hepsini Allah?a teslim et!.. Ve kalbin kapısında bekçi ol!.. Allah?ın dediklerini içeri al ve dediklerini kalbine sokma!.. Kötü istekleri kalbinden çıkardıktan sonra bir daha yaklaştırma!.. Bu şeytani arzuları kalbden çıkarmak, her halde ona uymamak ve daima muhalefet etmekle olur.

    Allah?ın iradesi dışında bir şey isteme!.. O?ndan başka bir şey istemek boş bir temennidir. Akılsızlıktır. Sakın böyle bir hevese düşme!.. Telef olursun.. Helak olursun!.. Hak?kın merhametinden uzak kalırsın.

    Sonuna kadar Allah?ın emirlerini tut!.. Sonuna kadar yasak ettiği şeylerden kaç!.. Sonuna kadar O?nun kaderine teslim ol!.. Yarattığı şeylerden hiç birini O?na ortak yapma. Şirk koşma!..

    İsteğin, arzun, şehvetin, hepsi O?nun yarattıklarıdır…

    İsteme! Kötü arzularına kapılma! Şehvete düşkün olma!.. Ta ki müşrik olmayasın!..

    Ayetten:

    Şirk, yalnız putlara tapmak değildir. Kendi şahsi arzu ve isteklerinde tesir görerek,uyman da bir nevi şirk ve putperestliktir. Dünya ve onun metaından, ahiret ve onun nimetlerinden herhangi birine gönül kaptırarak, seni yaratanın sevgisini değil, bunlardan her hangi birinin sevgisini üstün tutarsan, şirk etmiş olursun…

    Uçsuz bucaksız bir varlık bul, kendini muayyen ölçülere kaptırma. Muayyen bir çerçeve içersinde kalırsan, doğruluğunu haber verdiğin yanlış olabilir. Kalacağını haber verdiğin nesne, bakarsın ki kaybolmuş… Hak?kın iradesine tabi ol ve hiçbir şeye karışma!.. Keşif ve keramet nevinden sayarak, bir şeyler söylersin, ama aksi olunca utanır, rüsvay olursun… Sana bu halde yine bir vazife düşer; halini saklamak… Ve senden başkasına bunları duyurmamak. İşte bu, tam sebat ve beka halidir. Bunların Allah tarafından, sana bir hediye olarak verildiğini bil. Bu hale şükür etmek için O?ndan yardım iste. Başkasına göstermemek için ört. Eğer bu haller gider de, yerine başka bir hal gelirse, üzülme
    ; onda da çeşitli bilmediğin nimetler gizlidir. İlim vardır. İrfan, marifet vardır; ayıklığını arttırır ve edep terbiye öğretir sana… Bir Ayet-i Kerime de şöyle buyurulur:

    – ?Biz hiçbir ayeti, ondan daha iyisini veya benzerini getirmemek şartı ile değiştirmeyiz… Allah?ın her şeye kadir olduğunu bilmiyormusun??

    Allah?ın kudretini küçük görme!.. Takdir ve tedbirde, onu itham etme… O?nun vaadinin doğruluğunda şüpheye düşme… Hz. Peygamberi (S.A.) kendine örnek al… O büyük insana inen ve mushaflarda yazılan, dillerde okunan bazı ayetler kaldırıldı… Bazısı değişti, yerine başka ayet geldi… Biraz önce haber verdiğinin aksini az sonra söyledi. Ama bu hal zahirde böyle oldu. Öbür yönünü, ancak, Allah?la kendi arasında bir iş olarak kabul ederiz…

    İşte yukarıda anlatılan hale işaret ederek Peygamber(s.A.) efendimiz şöyle buyurur:

    – ?Kalbimde değişik haller olur, bu yüzden her gün yetmiş defa istiğfar ederim.?

    Diğer rivayette ? Yüz defa.?

    Peygamber(s.A.) efendimiz., daima hal değiştşrirdi. Bir halden diğer hale geçer ve olgunluğa doğru ilerlerdi. Gayb aleminin hazinelerine ererdi. Çeşitli manevi süslerle süslendi. İşte efendimiz böyle yükselirdi. Her yükseldikçe de evvelkinin noksanlığını anlar; mahdut bir halde kalmayı noksan sayar, istiğfar ederdi. Kendisi yaptığı gibi ashabına da istiğfar telkin ederdi. Çünkü istiğfar ve tövbe halinde bulunmak kulun vazifesidir. İnsana en çok yakışan şey, istiğfar ve tövbe etmektir. Bütün kötülükleri, bir daha yapmamak şartı ile bırakmak babası Adem?den (a.s.), Hz. Rasulallah?a O?ndan da bizlere veraset yolu ile geldi… Ki Adam aleyhisselam?ın her yanını zulmet kaplamıştı; işte o zaman istiğfar etti, sonra karanlık açıldı, her yanı nur kapladı; kurtuldu. Çünkü o bir zamanlar ahdi unuttu. Dar-ı Selam?da daimi kalacağını, Rahman ve Mennan olan Allah, kendisini Cennetten çıkarmayacağını sandı… Melekler kendisini daima selamlar, öğmelerle geleceğini tahmin etti. Böylece nefsine uydu ve her şeyi unuttu… İş değişti. O güzel süslerden soyundu, saltanat gitti. Derecesi düştü… O nurlu alem, aniden karanlığa gömüldü. Önceki safiyet bozuldu.

    Böylece her şey elinden alındıktan sonra işin nereden geldiğini anladı. İçinde bulunduğu büyük safiyeti düşündü… İtiraf yolunu tuttu. Unuttuğunu, hata işlediğini itiraf etti. Kendi kendine istiğfar telkin etti.

    Bu tövbe ve itirafa karşı kendisine hidayet yolları göründü. Nasıl işler yapacağı bildirildi. Ve o, o tövbedeki gizli marifet nurları ve bundan evvel kendisine keşfolunmayan iyilikleri öğretildi. Ve neticede şuna kani oldu…

    Her şey değişti… İstek şimdi başka oldu. Hal başka hal oldu. Büyük bir saltanat geldi. İlk önce dünyada bir velayet-i Kübra; sonrası da ahirette… Dünya kendine ve evladına yer oldu. Ahiret ise ebedi bir yuva… Ve sonsuz bir sığınak..

    Ey mümiz! Senin için Hz. Adem v Hazret-i Muhammed de dostluk ve muhammed için iyi adetler var… Herhalde hatanı bil, tevbe et…

  290. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 10:31 am

    Velilere Uymak
    Sen nefsine, kötü arzularına taptıkça , velilerin derecesine çıkmayı isteme… Halbuki onlar yalnız Mevlaya kulluk ederler. Senin istediğin dünya, onlarınki ise ukba…

    Sen yalnız bu dünyayı görürsün, onlar yerin, göğün sahibini görürler.

    Sen halkla ünsiyet edersin, onlar daima Hak la olurlar…

    Senin kalbin, yerdekilere bağlı; onların kalbleri arşa bağlıdır.

    Sen gördüğünü tuzağa düşürmek istersin, onlara gelince, senin gördüklerine iltifat etmezler. Yalnız yaratanı görürler ve O?nun emirlerine uymağa bakarlar.

    O, Allah dostları, bulacaklarını Hak?la buldular, ereceklerine erdiler. Sana gelince; zavallı bir halde, şehvetine uydun kaldın.. Yalnız dünyayı ve arzularını gördün. Halbuki onlar; halkı, arzularını, temennilerini bırakarak bu yola girdiler. Yüksek derecelere bu sayade erdiler. Onları bu makama, yaptıkları, ibadet, taat, sena götürdü. Bu da onlara Allah?ın ihsanıdır, ki istediğine verir.

    Onlar; ibadete, taata; Allah?ın yardımı ve verdiği kolaylıkla, bıkmadan usanmadan koştular.

    İbadet onlara ruh oldu… Manevi bir gıda oldu.

    Onlar, bu hale devam ettiklerinde dünya başlarına bela oldu. Bir felaket halini aldı. Fakat onlar bunu duymadılar. Kendilerini cennet evinde gördüler. Onlar her şeyin evvelini aradılar, şimdiki haline aldanmadılar. Hak Taala onları evvelden niçin yarattı ve neyi anlattıysa onu öğrenmeğe çalıştılar.

    Yer onların hürmetinde durur. Sema onların duası ile açılır. Ölüm, onların kararı ile olur. Bu salahiyeti onlara mevla vermiştir.

    Padişah onları yerin düzeni için yaratmıştır, yer yüzünü onlarla bezetmiştir. Onlar hep birden dağlar gibidirler. Hak?ka giden yollar bunlar arasından açılmıştır.

    Malı, mülkü gaye edinip, bunlardan kaçana merhamet yoktur.

    Onlar, yeryüzündekilerin hayırlısıdır. Yer, gök baki kaldıkça onlara selam ve saygılar olsun…

  291. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 10:33 am

    Allah´a Darılmamak
    Allah?a çok darılıyorsun; O senin Rabbın olduğu halde onu töhmet altına almak istiyorsun. O?nun her işine itiraz ediyorsun, zorla bağlanıyorsun. O?na bağlılığın yolu zulüm ile oluyor. Halbuki ona candan inanman ve teslim olman lazım. Rızık babında sıkı olma, geniş ol. Zengin olursan herkese dağıt; fakir olunca da sabırlı ol. Gün olur, güçlük gider, bela kalkar. Yaptığın bir yana kalır. Bilmez misin her şeyin bir vakti var, o gelince olacak olan olur…

    Şunu bil ki; malın çoğu bela getirir, çok isteme azla yetin. Bela biter, güçlüğün sonu var, biteceği gün var. Sen yalnız sabırla bekle.

    Bela vakitleri değişmez, yalnız onun içinde afiyetler olur, onu gör. Bela anında ümitsizlik iyi olmaz. İmanla onu iyi gör. Fakirlik hali zenginliğe çevrilmez, ona sabırla tat kat. Hile yoluna kaçma, doğru ol, samimi ol….

    Hakka karşı edepli ol. Sukûtu, sabrı sev, buna devam et. Haz al. İlahi fiillere uymaya çalış. Allah?ın emr ve fermanına karşı kalbinden bir şey geçerse tövbe et. Şayet Hakkı töhmetleyen bir kusur ettinse nadim ol.

    Şunu iyi öğren ki; Hak kapısından başka kapı yoktur. Ondan kaçmak mümkün olmadığına inan ve Hak işlerden intikam almanın imkansız olduğunu bil. Günah yapmak yalnız seni körletir. Hakka yapacağın taarruz, yalnız tabiatını karartır. İntikam hissi kullar arasında caridir. Vazife, bir kul tarafından verilmişse, ondan kaçınma olabilir.

    Her şey, bu dünya alemine çıkmadan çok evvel yaratılmıştır. Onların kârını, zararını Allah bilir. Herşeyin ilki, sonu ona malûm, bir şeyin doğuşunu gördüğün gibi gün olur batışının da seyredersin. Allah, yaptığını iyi bilir, yapacağı iş ona göre kolaydır. İşlerinde asla tenakuz bulamazsın. Yaptıklarında yersizlik göremezsin. Boş iş yapmaz. Lüzumsuz şey yaratmamıştır, yaratmayacaktır. Ona noksanlık izafe etmek caiz değildir. İşlerini beğenmeyen kişinin aklına şaşılır.

    Herşey biter, yeter ki beklemeği bilesin. Bekle zorla bekle!.. Kendini sabra alıştır. Nefsini, şahsi arzularını yen, onları emirlerine uymaya çabala. Kndini bütün varlığınla sabır aleminde yok et!.. Bekle, bir gün hepsi biter, yok olur gider.

    Herşey zamanla zıddına döner. Gün geçtikçe işler değişir. Evvela kış, ardından yaz gelir. Bir zaman gündüz arkasından gece sarar. Akşamla yatsı arası:

    Dersen olmaz. Belki daha kararır, ışık olmaz. Taa, şafak atıncaya kadar, karanlık devam eder.

    Boynunu yüce emirlere eğ.. Allah için, iyi düşün, iyi sabret. Senin için olmayan sana gelmez. Sana nasip olmayanı kimse eline tutuşturamaz. Hayatım pahasına da olsa, sana yemin ederim ve sonra kendiliğinden açılır. O zaman istediğin hiç olur. İstesen de istemesen de ortalık aydın olur, her yer aydınlığa kavuşur…

    İşin hikmet tarafına aklın erince, işlerin kendiliğinden yürüdüğünü görürsün. Ne isteğinle gündüz gece olur, ne de aksi olur. Çünkü güneş emrinde değil. Dünya senin fermanınla dönmüyor. Rüzgar emrinle esmiyor.

    Duan, her zaman alemde makbul olmaz. Çünkü burada istenenlerin çoğu, zamansız ve yersiz isteniyor. Ama yine dua et, her an Allah?a yalvar, ancak duan kabul olmayınca Allah?a sitem etme!..

    Zamanı gelince olan olur, burada bir şey olmazsa öbür alemde sana sevap olur. Ama bağırıp çağırırsan, mahcup olursun… Derim ki: Daima dua edeceksin… Çünkü her şeyden evvel sen bir kulsun. Allah?ın emirlerine uymaktasın. Allah-ü Taâla Hazretleri:

    – Bana dua edin, kabul ederim.?

    Buyuruyor. Diğer bir yerde de:

    – Allah?tan fazilet isteyin.

    Deniyor. Bu mevzuda daha bir çok âyetler vardır…

    Duan her zaman duyulur ama, ihtiyacın kadar verilir. Sonrası öteki aleme kalır. İhtimal ki her arzunun bu alemde yerine gelmeyişi bir hikmet icabı ve senin hayrına olmaktadır. Sonra, her olan şey, Allah?ın kaza ve kaderine uygundur.

    Arzun yerine gelmeyince Hak?kı itham etme!.. Kabul olmadı diye ümitsizliğe düşme!.. Daima dua et. Kârın olmasa bile zarar da etmezsin. Hemen olmasa bile, bir zaman sonra olur.

    Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyruluyor:

    – Kıyamet günü hesap defterinde insan, yaptığı ibadet haricinde bir çok iyilik bulur. Bunları bilemez, sorar, ona şöyle denir:

    – Bunlar dünyada kabul olmayan dualarının karşılığıdır. Kader-i İlahi icabı orada yerine getirilmedi fakat sana mükafat olarak burada veriliyor.

    En azından halin, zikir olmalı. İhtiyacını ona aç!. Başkasına bir şey deme!.. O?nu tevhid ederek, her derdini arzet…Duanın kabul edilmesi işini Allah?a bırak….

    Tekrar hatırlatmak yerinde olacak… Sana iki yoldan başka yol yoktur ve olamaz. Gecen de gündüzün de aynı. Sağlığın da hastalığın da öyle. Darlık olsun genişlik olsun değişmez. Ki o: Dua ve sabırdır, yani rıza…

    İyi zamanda, darlıkta genişlikte hep böyle ol…

    O iki hali biraz açalım:

    En iyisi, benlik davasını bırakıp, Hak?ka bağlı olmandır. Tıpkı, bir ölü gibi Hakka karşı iradesiz halde kalman… Bir süt çocuğu gibi, tam teslim olmandır. Senin için hak fiil ve irade önünde, topçu önündeki top gibi olmak var. İlahi irade böyle çevirir. Bu halinle sana, nimet gelirse şükür edersin… Şükür ettikçe de nimetin artar. Çünkü Allah:

    – Şükür ederseniz nimetinizi arttırırım.

    Diye vad ediyor. Darlık baş gösterince de sabredersin. Bu da senin için bir nimettir. Darlık zamanı, sabreder; günlerin Peygambere salât ve selâmla geçerse daha ne istiyorsun… Bu; Allah?ın sana en büyük nimetidir. Her kula nasip olmaz, bu ayetin:

    – Allah, sabırlı kullarla beraberdir..
    Mealinde buyurulan yüce manasında bu bapta kayıt vardır.

    Allah, kullarına yardımıyla koşar; sebatını verir. Nefse, şeytana galebe çalması için kula yardımcı olur… Bir âyette:

    – Eğer, Allah?tan yana olursanız o da size yardımcıdır. Dizlerinize kuvvet verir.

    Buyuruluyor…

    Nefsine muhalif ol; Allah?tan yana olmuş olursun. Allah yoluna muhalif olan herşeye muhalif ol. Hak emirlerini itirazla karşılama, kabul et, darılma. Nefsine muhalif ol; Hak fiillerin içine düş, onlarda kaybol… Bunu yaptığın takdirde hak için mücahid sayılırsın. Nefsin her başını kaldırdığında Allah?ın emriyle vur. Onun karşısında kalkanla dur. Bu kalkan; sabır, muvafakat, sükûn, hak emirlere teslim olmaktır. Bunları yapabildiğin an, Hak Taâla sana en büyük yardımcıdır.

    Bütün bunların sonunda, bir de büyük rahmete ermek vardır, ona derler. Bu makam peygamberlere hastır. Bu onlarındır. Sen bir günahkar olduğun halde günahların bağışlanıyor, nebiler için verilen sevaptan hisse alıyorsun. İşte bu manayı ifade eden bir âyet-i kerime:

    – Onlara müsibet veya bir bela karşı geldiği zaman, biz Allah içiniz, dönüşümüz onadır.

    Derler. Onlara rablarından salavat olsun. Rahmet onlaradır. Hidayete eren onlardır.

    Buraya kadar anlatılan yaşamak zorunda olduğun iki halin ilkiydi.

    İkincisine gelince: Sen rabbına yalvardıkça ona yaklaşmış olursun. Allah?ın emirlerini tut.Senin yalvarmak hakkındır, ayrıca vazifendir. Hak?ka tazarru ve niyaz ettikçe, bu vazifeyi yerine getirmiş olursun.

    Sakın dualarına yanlış şey girmesin. Bu mühim vazifeyi Hakka imanla yap!.. Duanı aziz bir yolcuyu uğurlar gibi yap. Çünkü dua, Hak katında sana yer hazırlar…

    Şunu tekrarlamakta fayda görüyorum. Duana derhal icabet olunmazsa hemen bağırıp çağırmaya kalkma. Dua hem kabul olunur, hem de olunmaz. Her ikisi de senin için musavi olmalı. Sonra bu olanlardan ibret almalısın… Sakın haddi aşanlardan olmayasın. Çünkü baş vuracak kapı yoktur. Sakın, nefsinin iyiliğini veya kötülüğünü bilmeyen zalimlerden de olmayasın. Allah seni helak eder. Hiçbir şey bu helak işinden Hakkı alıkoyamaz. Geçmiş ümmetleri de helak etti. Şöyle ki; dünyada içinden çıkılmaz bela ile öldürür, kıyamet günü en kötü azaba sokar…

  292. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 10:34 am

    İnsanlar Dört Kısımdır
    İnsanlar dört kısımdır.

    BİRİNCİSİ: Kalbsiz ve dilsizdir. Asi ve hissizdir. Allah buna hayır vermemiştir. Sebebi: Bu ve benzerleri, hayrı istemezler, hayır yolunu sevmezler. Şu var ki; Bir gün Allah c.c. rahmeti iktizası bunları yola getirir. Kudret eli bunların kalbine iman ışığı tutar. Eğer istidatları varsa onlar da hak yola girerler.

    Ama sakın bunlardan olma, onların ahlakını alma, onların hareketlerine katılma… Hikmeti ise: Onlar azap, gazap ve felaket insanlarıdır. Yerleri cehennemdir, arkadaşları şakilerdir. Ancak ilim sahibi isen, onlara yakınlık sana zarar vermez. Çünkü onlara hayrı öğreten, doğru yolu gösteren bir insan olursun. Eğer kendine güveniyorsan onların arasına gir ve Hak?ka davet et. Onlara doğru yolu öğret, hak yola çağır. Görürsün ki; bu sohbetin hoş oluyor. Allah sana, resullerin, nebilerin kadar sevap verir. Bunu anlatmak için Hz. Peygamber S.A. Hz. Ali?ye buyurduğu bir Hadis-i Şerifi nakletmek yeter:

    – Allah bir kimseyi vasıtanla doğru yola getirirse, bunun sevabı yeryüzündeki bütün mülke bedeldir.

    İKİNCİSİ: Dili vardır, kalbi yoktur. Herkese hikmetten konuşur ama kendisi amel etmez. İnsanları doğru yola çağırır, kendisi kaçar. Başkasının hatasını büyük görür ama kendisi durmadan yapar. Allah?a karşı edep ve terbiye yollarını öğretir fakat kendisi büyük günahları işlemeğe devam eder. İnsanlar arasında iyi görünür, yalnız kalınca önüne geleni yutan hayvana benzer.

    Peygamber efendimiz bu adamın durumuna işaret ederek:

    – Ümmetim için en çok endişe ettiğim şey dilli münafıklıktır.?

    Buyurmuşlardır. Diğer bir Hâdis-i Şerifleriyle de:

    – Ümmetim için en korkulacak şey kötü bilginlerdir.

    Buyurmuştur…

    Allah cümlemizi bu gibilerden korusun.

    Bu zümreden çekin ve kaç, tatlı dili seni yakalar. Güzel (!) sözü seni aldatır. Günah ateşi seni yakar. Onun manevi kir kokusu seni öldürür.

    ÜÇÜNCÜSÜ: Kalb sahibidir, ama dili yoktur. Halbuki o Allah?a tam inanmıştır. Allah da onu halkından gizlemiştir. Onun üzerine manevi bir örtü çekmiştir. Gözünü halktan kapatmıştır. Bu insan yalnız kendi ayıbını görür ve onu gidermeğe çalışır. Kalbi tevhid nuru ile doludur. Bu nur, insanlar arasına karışmanın güçlüğünü, onların ağzından çıkan sözün boşluğunu gösterir. O insan, selametin; sükütta, sessizlikte ve yalnızlıkta olduğunu bilir. Peygamber efendimizin şu hadisi-i Şerifini candan duymuştur.

    – Susan kurtulur.

    O muhterem insan her şeyi can kulağı ile diler, bu dinledikleri arasında şu da vardır:

    – İbadet on bölümdür, bunun dokuzu sükûttadır.

    Bu zat velidir. Allah onu kötülüklerden esirgemiştir. Daima selamet içinde olur. Akıl ve fikir sahibidir. Allah?ın rahman sıfatı onda tecelli etmiştir. Hayırlı insanla arasında, bu gibileri seçilir. Bu gibilerden hem hayır umulur, hem de arkadaşlık edilir. Hak onun işini gördürür. Hak onu sever. Sen de sev, ona yaklaş… Böyle yaparsan, Allah da seni sever. Bu gibi seçkin kulları ara, onların hürmetiyle yüce Allah seni sevgili kulları ve salih kişiler arasına katar.

    DÖRDÜNCÜSÜ: En yüksek derece buna verilmiş ve melekût alemindedir.İşte Hazret-i Nebi bu büyük zatın şanını tarif ederken şöyle buyurmuştur:

    – Bir kimse öğrenir öğretirse… Ayrıca bildiği, öğrettiği ile âmil olursa melekût aleminde ona, AZİM ismi verilir.

    Bu zat, alim-i billah?tır. Mertebeler ölçülürse en yüksek derece onun olduğu ortaya çıkar. Dinin hikmet yönünü en iyi bilen odur. Allah-ü Taâla birçok bilinmeyen ilimleri onun kalbine yerleştirmiştir. Hiç kimsenin erişemiyeceği sırları ona sezdirmiştir. Bu saf ve temiz kul, Allah tarafından seçilmiş, sevilmiş ve Hakka cezbedilmiştir. İlâhi hikmetleri çözüldüğü kapıya yalnız bu insan yetişmiştir. Hidayet yolları buna açıktır. Bunda istidat çok büyüktür. Ve bütün sırları anlamak kabiliyeti vardır. Bunda bilgi sonsuz, hikmet ölçüsüzdür. Bu zat, Allah yolunda bir şahtır. Hak yola o çağırır, kötülükleri onlara o gösterir, kıyamet günü şefaatçi, dünyada temiz, Allah indinde herşeyi makbul ve merguptur. Doğrudur, doğruluğu tastiklidir. Resul ve nebilerin vekilidir. İşte peygamberler, bunları vekil etmiştir.

    İşte son had buraya kadar… İnsan oğlunun son durağı bu makama varır. Buradan öte Peygamberlik başlar. Sana bu insan lazım. Bunu ara, bulunca muhalefet etme, sözlerine darılma, uzak kalmaktan hoşlanma. Onu sev ve sözlerine bağlan, her nereye varsan böyle birini ara ve zihninde onu gezdir. Şunu bil ki: O ne söylerse selamet ondadır. Helak, bataklık başkadadır. Allah?tan onu iste, yol bundan başkaya varmaz. Himmet başkalarında yoktur. Yolunu bu ülkeye vardırmayan kurtulamaz. Ama Allah başka türlü emretmiş ise bir şey denemez. Allah?ın doğru yolu gösterdiği kimselere kimse şaşmaz.

    Ey iman sahibi; insanları sana bölüm bölüm gösterdim. Kendini düşün, eğer gözün varsa bak. Bu sayılanlara basiret gözünü gezdir ve kendine bir sığınak ara. Eğer kendine acıyorsan bunu yap ve kurtul.

    Allah, bize ve sana verdiği ve razı olduğu yolları göstersin… Amin!..

  293. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 11:09 am

    Haşr sûresinin fazîleti

    Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

    “Kim sabahleyin üç defa “E’ûzü billâhissemîil alîmi mineş-şeytânirrâcîm” dedikten sonra Haşr sûresinin sonundaki üç âyeti okursa, Allah kendisine yetmiş bin melek vazifelendirir. Bunlar akşama kadar o kişiye duâ ve istigfâr ederler. Eğer o gün vefât ederse şehid olarak ölür. Bu âyetleri akşamleyin okuyan da aynı şeylere kavuşur.”

    “Haşr sûresinin sonunu okuyan kimsenin, geçmiş ve gelecek günahlarını [Farz ve kul borçları hâriç] Allahü teâlâ affeder.”

    Âlimlerimiz buyuruyor ki:

    “Her sabah ve akşam Haşr sûresinin sonunu okuyanlar âhiret şehidi olurlar.”

    ——————–

    Allah (c.c.)’ ım
    Güzelsin, güzeli seversin.
    Beni iç ve dış güzelliğine ulaştır.
    Güzel görünüp güzel düşünen, hayatı istikametle yaşayan insanlardan eyle..

  294. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 11:10 am

    Kadr sûresinin fazîleti

    Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

    “Her kim abdest aldıktan sonra, “kadr” sûresini bir kere okursa, Hak teâlâ, o kimseyi sıddıklardan yazar. İki kere okursa, şehidlerden yazar. Üç kere okursa, Peygamberlerle haşreder.”

    “Beni rüyasında görmek isteyen kimse, Cuma gecesi dört rek’at namaz kılıp, her rekatinde Fâtiha-i şerîfe ile Ve’dduhâ, Elem neşrah, İnnâ enzel-nâhü ve İzâ zülzilet-il-Ardu sûrelerini okusun! Sonra bana yetmiş defa salevât-ı şerîfe getirsin. Yetmiş defa istigfâr da edip uyursa, beni rüyasında görür.”

    Büyüklerden birisi yanındakilere sordu:

    “Size ism-i a’zamı öğreteyim mi?”

    “Öğret” denildiğinde buyurdu ki:

    “Fâtiha, İhlâs, Âyet-el kürsî ve bir de İnnâ enzelnâ sûrelerini okuyun! Sonra kıbleye dönerek arzu ettiğiniz şekilde duâ edin! Allah şüphesiz duânızı kabul buyurur.”

    Bazı âlimler buyurdu ki:

    “Kim Kadr sûresini Cuma gecesi bin defa okursa, Peygamber efendimizi rüyasında görmeden ölmez.”

    Âlimlerimiz buyurdu ki:

    “Meyyit defn edilirken yedi sûreyi okumak müstehabdır. Bu yedi sûre, Kadr, Kâfirûn, Nasr, İhlâs, Mu’avvizeteyn ve Fâtiha sûreleridir.”

    ——————–

    Allah (c.c.)’ ım
    Güzelsin, güzeli seversin.
    Beni iç ve dış güzelliğine ulaştır.
    Güzel görünüp güzel düşünen, hayatı istikametle yaşayan insanlardan eyle..

  295. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 11:11 am

    .Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

    “Farz namazlarından sonra Âyet-el kürsî okuyan kimse ile Cennet arasında, ölümden başka mani yoktur.”

    “Kim, Âyet-el kürsî’yi okursa, Allahü teâlâ, onun o saatten itibaren sabaha kadar, iyiliklerini yazacak, kötülüklerini silecek bir melek gönderir.”

    “Bu âyet herhangi bir evde okunduğunda, şeytanlar mutlaka o evden otuz gün uzaklaşır. Yâ Ali! Bunu oğluna ve ev halkına öğret, komşularına hatırlat!”

    “Sıkıntı anlarında Âyet-el kürsî’yi okuyan kimseyi Allahü teâlâ sıkıntıdan kurtarır.”

    “Hastalığında Âyet-el kürsî’yi okuyan kimsenin ölümünü Allahü teâlâ kolaylaştırır.”

    “Yatarken Âyet-el kürsî’yi okuyanın yanında sabaha kadar Allah tarafından gönderilmiş bir muhafız bulunur. Bu müddet içinde ona şeytan yaklaşamaz.”

    “Bir kimse, evinden çıkarken Âyet-el kürsî’yi okursa, Hak teâlâ, yetmiş meleğe emreder, o kimse evine gelinceye kadar, ona duâ ile istigfâr eder.”

    “Âyet-el kürsî Kur’ân-ı kerîmin dörtte birine denktir.”

    “Kur’ân-ı kerîm sûrelerinin efdali Bekara sûresi, onun âyetlerinin en büyüğü de Âyet-el kürsî’dir. Şeytan, Bekara sûresi okunduğunu duyduğu evden çıkar gider.”

    “Allahın kitabında nazar için sekiz âyet vardır. Bir evde bir kul onu okursa, o gün ona insan ve cin nazarı değmez. Sekiz âyet Fâtiha ve Âyet-el kürsî’dir.”

    “Bir mümin, Âyet-el kürsî’yi okursa, Cenab-ı Hak kabirdeki müminlerin kabirlerini nûrlandırır, genişletir. Okuyana da çok sevâb verilir. Her hargi için bir melek halk olunur. Bu melekler, okuyan kimse için kıyâmete kadar istigfâr ederler.”

    Abdullah bin Mes’ûd buyurdu ki:

    “Âyet-el kürsî, Allahın kelâmıdır ve Allah kelâmı Allahü teâlânın yarattığı gökten de, yerden de daha büyüktür.”

    Ayet-el kürsî anlayışı artırır

    Hz. Ali buyurdu ki:

    “Âyet-el kürsî’yi okumadan uyuyan kimseye, akıllı demem.”

    Kutbuddîn İznikî buyurdu ki:

    “Beş vakit namazdan sonra, hemen bir âyet-el kürsî ve 33 sübhanallah, 33 Elhamdülillah, 33 Allahü ekber ve bir kerre de Lâ ilâhe illallâhü vahdehü… okumak müstehabdır.”

    Yine buyurdu ki:

    “Âyet-el kürsî’yi ihlâs ile okuyanın, insan ve hayvan haklarından ve farz borçlarından başka günahları affolur. Yani tevbeleri kabul olur.”

    İmâm-ı Nevevî buyurdu ki:

    “Âyet-el kürsî’nin her yerde ve bilhassa yatağa yatılacağı zaman okunması müstehabdır.”

    İmâm-ı Bûnî diyor ki:

    “Âyet-el kürsî’yi suya 50 defa okuyup içen kimsenin, Allahü teâlâ aklını ve anlayışını artırır.” [Âyet-el kürsî Bekara sûresinin 255. âyetidir.]

    ——————–

    Allah (c.c.)’ ım
    Güzelsin, güzeli seversin.
    Beni iç ve dış güzelliğine ulaştır.
    Güzel görünüp güzel düşünen, hayatı istikametle yaşayan insanlardan eyle..

  296. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 11:12 am

    Kevser Sûresinin Fazîleti

    Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

    “Kim innâ a’taynâ sûresini okursa, Cenab-ı Hak ona Cennet nehirlerinden su içirir.”

    “Cenab-ı Hak buyurur ki: İzzetime yemin ederim ki, seni (Kevser sûresini) kim inanarak ve sevâbını umarak okursa onu affederim.”

    Kutbüddin İznikî buyurdu ki:

    “Bir kimse yatacağı vakit, Kevser sûresini okursa ve; “Yâ Rabbî! Beni sabah namazına uyandır” derse, Allahü teâlânın izniyle o kimse sabah namazına uyanır.”

    Âlimlerimiz buyurmuştur ki:

    “Her kim bu sûresi Cuma gecesi bin defa okur ve bin defa da salevât-ı şerîfe getirir de yatarsa, o gece Resûlullah efendimizi rüyâda görür.”

    Temîmî diyor ki:

    “Her kim Kevser sûresini okumaya devam ederse, kalbi yumuşar, Rabbine huşû içinde ibâdet eder. Devamlı ibâdet üzere olur.”

    ——————–

    Allah (c.c.)’ ım
    Güzelsin, güzeli seversin.
    Beni iç ve dış güzelliğine ulaştır.
    Güzel görünüp güzel düşünen, hayatı istikametle yaşayan insanlardan eyle..

  297. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 11:17 am

    Güzel At ile Padisah ..

    Padisahin yakinlarindan bir beyin çok güzel bir ati vardi.
    Bir gün o ata binip padisahin alayina katildi. Padisahin gözü, ansizin o ata takildi.
    Böyle bir at kendi sürüsünde yoktu.
    Atin çalimi, rengi padisahin gözünü aldi, attan gözünü ayiramiyordu.
    Çevikligi, güzelligiyle beraber atta padisahi çeken bir sey vardi.
    Önce önemsemek istemedi ama, gönlü ati istiyordu. Padisah geziden dönünce, vezirine durumu açti.
    Yolda bir at gördügünü, derhal gidip o ati, sahibinden alip, getirmelerini emretti.

    Padisahin adamlari, hizla atin sahibi beyin yanina geldiler.
    Padisahin ati çok begendigini, ne fiat isterse hemen vereceklerini bildirdiler.
    Bey, beyninden vurulmusa döndü. O güzelim, cani gibi sevdigi atini padisah istiyordu ha!
    Ne yapacagini, ne söyleyecegini sasirdi.
    Padisahin adamlarini oyalamak için onlara yemek ikram etti.
    Onlar yemeklerini yerken Imadülmülk aklina geldi.
    Hemen durumu ona danismali, ondan akil almaliydi.
    Çünkü o, zamanin en bilgini, en akillisi, en güzel ahlaklisiydi.
    Kaç kere vezirligi birakip, ibadet için uzlete çekilmisse de padisah ona yalvararak izin vermemisti.

    Atin sahibi üzüntülü bir halde Imadülmülk’ün yanina kostu.

    – Ey benim en büyük yardimcim! Yardimina ihtiyacim var.
    Padisah benim herseyden daha çok sevdigim atimi istemis. Onu alirsa ben yasayamam.
    Her seye dayanirim da atimin elimden alinmasina dayanamam.
    Bey hem söylüyor, hem agliyordu.

    Imadülmülk, beyin bu halini görünce gözleri yasardi. Ona yardim etmeye karar verdi.
    Dogru padisahin huzuruna gitti.

    Bir taraftan Cenab-i Allah’a:

    – “Ya Rabbi!

    Genç bey padisaha karsi gelmekte hata ediyor ama Sen yine de ona yardimcisi ol.”
    diye yakariyor, insaallah atini padisah almaz diye dua ediyordu.

    O sirada seyisler, beyin o güzel atini padisahin yanina getirdiler.
    Imadülmülk gerçekten de esine nadir rastlanan bir at diye düsündü.

    Padisah, bir müddet ata hayran hayran bakti, yüzünü imadülmülk’e döndü.

    – “Ey büyük insan!
    Güzel bir at degil mi?
    Sanki yeryüzünden degil de, cennetten gelmis.” dedi.

    Imadülmülk:

    – “Padisahim!

    Ata gönlünü öyle kaptirmissin ki, hatalarini göremiyorsun.
    Iyice bir bak bakalim. Aslinda çok güzel, çok çevik bir at ama bedenine göre basi kusurlu.
    Basi adeta öküz basina benziyor.

    Padisah fikirlerine her zaman hürmet ettigi Imadülmülk’den bu sözleri duyunca at, gözünden düstü.

    Padisah:

    – “Dogru söyledin! Artik eskisi gibi güzel göremiyorum.
    Bunu sahibine geri verin” dedi.

    Padisah, at hakkindaki bu yermeyi bir kerecik duymakla gönlü attan sogudu.
    Kendi gözünü ve aklini birakti, Imadülmülk’ün sözünü kabul etti.

    Ögütler:

    * Kisinin her gördügüne sahip olmak istemesi müsrifliktir.

    * Insan danisacagi kimseleri iyi seçmelidir.

  298. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 11:22 am

    RASULULLAH’A İTAAT EDEN AĞAÇ

    Cabir radıyallahü anh anlatıyor:

    Peygamber aleyhisselam ile beraber yola çıkmıştık,. Geniş bir va­diye gelince, Allah’ın Resulü abdestini bozmaya gitti. Ben de peşinden içinde su bulunan bir kapla kendisini takip ettim. Peygamber aleyhis­selam etrafına baktı. Abdest bozmak için görünmeyecek bir yer bula­madı. Uzakta vadinin kenarında iki ağaç görüverince de onlardan bi­rinin yanına gitti. Dallarından birini alıp «Allah’ın izni ile benimle yürü!» buyurdu. Ağaç burnu halkalı deve gibi. Peygamber aleyhisselamın arkasını takip etti. Sonra diğer ağaca gitti. Onun da bir dalını alıp «Allah’ın izniyle benimle yürü!» dedi.Önceki dal gibi bu da emre itaat gösterdi. İki ağaç arasındaki yere girince, bunları biribirine yanaştır­dı ve: «Allah’ın izniyle bana üzerimde örtü vazifesini görmek için bir­leşin!» buyurdu. İki ağaç biribirine yapıştı.

    Bu arada ben, Allah’ın Resulü benim kendisine yakın olduğumu hissetmesin de, yine uzağa gitmek mecburiyetinde kalmasın diye bu korku ile hızlıca geri çekildim ve uzakta oturdum. Bu fevkalade ha­dise karşısında kendi kendime düşünmeye başladım. Peygamber aley­hisselamı benden tarafa dönmüş gelir vaziyette gördüğüm zaman, iki ağaç da biribirinden ayrılmış ve gövdeleri üzerine dik olarak duruyor­lardı. Allah’ın Resulünün bir an durduğunu ve başı ile, ağaçların kendi Yerlerine gitmeleri için işarette bulunduğunu gördüm. Sonra Peygam­ber aleyhisselam yine benden tarafa doğru gelmeye. devam etti. Bana yaklaşınca: Ey Cabir: Oturduğum yeri gördün mü? diye sordu. Ben de: Evet. gördüm, ey Allah’ın Resulü, diye cevap verdim.

    ***

    SOHBETLE ELDE EDİLEN

    İmam-ı Rabbani (k.s.) Hazretlerinin talebelerinden aziz bir zat şöyle anlatmıştır: “Daha hocamın huzuru ile şereflenmemiştim. Bir mektup gönderip;

    -“Peygamberimizin (s.a.v.) eshabının bir sohbetle, eshabdan olmayan, en büyük evliyadan daha üstün olmalarının sebebi nedir? Yoksa bir sohbette evliyada hasıl olan bütün hallerden daha üstün bir hal mi elde ediyorlardı” diye sordum. mam-ı Rabban i (k.s.) Hazretleri bunun cevabında;

    – “Bu sualinizin cevabı sohbete, hizmete yani beraber bulunmaya ve görüşmeye bağlıdır” diye yazdılar. Bundan sonra İmam-ı Rabbani (k.s.) Hazretlerinin huzurları, hizmetleri ve sohbetleri ile şereflendim. Daha ilk sohbette öyle hallere kavuştum ki, açıklamaya ve beyana sığmaz. Aynı gün İmam-ı Rabbani (k.s.) Hazretleri beni çağırıp:

    – “Bu gün senin mektubuna cevap verdim, senin hallerin başka şekil aldı. Anladın mı? Yoksa anlamadın mı?” buyurdu. Ayaklarına kapandım. O esrar ve firaset nurlarının bahçesindeki servinin ayaklarının toprağına, kalb gözlerimden gizli nehirler akıttım.”

    ***

    NAMAZDA BAŞKA ŞEYLE MEŞGULİ YET

    Meşhur islam alimlerinden imam Birgivi Hazretleri zamanın Şeyhülislamı tarafından verilen bir fetvayı yırtmış ye fetvanın yanlış olduğunu söylemişti. Verdiği fetvanın yırtıldığını haber alan Şeyhülislam, Birgivi Hazretlerini huzuruna çağırdı. Şeyhülislamın makamına yaran Birgivi Hazretleri namaz kılmakta olan Şeyhülislama selam verip içeri girdi… Şeyhülislam namazı bitirdikten sonra:

    – Namaz kılan bir kimseye selam verilir mi? diye sordu.

    İmam Birgivi Hazretleri ise:

    – Biliyorum namaz kılan bir kimseye selam verilemez… Lakin siz benim içeri girdiğimde namaz kılmıyor, içerisi çok karanlık, şu pencereyi nasıl büyütmeli, diye düşünüyordunuz. Ben de sizi pencere ile meşgul görüp selam yerdim, dedi.Şeyhülislam, Birgivi Hazretlerinin kemalatını anlamıştı. Böyle bir kamil insanı ayağına çağırdığından dolayı özür diledi.

    ***

    ŞEHİTLERiN İSTEĞİ

    AbduIlah radıyaIlahü anhten ” Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetmeyin. Aksine onlar Rablerinin nezdinde diridirler, cennet nimetleri ile rızıklanırlar (Al-i İmran Süresi) mealindeki ayet hakkında soruldu da o, şöyle ceyap verdi: Biz de bu hususta sorduk da bize de şu şekilde cevap verildi:

    Onların ruhları cennette yeşil kuşlar içerisinde dilediği yere uçarlar, Arşa asılı bulunan kandillere konarlar, ortadan perde kalkar ve bizzat Allahü Teala kendilerine hitabederek:

    Nimetinizi artırmamı istiyor musunuz ki, fazlalaştırayım? diye sorar, Onlar:

    – Ey Rabbimiz, neyin fazlalaştırılmasını isteyeceğiz? Cennette bulunuyoruz, dilediğimiz yere uçuyoruz, diye cevap verdiler. Sonra AIlahü Teala ikinci defa kendilerine tecelli ederek:

    – Bir şey ziyade etmemi istiyor musunuz ki, ziyade edeyim? diye sordu. Onlar, mutlaka kendilerine bir şeyin daha verilmesi arzu edildiğini anlayınca: .

    – Ey Allahım, ruhlarımızı bedenlerimize iade et de, dünyaya dönelim ve bir defa daha sehin yolunda öldürülelim, dediler.

    ***

    HİZMETÇİDEN DAHA HAYIRLI

    Hazreti Ali radıyallahü anh anlatıyor:

    Fatıma radıyallahü anhanın el değirmeni ile un öğütmekten elleri acıyordu. Bu acısından dolayı bir hizmetçi ihtiyacını arzetmek maksadıyla Peygamber aleyhisselama şikayette bulunmaya geldi. Resulullah aleyhisselama un geldiğini de haber almış, fakat bu undan kendisine bir hisse düşmemişti. Bu hususu Hazreti Aişe radıyallahü anhaya söyledi. Allah’ın Resulü eve gelince Aişe radıyallahü anha meseleyi kendilerine bildirdi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselam bize geldi. Biz yatmış bulunuyorduk. Geldiğini görünce kalkmaya başladık. ResuluIlah aleyhisselam: ” Yerinizde kalın ” buyurdu ve Fatıma ile benim aramda oturdu. Ayağı karnıma değmişti de serinliğini hissediyordum. Hemen buyurdular ki:

    – İstediğinizden daha hayırlısını size haber vereyim mi? Yatmaya gittiğiniz vakit 33 defa Sübhanellah, 33 defa Elhamdülillah. 33 defa AIlahü Ekber deyin. Bu, sizin için istediğiniz hizmetçiden daha hayırlıdır.

    ***

    HIZIR OLDUĞUNU SÖYLERSEM, YAKANI KURTARAMAZSIN

    Yemen’in büyük islam alimlerinden Abdürrezzak efendi, camide ders veriyordu. O muhitin güzide alimlerinden olan Abdürrazzak efendiyi dinlemeye, onun ilminden istifade etmeye etraftan birçok alim de gelmiş, şevkle ders dinliyorlardı. Aynı mecliste Hızır aleyhisselam da bulunmakta idi. Fakat bu feyizli ders esnasında adamın biri dersi dinlemediği gibi uyukluyordu.

    Hızır aleyhisselam, bu zata yaklaşarak dürttü ve :

    – Ne uyukluyorsun? Bu fırsatı değerlendirsene ! , dedi. Adam başını şöyle bir kaldırdı ve hiçbir şey söylemeden yine başını eğdi. Hızır Aleyhisselam yine dürterek:

    – Uyuma arkadaş! Bu fırsat her zaman ele geçmez, diye ikaz etti. Fakat adam yine başını kaldırıp baktıktan sonra aynı hale devam etti. Üçüncü defa Hızır Aleyhisseıam adamı rahatsız edince, adam artık konuşmaya başladı:

    – Siz ilmi Abdürrazzak Efendi’den alıyorsunuz, biz ise Razzak’tan alıyoruz. Hem sen beni pek rahatsız edip durma. Senin Hızır olduğunu şu cemaata bir ilan edersem, yakanı bunların elinden biraz zor kurtarırsın, dedi ve başını eğip gözlerini tekrar yumdu.

    Hızır Aleyhisselam, bu duruma hayret etmişti:

    – Ya Rabbi! Bana verdiğin listede bu şahsın ismi yok. Bu nasıl iştir? diye münacaatta bulunduğunda, Allahü Teala Hazrerleri kendisine şöyle ilhamda bulundu:

    – Ya Hızır!.. Sana verdiğin liste arasında beni sevenlerin ismi var. O ise benim sevdiğim bir kimsedir ki, onun ismi benim indimde mahfuzdur!

    ***

    KERVAN

    Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) zamanında bir kervan, Medine-i Münevvere’ye gece gelip konaklamış, çok yorgun oldukları için hepsi de uyumuştu. Kervanda bulunanlar hepsi kafir idi. Develerini ve mallarını koruyacak kimseleri de yoktu. Hazret- i Ömer onları bu halde görünce, eşyaları gaib olur da ben mes’ul olurum diye endişeye kapıldı. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh) hazretlerinin evine gitti. Konaklayan kervanı anlattı. Onları bu gece beraber bekliyelim, buyurdu. Beraber gidip kervanı sabaha kadar beklediler. Sabah olunca Hazret-i Ömer:

    – Namaz, namaz! diye seslendi.

    – Hepsi uyandılar. Emirü’l-Mü’minin evine geldi. Kervandan birisi Emiri takib etti. Sabaha kadar kendilerini bekleyen bu şahsın kim olduğunu öğrenmek istiyordu.

    . – (Başkalarından ) bu kimdir? diye sordu.

    – Müslümanları halifesidir, yeryüzündeki insanların en iyisidir, dediler. O şahıs kervan halkına gidip:

    – Uyurken sabaha kadar bizi bekİiyen Emirü’l-Mü’minin imiş dedi.Kervan halkı:

    – O’nun kafi rl ere merhamet ve şefkati bu kadar olursa, müslümanlara ne kadar olur. O’nun dininin hak olduğu meydana çıktı. Hepimiz müslüman olmalıyız, dediler. Hazret-i Ömer’in huzuruna varıp müslüman oldular.

    ***

    SÖKÜP GÖTÜREMEDİ

    Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretleri, birgün talebeleri ile kıra çıkmıştı. Yolda bir nehrin üzerinden geçiyorlardı. Nehir yeni yağan yağmurlarla taşıp kabardığından birçok ağacı kökünden söküp götürüyordu. Bahaüddin Hazretleri;

    – “Alaüddin atla!” buyurdu. Alaüddin Attar (k.s.) Hazretleri, kendini hemen nehrin azgın sularına attı. Sular Alaüddin’i derhal yuttu. Diğer talebeler şaşkınlık ve korku içinde idi. Ancak hocalarına da bu işin esrarını soramıyorlardı. Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretleri, talebeleriyle yoluna devam ederek kırlarda bir müddet gezdi. Akşam üzeri geri dönerken, köprünün yanına gelince, talebelerine;

    – “Biz kaç kişiydik, bir eksiğimiz var mı?” diye sordu. Talebeler de;

    – “Bir kişi eksiğimiz var. O da sabahleyin buradan geçerken nehre atlamıştı.” dediler. Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretleri ellerini nehre uzatarak;

    – “Alaüddin gel! ” buyurdu. Alaüddin Attar (k.s.) Hazretleri nehirden çıktı. Elbiseleri hiç ıslanmamıştı. Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretleri talebelerine buyurdu ki:

    -“Görüyorsunuz, nehir, kökleri sağlam olmayan bütün ağaçları söküp götürüyor. Fakat Alaüddın’in kökü sağlam olduğundan söküp götüremedi. ”

    ***

    SÜNNETE UYMAYANDAN VELİ OLMAZ

    Bir gün yakınları kendisine;

    -“Efendim, filan yerde büyük bir zat var. Fazilet ve keramet sahibi bir velidir.” dediler ve daha başka sözlerle o zatı çok medh ettiler. Bunun üzerine Bayezıd-i Bestami (k.s.) Hazretleri,

    -“Madem öyledir. O halde o büyük zatı ziyarete gitmemiz lazım oldu,” buyurdular. Talebelerinden bazıları ile birlikte onun bulunduğu yere geldiler. Bayezıd-i Bestami bildirilen zatın, mescide gitmekte olduğunu ve kıbleye karşı tükürdüğünü gördü. Görüşmekten vazgeçip derhal geri döndü. Sonra o kimse hakkında şöyle buyurdu:

    -“Dinin hükümlerini yerine getirmekte, Sünnet-i seniyyeye uymakta ve edebe riayette zayıf birisine, nasıl olur da keramet sahibi denilir.Böyle bir kimsenin, Allahü Tealanın evliyasından olması mümkün değildir.” buyurdu.

    ***

    İBRAHİM EDHEMİN HAMAM PARASI

    İbrahim Edhem Hazretleri bir gün hamama girmek istedi. Hamamcıya :

    – Param yok, hamama girmeme müsaade etmez misiniz? dedi.Hamamcı parasız hamama girilmez diyerek hamama sokmadı. İbrahim Edhem Hazretleri ısrar etti ise de hamamcı kabul etmedi. Boynu bükük olarak hamamdan ayrılan İbrahim Edhem Hazretleri, öyle bir bağırış bağırdı ki yer gök çın çın öttü… Bu sesi duyan halk, ağlamakta olan İbrahim Edhem Hazretlerinin başına toplanıp:

    – Bu kadar feryada hacet yok, hamam parasını biz verelim de ağlama!, dediler. İbrahim Edhem Hazretleri toplanan kalabalığa şöyle seslendi:

    – Ey ahali! Siz, benim hamama giremediğim için mi ağladığımı sanıyorsunuz? Ben hamama giremediğim için ağlamıyorum. Ben dünyada iken parasız hamama bile sokmuyorlar… Ya ahirette de senin cennete girecek bir amelin yok diye kapıdan geri çevrilirsem benim halim ne olur? diye ağlıyorum… Çünkü salih ameli olup oraya girmeyi hak etmeyenleri içeri sokmayacaklar, buyurdu…

    ***

    İBRİĞİN SIRRI

    Muhammed Ma ‘sum Hazretleri birgün abdest alırken abdest aldığı ibriği kuvvetle duvara fırlattı. Hizmetinde bulunan bir talebesi gitti ve başka ibrik getirdi. Talebesi, önce verdiği ibriğin böyle atılıp kırılmasına üzüldü. “Acaba ne kusur ettim. ” deyip, Muhammed Ma’sum hazretlerinin yakınlarından birine gidip durumu anlattı. O da talebesinin bu üzüntülü ve korkulu halini Muhammed Ma’sum-i Faruk’i hazretlerine bildirdi. Muhammed Ma’sum hazretleri buyurdu ki:

    -“Ona söyleyiniz korkmasın. O ibriği attığım sırada, bizi sevenlerden birisi sahrada , kana susamış bir arslana rasladı. Arslan o anda onu orada öldürecek, parça parça edecekti. O talebem ise tam bir acizlik içinde bizden yardım istedi. O anda elimde ve yanımda ibrikten başka bir şey yoktu. Bunun için ibriği arslana fırlattım ve o zavallıyı kurtardım.

    Bu hadiseyi yaşayan talebesi başından geçenleri sonra şöyle anlattı:

    -“Sahrada aniden bir arslan gördüm. O anda hocam,imam Muhammed Ma ‘ s u m (k.s.) Hazretlerine rabıta yaptım. Hemen baş gözüm ile gördüm ki, imam Ma’sum Hazretleri geldi, elindeki ibriği arslana fırlattı. Arslanda hareket edecek kuvvet kalmadı. Sonra hocam gözümden kayboldu. Böylece beni o arslandan kurtardı. Sonra, o ibriğin kırılmış parçalarını yerden topladım. Hala yanımda saklıyorum.”

    ***

    VÜCUDUM CEHENNEM KADAR OLSUN

    Birgün Resulullah Efendimiz, Eshab-ı ile mescidde otururken, Cebrail aleyhisselam geldi. ResuI-i Ekrem’e,

    – Ebu Bekir’in bir saat ibadeti başkalarının yetmiş yıllık ibadetinin yerini tutar, dedi. ResuI-i Ekrem, bir şey söylemeyip, Hazret-i Bilal’e, Hazret-i Ebu Bekir (r.a.)’i çağırmasını emir buyurdu. Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) hemen geldi. Resulullah, Hazret-i Ebu Bekir’i karşıdan görünce, karşılayıp, yanına oturttu.

    – Evde ne yapıyordun ne gibi bir amelle meşguldün? diye sordu. O da şöyle cevap verdi:

    – Hatırama şu gelmişti: Hak Teala Cenneti ve Cehennemi yarattı. Her ikisini de dolduracağını diledi (takdir etti). Hak Teala’dan, vücudumu Cehennemi dolduracak kadar büyük yapmasını ve yalnızca oraya beni koymasını başka kulunu koymamasını diledim. Böylece hem Hak Teala’nın takdiri yerine gelmiş, hem de bütün insanlar Cehennem korkusundan kurtulmuş olurlar, cevabını verdi. Eshab-ı kiram, Hazret-i Ebu Bekir (r.a.)’in bu yüksek duasına hayran kaldılar.

    ***

    EDEBSİZ RAFİZİ

    Bir Rafiızi, Hazret-i Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın (radıyallahü anhüm) mübarek isimlerini pis ayakkabısının ökçesine kazdırmıştı. Bastığı yerde bu büyüklerin mübarek isimleri okunurdu. Bir mü’min bunun arkasından giderken mübarek isimleri yerde görünce, ayak izlerini takip etmeğe başladı. Şii yoldan sapıp bir ormana girmiş, bir ağaç gölgesinde uyumuştu.İzleri takip eden Ehl-i Sünnet i’tikadındaki bu müslüman kimse de ormana girip Şii’yi yatar vaziyette gördü. Üç mübarek ismi, ayakkabının ökçesine kazılmış gördü. Hemen öldürmek istedi. Fakat, belki bu isimlerin yazıldığından haberi yoktur, bir sorayım diye düşündü. O sırada Şii uyandı. Karşısında, bu Müslümanı gördü. Müslüman kimse Şii’ye:

    – Ayağının altındaki yazılardan haberin var mı? diye sordu.

    Şii saçmalamağa başladı. Ehl-i Sünnet olan kimse gizlediği kılıcını çıkarıp besmele çekerek Şii’yi öldürdü. Sonra kılıcını kınına koyup, Şil’nin pis leşini bir çukura atarak, üzerini çer çöp ile kapattı. Oradan ayrılıp biraz gitmişti ki, karşıdan çok heybetli dört atlının kendisine doğru geldiğini gördü. Atlılar yaklaşınca:

    – Sen adam öldürmüşsün, katilsin, bize öldürdüğün kimsenin leşini göster, dediler. Ehl-i Sünnet olan kimse:

    -Ben fakir, kaatil değilim deyip birtakım özür ve bahaneler gösterdi ise de ellerinden kurtulamadı.

    Dört atlıdan birisi harbesini o Müslümanın göğsüne dayadı.

    – Geri dön, yoksa sen bilirsin, dedi.

    Çaresiz geriye döndü. Şii’nin leşini attığı çukura geldiler. Üzerindeki çöpleri kaldırınca ne görsün, insan yerine bir büyük domuz leşi yatıyordu. Ehl-i Sünnet olan kimse bu hali görüp hayretler içinde kalmıştı. Dört atlı bu Müslümana:

    – Allahü Teala senin günahlarını afvetti, Cehennem ateşinden azad etti ve Cennetini nasib etti. diye müjde verdiler. Ehl-i Sünnet olan kimse sevinip, bu dört atlının kimler olduğunu sordu.

    -Biz Ebu Bekir, Ömer, Osman ve harbeyi göğsüne dayayan Ali’yiz (radıyallahü anhüm) dediler. Ehl-i Sünnet olan kimse Hak Teala’ya şükür edip, yoluna gitti.

    ***

    ŞEYHİN KEDİSİ

    Zamanın ulularından Ahi Ferec Zencani Hazretleri’nin bir kedisi vardı. Evinde de hiç müsafir eksik olmazdı. Her zaman müritleri ziyarete gelirler o da müridlerine bir şeyler ikram ederdi.

    Gelecek müsafirlere yemek hazırlamak istendiği zaman kedi çağrılırdı. Kedi ne kadar miyavlarsa hizmetçi tencereye o kadar su ilave ederdi. Her miyavlaması için bu miktar bir bardaktı. Bir gün yemek hazırlandı, müsafirlerin önüne kondu. Fakat gelen müsafirlerin sayısı hazırlanan yemekten bir fazla çıktı. Kedinin eksik miyavlamasına şaşırıp kaldıIar. Biraz sonra kedi müsafirlerin içine girdi, müsafirleri teker teker kokladı. Ve en sonunda da birinin üzerine vardı işedi. Sonra araştırıldığı zaman o kimsenin bir gayr-i müslim (dinsiz) olduğu anlaşıldı.

    Yine bir gün, aşçı çömleğe sütlaç yapmak için süt doldurmuştu. Bir zehirli yılan gelerek çömleğin içine girdi. Aşçının bundan haberi yoktu, kedi gelip çömleğin etrafında miyavlamaya ve feryat etmeye başladı. Aşçı kedinin bu halinden bir şey anlamıyordu. Onu azarladı ve oradan kovaladı. Fakat bir fırsatını bulan kedi kendini çömleğin içine attı ve öldü. Çömleği boşalttıkları zaman kara bir yılanı çömleğin içinde ölmüş olarak buldular.

    Şeyh Ahi Ferec Zencan İ Hazretleri:

    – O kedi kendini dervişlere feda etti. Onu yıkayıp kabre koyunuz ve ziyaretgah ediniz, buyurdu.

    Halen kabri Zencan’da ziyaret yeri olarak bilinmektedir.

    ***

    İMAMI AZAM GÖRÜNDÜ

    Bir gün Hace Bakıbillah namazda imamın arkasında Fatiha’yı okumaya başlar. Hemen o anda imam-ı Azam Ebu Hanfe Hazretlerinin ruhaniyeti tecelli eder ve şöyle der:

    -“Ey Şeyh benim mezhebimden olan büyük küçük bir hayli evliya zuhur etmiştir. Hepsi de namazda imamın arkasında Fatiha’yı okumazlardı. Bu bakımdan senin de bundan feragat etmen uygun düşer.”

    ***

    İMTİHAN İÇİN SORU

    Ebu Said Abdullah, İbn-üs-Sakka, ve Seyyid Abdülkadır-i Geylani ilim öğrenmek için Bağdat’a geldiler. Abdulkadir-i Geylani Hazretleri o zaman çok gençti. Hace Yusuf Hemedani (k.s.) Hazretlerinin, Nizamiyye Medresesinde vaaz ettiğini duymuşlardı. Bunlar, onu ziyaret etmeye karar verdiler.İbn-üs-Sakka;

    -“Ona bir soru soracağım ki cevabını veremeyecek.” dedi. Ebu Said Abdullah;

    -“Ben de bir soru soracağım bakalım cevap verebilecek mi?” dedi.Küçük yaşına rağmen büyük bir edeb timsali olan Abdülkadir Geylani de;

    -“Allah korusun.Ben nasıl soru sorarım.Sadece huzurunda beklerim, onu görmekle şereflenir, bereketlenirim” dedi.Nihayet Yusuf Hemedani (k.s.) Hazretlerinin bulunduğu yere vardılar. O anda orada yoktu. Bir saat kadar sonra geldi.İbn-üs-Sakka’ya dönerek;

    -“Yazıklar olsun sana, ey İbn-üs-Sakka! Demek bana cevabını bilemeyeceğim sual soracaksın ha! Senin sormak istediğin sual şudur. Cevabı da şöyledir. Ben görüyorum ki, senden küfür kokusu geliyor.” buyurdu. Sonra Ebu Said Abdullah’a dönerek;

    -“Sen de bana bir sual soracaksın ve bakacaksın ki, ben o sualin cevabını nasıl vereceğim. Senin sormaya niyyet ettiğin sual şudur ve cevabı da şöyledir. Fakat sen de edebe riayet etmediğin için, ömrün hüzün ile geçecek.” buyurdu. Sonra Abdülkadir Geylani’ye döndü. Ona yaklaştı ve;

    -“Ey Abdülkadir! Bu edebinin güzelliği ile, Allahü Teala’yı ve Resulünü razı ettin. Ben senin Bağdat’ta bir kürside oturduğunu, çok yüksek bilgiler anlattığını ve; “Benim ayağım, bütün evliyanın boyunları üzerindedir.” dediğini sanki görüyor gibiyim ve ben, yine senin vaktindeki bütün evliyayı, senin onlara olan yüksekliğin karşısında boyunlarını eğmiş halde olduklarını görür gibiyim.” buyurdu ve sonra gözden kayboldu. Kendisini bir daha göremediler.

    Aradan uzun seneler geçti.Hakikaten Abdülkadir-i Geylani yetişti. Zamanında bulunan evliyanın en üstünü, baş tacı oldu. Öyle yüksek derece ve makamlara kavuştu ki, insanlardan ve yüksek zatlardan herkes gelerek, mübarek sohbetlerinden istifade ederlerdi. Bir gün yüksek bir kürside oturmuş vaaz ediyordu. Buyurdu ki:

    -“Benim ayağım, bütün evliyanın boyunları üzerindedir.” Zamanında bulunan bütün evliya, onun kendilerinden çok yüksek olduğunu bilirler ve üstünlüğü karşısında boyunları eğri olurdu. Bunlar meydana çıktıkça, Hace Yusuf Hemedani (k.s.) Hazretlerinin seneler önce keramet olarak haber verdiği haller anlaşılıyordu.

    İbn-üs-Sakka’ya gelince, o Yusuf Hemedani (k.s.) Hazretleri ile aralarında geçen o hadiseden sonra, şer’i ilimlerle meşgul oldu. Çok güzel konuşurdu. Şöhreti zamanın sultanına ulaştı. O da bunu elçi olarak Bizans’a gönderdi. Hıristiyanlar buna çok alaka gösterdiler.Nihayet, onların yalanlarına aldanarak hristiyan oldu. Bu hadiseyi anlatan zat diyor ki: “Bir gün onu gördüm. Hastaydı. Ölmek üzereydi. Ben yüzünü kıbleye döndürdüm. O başka tarafa çevirdi. Tekrar kıbleye döndürdüm. O tekrar başka tarafa döndürdü ve böylece öldü.”

    Ebu Said Abdullah diyor ki:

    -“Ben Şam’a geldim. Bazı vazifelerde bulundum. Hayatım çeşitli sıkıntılar ile geçti. Yusuf Hemedani (k.s.) Hazretlerinin, her üçümüz hakkında da söylediği aynen meydana geldi.”

    ***

    40 SENE NAFİLE ORUÇ

    40 sene üç ayların tamamında nafile oruç tutan bir zat, bir gün bir alışveriş kuyruğunda bulunur. Dışarıdan gelen bir kişi, kuyruğa girmeden alış veriş yapmak ister ve bunda israr eder. O kadar israr eder ki, kuyrukta bulunanların sabrını taşırır.

    -“Neden acele ediyorsun? diye sorarlar. O da der ki,

    – “Bu gün nafile oruç tutmuştum. iftar yaklaştı. Onun için acele ediyorum” deyince kuyrukta bulunan ve 40 senedir nafile oruç tutup kimseye söylemeyen adam dayanamadı:

    -“Be adam, ben kırk senedir nafile oruç tutuyorum; gene de senin bu yaptığını yapmıyorum” deyince o adam:

    -” Ben de 40 senedir sana bunu bir türlü söyletemiyordum. Nihayet söylettim. Ben Şeytanım” diyerek oradan uzaklaşır.

    ***

    KOCA HAKKININ ÜSTÜNLÜĞÜ

    Kays bin Saad radıyallahü anh anlatıyor:

    Hire’ye geldim, oradaki halkı, başkalarına üstün tutulan bir İranlıya secde eder halde gördüm ve ” Allah’ın Resulü bu secde edilmeye herkesten daha layıktır ” dedim. Sonra gelip bunu Peygamber aleyhisselamın kendisine anlatınca, Allah’ın Resulü şöyle buyurdular:

    – Ne dersin? Bir kabire uğrarsan ona secde eder misin?

    Dedim ki:

    – Hayır, etmem.

    Peygamber aleyhisselam:

    -Şu halde bunu asla yapmayın. Bir insanın başka bir insana secde etmesini emretseydim. Allah’ın, hanımları üzerinde kocalarına verdiği haktan dolayı, hanımların kocalarına secde etmelerini emrederdim, buyurdular..

    ***

    DEFN İÇİN VASİYYET

    Sahîh hadîs-i şerîf isnâdıyle, Câbir bin Abdüllah “radıyallahü anh” hazretlerinden rivâyet eylediler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” vefâtına yakın vasıyyet etdi. (Ben vefât etdikden sonra, beni şu Beyt-i şerîfin kapısına götürün. Resûl-i ekrem hazretlerinin kabr-i şerîfleri oradadır. O kapıyı çalınız. Eğer o kapı size açılırsa, beni oraya defn ediniz.) Câbir “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, biz onu alıp, gitdik. O kapıyı çaldık, dedik ki, işte Ebû Bekr. İster ki, sizin yanınıza defn olunsun. O kapı açıldı. Biz o kapıyı kimin açdığını duymadık. İçeri giriniz, onu defn ediniz, sesini duyduk. Hâlbuki ne bir şahs, ne bir şey gördük.

    ***

    HAZRETİ CEBRAiL ‘İN BÜRÜNMESİ

    Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) Efendimiz müslüman olunca, Allahü TeaIa’nın rızası, Habibullahın aşkı için seksen bin dirhem fakirlere sadaka olarak verdi. Kırk binini gizli, kırk bini de aşikare vermişti. Bundan sonra giyecek elbisesi bile kalmamıştı. Sonra eski bir mutaf (keçi kılından dokunmuş elbise) eline geçti. Arkasına giydi. Namaz vakitleri haricinde göğsüne kadar tandıra girer, mutafı arkasına alırdı. Namazları evinde kılardı. Böylece üç gün geçti. Resulullah (s.a.v.) dördüncü gün sabah namazından sonra Eshab-ı kirama dönerek,

    – Ebu Bekir üç gündür mescide gelmiyor. Acaba hasta mıdır, gidip hatırını soralım, buyurdular. O sırada Cebrail aleyhisselam siyah mutaf giymiş vaziyette geldi. ResuI-i ekrem cebrail aleyhisselamı böyle görünce hayret etti.

    – Ey kardeşim cebrail bu ne hal? diye sordular.

    – Ya Resulallah, gökteki bütün melekler böyle giydiler, dedi.

    – Neden bu şekilde giydiler?” diye sorunca.

    – Ya Resulallah! Ebu Bekir Hak Tealanın ve senin dinin uğruna, kırkbini gizli, kırkbini de aşikare olarak seksen bin dirhem sadaka verdi. Hiç giyeceği kalmadığı için üç gündür mescide gelemedi. Hak Teala sana selam edip, Ebu Bekir’e bir elbise gönderilmesini emir buyuruyor, dedi. ResuI-i Ekrem (s.a.v.) eshabına,

    – Kimde fazla elbise varsa versin! Hak Teala ona çok sevap verip, firdevs Cennetinde bana komşu yapacaktır” buyurdu.

    Eshab-ı kiramın hiç birinin fazla elbisesi yoktu. Sonunda bir sahabi başka birisinden bir elbise bulup, Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) Efendimiz’e gönderdi. Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) Efendimiz o elbiseyi giyip, Resul-i Ekremlin huzuru ile şereflenmek için yola çıktı. Henüz huzura varmadan Cebrail aleyhisselam gelip,

    -Ya Resulallah! Hak Teala sana selam edip, Ebu Bekir’i karşılamanızı emir buyurdu” dedi. Resulullah (s.a.v.) Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) Efendimiz’e karşı çıkıp musafaha etti. Bütün Eshab-ı kiram da musafaha edip, hepsi candan Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) Efendimiz’i tebrik ettiler.

    ***

    YEMEKTE BESMELE VE ŞEYTAN

    Huzeyfe radıyalIahü anh anlatıyor:

    Peygamber aleyhisselam ile beraber yemek etrafında hazır olduğumuz vakit, AlIah’ın Resulü başlamadan önce elIerimizi yemeğe uzatmazdık. Bir defa ResulülIah aleyhisselam iIe beraber yemek etrafında toplanmıştık. Bir cariye, biri tarafından itilircesine gelip elini yemeğe uzatınca Peygamber aleyhisselam cariyenin elini tutup onu durdurdu. 0ndan sonra bir arabi de aynı şekilde itilircesine geldi. Allah’ ın Resulü bunun da elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldu ve şöyle buyurdu:

    – Muhakkak ki şeytan, Allah’ ın ismi anılmamak, yani besmele çekilmemek sureti ile yemeği kendisine helal kılmaya gayret eder. Bu sebeple bu cariyeyi getirdi ve besmele çektirmeden yemeğe başlatarak , bunun vasıtasıyla yemeği kendisine helal kılmak istedi. Bunun için cariyenin elinden tutup yemeğe başlamasını önledim. Sonra, aynı sebeple şu arabiyi getirdi. Onun da elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldum. Hayatımı kudreti ile tutan Allah’a yemin ederim ki, cariyenin eli ile birlikte şeytanın da eli elimde idi.

    ***

    HOCASINI SON DERECE DİKKATLİ DiNLERDİ

    Bayezıd-i Bestami (k.s.) Hazretleri, hocalarından birinin huzurunda iken hocası;

    -“Şu rafdaki kitabı getir.” dedi. Bayezıd-i Bestami (k.s.) Hazretleri,

    -“Hangi rafdaki kitabı istiyorsunuz efendim?” dedi. Hocası;

    -“Bunca zamandır buraya gelip gidiyorsun. Dershanede oturduğun yerin üstündeki rafı diyorum.”deyince, Bayezıd-i Bestami (k.s.) Hazretleri,

    -“Efendim, mübarek sohbetinizi dinlemekteki dikkat ve edebe riayetten dolayı, şu ana kadar başımı kaldırıp etrafa bakmış değilim.” diye cevap verdi. Hocası bu söz karşısında çok memnun oldu. Ve,

    -“Madem ki durum böyle; senin işin tamamdır. Artık memleketin Bestam’a dönebilirsin ve bizden öğrendiklerini başkalarına öğretebilirsin.” diyerek icazet verdi.

    ***

    TEBAREKE SURESİ VE KABİR AZABI

    İbni Abbas radıyallahü anh anlatıyor:

    Resulullah aleyhisselamın sahabilerinden birisi, bilmeyerek, çadırını bir mezarın üzerinde kurdu. Bir de baktı ki; mezarın içinde bulunan kişi ” Tebareke suresi ” ni okuyor. Mezardaki insan sureyi bitirdikten sonra, bu sahabi kalkıp Peygamber aleyhisselamın huzuruna geldi ve:

    – Ey Allah’ın Resulü! Farkına varmadan bir kabir üzerine çadır kurdum. Bir de mezar içindeki insanın “Tebareke ” yi sonuna kadar okuduğunu duydum, diye anlattı . Bunun üzerine Peygamber aleyhisselam şöyle buyurdu:

    -O sure koruyucudur, o sure kurtarıcıdır, kabir azabından kurtarır.

    ***

    CEBRÂÎL ALEYHİSSELÂMIN HOCASI

    Birgün Server-i Enbiyâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mescidde oturmuş idi. Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Sultân-ı Enbiyâ, hazret-i Cebrâîl ile söyleşirdi. Eshâb-ı kirâm mescide gelip, Seyyid-i kâinâtı meşgûl görüp, bildiler ki, hazret-i Cebrâîl ile söyleşir. Sükût edip, oturdular. O sırada hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” içeri girip, selâm verip, yerine oturdu. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” gelip, selâm verip, yerine oturdu. Sonra Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” gelip selâm verdikde, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm ayak üzerine kalkdı. Sultân-ı Enbiyâ hazretleri de ayak üzerine kalkdı. Eshâb-ı kirâm, Server-i kâinâtı ayak üzere kalkdığını görüp, hepsi ayağa kalkıp, hayret etdiler. Zîrâ Fahr-i âlem, Eshâb-ı güzînden kimseye ayak üzerine kalkmamışdır. Sonra bu husûsu, hazret-i Resûl-i ekremden sordular. Buyurdular ki:

    – Ebû Bekr-i Sıddîk mescide girip, selâm verdiği zemân, Cebrâîl aleyhisselâm Ebû Bekr-i Sıddîka ta’zîm için ayak üzerine kalkdı. Ben de ayak üzerine kalkdım. Sonra, yâ kardeşim Cebrâîl, Ebû Bekre ne için ta’zîm etdiniz, diye sordum. Dedi ki: Yâ Resûlallah! Ebû Bekre ta’zîm bana vâcibdir. Zîrâ Ebû Bekr benim hocamdır. Ben sordum, neden dolayı hocandır. Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki:

    -Yâ Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”! Hak Sübhânehü ve teâlâ, Âdem aleyhisselâtü vesselâmı yaratdığı zemân, meleklere, hazret-i Âdeme secde ediniz, diye emretdi. Benim hâtırıma geldi ki, secde etmiyeyim. Ben ondan efdalim. Zîrâ ki, o balçıkdan yaratılmışdır, dedim. Bunun üzerine olmağa niyyet eyledim. O zemân ki, Ebû Bekrin rûhu arş altında nûrdan bir kubbe [köşk] içinde idi. Köşkün kapısı açıldı, Ebû Bekrin rûhu çıkdı. Bana dedi ki,

    -yâ Cebrâîl secde eyle. Sakın muhâlefet etme. Bunu üç kerre tekrârladı. Arkama üç kerre eliyle vurdu. O sırada kalbimden kibr ve enâniyyet ve inâd gitdi. Âdeme secde eyledim. Benden kibr ve enâniyyet, iblîse intikâl edip, Âdeme secde etmedi. Ebedî tard edilip, mel’ûn oldu ve ben de ebedî se’âdete kavuşdum. Yâ Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”! Ebû Bekr bu şeklde bana hoca olmuşdur, dedi.

    ***

    DEKKENLİ ZAT

    Dekken memleketinde bulunan bir zat vardı. İmam-ı Rabbani hazretlerini henüz görmemişti. Fakat uzaktan tanımış ve sohbetine kavuşmayı çok arzu ediyordu. Arzusunun çokluğundan; ” Uzakta kalan ve o ni’metlerden mahrum olan bu garibe imdad ediniz” şeklinde bir mektup yazdı. İmam-ı Rabbani hazretleri, bu mektubu okuyup ona cevap olarak yazdığı mektupda şöyle buyurdu:

    – ” Mektubunuzu okurken, o diyardaki nuraniyetinizin fazlalığını gördüm ve ümidim arttı. Bunun için Allahü Teala’ ya hamd ve şükürler olsun. ” O zat bu müjdelede dolu mektubun gelişinden bir sene sonra, imam- ı Rabbani Hazretlerinin sohbeti ile şereflendi. Bir müddet o kapıda hizmet etti ve çok iyi muamele gördü. Sonra tekrar, Dekken ‘ e gitti.Dekkenle döndükten sonra imam-ı Rabbani Hazretlerinin müjdesi zahir oldu. Binlerce talib onun yardımı ile Ahrariyye yoluna girdi. Bir çokları, hal ve zevklere kavuştu. Birçok fasık tövbe edip, doğru yola girdi. Onun bu halini, İmam-ı Rabbani Hazretleri daha önceden görmüş ve haber vermişdi.

    ***

  299. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 11:31 am

    ONU NİÇİN KABUL ETMEDİ !

    Hace Ubeydullah Ahrar (k.s.) Hazretleri zamanında, bir kadı devamlı kapısına gelip, talebe olmak, onun yoluna girmek istiyordu. Fakat Ubeydullah-ı Ahrar ona iltifat etmediğinden gayet meluI ve mahzun bir halde gelip gidiyordu. Birgün Ubeydullah Ahrar (k.s.) Hazretlerinin neşeli bir anında, yakın bir talebesi, o kadıdan bahsedip, talebe olmak istediğini arzetti.

    -“Kadı, boynu bükük, inayetinizi bekliyor ve mahrum kalmaktan çok üzülüyor.” dedi Hace Ubeydullah Ahrar (k.s.) Hazretleri;

    -“Ben, kimin içinde büyüklük ve üstünlük arzusundan birşey sezsem, hatta o üstünlük ve büyüklük arzusuna on yıl sonra bile kavuşacak olsa, ona hacegan yolundan bahsedemem. ” dedi. Talebelerinden bazıları, bu sözü söylediği günün tarihini yazdılar. Aradan on yıl geçti. Ubeydullah Ahrar (k.s.) Hazretleri de vefat etmişti. O kadı, on yıl sonra memleketinde hakim ve reis makamına çıktı. Bu halinden çok memnun idi ve kalbinde büyüklerin yoluna girmeye dair hiçbir istek ve arzu kalmamıştı. O zaman Ubeydullah Ahrar (k.s.) Hazretlerinin talebeleri, hocalarının onu neden kabul etmediğinin hikmetini anladılar.

    ***

    TANDIRIN ATEŞİ

    Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretlerinin müridlerinden İshak ismindeki zatın evine buyurdular. Orada hazır bulunan dervişler yemek pişirmek üzere tandıra fazla miktarda odun koymuşlardı. Her biri başka bir işle meşgul oldukları bir sırada tandırın ateşi çok fazlalaştı ve dışarıya çıkmaya başladı. Bunun üzerine Hace Hazretleri mübarek ellerini tandırın içine soktu ve Bi-inayet-i Teala tandırın ateşi sakinleşti. Mübarek ellerini tandırdan çıkardıkları zaman Hakk’ın inayeti ile ne elbiselerine ve ne de bir tüylerine bir şey olmuştu.

    ***

    YÜZÜĞE YAZI

    Peygamberimize (s.a.v.) bir gümüş yüzük hediye getirmişlerdi. Hazret-i Ebu Bekir’e ( r. a.) Resülüllah (s.a.v.) Efendimiz,

    – Ya Atik, bu yüzüğü bir kuyumcuya götür, üzerine (La ilahe illaIlah) yazılsın, buyurdu. Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) Efendimiz yüzüğü alıp kuyumcuya götürdü. Bu yüzüğün üzerine:

    – La ilahe illallah Muhammedür resulullah” yaz, dedi. Resulullah (s.a.v.) böyle emretmemişti, fakat Allahü Tealanın ismi şerifi ile Resul-i Ekrem’in ismi şerifinin ayrı olmasını uygun görmemişti.

    Kuyumcu Hazret-i Ebu Bekir ( r. a.) Efendimiz’in söylediği gibi yazdı. Sonra Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) yüzüğü Sultan-ı enbiyaya teslim etti. ResüI-i Ekrem (s.a.v.) yüzüğe baktılar. Yüzüğün üzerinde “La ilahe illaIlah Muhammedür resulullah, Ebu Bekir Sıddik” yazılı idi.

    Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) Efendimiz çok utandı, terledi. Bir cevap veremedi. Cebrail aleyhisseıam gelip, Hak Tealanın selamını söyledikten sonra,

    – Ebu Bekir’in kendi adının yazıldığından haberi yoktur, ben yazdırdım. Habibim üzülmesin. Ebu Bekir benim ismimden senin isminin ayrı kalmasına razı olmayınca, Ben de onun isminin ayrı kalmasını istemedim” buyurduğunu söyledi.

    ***

    ŞEYHİ İMTİHAN

    Seyyid Gulam Ali Müceddidi Hazretleri naklediyor:

    Bir gün Şeyh Şemsü’d-din Habibullah Mirza Can-ı Canan (k.s.) Hazretlerinin sohbetinde bulunuyordum ihtiyar bir adam gelip:

    – “Şeyhin şöhreti rahmani mi, yoksa değil mi? onu anlamaya geldim.” dedi. Bu küstahça söz karşısında Hazret-i Şeyh son derece üzüldüler . Öfke ile o ihtiyara keskin ve dik dik baktılar. O esnada ihtiyar yere düşüp sudan çıkmış balık giibi çırpınmaya başladı. Daha sonra da:

    -Tövbe ettim, Allah hakkı için beni affet diye, yalvarmaya başladı. Hazret-i Şeyh de Hakk ‘ ın ismi araya girince kalktı ve ihtiyarın kolundan tutarak kaldırdı. ihtiyar hemen şifa buldu.

    ***

    KOMŞUNUN KÖTÜLÜĞÜNE SABIR VE NETİCESİ

    Malik bin Dinar’ın yahudi bir komşusu vardı. Yahudi, evinin kanalizasyon çukurunu, düşmanlık olsun diye, Malik Hazretlerinin odasının arkasına yaptı. Odadan içeri sızıntı oluyor, pis koku çok rahatsız ediyordu. Malik bin Dinar, her gün sızıntıları temizler, pis kokuyu giderici güzel kokulu şeyler yakardı.Yahudi, Malik bin Dinar’ın rahatsız olduğunu anlıyordu. Fakat şikayete gelmemesine hayret ediyordu. Malik bin Dinar’ın yerine kendisinin sabrı taştı. Malik bin Dinar’ın evine geldi. Pis kokuyu duyunca dedi ki:

    – Ey Malik! bu koku ne?

    – Burada kokulu şeyler yakıyorum.

    – Hayır, bu koku kanalizasyon kokusudur. Bak duvardan sızıyor.Ne diye bana söylemiyorsun? .

    – Eğer söyleseydim, sen üzülebilirdin. Bizim dinimizde, komşuyu üzmemek ve ondan gelen eziyetlere katlanmak vardır. Komşuyla kavga ve gürültü etmek yoktur. .

    Yahudi bu sözler karşısında sarsıldı. Dedi ki:

    – Ben bugüne kadar İslam dinine düşman idim. Şimdi İslamiyet’e hayran kaldım. Böyle güzel ve tatlı hükümler ancak hak olan bir dinde bulunur. Ey Malik, müslüman olmak için ne lazımsa derhal yapmaya hazırım. Yahudi, Kelime-i Şehadet getirdi ve iyi bir müslüman oldu.

    ***

    HAYVANA YAPILAN İYİLİĞE ÜCRET

    Ebu Hüreyre radıyallahü anh, Peygamber aleyhisselamın şöyle buyurduğunu anlatır:

    Bir yolcu yoluna devam ederken, çok susamıştı. Bir kuyuya rastladı. İnip ondan su içti. Çıktığında bir de baktı ki, ziyadesiyle susamış bir köpek dilini çıkarıp susuzluktan toprağı yiyor. Yolcu ” bu köpek de biraz önce benim olduğum haldeki gibi, pek çok susamış bir vaziyette ” diye söylendi. Kuyuya indi ve ayakkabısına su doldurmak suretiyle o köpeği suladı. AlIahü Teala da bu kişinin yaptığını makbul ve muteber sayarak günahlarını mağfiret buyurdu.

    Eshabı Kiram dediler ki:

    – Ey Allah’ın Resulü! Hayvanlara yaptığımız iyilikte bize ecir, ücret var mıdır?

    Peygamber aleyhisselam şöyle buyurdu:

    – Her canlı ciğ’er taşıyan hayvana yapılan iyilikte ecir, ücret vardır.

    ***

    İMAMIN ARKASINDA NAMAZ KILDI

    Bayezid-i Bestami (k. s.) Hazretleri, bir defasında bir imamın arkasında namaz kıldı. Namazdan sonra, o imam kendisine:

    – “Siz bir yerde çalışıp para kazanmıyorsunuz. Başkalarından da bir şey istemiyorsunuz. O halde siz, nafakanızı nereden temin ediyorsunuz?” dedi. Hazret-i Bayezıd bunu duyunca;

    -“Ben hemen namazımı iade edeyim. Zira rızıkları kimin verdiğini bilmeyen birinin arkasında namaz kılmışım; bu ise caiz değildir” buyurdu.

    ***

    İMDADIMA YETİŞTİ

    Muhammed Ma ‘ sum (k.s.) Hazretlerinin talebelerinin meşhurlarından ve halifelerinden olan Hace Muhammed Sıddik’a, Peşaver’de irşad ve talebe yetiştirme vazifesi verilmişti. Bu talebesi şöyle anlatmıştır:

    -“Hocam Muhammed Ma ‘ s u m (k.s.) Hazretlerini çok özlemiştim. Mübarek yüzünü görüp, sohbetinde bulunmak için Peşaver ‘ den, Serhend ‘e gitmek üzere yola çıktım. Bir katıra binip yola devam ediyordum. Yolda katır birden bire ürküp kaçmaya başladı. Sonra da beni düşürdü. Ayağım üzengiye takıldı, bir türlü kurtaramadım. Katır, beni sürüklemeye başladı. Yanımda ve çevremde beni bu halden kurtaracak hiçbir kimse de yoktu. Tam bir çaresizlik içinde iken Hocam Muhammed Ma’ sum (k.s.) Hazretlerini hatırladım. Allahü Teala’nın izni ile hocamın, imdadıma yetişmesini istedim. Daha böyle düşünür düşünmez hocam aniden gözüküverdi. Katırı tutup durdurdu. Ben ayağımı üzengiden kurtarıp, yerden kalkıncaya kadar bekledi. Ayağa kalkınca hocamın ayaklarına kapanıp, bu yardımından dolayı memnuniyetimi ve muhabbetimi arzetrnek istedim. Fakat ben ayağa kalkar kalkmaz hocam gözden kayboldu, onu orada görernedim.”

    ***

    İKİNCİ ELBİSE

    Hazret-i Ömer, bir gün Hutbe okuyordu; Allah ondan razı olsun.Şöyle dedi:

    – Susunuz ki, size duyurayım. Selman-ı Farisı (r.a) Hazretleri şöyle dedi:

    -Vallahi, seni dinlemek istemiyoruz.

    Hazret-i Ömer sordu:

    – Neden? Selman-ı Farisı (r.a) Hazretleri anlattı:

    – Sen, kendini tebaandan üstün görüyorsun. Hazret-i Ömer tekrar sordu:

    – Bu nasıl oldu? Hazreti Selman şöyle cevap verdi:

    – Üzerinde iki kat elbise var. Halbuki burada başka kimsede böyle bir şey yok. Hazreti Ömer (r.a) dedi:

    – Biraz müsaade et ey Allah’ın kulu. Sonra da:

    – Ey Abdullah! Ey Ömer’in oğlu Abdullah! Söyle bu ikinci elbise kimindir? Hazreti Ömer’in oğlu cevap verdi:

    – Yemin ederim ki o ikinci elbise benimdir. Bu cevap üzerine Selman-ı Farisi şöyle dedi:

    – İşte şimdi seni dinler ve sana itaat ederiz, dedi. Allah hepsinden razı olsun.

    ***

    MİRACINIZ MÜBAREK OLSUN

    Resûlullah efendimiz Mi’râca çıktıktan sonra, ertesi gün, Kâ’be yanında mi’râcını anlatınca, işiten müşrikler, inkâr edip, alay etmeye başladılar. Müslüman olmaya niyetli olanlar da vazgeçtiler. Müşrikler, “Tamam, bu defa bir koz yakaladık” diyerek Hz. Ebû Bekir’e gidip sordular:
    – Ey Ebâ Bekr! Sen çok defa Kudüs’e gidip geldin. İyi bilirsin. Mekke’den Kudüs’e gidip gelmek, ne kadar zaman sürer?
    – İyi biliyorum. Bir aydan fazla.

    Kâfirler bu söze sevindi. “Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur” dediler. Gülerek, alay ederek ve Hz. Ebû Bekir’in de kendi kafalarında olduğuna sevinerek, “Senin efendin, Kudüs’e bir gecede gidip geldiğini söylüyor” diyerek, Ebû Bekir’e sevgi, saygı gösterdiler.
    Hz. Ebû Bekir, Resûlullahın mübârek adını işitince;
    – Eğer O söyledi ise, inandım. Bir anda gidip gelmiştir, deyip içeri girdi.Kâfirler neye uğradıklarını anlıyamadı. Önlerine bakıp gidiyorlar ve bir taraftan da diyorlardı ki:
    – Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imiş. Ebû Bekir’e de sihir yapmış.Hz. Ebû Bekir hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi. Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle dedi ki:
    – Yâ Resûlallah! Mi’râcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlıyan yüzünü görmekle ve kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle ni’metlendirdi. Yâ Resûlallah! Senin her sözün doğrudur. İnandım. Canım sana fedâ olsun!

    Böylece Hz. Ebû Bekir, o gün tereddüde düşen Müslümanların tereddütlerini giderdi, diğerlerinin ma’nevîyatlarını güçlendirdi. Böyle tereddütsüz îmân etmesinden dolayı Resûlullah, o gün Hz. Ebû Bekir’e Sıddîk dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi.

    ***

    HIZIR ALEYHiSSELAM

    Şeyh Husrev anlatıyor:

    – Bir gün, ŞahNakşıbend (k. s.) Hazretlerini ziyaret etmeye niyetIendim.

    Ziyaretine gittiğim zaman, bahçedeki havuzun kenarında ayakta duruyor, tanımadığım bir şeyh ile konuşuyordu. Yanına gidip selam verdiğim zaman, o şeyh, oradan ayrıldı, bahçenin bir başka tarafına gitti.

    Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretleri bana iki kere:

    – Bu Hızır aleyhisseıamdır ,dedi. Ben hiç konuşmadım, sustum. Allah’ın yardımı ile, ona karşı içimde de, dışımda da bir meyil görmedim.Sonra onu, Hanigahın bahçesinde yine gördüm Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretleri ile konuşuyordu.Aradan iki ay geçtikten sonra o şeyhi Buhara pazarında gördüm.Bana gülümsedi. Kendisine selam verdim. Boynuma sarıldı. Bana açıldı,halimi sordu.

    Sonra Kasr-ı Arifanla geldim. Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretleri’nin eşiğinde saygı ile durduğum zaman bana bakar bakmaz Hazreti Üstaz şöyle dedi:

    – Sen, Buhara pazarında Hızır aleyhisselamla buluşmuşsun.

    ***

    ŞEYTAN NAMAZA KALDIRDI

    Sultan-ü l -Arifin Bayezıd-i Bestami (k.s. ) Hazretlerini, bir gece uyku bastırıp, sabah namazına uyanamadı. Sabahleyin namazını kaza edip o kadar ağladı ve inledi ki, sonunda kendisine ilham olundu ve şöyle dendi:

    – ” Ey Bayezıd, bu günahını affeyledim. Bu pişmanlık ve ağlamana da, ayrıca yetmiş bin namaz sevabı ihsan eyledim. ”

    Aradan bir müddet geçtikten sonra onu, yine uyku bastırdı. Şeytan gelip Bayezıd-i Bestami (k.s.) Hazretleri’nin mübarek ayağından tutarak uyandırdı ve;

    – ” Kalk namazın geçmek üzeredir” dedi. Bayezıd-i Bestami (k.s.) Hazretleri, Şeytan’a;

    – ” Ey mel’ un! Sen hiç böyle yapmazdın. Herkesin namazının geçmesini kazaya kalmasını isterdin. Şimdi nasıl oldu da beni uyandırdın? ” buyurunca, Şeytan şu cevabı verdi:

    – ” Birkaç ay önce sabah namazını kaçırdığında, pişmanlığın ve üzüntün sebebi ile çok ağlayıp inlediğin için affolunmuş idin ve ayrıca yetmiş bin namaz sevabı almıştın. Bu gün, onu düşünerek sadece vaktin namazının sevabına kavuşasın da, yetmiş bin namaz sevabına kavuşamayasın diye seni uyandırdım. ” dedi.

    ***

    KUL HAKKI

    Bayezid-i Bestami yağmurlu bir havada Cuma namazına gitmek için evinden çıktı. Sağanak halinde yağan yağmur, yolu çamur haline getirmişti. Yağmur bitinceye kadar bir evin ihata duvarına dayandı.Çamurlu ayakkabılarını duvarın taşlarına sürerek temizledi. Yağmur yavaşlayınca camiye doğru yürüdü. Bu sırada aklına bir mecusinin duvarını kirlettiği geldi ve üzülerek;

    -“Onunla helalleşmeden nasıl Cuma namazını kılabilirsin? Başkasının duvarını kirletmiş olarak nasıl Allahü Tealanın huzurunda durursun?” diye düşündü ve geri dönüp o mecusinin kapısını çaldı. Kapıyı açan mecusi;

    -“Buyrun bir arzunuz mu var?” diye sorunca;

    -“Sizden özür dilemeye geldim,” dedi. Mecusi hayretle;

    -“Ne özrü?” diye sordu. O da;

    -“Biraz önce duvarınızı çamurlu ayakkabılarımı temizlemek maksadıyla kirlettim. Bu doğru bir hareket değil.Yağmurun şiddeti bana bu inceliği unutturdu.” deyince, Mecusi hayretle;

    -“Peki ama ne zararı var? Zaten duvarlarımız çamur içinde. Sizin ayağınızdan oraya sürülen çamur bir çirkinlik veya kabalık meydana getirmez.” dedi. Bayezid-i Bestami (k.s.) Hazretleri,

    -“Doğru ama, bu bir haktır ve sahibinin rızasını almak lazımdir” dedi. Mecusi; .

    -“Size bu inceliği ve insan haklarına bu derece saygılı olmayı dininiz mi öğretti?” diye sorunca;

    -“Evet, dinimiz ve bu dinin peygamberi olan Muhammed aleyhisselam öğretti.” dedi. Mecusi;

    -“O halde biz niçin bu dine girmiyoruz?” diyerek kelime-i şehadet getirip müslüman oldu.

    ***

    NAMAZDAN SONRA ZİKRİN FAZİLETİ

    Ebu Hureyre radıyallahü anh’ten rivayet edilerek anlatılıyor:

    Muhacirlerin fakirleri Resulüllah aleyhisselama gelip dediler ki:

    -” Servet sahibi Müslümanlar derece ve nimetler bakımından bizi geçtiler ” Resulüllah aleyhisselam da :

    -” Ne hususta ?” diye buyurunca , muhacir fakirler:

    -” Biz namaz kılıyoruz, onlar da kılıyorlar; biz oruç tutuyoruz, onlar da tutuyorlar; fakat onlar sadaka verdikleri halde biz veremiyoruz; onlar köle azad ediyorlar. biz edemiyoruz. ” dediler. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselam: .

    -” Size, sizden ilerde bulunanlara yetişebileceğiniz, sizden geride, sizden aşağıda olanları geçebileceğiniz ve sizin yaptığınız gibi yapanlar müstesna, sizden başka kimsenin daha faziletli olamıyacağı bir şey öğreteyim mi? ” buyurdu. Muhacirlerin fakirleri:

    -” Evet, öğret. ey Allah’ın Resulü ” diye cevap verdiler. Peygamber aleyhisselam da:

    -” Her namazın sonunda otuz üç defa Sübhanallah (Allah’ı her türlü noksanlıktan tenzih ederim), otuz üç defa Elhamdülillah ( Hamd AIlah’a mahsustur), otuz üç defa Allahü Ekber (Allah en büyüktür) deyiniz ” buyurdu.

    Muhacir fakirler. Resulüllah aleyhisselama gelerek dediler ki:

    -“Mal ve servet sahibi kardeşlerimiz bizim bu yaptığımızı işitip onlar da aynen böyle yaptılar. ” Bunun üzerine Allah’ın Resulü şöyle buyurdu:

    -” Bu Allah’ın fazlıdır, dilediğine verir. ”

    ***

    ÜÇ ŞEY

    Süfyan-ı Sevri Hazretleri, bir gün imam Ca’ferüs-Sadık (k.s.) Hazretleri’nin evine gitti. imam Ca’ferüs-Sadık (k.s.) Hazretleri:

    -“Ey Süfyanl Sen, zaman zaman sultan ile görüşüyorsun. O seni arıyor, sen de ona gidiyorsun. Ben ise, mümkün mertebe sultandan uzak duruyorum. Zamanın hali bunu icab ettiriyor. Yanımdan hemen çık, git!”

    Süfyan-ı Sevri;

    -“Bana bir hadis-i şerif nakletmedikçe buradan ayrılmayacağım, ey imam! Senden nasihat alacak bir şey işitip gideyim.” dedi.

    İmam Ca’ferüs-Sadık (k.s.) Hazretleri;

    -”Çok sözün sana faydası yoktur. Ben atalarımdan rivayetle Resulullah’tan bildirilen şu üç şeyi sana anlatayım.” dedi. Bu üç şey şudur:

    1-Allahü Teala’nın nimetine kavuşan ve bu nimetin devamlı olmasını isteyen kimse, Allah’a hamd ve şükrünü çoğaltsın! Zira Allahü Teala Kur­’an-ı Kerimde İbrahim suresi onuncu ayetinde mealen; “Nimetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azab ederim.” buyurdu.

    2-Bir kimse, rızkı azaldığı zaman çok tövbe ve istiğfar etsinl Zira Allahü Teala Nuh suresinde tövbe ve istiğfar edenlerin, günahlarını bağışlayacağını ve rızıklarını arttıracağını vad ediyor.

    3-Bir kimse sultandan veya her hangi bir şeyden sıkıntı görür ve bir belaya uğrarsa; “La havle vela kuvvete illa billahil-aliyyil-azim.” desin!

    Bunun üzerine Süfyan-ı Sevri, imam Ca’ferüs-Sadık (k.s.) Hazretleri­’nin elini tuttu ve ona dedi ki:

    -“Hepsi, bu üçü müdür?” imam Ca’ferüs-Sadık (k.s.) Hazretleri;

    -“Bunları iyi anla! Allahü Teala’ya yemin ederek söylüyorum ki, bunları yaparsan çok ihsanlara, iyiliklere kavuşursun.” buyurdu.

    ***

    MAĞARADA iKEN

    Bir gün Hazreti Ömerin yanında Hazret-i Ebu Bekir (r.a.)’in ismi geçmişti. Hazret-i Ömer (r.a.) şöyle dedi:

    – Ömrümdeki bütün amelimin Hazret-i Ebu Bekir’in, bir gün ve gecelik ameli gibi olmasını isterdim. O’nun o mes’ud gecesi ki, Resulullah (s.a.v.) ile birlikte mağaraya gitti. Mağaraya varınca: “Allah için, ya Resulallah içeri girmeyin! Ben gireyim. içerde zararlı bir şey varsa, bana gelsin, mübarek zatınıza bir keder, bir elem gelmesin” dedi ve içeri girdi. içeriyi süpürüp temizledi. Sağında solunda bir çok irili ufaklı delikler gördü. Hırkasını parçalayıp, delikleri kapadı. Bir iki delik kaldı. Onları da ayakları ile kapayıp, sonra Resulullah’a, içeri girmesini söyledi. Resulullah (s.a.v.) içeri girdi ve mübarek başını Hazret-i Ebu Bekir (r.a.)’in kucağına koyup uyudu. Ayağını yılan soktu. Resulullah uyanır korkusuyla, sabredip, hiç hareket etmedi. Gözyaşı Resulullah’ın mübarek yüzüne damlayınca: “Ne oldu ya Eba Bekir?” buyurdu.

    Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) Efendimiz:

    -Ayağım ile kapattığım delikten bir yılan ayağımı soktu. Ayağımı çekersem çıkıp size zarar vereceğinden korkuyorum, dedi. Resulullah (s.a.v.): “ayağını çek” buyurdular. Ayağını çekince heybetli ve zehirli bir yılan çıktı. “Ey utanmaz yılan, benim mağara arkadaşıma, sırdaşıma eziyyet etmeğe Allahü Teala’dan korkup, benden utanmıyor musun?” buyurdu. Yılan,

    -Ey Allahın Habibi, insanların, cinlerin Peygamberi. Sana yalnız insanlar değil, hayvanlar, kuşlar, yılanlar, karıncalar, hepsi aşıktır. Hatta bu köleniz gözü yaşlı, büyüklerimizden yüksek vasıflarınızı dinlemiş, mübarek yüzünüzü görmeğe aşık olmuştur. Bu mağarayı şereflendireceğinizi biliyordum. Onun için çok zamandan beri bu sıkıntılı mağarada gece gündüz demeyip yolunuzu bekliyorum. Sıddik’ınız, bu karanlık mağaraya sabahı, siz de güneşi getirdiniz. Fakat Sıddik sizi görmeme mani olunca benden korku ve haya kalktı. Bu küstahlığa cesaret ettim.” diyerek özür diledi. Resulullah (s.a.v.) özrünü kabul etti. Hazret-i Ebu Bekir(r.a.) Efendimiz’in yarasına mübarek tükrüğünden sürdü ve yara hemen iyi oldu.

    ***

    KABİRLE KONUŞMA

    Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretleri Tus şehrini teşrifle orada bir kaç gün kaldılar. Bir gün dervişler ve sair ahbabiyle Maşuk Tusı’nin kabrini ziyarete gittiler. Kabre yaklaştıkları zaman:

    – Esselamü Aleyke ya Maşuk-ı Tusi! nasılsın, iyimisin? diye nida ettiler. Kabirden:

    – Ve aleykesselam, iyiyim, rahatım, cevabı geldi. Hace Hazretleriyle gidenlerin hepsi bunu işittiler. O cemaat içinden birisi Hace Hazretlerini inkar ederdi. Fakat bu kerameti müşahede edince, inkarına tevbe etti. O’na inananlardan ve sevenlerden oldu.

    ***

    FATİHA OKUYALIM

    Hazreti İmam’ın talebelerinden fazilet sahibi bir zat şöyle anlatmıştır. ” Benim İmam-ı Rabbani (k.s.) Hazretlerine talebe olmamın sebebi şudur:

    -“Çok sevdiğim bir akrabam vardı. Ağır hastalığa tutuldu. Çok doktorlara gitti, ilaç kullandı. Fakat bir faide görmedi. Bir kimseden, İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s.) ismini ve büyüklüğünü duydum. Huzuruna gidip, teveccühlerini istirham ettim. Fatiha okudu ve hususi odasına gitti. Biraz sonra çıkıp;

    -“Hastası için bizden şifa isteyen ilim talebesi nerededir?” deyip, beni çağırdı. Hemen huzuruna gittim.

    -“Gelin, af ve mağfiret olunması için Fatiha okuyalım!” dedi. Sonra ben şaşkın ve üzgün olarak, Serhend’den birkaç kilometre uzakta bulunan köyüme döndüm. Yolda, kendi kendime dedim ki:

    -” İmam-ı Rabbani Hazretlerinin Fatiha okuyalım buyurarak, Fatiha okunmasından bu akrabamın vefat ettiği anlaşılıyor. Eğer böyle ise, bu çok büyük bir harikadır. Muhakkak gelip, talebesi olmalıyım.” Eve geldiğim zaman gördüm ki, akrabam vefat etmiş, yıkamış ve gömmüşlerdi. Hesab ettim. Tam İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s.) beni çağırıp; ” Af ve mağfireti için Fatiha okuyalım” buyurduğu sırada vefat etmişti. Ben de, o büyük imam’ın talebelerinden oldum.”

    ***

    ESİR

    Hace Ali Ramitini (k.s.) Hazretleri birgün büyüklerden birisinin evine yemeğe davet edilmişti. Kendilerini davet eden zatın oğlu eşkiya tarafından kaçırılmıştı. Yemek ortaya geldi, müsafirler sofrada yerlerini aldılar. Hace Azizan Hazretleri elini yemek tabağına doğru uzatıp şöyle iltica ettiler:

    – Allah’ım! müsafiri olduğumuz zatın şu anda eşkiya elinde olan oğlu kapıdan girip sofraya oturmadıkça ağzıma bir lokma almam.” Ve eli sofraya uzanmış vaziyette murakabeye vardılar. Hace Ali Ramitini (k.s.) Hazretlerinde müthiş bir heybet ve sofradakilerde dehşet içinde bir suskunluk meydana geldi. Tam bu sırada esir çocuk heyecanla içeri girip sofraya oturdu ve nasıl kurtulup da şu anda sofra başında olduğunu şöyle anlattı:

    -“Hiç bir şeyin farkında değilim. Beni bir takım vahşi insanlar esir edip sımsıkı bağladılar. Bu halde memleketlerine götürdüler. Birdenbire uzaklardan burasını gördüm ve şimdi aranızdayım. Başka bir şey hatırlamıyorum.

    ***

    GASİL EDİLİYOR

    İmam-ı Rabbani (k. s.) Hazretlerinin nurlu bedeni yıkama tahtasının üzerine koyulup, elbiseleri soyulunca, orada olanların hepsi de gördüler ki, Hazret-i imam, namazda olduğu gibi ellerini bağladı. Sağ elinin baş parmağı ve küçük parmağını, sol elin bileğinde halka yaptı. Halbuki, oğulları vefatından sonra, kollarını düzeltip uzatmışlardı. Yıkama tahtasına yatırırken, tebessüm etti ve bir müddet böyle mütebessim olarak kaldı. Hatta orada olanlar feryad ettiler.

    Yıkayıcı, mübarek ellerini açıp düzeltti. Sol tarafa yatırdı, sağ tarafını yıkadı. Sağ tarafa yatırıp sol tarafını yıkayacağı zaman, orda bulunanlar, velilik kuvvetinin bir alameti olarak, zarif bir hareketle ellerinin hareket ettiğini, biraraya geldiğini ve eskisi gibi tekrar sağ elinin baş ve küçük parmaklarının, sol elinin bileğinde halka yaptığını gördüler. Halbuki sağ tarafa yatınca, sağ elin sol el üzerine gelmesi icabederdi. Latif elleri mum ve taze gül yaprağı kadar taze idiler. Bununla beraber öyle bir kuvvetle sol elini tutmuştu ki, ayırmak ve çözmek mümkün değildi. Kefene sardıkları zaman, yine ellerinin bağlandığı görüldü. Böylece iki üçdefa vaki oldu. Nihayet ordakiler, bunda derin bir ma’na ve gizli bir sır olduğunu anlayıp, bir daha ellerini açmaya uğraşmadılar ve oğulları Hace Muhammed Said;

    -“Madem ki, muhterem babam böyle istiyor, böyle bırakalım” buyurdu. Vefatında 63 yaşında idi.

    ***

    GIYBET

    Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri, bir gün bir camide iken, bir genç gelip:

    – Allah rızası için bana yardım edin. Ben yardıma muhtaç bir kimseyim, der.

    Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri bakar ki genç sapasağlam bir insan, bu genç bu haliyle dilencilik yapmaya utanmaz mı? Niye çalışıp kazanmaz da dilencilikle kendini küçük duruma düşürür, diye düşünür.O gece Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri bir rüya görür… Rüyasında; camide gördüğü gencin vücudu bir kebap yapılıp bir tepsiye konmuş, önüne getirilir. Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine :

    – Bunu yiyeceksin, derler. Hazret, «o insan etidir, yenir mi?» diye

    karşılık verdiğinde:

    – Ya dün camide nasıl yiyordun… .Yine öyle yiyeceksin!., derler.

    Daha sonrasını Cüneyd-i Bağdadi hazretleri şöyle anlatıyor:

    – Meğer gıybet etmişim . Hemen korku ile uyandım. Abdest alıp iki reklat namaz kıldım… Tevbe istiğfar ettim… Sabah olunca, o hakkında konuştuğum genci aramak için dışarı çıktım… Aradım aradım, nihayet genci, Dicle nehri kıyılarında buldum ki, önüne tere koymuş, onlan yiyor.

    Genç benim geldiğimi görünce, başını kaldırarak:

    – Ey Cüneyd! Camide benim hakkımda kötü düşündüğün için, tevbe edip pişmanlık duydun mu? diye sordu. Ben:

    – Evet ! dedim…

    Hakkında konuştuğum genç, bana:

    – O halde üzülme git ! dedi ve şu Ayeti Kerimeyi okuyarak kayboldu: «Ve O Zattır ki kullarından tövbeyi kabul eder, günahlarını afv eder ve ne yaptıklarını bilir.»

    ***

    DEVENİN AĞLAMASI

    Allah’ın Resulü, Ensar ‘ dan bir kimseye ait bir bahçeye girmişti. Orada bir deveye rastladı . Deve Peygamber aleyhisselamı görünce, inledi ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Bunun üzerine Resulullah aleyhisselam devenin yanına gelip ensesini, yahut kuyruğunun üst tarafını okşadı, deve de sustu. Allah’ın Resulü:

    – Bu devenin sahibi kim, bu deve kimindir? diye sordu. Ensar ‘ dan bir genç gelip:

    – Benimdir, ey Allah’ın Resulü, dedi. Peygamber aleyhisselam:

    – Allah’ın sana mülk olarak verdiği bu hayvan için Allah’tan korkmuyor musun? çünkü bu hayvan bana, senin kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu söyleyerek senden şikayetçi oldu, buyurdu.

    ***

    ŞEYTAN ABİDİ YOLDAN NASIL ÇIKARDI

    Kendine ait zaviyede Allahü Tealaya ibadetle meşgul olan bir abid vardı. Bir kadına da bir hastalık arız olmuştu. Kadının kardeşleri, kendisini, tedavi olur ve şifa bulur ümidiyle bu adamın yanına bırakmışlardı.Zamanla kadın abidin nefsine hoş göründü ve tuttu zina etti. Kadın bu beraberlikten hamile kalmıştı. Derken Şeytan geldi, ne yapacağını şaşıran abide;

    -“sen, bu kadını öldür, aksi halde duruma vakıf olurlarsa onlar seni öldürürlen” diye vesvese verdi.

    Adam bunun üzerine kadını öldürüp gizli bir yere gömdü. Fakat sonra cinayet ortaya çıktı ve adamı tutup götürdüler. Giderlerken Şeytan yine geldi ve

    – “onu sana ho’ş gösteren ve zina ettiren ben idim, şimdi bana secde edersen seni kurtarırım.” dedi. O adam da secde etti ve dinden çıktı. Adamı yoldan çıkaran Şeytan,

    – “haberin, olsun ki ben senden beriyim, senin bulaştığına bulaşmam, senin mesuliyetine iştirak etmem.Çünkü ben alemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım” dedi. O kimseyi kendisine secde ettirip küfre sokarken korkmamıştı da aldatıp en büyük belaya soktuktan sonra Cehennem’deki azabı hatırlayıp korkacağı tutmuş “ben karışmam, ne halt edersen et” diyerek savuşuvermişti ki bu da bir şeytanlıktı.

    Sonra ikisinin de ebediyyen ateşte kalmaları kendilerinin akibeti oldu.

    BENİ HATIRLAYIN

    Onun kerametlerinden olmak üzre naklederler ki: Bir kafile insan, Ebu’l Hasen Harkanı (k.s.) Hazretleri’nin huzuruna gelerek:

    -” Yollar korkuludur, bize bir dua öğretiniz.” diye istirhamda bulunurlar. Cenab-ı Şeyh:

    -“O vakit Ebü’I-Haseni hatırınıza getiriniz.” buyururlar. Hz. Şeyhin bu hikmetli sözü onların hoşlarına gitmez. Yolda eşkiya zuhur ederek hepsinin mal ve metalarını alırlar. Yalnız Hazreti Şeyhi hatırına getiren bir kimsenin malına hiç zarar gelmez. Bu hale arkadaşları taaccüb edip sebebini sorarlar. O da:

    -“Şeyh Ebü’I-Hasen’i hatırladım ve selamette kaldım.” cevabını verir.Bunun izahını Ebu’l Hasen Harkani (k.s.) Hazretleri şöyle yapar:

    -“Evlatlarım! Günah kirleri ile dolu kimsenin dua ve niyazı Allah’a ulaşmaz. Siz dua ettiniz ulaşmadı. Bu arkadaşınız bana, ben de Allah’a yalvardım. işte onun için o kurtuldu. Çünkü duası Allah’a ulaştı.

    ***

    ALLAH İÇİN SEVMEK

    Ebu Hureyre radıyallahü anh Peygamber aleyhisselamın şöyle buyurduğunu anlatıyor:

    Bir adam başka bir beldede bulunan bir arkadaşını ziyaret etmek maksadıyla yola çıkmıştı. Allahü Teala, adamın yolunda bir melek vazifelendirip, bekletti. Adam, o melekle karşılaşınca melek kendisine:

    – Nereye gidiyorsun? diye sordu. Adam:

    – Şu beldede bir din kardeşim var, onu ziyaret için gidiyorum, diye cevap. verdi. Melek:

    – Onunla alakalı yapacağın bir vazife mi var? diye sordu. Adam:

    – Hayır, öyle bir şey yok, Allah için kendisini sevmemden başka bir işim yok , dedi.

    Bunun üzerine o melek:

    – Ben, senin o din kardeşini Allah için sevdiğin gibi, Allah’ın da seni sevdiğini sana bildirmek üzere vazifelendirilen Allah’ın elçisiyim, dedi.

    ***

  300. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 11:34 am

    YAZIYA HÜRMET

    İmam-ı Rabbani Hazrerleri’nin (k.s.) talebelerinden Muhammed Haşim-i Kişmi anlatıyor: .

    -“Birgün Hazreti imam’ın huzurunda oturuyordum. Ma’rifetleri yazıyordu. Aniden bevl sıkıştırması sebebiyle kalkıp helaya gitti. Fakat hemen sür’atle dışarı çıktı. Böyle sür’atle helaya girip, hemen aceleyle dışarı çıkmalarına hayret ettim. “Acaba bunun sebebi nedir?” dedim. Heladan çıkar çıkmaz su ibriğini istedi ve sol elinin baş parmağının tırnağını yıkadı ve ovaladı. Sonra tekrar helaya girdi. Bir müddet sonra çıkınca buyurdu ki: “Bevl sıkıştırdı, acele ile helaya girdim ve oturdum. Gözüm tırnağımın üzerine gitti. Üzerinde siyah bir nokta vardı. Kalem yazıyor mu diye kontrol etmek için bunu yapmıştım. Halbuki, o nokta Kur’an-ı Kerim’in harflerini yazarken kullanılırdı. Orda oturmağı doğru görmedim ve edebe riayete uygun bulmadım. Bevl sıkıştırmasından dolayı sıkıntı çektimse de, bu sıkıntı, bir edebi terketmenin vereceği sıkıntının yanında çok az göründü. Dışarı çıktım. O siyah noktayı yıkadım ve tekrar içeri girdim.

    ***

    YENİMİ SALLASAM

    Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretleri’nin müridlerinden biri şöyle anlattı:

    – Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretlerine sevgimin, onunla sohbetimin sebebini anlatayım da dinleyin:

    – Buhara çarşısında bir dükkanım vardı; ben de orada bulunuyordum. Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretleri benim dükkanıma geldi, oturdu.Bayezid-i Bestami’nin menkıbelerini anlatmaya başladı. Sonunda şöyle dedi:

    – Bayezid-i Bestami’den anlatılan menkıbeler arasında, onun şöyle deyişi vardır:

    – Elbisemin bir yanı birine değecek olsa, beni sever; benim sevgimle dolar. Artık peşimden ayrılmaz. Ben de şöyle diyorum:

    – Yenimi sallasam; Buhara halkının büyüğü küçüğü benim sevgime dalar, şaşkına dönerler. Evlerini ve dükkanıarını bırakırlar; bana tabi olurlar.

    Bundan sonra mübarek elini yeninin üzerine koydu. O sırada gözüm onun yenine ilişti. O anda bana bir hal oldu, kendimden geçtim.Uzun bir süre öyle kalmışım. Ayıldığım zaman, onun sevgi ve saltanatı beni sardı. Evi de bıraktım, dükkanı da.. Onun hizmetine girdim.

    ***

    VEFATINDAN SONRA

    Nakledilir ki, bir defasında Mekke-i mükerremeden ve Medine-i münevvereden tasavvuf ehli kimseler, bir cemaat halinde Buhara’ya geldiler. Buhara’da Suhari köyüne gitmek istediklerini söyleyerek, bu köyü sordular. Bunun üzerine kendilerine; “Siz nereden geliyorsunuz ve bu köyü niçin soruyorsunuz?” dediler. Onlar da Mekke ve Medine’den geldiklerini, Suhari köyünü sormalarından maksadıarının, orada ikamet etmekte olan Seyyid Emir Kilal (k.s.) Hazretlerini ziyaret etmek ve onunla görüşmek olduğunu söylediler. Buhara’da görüştükleri kimseler onlara; “Malesef, Seyyid Emir Kilal (k.s.) Hazretleri vefat etti.” dediler. Gelenler; “Madem mübarek yüzünü görmek nasib olmadı, bari oğullarıyla görüşelim.” dediler. Bu maksadla Suhari köyüne gittiler. Seyyid Emir Kilal (k.s.) Hazretlerinin oğulları, onlarla görüşüp sohbet ettiler. Onlara;

    -“Babamız Mekke ve Medine’ye hiç gitmemişti. Siz onu nereden tanıyorsunuz?” dediler. Gelenler;

    -“Biz de buralara hiç gelmedik. Fakat biz Emir Kilal Hazretlerini Kabe’de gördük. İki üç seneden beri hac mevsiminde bizimle beraber Kabe’yi tavaf ederdi. Mekke ve Medine’de pekçok kimse ona biat edip talebe olmuştu. Fakat bu sene Kabe’ye gelmedi. Merak edip, ona olan muhabbetimiz ve hasretimiz sebebiyle görmeye gelmiştik, fakat nasib olmadı.” dediler. Böylece, Emir Kilal Hazretlerinin, kerametle, her sene hac mevsiminde, bulunduğu beldenin halkı farkına varmadan Kabe’ye gittiği anlaşıldı. Gelen ziyaretçiler, daha sonra Emir Kilal Hazretlerinin kabrini ziyaret edip, dua ettiler. Sonra da oğullarından müsaade, alarak Suhari köyünden ayrıldılar.

    ***

    ZİNDANDAKİ SULTANZADE

    Zamanın padişahı sultanzadelerin birini, zindana attırdı. Hatta Padişah onun öldürülmesini istiyordu. O zavallı her tarafa başvurdu. Evliyadan da yardım istedi. O sırada İmam-ı Rabbani (k.s.) Hazretleri Akra’ya gelmişlerdi. Zindanda üzgün bir halde bulunan bu zat, İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s.) eski talebelerinden biri vasıtası ile kendisinin kurtulması için, hususi teveccüh ve dua etmesini rica etti. Bu talebe gelip tam bir yalvarma ve ısrar ile, o zatın isteğini arzetti. Hazreti imam o gece teveccüh eyledi. Sabahleyin buyurdu ki:

    -“Ona müjde ulaştır ki, ölümden kurtuldu. En kısa zamanda hapisten de çıkacak. “O talebe sevinçle bu haberi ona götürdü. Fakat Sultanzade, ızdırabının ve üzüntüsünün çokluğundan bu habere tam inanamadı. Allahü Teala’nın veli kullarından bir başka zatdan da teveccüh ve dua istedi. O veli de;

    -“Üzülmesin! Gördüm ki; Nakşibendi büyüklerinden birinin çengeli geldi, onun balığını, helak girdabından çıkardı” dedi. Sultanzade o günlerde hapisten çıktı. imam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s.) talebelerinden oldu. Bu işe vasıta olan o zat anlatır: “Hazreti imam onun kurtulacağını buyurduğu zaman;

    -“Gününü söylemeyince, gönlü rahat etmiyor” dedim. Buyurdular ki:

    -“Yarın çıkacak.” Söyledikleri gibi oldu. Ertesi gün hapishaneden kurtuldu.”

    ***

    ZAMANIN GELMEDİ Mİ

    Muhammed Bahaüddin Şah Nakşibend (k.s.) Hazretleri, bir başka halini de şöyle anlatıyor: .

    – Hakiki manada uyanışım, dönüşüm şöyle olmuştu: Sessiz bir yerde bir arkadaşımla oturmuş, onunla konuşuyordum. Konuşmamı onun yüzüne baka baka yapıyordum. Tam bu sırada şöyle bir ses duydum:

    – Senin, henüz bize tam dönme zamanın gelmedi mi? Bu söz üzerine büyük bir hale kapıldım. Hemen bulunduğum yerden koşarak çıktım; orada duracak halim kalmamıştı. Oraya yakın bir yerde su vardı; o suda boy abdesti aldım. Elbisemi de yıkadım. iki rekat namaz kıldım.Aradan nice seneler geçti; Onun gibi iki rekat namaz kılmak istedim ama mümkün olmadı.

    ***

    HAKK’LA MEŞGULİYET

    Şöyle anlatıldı:

    – Müridlerinden biri, Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretlerine selam verdi; ancak selamına karşılık alamadı; bu sebeple de içi burkuldu. Durumu kendisine anlattıkları zaman şöyle dedi:

    – Benim namıma ondan özür dileyiniz. O anda bütün varlığımla kendimi Cenab-ı Hakk ‘ ın kelamını dinlemeye vermiştim. Cenab-ı Hakk’ın kelamı beni halkın selamından aldı.

    ***

    ABDÜLKADİR GEYLANİ (K.S.) HAZRETLERİ VE ŞEYTANIN HİLESİ

    Abdülkadir Geylani (k.s.) Hazretleri anlatıyor:

    Henüz tasavvufa yeni süluk etmiştim. Bir akarsu kenarında ibadetle meşguldüm. Gökyüzünden bir nida geldi.

    – “Ey Abdülkadir! Hazır ol sana tecelli edeceğim. ”

    Bu ses gelir gelmez etrafımda ne kadar ağaç taş varsa hepsi secdeye vardı. Ben bu hal karşısında hayrette kaldım. Ve düşündüm ki, Hak Teala Hazretleri mekandan münezzehtir. Bu ses ise gök tarafından geliyor. O halde şeytanidir. Bu düşünce ile ondan yüz çevirdim ve defetmek istedim. Tekrar:

    -” Ey Abdülkadir! Ben senin Yüce olan Rabbinim. ” diye nida geldi. Her şey yine secdeye kapandı. Bunlara asla iltifat etmedim. Zikre devam ettim. ”

    Bunun üzerine gökten siyah bir şey parça parça olarak yanıma düşüverdi. Meğer Şeytan-ı laıyn imiş. Etrafımda olup secdeye kapanan ağaçlar ve taşlar onun avenesi, yardımcıları imiş. Ağaç ve taş şekline girerek beni sapıttırmaya gelmişlermiş. Hepsi dağılıp gittiler. Şeytan-ı laıyn de bana dedi ki:

    -Yürü var git! ilmin bereketleri ile şerrimden kurtuldun, diyerek yanımdan firar etti.

    ***

    KIPÇAKLARIN İSTİLASI

    Şöyle anlatıldı:

    – Bir keresinde, Buhara şehrini Kıpçak askerleri sarmıştı. Bu yüzden, Buhara halkı, çok sıkıntıya düştü, çokları da öldü.Buhara valisi, Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretlerine bir elçi yolladı ve durumunu şöyle bildirdi:

    – Biz, düşman karşısında tamamen aciz kaldık. Bütün tedbirlerimiz bozuldu. Sebepler tükendi. Sığınacağımız bir yer de kalmadı. Ancak siz varsınız. Allahü Teala’ya dua edin ki, Müslümanlar, onların elinden kurtulsunlar. Şimdi yardım vaktidir; elden tutma zamanıdır.

    Gelen elçiye şu haberi verip bekletti:

    – Bu gece, Allahü Teala’ya yalvarıp yakaracağız; görelim neler edecek ..

    Tanyeri ağardığı zaman, elçiye şu haberi verdi:

    – Altı gün sonra, bu belanın kalkacağına dair müjde aldım. Git, valinize bu durumu bildir.Buhara halkı bu haberi duyar duymaz çok sevindi. Altı gün sonra durum dediği gibi oldu. Düşman ordusu Buhara’nın kuşatmasını bıraktı; çekip gitti.

    ***

    ARŞI BAŞI ÜSTÜNDE TAŞIDI

    Bayezıd-i Bestami (k.s.) Hazretleri, vefat ederken, kendisini sevenlerden Ebu Musa ismindeki zat yanında bulunamamıştı. Fakat o gece rüyasında; “Arşı, başı üzerine alıp taşıyordu.” Bu rüyaya çok hayret edip, hikmetini anlayamadı ve bunu Bayezid-i Bestami (k.s.) Hazretlerine sormak için yola düştü. Yolda, Bayezid-i Bestami’nin vefat ettiğini haber aldı. Bestam’a geldiğinde cenaze merasimi için, hesabı mümkün olmayan fevkalade bir kalabalık gördü. Tabutunu taşımakla şereflenmek için yanaşmaya çalıştı. Fakat yanaşıp da tabutu taşımak mümkün olmuyordu. “Gördüğüm rüyayı unutmuş vaziyette, Hazret-i Bayezıd’in tabutunu taşımakla şereflenmek istiyordum. Bu mümkün olmayınca tabutu taşıyanlar arasından meşakkatle, sıkıntı ile geçip tabutun altına girdim ve tabuta başımı dayayıp öylece gidiyordum. Birden tabutun içinden bana şöyle hitap ettiğini duydum:

    -“Ey Ebu Musa! işte şu bulunduğun hal akşamki gördüğün rüyanın tabiridir.”

    ***

    BÖBÜRLENME

    Muhammed ibn-i Semmak Abbasi halifelerinden birisinin huzuruna girdi. Halife, bir bardak ile su içiyordu. Bu sırada halife ibn-i Semmak’a:

    – Bana öğüt ver, dedi. ibn-i Semmak:

    – Sen şiddetli susuzluğa yakalandığın vakit, bu suyu ancak sana bütün servetin karşılığında verecek olsalar ne yapardın? diye sordu. Halife:

    – Bütün servetimi verir, bu suyu alırdım, dedi. Bunun üzerine ibn-i Semmak:

    – O halde, bir bardak su değerinde olan servetinle sakın böbürlenme! dedi.

    ***

    CÜNEYD-İ BAĞDADİ HAZRETLERİ İLE 20 YIL

    Şeytan Aleyhilla’ne hizmetçi bir derviş kıyafetinde Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerine geldi ve hizmetine girmeyi teklif etti. Tam 20 sene hizmet etti. 20 sene sonra ayrılıp giderken: ‘

    -“Beni tanıyor musun?” diye sordu. Hazreti Cüneyd:

    -“Tabi! Yanıma ilk girdiğin anda seni tanımıştım. Sen Ebu Mürre iblisin ta kendisisin.” iblis hayret etti ve son atışını yaptı:

    -“Senin derecene çıkmış birini görmedim,” deyince Cüneyd Hazretleri:

    -“Defol mel’un! Yanımdan ayrılmadan beni böbürlendirip dinimi mahvetmek mi istiyorsun? dedi.

    ***

    İNGİLİZLERİN HAİNLİĞİ

    Mekke Şerıfi Hüseyin’in ingilizlerle anlaşarak Osmanlı imparatorluğuna ihanet ettiği Birinci Dünya Harbi yıllarında, Salahuddin ibn-i Mevlana Süracüddin Hazretleri, son haclarını ifa etmek üzere Mekke-i Mükerreme ‘ de bulunuyorlardı. Şeriflik iddiasındaki bu hain, kendilerinin pek çok kerametlerini duymuş ve itibar edilir bir zat olarak tanımıştı.

    Bu münasebetle kendisinden korkarak hapsettirdi. Kapılara kalın zincirler vurdurdu. Salahuddin Hazretleri kalın zincirleri kırmak suretiyle hapishane kapısını açıp çıkmak kerametini gösterdiler. Ve ertesi gün Altun oluk üzerine çıkıp Evrad-ı Fethiye okumaya başladılar. Şerif Hüseyin tekrar yakalatarak, bu sefer çok daha sıkı tedbirler aldırdı. Ve tekrar hapishaneye koydurdu.

    İbn-i Mevlana Süracüddin Hazretleri zincirleri tekrar parçalayıp hapishaneden çıktı. Bunu duyan Şerif Hüseyin memlekete kaçmaması için çok sıkı tedbirler aldırdı. Bütün yollar tutuldu. Bütün bunlara rağmen Salahuddin Hazretleri, Cidde’den hareket eden bir gemiye aile efradı ile birlikte binerek memleketine dönmek üzere yola çıktı. Bu haber duyulunca gemi tepeden tırnağa arandı. Fakat buna rağmen gemide bulunamadı.

    Hazret-i Pir (k.s.) baştan sona kadar aranan gemi ile memleketine sağ-salim döndüler. ingilizler tarafından, geminin yanaşacağı limana, bulunup yakalanması için telgrafla emirler verildi ise de yine bulunamadı. Şerif Hüseyin kendilerini buldurmak için bütün Hicazı al-üst etti. Bunu bildikleri için ona şu manalı telgrafı çektiler:

    – Sağ salim memleketime döndüm; boşuna zahmet çekmeyiniz.

    ***

    ÖFKE İLE PİŞİRİLEN YEMEK

    Muhammed Bahaüddin Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretleri bir gün Gazyut’a gitmişti. Müridlerinden biri, orada kendisine yemek getirdi. O yemeğe baktı, şöyle dedi:

    – Bunu yapan kimse, hamurunu yuğurmasından, pişirip bu hale getirinceye kadar hep öfkeli idi; böyle bir yemeği yemek bize yakışmaz. Bu gibi hallerle yapılan yemekte hayır yoktur; bereket yoktur. O yemeğe şeytan yol bulup girmiş, ondan nasıl iyi netice alınabilir!

    ***

    SICAK EKMEK

    Seyyid Emir Kilal (k.s.) Hazretleri bir ev yaptırmakta idi. Bu binanın inşası için pekçok kimse toplanmış çalışıyordu. Bir gün Emir Kilal, aniden evine gitti. O gidince, orada çalışanlar dediler ki:

    -“Emir Kilal gerçekten veli ise, bizim her birimize birer sıcak ekmek verir.”

    Bir müddet sonra Seyyid Emir Kilal (k.s.) Hazretleri geldi. Yanında hiçbir şey yoktu. Yerine oturunca, binanın inşasında çalışanlardan bazıları birbirine;

    -“Eğer veli olsaydı, bizim arzu ettiğimiz şeyi getirirdi.” diyerek, aralarında konuşmaya başladılar. Daha sonra onlar böyle konuşurlarken, Emir Kilal hemen ayağa kalkıp;

    – “Ey tahammülsüzler, işte istediğiniz!” diyerek, elini koltuğunun altına sokup, her birine sıcak bir ekmek çıkarıp verdi. Onlar da söyledikleri sözlerden dolayı pişman olup, tövbe ettiler. Bundan sonra, Seyyid Emir Kilal (k.s.) Hazretleri onlara buyurdu ki:

    -“Ey dostlarım, biz arzu ederiz ki, siz bizden ahireti, ahirette kurtulmayı taleb edesiniz.Nefsinizin isteklerini terkediniz ki, ahirette utanıp, mahcub olmayınız. Eğer şükrederseniz, Allahü Teala size her istediğinizi ihsan eder. Bu dünyada ne yaparsak ahirette onun karşılığını bulacağız. Ey dostlar, dikkat ediniz ve uyanık olunuz! Bir kimse heva ve hevesinden vazgeçmedikçe, tuzağına av düşmeyen ve eli boş kalan avcı gibidir. Eğer insan, Allahü Teala’yı unutur, gaflete dalarsa, belaya ve musibete düşer. Ne yazık ki, ömür bitmek üzere olduğu halde, insan dünyalıklara dalmış, nefsinin esiri olmuş ve ahiret yolculuğunu unutmuş, ihmal etmiştir.”

    ***

    BÜYÜKLERE İKRAM

    Şeyh Ebu Abdullah-ı Dineveri Hazretleri ömrünün son yıllarında seyahata çıkmıştı. Seyahat esnasında Vadiürl – Kur’a denen yere vardı.Orada bir mescide yerleşti. Yorgunluk ve ihtiyarlık sebebiyle daha fazla yürümeğe mecali kalmamıştı. Orada ona hiçbir yiyecek vermedikleri gibi evlerine de müsafir etmediler. O mübarek, bir gece yatsı namazından sonra yine aç susuz mescidde kalakaldı. Cenab-ı Allah ömrünü tamamlamıştı. O gece mescidde vefat etti. Sabahleyin gelen cemaat ona kefen hazırlayıp, cenaze namazını kılarak defnettiler. Fakat bir Allah dostunu gücendirmişlerdi. Onlardan tabii ki Allah da razı olmayacaktı. Ertesi gün, mescide geldiklerinde o garip yolcuyu sarıp defnettikleri kefeni mihrapta buldular. Üzerinde bir parça kağıda şöyle yazılmıştı :

    – Benim dostlarımdan birisi size geldi. Siz onu müsafirliğe kabul etmediğiniz gibi yemek bile vermediniz. Benim dostum sizin bu merhametsizliğiniz yüzünden açlıktan mescidde vefat etti. Bizim sizin kefeninize ihtiyacımız da yoktur.

    ***

    ALLAH’IN MERHAMETİ

    Hazreti Ömer radıyalIahü anh ‘ ten şöyle anlatılır:

    Peygamber aleyhisselama bir kısım esirler getirildi. Aralarından bir kadın esir, bir şeyi arar halde telaş içerisinde koşuyordu.Esirlerin arasında bir çocuğu bulur bulmaz onu bağrına bastı ve emzirmeye başladı. Bunun üzerine Peygamber, aleyhisselam:

    – Bu kadının evladıını ateşe atmasını düşünebilir misiniz? diye sordu. Biz de:

    – Hayır, valIahi, atmamaya gücü yettikçe atmaz, dedik. Peygamber aleyhisselam:

    – İşte, AlIahü Teala, bu kadının çocuğuna karşı olan merhametliliğinden kulIarına karşı daha merhametlidir, buyurdu.

    ***

    KERAMET GÖSTERMEKTEN HAYA ETT İ , UTANDI

    Abdülkadir Geylani Hazretleri (k.s.) anlatıyor;

    – Cenabı Hakk ‘ ın yardımı ile bir ara bütün varlıklardan yüz çevirdim.Her şeyim Allah için oldu. Sahralarda cezbe halinde kendimden geçmiş olarak dolaşırdım. Kendime geldiğimde kendimi bulunduğum yerlerden çok uzaklarda bulurdum. Bir gün bu halde bir saat kadar yürümüştüm.Sonra kendimi Bağdat’a on iki günlük uzaklıta bir yerde buldum. Düşünceye daldığımda bir ses bana; “Sen Abdülkadir’sin buna hayret mi ediyorsun?” dedi.

    Sahralarda dolaşırken “Ol” sözü ile ihsan olundum. Allahü tealanın,izni ile istediğim olurdu. Bunun için çok yiyecek buldum. Dağdan bir parça koparırdım helva olur yerdim. Kuma denizsuyu dökerdim tatlı su olurdu. Sonra böyle yapmaktan haya ettim. Allahü Teala ‘ ya karşı edebi gözeterek hepsini terk ettim. (Çünkü dünyada Allahın dünya kanun ve nizamlarına uyarak yaşamak esastır)

    ***

    NAMAZDA ÇIKARILAN OK

    Hazreti Ali (radıyallahü anh) namaza durunca alem altüst olsa haberi olmazdı. Derler ki: Bir harbde mübarek ayağına ok gelmiş, demir kısmı kemiğe işlemişti. Bu yüzden okun demirini çekemediler. Cerraha gösterdiler. Cerrah:

    – Sana aklı gideren, bayıltan ilaç vermeli ki ancak o zaman demir çekilir. Yoksa, bunun ağrısına tahammül edilemez, dedi. Emirü’I Mü’mi­nin:

    – Bayıltıcı iIaca, ne lüzum var, biraz sabredin, namaz vakti gelsin,namaza durunca çıkarın buyurdu.

    Namaz vakti geldi. Hazret-i Ali namaza başladı. Cerrah da Emir Hazretlerinin mübarek ayağını yarıp demiri çıkardı. Yarayı sardı. Hazretİ Ali namazını bitirince cerraha:

    – Demiri çıkardın mı? buyurdu. Cerrah:

    – Evet çıkardım, dedi. Hazret-i Ali:

    – Hiç farkına varmadım, buyurdu.

    ***

    OTUZ YILLIK EKMEK

    Şeyh Ebu Said Ebu’l Hayr (k.s.) Hazretleri, daha henüz küçükken babası onu almış Cuma namazına götürmekte idi. Yolda zamanın manevi reisi Şeyh Ebu’l Kasım Hazretlerine rastladılar. Ebu’l Kasım Hazret­ Ieri, Ebu’l Hayr’ın babasına :

    – Bu çocuk kimindir? diye sordu. O da :

    – Bizdendir ya Şeyh! dedi.

    Şeyh Ebu’l Kasım Hazretleri onların yüzüne, bakarak gözleri yaşardı. Sonra da Ebu’l Hayr’ın babasına:

    – Ya Ebu’l Hayr, bizim dünyadan gitme zamanımız gelmiştir, fakat makamı boş görerek üzülmüştüm. Şimdi senin çocuktan öyle anlıyorum ki, müslümanlar istifade edecek derecede manevi kabiliyet var. Cuma namazından sonra bu çocuğu bizim eve getir, dedi.

    Namazdan sonra Ebu Said Ebu’l Hayr’in babası çocuğunu alarak Şeyh Kasım’ ın evine getirdi. Şeyhin dergahına girdiler… Dergahta kışlık yiyeceklerin konduğu yüksekçe bir yer vardı. Şeyh oraya bir ekmek koymuştu . Çocuğun babasına:

    – Oğlunu omuzuna al da o yukarıdaki ekmeği indirsin, buyurdu. Babası oğlunu omuzuna alıp kaldırdı.Daha küçük yaşta olan Ebu Said Hazretleri elini uzatıp 30 yıllık ekmeği aldı ve yere inip Şeyhe verdi. Ekmek sıcacıktı.Şeyh Ebu’l Kasım Hazretleri ekmeği aldığı zaman gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Ağlayarak ekmeği ikiye böldü, bir parçasını o anda henüz çocuk olan Şeyh Ebu Said Ebu’l Hayr Hazretlerine verdi, bir parçasını da kendisi yedi. Ona da yemesini emretti. Babasına hiç vermedi. çocuğun babası:

    – Ya Şeyh, bu teberükten bir parça da (arpa ekmeği) bize nasip olmayacak mı? dediğinde, Şeyh Ebu’l Kasım Hazrerleri şöyle dedi:

    – Ya Ebu’l Hayri ! Otuz senedir, bu ekmek bu makamda durmakta idi. Bana bu ekmek kimin elinden sıcak olarak gelirse ondan alemin istifade edeceği vadedildi. Bu vaadin tamamı senin oğlunda olsa gerektir. O zatın senin oğlun olması şeref olarak sana yetmez mi? buyurdu:

    Böylece Ebu’l Kasım Hazretleri kendi yerine nasbedeceği Büyük Veliyi bulmuş oldu. (Kaddesellahü Sırrahüm)

    ***

    BOSTANINI SULA

    Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretlerinin müridlerinden biri şöyle anlatır: Kasr-ı Arifan’da bir bostan ektim. Fakat sular kesildiğinden bostanı sulayamadım. Hace Hazretleri o günlerde bostanıma geldi ve buyurdu ki;

    – Bostanı sulama vakti geldi.

    Ben de:

    – Evet efendim sulama vakti geldi, fakat sular kesildi, dedim. Hace Hazretleri buyurdular:

    – Cenab-ı Hak sana su vermeye kaadirdir, hemen su yollarını aç” Ben de acele ile su yollarını açtım ve o gece sabah oluncaya kadar bekledim. Sabah vakti su geldi, Bostanımı suladım. Hatta bir miktar soğan ve sarımsak vardı, onları dahi suladım. Daha sonra su kesildi. Acaba dağlara yağmur mu yağdı diye düşündüm. Gidip ırmağa baktım, fakat sudan eser görmedim. Acaba bu su nereden geldi de ben bostanımı suladım diye hayretler içinde kaldım. Sonra Hace Hazretlerinin ziyaretine gittim. Bana buyurdular ki;

    – Bostanını suladın mı?

    – Evet suladım dedim.

    -Peki su kesilince ne yaptın? dedi.

    -Irmağa gittim. Baktım ki sudan eser yoktu. Bu suyun nereden geldiğine taaccüb ettim. Bunun üzerine Hace Hazretleri:

    -Bu bir sırdır, sen bu sırrı gördün, ağzını tut,buyurdular.

    ***

    20 SENE ÖNCEKi RÜYA

    Hazret-i Ebu Bekir ( r. a.) Efendimiz, islamiyeti kabul etmeden yirmi sene önce, bir rüya görmüştü: “Gökten dolunay inip, Ka’be-i muazzama’ya gelmiş ve sonra, parça parça olmuş. Parçalardan her biri Mekke evlerinden biri üzerine düşmüş, sonra bu parçalar bir araya gelerek gök yüzüne yükselmişti. Hazret-i Ebu Bekir’in ( r. a.) evine düşen parça ise, gök yüzüne yükselmişti. Hadiseyi gören Hazret-i Ebu Bekir ( r. a.) hemen evin kapısını kapamış sanki bu ay parçasının gitmesine mani olmuştu. ”

    Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) heyecanla rüyadan uyanmış, sabah olunca, hemen yahudi alimlerinden birisine koşup, rüyasını anlatmıştı. O alim cevabında: “Bu karışık rüyalardan biridir, onun için tabir edilmez” demişti. Fakat bu rüya, Hazret-i Ebu Bekir ( r. a.) zihnini kurcalamaya devam etmiş, yahudinin cevabı, O’nu tatmin etmemişti. Nitekim ticari seyahatlerinden birinde, yolu Busra’ya uğramıştı. Gördüğü rüyanın tabirini Rahip Bahira’dan istemiş ve aralarında şu konuşma geçmişti:

    – Sen neredensin?

    – Kureyş ‘ tenim

    – Mekke’de bir peygamber ortaya çıkıp hidayet nuru Mekke ‘ nin her yerine ulaşacak. Sen hayatında onun veziri, vefatından sonra da halifesi olacaksın. Çabuk, şimdi O’na ulaş. Şu anda vahy geldi. Musa aleyhisselamın da Rabbi olan Allah hakkı için, herkesten önce ona iman et !

    Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) bu rüyasını ve tabirlerini, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) peygamberliğini açıklamasına kadar kimseye söylememişti.

    Peygamber Efendimiz (s.a.v.) peygamberliğini açıklayınca, Hazret-i Ebu Bekir ( r. a.) hemen Peygamber Efendimiz (s.a.v.)e koşup,

    – Peygamberlerin, peygamberliklerine delilleri vardır, senin delilin nedir? “diye sual etmişti.

    Peygamber Efendimiz (s.a.v.) :

    – Peygamberliğime delil, o rüyadır ki, bir yahudi alimden tabirini istedin. O alim karışık rüyadandır, itibar edilmez dedi. Sonra Bahira rahip doğru tabir etti. Ey Ebu Kuhafe ‘ nin oğlu ! Seni Allahla ve Resulüne davet ediyorum.” buyurmuştu. Bunun üzerine Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) Efendimiz :

    – Şehadet ederim ki, sen Allahü Teala’nın Resulüsün ve senin peygamberliğin haktır ve cihanı aydınlatan bir nurdur, diyerek, tasdik edip müslüman olmuştu.

    ***

    KIYAMETTE İLK SORGU ÜÇ KİŞİYE

    Ebu Hureyre radıyallahü anh’den anlatılır:

    ResulüIlah aleyhisselam şöyle buyurdu:

    Kıyamet gününde üç kişi ilk olarak sorguya çekilir:

    Birincisi, cihad esnasında ölen kimsedir ki, Allah’ın huzuruna getirilir ve Allah , kendisine verilmiş olan nimetleri önüne serer. O da,bunlara nail olduğunu itiraf eder. Bunun üzerine Allah kendisine:

    Bu mazhar olduğun nimetler içerisinde ne yaptın? diye sorar. O da:

    Senin yolunda şehid oluncaya kadar savaştım, cevabını verir. Allah Teala:

    Yalan söylüyorsun; sen yiğit desinler diye savaştın ve sana y iğit dediler de, der. Sonra meleklerin kendisini almalarını emreder ve yüz üstü sürüklendirilerek cehenneme atılır.

    İkincisi, ilim tahsil edip başkasına da öğreten ve Kur’an okuyan kimsedir ki, bu da Allah’ın huzuruna getirilir ve Allah kendisine verilmiş olan nimetleri bir bir sayar ve önüne serer. O da bunları tasdik eder. Ve Allah kendisine:

    Bu eriştiğin nimetler içerisinde ne yaptın? diye sorar. O da:

    İlim tahsil ettim, ilmi başkasına öğrettim ve senin rızan için Kur’an okudum. diye karşılık verir: Allah kendisine:

    Yalan söylüyorsun, sen ilmi, alim desinler diye öğrendin. Kur’an-ı da güzel Kur’an okuyan kişi desinler diye o kudun. Ve sana böyle dediler de, der. Sonra meleklere kendisini almalarını emreder ve yüz üstü sürüklendirilerek cehenneme atılır.

    Üçüncüsü de, Allah’ın kendisine bolluk verdiği, malların her çeşidini ihsan ettiği kimsedir ki. Allah’ın huzuruna getirilir ve Allah kendisine verilen nimetleri karşısına çıkarır. O da bütün bunların kendisine verildiğini kabul eder ve Allah sorar:

    Şu nail olduğun nimetlerle ne yaptın?der. O da:

    Verilmesini istediğin ne kadar yer varsa, hep o yerlerde ve o yolda,dağıttım, diye cevap verir. Allah Teala:

    Yalan söylüyorsun. Sen bütün bunları kendine ” ne cömerd adam! ” dedirtmek için yaptın. Ve sana böyle dediler de, der. Sonra meleklere onu almalarını emreder . Ve yüz üstü sürüklendirilerek cehenneme atılır.

    ***

    MAĞARADAKİ KUŞ

    Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile Ebû Bekr “radıyallahü anh” o mağarada üç gün üç gece kaldılar. Ebû Bekr “radıyallahü anh” o mağaranın tavanında bir kuş gördü ki, yerinden hareket etmeyip, birşey yimez ve su içmez. Ebû Bekr “radıyallahü anh” dedi ki, Yâ Resûlallah! Bu kuşa ben hayrânım. Zîrâ, biz bu mağaraya geleliden beri, bu kuş yerinden hareket etmedi. Bir nesne yimedi. Allahü teâlâ, kelâm-ı kadîminde [Kur’ân-ı kerîminde], (Allahü teâlânın rızk vermediği, yeryüzünde bir mahlûk yokdur.) buyurmuşdur. Ebû Bekr-i Sıddîk, böyle düşünürken, o hâlde hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm nâzil olup, havâda muallak durup, dedi ki, yâ Muhammed! Hak sübhânehü ve teâlâ sana selâm eder. Ve buyurur ki, Ebû Bekrin hâtırına geleni bilirim. O kuşa emr eyledim ki, Ebû Bekr ile konuşsun. Ebû Bekre söyle ki, o kuş ile söyleşsin; dedi. Resûl-i ekrem hazretleri, Ebû Bekre, hazret-i Cebrâîlin sözünü açıkladıkda, Ebû Bekr “radıyallahü anh” sevinip, ileri vardı. Dedi ki, Ey mubârek kuş! Allahü teâlâ hazretlerinin izni şerîfiyle, bana söyle ki, yiyeceğin ve içeceğin nedir. O kuş ağlayıp, bir zemân kendinden geçip, yere düşdü. Sonra ayılıp, kalkdı. Tebessüm ederek dedi ki, yâ Ebâ Bekr! Bana bundan süâl etme! Bu bir sırdır. Hak sübhânehü ve teâlâ ile benim aramda olan sırrımı kimsenin bilmesini istemem. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” dedi: Ey mubârek kuş! Eğer bana söylemeğe me’mûr oldun ise, söyle. Kuş dedi. Ma’lûmun olsun ki, hazret-i Âdem aleyhisselâm yaratılmazdan iki bin yıl evvel, Hak sübhânehü ve teâlâ beni halk etdi [yaratdı]. Yiyeceğimi ve içeceğimi iki kelime eyledi. Aç olduğum zemân birisini söylerim; tok olurum. Susuz olduğum zemân birini söylerim; kanarım. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki: O kelime nedir. Kuş dedi, o kelimenin biri budur ki, aç olduğum zemân sana buğz edene la’net ederim; tok olurum. Susuz olduğum zemân, sana muhabbet edene, istigfâr ederim, kanarım. Hazret-i Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, bunu işitip, ağladı. Ümmetinden ba’zıları şakâvet edip, hazret-i Ebû Bekre buğz edeceklerine mahzûn oldu.

    ***

    TESETTÜRE RİAYET

    Hicab ayetleri nazil olduktan sonra, tesettür farz kılınmışdı. Bunun üzerine Hz. Aişe, baş örtüsü ile bir tek gözünden başka, her tarafını gizlerdi. O, yüzden zaruret mikdarından başka bir yerin açılmaması ictihadında bulunuyordu.

    Tabiinden gözleri ama bulunan İshak, Hz. Aişe’yi ziyarete gelir ve huzura kabul olunurdu. Hz. Aişe validemiz, o geldiğinde başını örterdi.İshak:

    – ” Benim gözlerim ama bulunduğu halde, geldiğimde örtünmenizin sebebi nedir? ” dediğinde, Hz. Aişe:

    – ” Doğru, senin gözlerin görmüyor amma ben seni görüyorum ” cevabını vermişdi.

    Bir Hac sırasında, kadınlar kendisine gelip Hacer-i Esvedi ziyarete götürmek istediler. Hz. Aişe onlara:

    – ” Siz gidebilirsiniz. Fakat ben, erkeklerle birlikde tavafa giremem ” cevabını verdi.

    O evden dışarı çıkmaz; çıkdığı zaman da tesettürün en kamil şekline riayet ederdi. Peygamber zevcesi, diğer İslam hanımlarından ne kadar farklı ve üstün ise onun örtünme ciddiyeti de o kadar üstün bulunuyordu.

    ***

    NEDEN ÖNÜNDE YÜRÜYORSUN

    Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) Efendimiz ile Ebu Derda (r.a.) beraber bir yolda giderken, dar bir yere geldiler. Hazret-i Ebu Derda önde, Hazret­i Ebu Bekir (r.a.) Efendimiz arkada yürürlerdi. O sırada, karşıdan Resul-i Ekrem parlak ay gibi görünüverdi. Hazret-i Ebu Derda’ya:

    – Neden Ebu Bekir (r.a.)’in önünde yürüyorsun! Onun daha üstün olduğunu bilmiyor musun? Böyle gitmek edebe aykırı değil midir? ” buyurdu. Ebu Derda (r.a.) hatasını anlayıp tevbe etti.

    ***

  301. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 11:36 am

    BAHAÜDDİNE TABİ OL

    Şöyle anlatıldı:

    -ilim sahiplerinden bazıları, Şah Nakşıbend (k. s.) Hazretleri’nin müridlerinden oluşan bir toplulukla Irakla gittiler.İçlerinden biri şöyle anlattı:

    – Semman’a geldiğimiz zaman, orada şöyle duyduk:

    – Burada mübarek bir zat var. Onun adı şudur: Seyyid Mahmud Şah Nakşıbend (k.s.) Hazretlerine samimi duyguları var.Birlikte onun ziyaretine gittik. Şah Nakşıbend (k. s.) Hazretleri ile nasıl buluştuğunu, buluşma sebebini sorduk. Şöyle anlattı:

    – Rüyada Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa’yı gördüm. O değilse bile, büyük zatlardan biri idi.Kendisi güzel bir yerdeydi. Yanında da, heybetli biri duruyordu. Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa’ya sordum:

    – Sizinle sohbet şerefine eremedim. Zamanınızın uğurundan bereketinden faydalanamadım. Sizinle buluşup görüşemedim. Bu saadeti kaybettim; şimdi ben ne yapayım?Bu sorumu; tevazu, saygı ve edeple sormuştum; bana şöyle buyurdu:

    – Bana kavuşma bereketine, beni görme faziletine ermek istiyorsan,Bahaüddin’e tabi ol.

    Böyle dedikten sonra, yanında duranı işaret etti. Daha önce de, o yanında duran zatı hiç görmemiştim.Uyandıktan sonra bana verilen ismi, o zatın şeklini, bir kitabın arkasına yazdım.

    Aradan bir müddet geçmişti. Bezci dükkanında oturuyordum. Bir şahsı gördüm. Gayet nurlu ve heybetli idi. Geldi, o da dükkana oturdu.Onun yüzünü görünce, gördüğüm rüyayı, rüyadaki şahsın şeklini hatırladım. Aynısıydı.Bunun üzerine bana büyük bir hal geldi. O hal benden gittikten sonra ona:

    – Bizim fakirhaneye teşrif etseniz? dedim. O da kabul etti.Birlikte kalktık, o önde, ben arkada yürüyorduk. Evime gelinceye kadar hiç bir yere bakmadı. Onun bu hali, kendisinde gördüğüm ilk kerameti idi. çünkü, daha önce evimi hiç görmüş olamaz.Eve geldikten sonra, benim hususi odama girdi. Orada gizli bir dolap vardı. Kitaplarımı koymuştum. Mübarek elini uzattı, onların arasından bir kitap çıkardı, bana uzattı; sonra da şöyle dedi:

    – Bu kitabın arkasına ne yazmışsın?

    Bir de baktım ki; o kitap, rüyamı yazdığım kitap.Gününü, tarihini oraya işlemiştim.Aradan yedi sene geçmiş.Onun, bu durumu bilmesi, beni öncekinden daha da şaşırttı; büyük bir hale kapıldım.Bu halim de geçtikten sonra, beni lütufla karşıladı. Müridleri arasına girmemi kabul buyurdu. Kapısında hizmet şerefini bana bahşetti.

    ***

    HATEM-İ TAİ’DEN DAHA CÖMERT

    Cömertliği meşhur Hatem-i Tai’ye «senden daha cömert bir kimse var mı acaba?» diye sordular. O «evet! var» dedi, ve başından geçen bir hadiseyi şöyle anlattı:

    Birgün bir seferim zamanında bir gence misafir olmuştum. Genç fakir bir kimse olmasına rağmen bana bir koyun kesip hazırlattı. Önüme koyunun böbreği geldiğinde «ben koyunun böbreklerini çok severdim» dedim. Bir ara ev sahibi genç ortalıktan kayboldu. Biraz sonra baktım ki varı yoğu olan yedi koyununun yedisini de kesmiş böbreklerini hazırlamış, önüme getirdi.

    Ben şaşkınlık içerisinde kalmıştım… Çünkü biliyordum ki genç fakir bir kimse idi. “Niçin benim için varın yoğun olan yedi koyunu kestin. Ben sana böyle yap demedim. Sadece koyun böbreğini sevdiğimi söyledim.” dediğimde, bana şu karşılığı verdi: «Bana Tanrı misafiri gelmiş, hiç onun sevdiği bir şeyi ikram etmemem olur mu?» dedi.

    Gencin bu misafirperverliğine hayran kalmıştım, gözlerim yaşardı… diye anlattı.

    Hatem-i Tai’ye onun iyiliğine karşı sen ne yaptın diye sordular. O “derhal üç yüz deve, beş yüz koyun gönderdim” deyince, demek ki sen ondan daha cömertmişsin dediler. Hatem-i Tai: “Hayır! O benden cömert, çünkü o bana nesi varsa ikram etti, bense ona sadece malımın bir cüzünü gönderdim!” dedi.

    ***

    HAKARETLERE TEK KELİME İLE CEVAP VERMEDİ

    Muhammed Haşim-i Kişmi şöyle anlatmıştır: “Birgün camilerden birinin yanında talebelere ayrılmış bir odada oturuyordum. Bir talebe diğer bir talebe ile evliyanın halleri üzerine konuşuyordu. Bir ara bu talebelerden biri, Muhammed BakiBillah (k.s.) Hazretleri’nden bahsedip “Bu güne kadar çok yerler gezdim. Bu zamanda onun gibi nefsini terketmiş, cefalar çekmiş, kimse yoktur” diyerek şöyle anlattı:

    “Hace Kutbüddin hazretlerinin mübarek mezarlarının başındaydım. Aniden: “Muhammed BakiBillah (k.s.) Hazretleri geliyor” dediler. Mezara hizmet eden hizmetçi, mezara yakın bir yere, onlar için bir is­kemle ve üzerine minder ve örtü koydu. Muhammed BakiBillah (k.s.) Hazretleri için hazırladı. Muhammed BakiBillah(k.s.) Hazretleri daha teşrif etmeden önce, kendinden habersiz biri içeriye girdi. Gözü iskemleyi ve üzerindeki örtüyü görünce;

    -“Bu nedir ve kimin içindir?” dedi. Hizmetçi; Muhammed BakiBillah (k.s.) Hazretleri’ni göstererek;

    -“Gelen şu aziz içindir” dedi. O kendinden habersiz adam kızarak, kötü söyleyerek, Muhammed Baki Billah (k.s.) Hazretleri için bağırmağa, sövüp saymağa başladı. Bu sırada Hace Baki Billah

    Hazretleri içeri girdi. Söven kimse, onu görünce huzurunda, yüzüne karşı daha kötü sözler söyledi ve;

    -“Ey filan! Sen buna layık mısın ki, senin için buraya minder koysunlar?” dedi: Adam bağırıp çağırmaktan ter içinde almıştı.Muhammed Baki Billah (k.s.) Hazretlerinin orada bulunan talebelerinden bir çoğu, onu ikaz etmek istediler. Muhammed Baki Billah (k. s.) Hazretleri hepsini göz işareti ile bu işten vazgeçirip kötü sözler söyleyen o kızgın adamın yanına gidip, yumuşak ve tatlı bir ifade ile,

    -“Evet, senin dediğin gibidir, ben öyleyim, ben ona nasıl layık olurum, benim haberim olmadan bu işi yaptılar. Af ediniz efendim ve kalbinizi, bana karşı kötü düşünceden boşaltınız” deyip, kaftanlarının kolu ile o bağıran adamın alnının terlerini sildi. Sonra ona bir miktar para bile verdi. Böylece adamın öfkesi yatıştı. Bu hadiseyi nakleden kimse sonra şöyle dedi: “Ben o adamın bağırıp çağırmaları karşısında Muhammed BakiBillah (k.s.) Hazretlerinin halinde ve konuşmasında en ufak bir değişme görmedim.İşte o zaman yeryüzünde, melek sıfatı ile kimsenin bulunduğunu yakinen anladım.”

    ***

    İMAM-I AZAM’IN BABASI VE ELMA

    Mezhep imamımız İmam-ı A’zam hazretlerinin babası Numan bin Sabit Hazretleri gençliğinde birgün bir ark kenarında abdest alıyordu. Tam abdest almaya başlayacağı zaman ark sularına kapılıp gelen bir elma gördü. Elmayı nereden geldiğini ve haram veya helal olup olmadığını düşünmeden bir defa ısırdı. Hikmeti ilahi o ana kadar elmanın ne olduğunu düşünmeyen Numan, hemen hata ettiğini ve mutlaka elmanın sahibini bulup helal ettirmesi lazım geldiğini düşündü. Abdestini alıp namazını eda ettikten sonra suyun geldiği tarafa doğru gitmeye başladı. Elma elinde olduğu halde araya araya elmanın düştüğü bahçeyi ve sahibini buldu.

    Bahçenin sahibine meseleyi, anlatıp elmayı yanlışlıkla ısırdığını ve hakkını helal etmesini istedi. İmam-ı Azam hazretlerinin babasının bu hareketi elma sahibinin dikkatini çekmişti, hakkını helal edemeyeceğini, hakkını helal etmesi için bazı şartları olduğunu söyledi. Nu’man hazretleri ne isterse yapacağını yeter ki hakkını helal etmesini isteyip şartının ne olduğunu sordu. Elma sahibi hakkını helal etmesi için iki sene bahçesinde çalışması lazım geldiğini ve kendisine iki yıl hizmet etmesinin şart olduğunu söyleyince, Nu’man hazretleri çaresiz kalmıştı, ahirette ceza çekmektense bu dünyada bir şahsa iki sene hizmet etmek daha iyidir diye düşündü ve şartları kabul ettiğini söyledi.

    Nu’man hazretleri bir elmayı yanlışlıkla ısırdığı için elmanın sahibine iki sene hizmet etmiş ve adamın işinde canla başla çalışmıştı. İki sene dolduktan sonra adama zamanın dolduğunu ve artık hakkını helal etmesini istediğini söyleyince, adam, «yine helal etmiyorum, benim bir kızım var onunla evlenirsen ancak o zaman helal ederim» dedi.

    Hazreti Nu’man :

    «Olur» dedi. Adam yalnız kızının kusurlu olduğunu. elinin çolak, gözünün kör, ayağının topal, başının kel, kulağının sağır ve ahras olduğunu söyleyip iyi düşünmesini ve sonra pişman olmamasını söyledi. Hazreti Nu’man yine düşündü taşındı «ahirette ceza çekmekten iyidir» deyip kızla evlenmeyi de kabul etti

    Adam hazreti Nu’man’a vermek için kızının büyümesini beklemişti… Düğün yapıldı nikah kıyıldı, zifaf gecesi hazreti Nu’man’a gelinin olduğu odayı gösterdiler. Nu’man hazretleri içeriye girip içer­de kendisine söylenen evsafta bir kızın bulunmadığını görünce bir yanlışlık olduğunu zannederek hemen dışan fırladı ve durumu oradakilere anlattı. Çünkü içerde kayın pederin söylediğinin aksine her azası yerinde genç ve güzel bir kız kendisini karşılamıştı.

    Kayınpederi bir yanlışlık olmadığını söyleyerek meseleyi şöyle anlattı: «Benim kızım kördür, daha harama bakmamıştır. Sağırdır, haram dinlememiştir. Topaldır, gayri-meşru yolda yürümemiştir.» diye sayıp, “senin hanımın o içerde bekleyendir Allah mes’ut etsin” dedi. .

    Daha sonra seneler geçip bu evlilikten İmam-ı A’zam dünyaya geldi. Annesi İmam-ı A’zam’ı hocaya okuması için teslim etmişti.

    İmam-ı A’zam ünvanına kavuşan o zaman henüz üç yaşıında bulunan Sabit üç günde Kur’an-ı Kerimi hatmettiği zaman annesi “Ah oğlum baban o elmayı ısırmasa idi sen bir günde hatmedecektin” buyurdu.

    ***

    ŞEYTAN ARKADAŞLlĞI KABUL ETMEDİ

    Adamın biri sahrada dolaşırken, şeytan ona arkadaş oldu. Adam öğle namazını, ikindi namazını akşam namazını ve yatsı namazını kılmadı. Uyuma vakti geldi, adam yatıp uyumak istedi. O zaman şeytan adamdan uzaklaşmaya başladı. Adam:

    – Benden neye kaçıyorsun? Diye sordu. Şeytan cevap olarak:

    – Ben ömrümde bir kere Allah’a asi oldum ve ondan dolayı da Allah’ın huzurundan kovuldum. Sen ise bir günde beş kere isyan ettin. Ben Allah’ın sana gadap edip, senin arkadaşın olmam hasebiyle beni de kahretmesinden korkarım, dedi ve arkadaşlığı kabul etmeyip uzaklaştı.

    ***

    DEVEYE BİLE SİNEK KONMASIN

    Hazreti Ali Kerremellahü Veche bir elinde katran bardağı öbür elinde bir paçavra olduğu halde süratle, gitmekte olan Hazreti Ömer’e; rastlayıp:

    – Nereye böyle ya Ömer! Diye seslendi. Hazreti Ömer, elindeki bezi gösterip:

    – Bu örtü yaralı bir deveden düşmüş. Yaralı olduğuna göre şimdi onu sinekler rahatsız etmektedir. Şu elimdeki katranı onun yarasına süreceğim ki, sinekler onu rahatsız etmesin, dedi.

    Hazreti Ali’nin

    – Ya Ömer senden sonraki halifelere adalete dair hiçbir şey bırakmayacak mısın? demesi üzerine de:

    – Ya Ali sen ne dersin, ben şu anda o kadar ağır bir yükün altın dayım ki, Dicle nehrinin köprüsü delinse de, oradan geçen bir hayvanın ayağı kırılsa, Allah’ın beni hesaba çekeceğinden korkarım, dedi ve deveye yetişmek üzere yoluna devam etti.

    ***

    HİÇ YEMEDEN ÜÇ GÜN ORUÇ

    Hazreti Hasan ve Hüseyin (R. Anhüma) hastalanmışlardı. Hazreti Ali ve Fatıma validemiz, çocuklarının iyileşmesi halinde üçgün oruç tutmayı adadılar. Çok geçmedi hastalar şifaya kavuştu, baba ve anne de oruçlarına başladılar.

    Birinci gün sahura kalkıp niyet ettiler ve akşama arpa ekmeğinden iftarlıklarını hazırladılar. Akşam oldu, tam iftar edecekleri sırada, bir fakir gelip:

    – Allah için bana bir yiyecek verin. Acım, dedi. Onlar yemeye hazırlandıkları yemeklerini hiç başlamadan tamamını o fakire verdiler. Tabi bu durumda gece yiyecekleri bir şey bile kalmamıştı. Akşam bir şey yemedikleri gibi, sahura da kalkmadan oruçlarına devam ettiler. Sabahtan akşama kadar iftarlık bir şeyler hazırlamışlar ve iftara hazırlanıyorlardı. Bu sefer de bir yetim gelip:

    – Allah için bir şey, dedi. Onlar yine ağızlarına almadan önündekilerinin tamamını yetime verip, su ile iftar ettiler.İftarsız sahursuz oruçlarına devam ediyorlardı. Üçüncü günün akşamı olup yine iftara hazırlandıkları bir sırada bu sefer de bir esir geldi. O da aç olduğunu söyleyip onlardan bir miktar yiyecek istedi. Hazreti Ali ve Fatıma validemiz, yiyeceklerinden bir lokma bile almadan tamamını verip gönderdiler. İftarlarını yine su ile yapmışlardı ama, oruçları da bitmişti artık.

    Onların bu hali, yani yokluk içinde cömert olmaları Cenab-ı Allah’ın çok hoşuna gitti. Haklarında ayet inzal ederek Hak Teala onlardan razı olduğunu bildirdi.

    ***

    TEDAVİ İÇİN BİLE…

    Hazreti Ömer hastalanmıştı. Doktorlar bal yemesini tavsiye etti.Mevsim bal mevsimi olmadığından piyasada bal bulunamadı. Hazinedarlar Hazreti Ömer’e hazinede bal olduğunu ve isterse almasını söylediler. O, «milletin malını onlardan izinsiz yemeye hakkım yok» diyerek halkı topladı ve kendilerine hazinedeki baldan kullanması için izin verip vermeyeceklerini sordu. Onlar parasını ödemesi şartıyla yiyebileceğini söylediler. Hazreti Ömer de ondan sonra ancak hazinenin balından satın alıp tedavisi için kullandı.

    ***

    MÜNAZARA

    – Emeviler zamanında ayaklanan Haricilerden Dahhak b. Kays Küfe mescidine baskın yaptı. Onlara göre Haricilerden başka bütün müslümanların kanı helaldı. Mescidde İmam-ı A’zam Hazretlerinin karşısına geçip:

    – Tövbe et, dedi. O:

    – Neden tövbe edeyim, dedi. Dahhak:

    – Neden olacak Hazreti Ali ve Muaviye ihtilafında hakemleri caiz görmeden tövbe edeceksin! Deyince Hazreti İmam:

    – Beni öldürecek misin, yoksa münazara mı yapalım? Dedi. Dahhak:

    – Münazara yapalım. Dedi.

    – Münazara yaptığımızda bir mesele hakkında ihtilaf edersek senin veya benim haklı olduğuma kim hükmedip arabulucu olacak,

    -Kimi istersen olsun!.

    Dahhak hakeme razı olmuştu artık. İmam-ı A’zam Hazretleri Dahhak’ın adamlarından birine:

    – Şuraya otur bakalım, ihtilaf edersek, ihtilaf ettiğimiz mesele hakkında bizim aramızda hakemlik yapacaksın, dedi.Sonra da Dahhak’a dönerek:

    – Aramızda bunun hükmüne razı mısın? Diye sordu. O da razı olduğunu söyleyince Hazreti İmam-ı A’zam:

    – İşte hakemliği sen de caiz gördün, kabul ettin. Bir de Hazreti Ali ve Muaviye arasında hakemliği caiz görmüyorsun, deyince, Dahhak buna diyecek bir şey bulamadı, sustu ve kendi kendine biraz bekledikten sonra da çekip gitti.

    ***

    SÖZÜNDE DURMAK

    Peygamberimize henüz peygamberlik gelmemişti. Mekke’de Muhammed-ül Emin olarak bilinirdi. Birgün bir arkadaşıyla buluşmak üzere bir mahal tesbit etmişlerdi. Ta’yin edilen yere Muhammedül emin ta’yin edilen saatte vardı. Fakat arkadaşı verdiği sözü unutmuştu. İki gün sonra arkadaşı sadece verdiği sözü yerine getirmek için tayin edilen yere geldiğinde, Muhammed-ül Emin’i orada bekler vaziyette bulup hayretler içinde kaldı. Adam Hazreti Muhammed (S.A.V.) den özür dilemek istediğinde, O :

    – Ben sadece vazifemi yaptım. Seni burada bekleyeceğimi söylemiştim ve bekledim. Ben senin başına bir hal gelmiştir diye üzülmüştüm, diyerek onun gönlünü aldı ve ismine layık olduğunun bir kere daha ispat etti.

    ***

    MİSAFİR GELMEYİNCE ÜÇ AY BİR ŞEY YEMEDİ

    Hazreti İbrahim Halilullah misafiri çok severdi. Hatta bir defasında misafirsiz yemek yemeyeceğim diye nezretmişti. Evinde her zaman misafir bulundurur, misafir gelmezse kendisi arar bulur yine misafirle yemek yerdi. Hikmeti ilahi bir defa öyle oldu ki, tam bir ay misafir gelmedi. Hz. İbrahim de misafirsiz yemek yemeyeceklerine dair nezrettikleri için bir ay yemek yemedi. Bir ay sonra da misafir gelmeyince kendisi aramaya çıktı. «Acaba benim gibi misafire itibar eden bir kimse daha var mıdır?» diye düşünerek gidiyordu. Bir misafir bulmak için hayli yol katettikten sonra bir de baktı ki oralarda bir adam daha gezmekte. Ona: «Ne arıyorsun buralarda?» diye sordu. O zat: “Misafirsiz yemek yemeyeceğim diye nezrettim, üç yıldan beri bir misafir gelmedi, misafir aramaya çıktım. Şimdi Allah seni gönderdi. Buyurun eve gidip yemek yiyelim” diyerek Halilürrahmanı evine davet etti.

    Hazreti İbrahim hayrete düşmüştü. Kendisi bir aydır açtı ama, o zat üç aydan bu yana bir şey yememişti. Eve gittiler Allah ne verdi ise yediler, sohbet ettiler, ibadet ettiler, ayrılma zamanı geldiğinde o zat-ı şerif bir odanın kapısını açarak: “Bu içerdeki kıymetli şeylerden ne beğenirsen al!” dediğinde, Hazreti İbrahim, «Bana dua eyle» dedi. Fakat o çok zamandan beri dua etmediğini ve Allah’a dua etmeye de artık dilinin varmadığını söyleyerek kendisini mazur görmesini diledi.

    Hazreti İbrahim: «Niçin duayı terkettiniz?» diye sordu. O: Senelerdir Allah’tan bir isteğim var, Allah o isteğimi yerine getirmedi. Ben de demek ki benim duam kabule şayan değil ki Cenab-ı Allah kabul etmiyor diye bir daha dua edemiyorum.» dedi. Hz. İbrahim isteğinin ne olduğunu sorduğunda o mübarek zat,:

    «Allahın Resülü Halilürrah­man dünyada benim zamanımda yaşıyormuş. Fakat bu zamana kadar onu görmek nasip olmadı. Allah dan Onu bana göstermesini istedim o da kabul edilmedi.» dediğinde Hazreti İbrahim:

    “Ey Allahın aşık sadık, kulu müjdeler olsun sana, Allah senin duanı kabul etti. İşte ben Halilullah İbrahim nebiyim. Cenab-ı Allah bu güzel ahlakından dolayı beni senin evine misafir etti. Ben de bir aydan beri misafirsiz yemek yemeyeceğim diye aç gezdim ve bir misafir aramak kasdıyla yola çıkmıştım. Demek senin duan kabul olunduğu için Allah beni ta buralara kadar getirip seninle görüştürdü.» buyurdu. Cenab-ı Allah misafire olan hürmetinden dolayı onun evine peygamberini göndererek memnun etmişti.

    ***

    HAZRETİ ALİ’NİN KAFİRİ AFFI

    Bir harpte Hazreti Ali (r.a.) bir kafirle çarpışıyor ve kafir usta bir savaşçı olduğu için bir türlü mağlup edemiyordu. Tam karşı karşıya geldikleri bir sırada hazreti Ali «Ya Allah!» diyerek kafirin üzerine hücum edip yere yatırdı. Çıkıp göğsü üzerine oturduktan sonra hançerini çıkarıp geberteceği sırada kafir hazreti Ali’nin yüzüne tükürdü. Kafir bunu Hazreti Ali gazaba gelsin de daha çabuk öldürsün diye yapmıştı. Hazreti Ali hemen kafirin üzerinden kalkarak onun da ayağa kalkmasına müsaade etti. Kafir şaşırmıştı..

    «Ya Ali, ben seni kızdırmak için yüzüne tükürdüm sense beni tam öldüreceğin sırada serbest bıraktın. Bunun sebebi nedir?» diye sordu.

    Hazreti Ali kafire şu cevabı verdi: «Ben bu harp meydanında Allah rızası için çarpışıyorum. Sen yüzüme tükürdüğün zaman içimde sana karşı bir hissi nefret belirdi, seni öldürmüş olsa idim Allah için değil de nefsime yapılan hakaretten dolayı öldürmüş olacaktım. Bundan dolayı seni öldürmekten vazgeçtim.» dedi.

    Kafir hazreti Ali’nin bu alicenaplığına hayran kalarak İslamiyeti kabul edeceğini ve İslam dinini tarif etmesini istedi. Hazreti Ali İslamiyet’in şartlarını öğretip adam şehadet kelimesi getirerek müslüman oldu.

    ***

    HAZRETİ ÖMER’İN BİR ÖRNEK HAREKETİ

    Hazreti Ömer (R.A.) Hilafeti zamanında 400 dirhem paraya muhtaç olmuş ve bu parayı da Abdurrahman Bin Avf hazretlerinden istemişti. Abdurrahman bin Avf hazretleri Hazreti Ömer’e para yerine şu telkinde bulundu:

    -“Ya Ömer! Parayı benden mi istiyorsun? Halbuki Beyt’ü! Mal senin elindedir… Parayı oradan al, sonra iade edersin…”

    Hayatı adalet timsali olan hazreti Ömer, Abdurrahman bin Avf hazretlerine şu cevabı verdi:

    -“Ya Abdurrahman! Parayı senden istiyorum… Zira bir emri ilahi vukuunda veya borcu ödeyememe gibi bir durumda seninle helallaşmak kolay olur. Ya mirasımdan bir miktar ayırtırım, yahut helallaşırım. Ama ben bu borçlanmayı devlet hazinesine yaparsam, bütün müslümanlarla hellallaşmak lazım gelir ki, bu da mümkün değildir. O takdirde ne benim mirasım bunu ödemeye kafi gelir, ne de sevabım ahirette beni kurtarır. Bu kadar ağır bir yükün altına girmeye cesaret edemedim, ya Abdurrahman!”

    ***

    HACIBAYRAM VELİ’NİN KERAMETİ

    Hazreti Fatih’in babası ikinci Murat Üstadı Hacıbayram Veli’ ye «Hocam dua buyursanız da İstanbul’un fethi bize nasip olsa» dediğinde O, “Sultanım Allah ömrünüzü uzun kılsın. Lakin İstanbul’un fethini ne siz göreceksiniz, ne de biz göreceğiz. İstanbul’un fethini şu çocuk ile şu köse görecekler” buyurarak yanlarında daha dört yaşında bulunan Mehmet’i ve onun üstadı Akşemseddin hazretlerini gösterdiler.

    Vakıa Hacı Bayram Veli’nin dediği gibi Mehmet büyüdü, Fatih ünvanına erişti, Köse ise Akşemseddin hazretleri İstanbul’un manevi fatihi olarak tarihe geçti. Allah ruhlarını mukaddes kılsın.

    ***

    ANA SÖZÜ DİNLEMEYENİN HALİ

    Bir kadının bir oğlu vardı, oğlundan başka kimsesi de yoktu. Bütün günlerini onunla geçirir, varı yoğu oğluna en ufak bir zarar gelmesini istemezdi. Kadının bu oğlu birgün tutturdu , illa da hacca gideceğim diyor başka birşey demiyordu.

    Annesi ağlamaya başladı. Çünkü oğlunun yanından ayrılmasına tahammül edemeyeceği gibi o gittiği takdirde yapayalnız kalacak ve kimsesizlikten belki de perişan olacaktı. ” Oğlum! Mekke dediğin şurası değil ki, ne zaman gidip geleceksin. Sen gittikten sonra ben ne yapacağım, etme eyleme ” diye yalvardıysa da, oğlu kararında ısrar etti ve hacca gitmek üzere yola çıktı ama, ananın da yüreği yanık kaldı.

    Yalnız kalan anne üzgün bir kalple şöyle dua etti: ” Ya Rabbi, oğlumun ayrılığına dayanamayacağırn… Söz dinletemedim, onu bir ikaz et de geri dönsün. ”

    Oğul ananın bu yakarışlarından habersiz olarak yoluna devam ediyordu. Bir gece bir şehirde konuklamak için kalmaya karar verip kapısı açık olan bir mescide girdi. O şehirde de azgın bir hırsız evlere dadanmış, ne bulursa çalıyor, fakat hırsızı bir türlü yakalıyamıyorlardı. O gece gene hırsız bir eve girip mal çalmış ve kaçmıştı. Hırsızı takip etmeye başladılar, hırsız kaçıyor takipçiler onu kovalıyorlardı. Derken hırsızın izini kaybettiler. Takipçiler buraya girmiş olabilir diye camiye daldılar. Baktılar ki orada bir adam var. Olsa olsa budur diyerek adamı yaka-paça reisin huzuruna çıkardılar. Çünkü hergün hırsızlık vukubulduğu halde birtürlü yakalayamıyorlardı. Bu sefer tamam dediler, bu şehri kasıp kavuran hırsız budur. Hırsızın gözünün oyulmasına karar verdi mahkeme. Gözlerini oyup bir merkep üzerine sardılar ve gündüz halkın en kalabalık olduğu bir, zamanda şehirde gezdirmeye başladılar. Hırsızı yani anasının sözünü dinlemeyen ve hırsız zanniyle yakalanan o genci gezdiren tellal şehir halkına teşhir ediyor ve ” ey ahali işte sizin canınızı yakan, malınızı çalan hırsız nihayet yakalanmıştır; bundan sonra rahat edeceksiniz ” diye bağırdıkça, genç, tellala şöyle bağırmasını rica ediyordu: «Ey ahali işte anasının sözünü dinlemeyip de illa ben hacca gideceğim diye yola çıkanın hali budur» diye bağır diyordu ama derdini ta baştan kimseye anlatamamıştı ki tellala anlatsın.

    Bütün şehri dolaştırdıktan sonra genci şehrin dışında bir yol kenarına attılar. Oradan geçenler genci memleketine getirdiler, evini bulmasını temin ettiler .

    Genç adamcağız kendi evlerinin kapısına gelince «Hu!» di ye seslendi. Tabii ki aradan hayli zaman geçtiği için saçı sakalı uzamış, üstübaşı yırtılmıştı. Kapıyı açan yaşlı kadın, oğlunu tanıyamadı. Bilmiyordu ki kapıya dilenci halinde gelen arkasından «Ya Rabbi oğlumu azarla da geri dönsün» diye yalvardığı kendi oğluydu.«Sapa-sağlam adamsın… Dileneceğine çalışıp da kazansana!» dedi. Genç, «çalışamam, gözlerim kör» deyince, yaşlı kadın, «ne oldu gözlerine?» diye sordu.

    Genç, «Ne olacak, annemin hatırını kırdım, sözünü dinlemedim Allah da benim gözlerimi aldı» diye cevap verince, kadın anladı karşısındakinin oğlu olduğunu, başladı hüngür hüngür ağlamaya… «Ya Allah’ım! Duam ağır olmuş.. ben onun gözlerinin kör olması için dua etmemiştim» diye Allah’a yalvarmaya başladı.

    Kadına gelen ilahi bir ses : «Onun suçuna karşılık biz sadece gözlerini kör ettik, aslında anaya asi olanın, cezası daha ağırdır. O buna şükretsin»diyordu. Kadının oğlu dönüp gelmişti ama gözleri kör olduğundan hiç bir iş yapamıyordu. Kadın çok dua etti Allah’a… AIlah’ın iyi bir kulu imiş ki, duası kabul olunarak gencin gözlerini Cenab-ı Allah iade etti…

    ***

    İLİM VE HOKKABAZLIK

    İmam-ı A’zam, medreseden çıkıp evine giderken yol kenarında bir canbazın ip üstünde birtakım numaralar yaparak halkı meşgul ettiğini görüp kendisi de seyretmeye başladı. Talebeler İmam’ın bu hareketine hayret etmişlerdi. Onlar da hocalarının etrafını sardılar. Talebelerinin başına toplanmasını bekleyen İmam-ı A’zam:

    – Hepiniz beni dinleyin. Gelmeyenler de gelsin, dedikten sonra onlara şu konuşmayı yaptı:

    – Şüphesiz ki, bu cambazların yaptığı iyi bir şey değildir. Bunlar halkı kandırarak onlardan para topluyorlar ve böylece daha iyi yoldan rızık temin etmek varken kötü yoldan rızıklarını bulmaya çalışıyorlar. Fakat bunlar kötü olan bir sanatı adi bir varlık olan dünya malı ve para pul için yaptıklarından bunların yaptıkları yine bir dereceye kadar günahtır.

    Ama, siz ulvi olan ilahi ilmi, dünya malı ve para pul için kullanır, halkı bu yolla aldatır zengin oImanın yoluna bakarsanız hiç şüpheniz olmasın ki, sizinki bunlarınkinden daha adi bir hareket olur.

    Çünkü siz kıymetli bir şeyi, kötü bir şeyin kazanılmasında kullanmış olacaksınız.

    ***

    HZ. ÖMER’İN NİL NEHRİNE MEKTUBU

    Hz. Ömer halife iken Amr bin As (r.a.)’ı Mısır’ın fethi için vazifelendirmiş, Mısır fetholunduktan sonra da onu Mısır’a vali tayin etmişti. Birgün Mısır halkı valinin huzuruna çıkarak şöyle dediler:

    “Ya Amr, Nil nehrinin bir adeti vardır, o adet yerine getirilmezse nehrin suyu çoğalmaz kesilir… Halk da açlık sıkıntısı ile karşı karşıya kalır” dediler. Amr bin As hazretleri :

    “O adeti nedir?” diye sordu. Onlar:

    “Biz her sene bir fakiri altın ve paralarla kandırır, çocuğunu Nil nehrine atarız, ondan sonra nehrin suyu çoğalır, halk da ondan istifade ederek kazanç sağlar” dediler… Amr bin As hazretleri bu cahiliyetten kalma bir adettir diyerek buna müsaade etmedi ve Halife Hazreti Ömer’e meseleyi anlatan bir mektup yazdı.

    Hazreti Ömer, Valiye yazdığı cevabi mektupta «Kabul etmemekle çok iyi etmişsin. Sana gönderdiğim mektupla bir mektup daha gönderiyorum, onu Nil nehrine at» dedi.

    Hazreti Ömer’in Nil nehrine yazdığı mektupta şöyle yazılı idi:

    “Ya Nil akacaksan Allah’ın izniyle daha evvel nasıl akıyorsan öyle ak! Eğer akmazsan kıyamete kadar bir daha akma!”

    Hazreti Ömer’in Nil nehrine yazdığı mektubu vali nehre attı… Ertesi günü nehrin sularının onaltı metre yükseldiği görüldü!

    ***

    SALAVATIN EHEMMİYETİ

    Bir zahid Efendimiz (Sallalahü aleyhi vesellem)’i rüyada gördü.Peygamberimiz ona dönüp bakmıyordu bile… Zahid:

    – Ya Resulallah! Sen beni tanımıyor musun? Dedi. Efendimiz .

    – Tanımıyorum, buyurdular.

    – Sen bana dargın mısın ya Resulullah!? Dedi. Efendimiz:

    – Dargın değilim, buyurdular. O zaman zahid:

    – Ben fülan zahidim, dedi. Resulüllah (S.A.V.):

    – Ben seni tanımıyorum, buyurdu. Zahid:

    – Ya Resulellah! Ben ulemadan işittim; buyururlar ki, Nebi ümmetini, ana-babanın evlatlarını tanıması gibi bilir, derlerdi. Peygamber Efendimiz:

    – Ulema doğru söyledi! Nebi ümmetini ana-babadan daha iyi bilir, lakin nebiye salavat okuyan ümmetini bilir, buyurdu. Bu hadiseden o zahidin peygamberimize salavat getirmeye lüzum görmediği ve peygamberimizin onu ikaz ettiği anlaşılmaktadır. . .

    ***

    İMAN EDENİ ÖLDÜRDÜ

    Eshaptan Ebukatade’nin kumandanlığında bir harp yapılıyordu. İslam ordusunda bir de münafık vardı. Bu münafık hakikatte Allah için değil, kan davası güttüğü bir adamı öldürmek için harbe iştirak etmişti.

    Hakikaten savaş meydanında, hep müşriklerin ordusunda bulunan o kan düşmanının peşini takip ediyor ve her fırsatta onu öldürmek istiyordu. Bir ara tam karşı karşıya geldiler. Münafık daha avantajlı durumda idi. Kılıcını çekip müşriğin üzerine hücum ettiği zaman o:

    – Eşhedü enla İlahe İllallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulühü, deyip müslüman oldu. Fakat münafık onun bu sözlerine hiç kulak bile vermeden başını kesti ve yere serdi. Adam ölmüştü. Bunu gören bazı eshap üzüldüler ve durumu harpten döndüklerinde Peygamber Efendimize bildirdiler.

    Hazreti Resul:

    – İman eden bir kimseyi niçin öldürdün? Diye sordu. Münafık:

    – Ya ResuluIlah o kalben iman etmemişti, sadece ölümden kurtulmak için dille söyledi, dedi.

    Peygamberimiz:

    – Kalbini yarıp baktın mı? buyurunca, mü­nafık:

    – Kalbini yarsan ne çıkardı? Kalb bir et parçası değil mi? Dedi.

    Bunun üzerine Resulüllah çok hiddetlendi ve:

    – Sen kalbden anlamaz, dile inanmazsın. Nasıl olacak böyle, buyurdu. Bu sefer münafık korktu ve :

    – Ya ResulüIlah, beni Allah affetsin, dedi. Peygamber Efendimiz onun imanı hakiki sahibi olmadığını bildiği için:

    – Allah seni affetmesin, buyurarak huzurundan kovdu.

    ***

    KAZA VE KADER

    Kaza ve kader mevzuunda çok fikirler ileri sürülmüş ve birçok ilim adamı bu meselede beyinlerini zorlayarak Allah korusun küfre kadar gitmişlerdir. Bu mevzuda ta Hazreti Ali zamanında görüşler ortaya atılmaya başlanmış ve mevzuya açıklık getirilmesi istenmiştir. Birgün bir ihtiyar Halife Hazreti Ali’nin huzruna çıkarak şöyıe sordu:

    – Bizim Şam’a (Sıffin Harbine) yürümemiz Allah’ın kaza ve kaderiyle miydi? Bunu bize söylermisin?

    Hz. Ali şu cevabı verdi:

    – Nebatları, çimenleri bitiren, mahlukata can veren Allah aşkına derim ki, hangi yere ayak bassak ve hangi yere konsak bu ancak Allah’ın kaza ve Kaderiyle değil de nedir?

    – Öyle ise bizim Yorulmamız boşuna, bizim için mükafata, ecir, ve sevaba hak kazanmak yok gibi.

    – Ey ihtiyar, siz giderken Allah size gidişiniz için büyük ecir verdi. Dönüşte de dönüşünüz için ecir verdi. Çünkü siz bunları yaparken zorla yaptırmış buna mecbur edilmiş değildiniz. Bunları arzunuzIa yaptınız.

    – Bizi kaza ve kader sevketmedi mi?

    – Yazık! Sen, kaza sana yapıştı, kader sana sarılıp takıldı sanıyorsun. Eğer iş öyle olsaydı, sevap ve ıkab batıl olurdu. Vaad ve vaide, emir ve nehye lüzum kalmazdı. Günah işleyene Allah ıkab etmez, iyilik sahibini de öğrenmezdi. İyilik yapan öğülmeğe, kötülük yapandan daha layık olmazdı. Kötülük işleyende yerilmeğe, iyilik yapandan daha müstahak sayılmazdı. Bu gibi saçma sözler putlara tapanların, şeytanın ordularının, yalancı şahitlerin, doğru görmeyen körlerin sözleridir. Onlar bu ümmetin Kaderiyesi ve Mecusileridirler. Allahü Teala kulları muhayyer bırakmak suretiyle emretti. Sakındırmak için de nehyetti. Kolay olan şeyleri teklif etti. Zorlayarak isyana, boynundan çekerek itaata mecbur etmedi. İnsanlara peygamberleri boşu boşuna göndermedi. Gökleri, yerleri ve bunlar arasında olan şeyleri boş yere yaratmadı. Böyle şeyler kafirlerin zanlarıdır. Yuh olsun kafirlere, onlara cehennem var!

    Bunun üzerine yine sordular:

    – Öyleyse bizi sevkeden kaza ve kader nedir?

    – O, Allah’ın emri ve hükmüdür, dedi ve arkasından şu ayet-i kerimeyi okudu.

    «Rabbin ancak O’na tapmanızı emir buyurdu.»

    İhtiyar sevinerek kalktı ve:

    – Sen o zatsın ki ,itaatı sayesinde kıyamet günü Allah’ın rızası umulur. Dinimizin anlıyamadığımız yerini bize açıkça izah ettin. Allah sana bunun en güzel ecrini versin.

    ***

    ŞAŞI İNSAN VE PEYGAMBERLERE İMAN

    Hoca Muslihıddin efendi talebe okutuyordu. Talebelerinden birisi şaşı gözlü idi, yani biri iki görürdü. Hoca efendi talebelerine bir misal anlatmak için dolabın içine bir şişe koymuştu. Şaşı olan talebeye, «Zeynel efendi dolapta bir şişe var, onu bana ver!» dedi. Zeynel efendi «hocam burada iki tane şişe var hangisini vereyim» dedi. Hoca Muslihiddin «Hayır! Orada iki değil bir şişe var» dediyse de talebe biri iki görüyor ve dolapta iki şişe olduğunu ısrarla iddia ediyordu.

    Hoca Muslihıddin efendi «madem ki iki şişe var, birisini kır da öbürünü bana getir» dedi. Talebe şişenin birini kırınca ötekisinde, yok olduğunu gördü.

    Muslihiddin Efendi talebelerine «görüyorsunuz değil mi? İşte peygamberlerin birine inanıp birine inanmayan bu şaşı arkadaşınız gibidir. Halbuki peygamberlerin tamamı bir sayılır, yani birine inanmak diğerine de inanmayı icabettrir. İsa peygamber ne demişse Musa peygamber de onu söylemiştir. İbrahim peygamber ne söylemişse bizim peygamberimiz hazreti Muhammed de aynı şeyi söylemiş ve hepsini kabul etmiştir. Peygamberlere inanmak mevzuunda hıristiyanlar bu şaşı arkadaşınız gibi oluyorlar.» buyurdu…

    ***

    KADER

    Yahudillin biri Ali Kerremellahü Veche’ye:

    «ya Ali, mademki, kaderde ne varsa o olur diyorsun, kendini şu yardan aşağı atsana!..» Dedi. Hazreti Ali:

    «Niçin atacağım kendimi?» diye sorunca, Yahudi «Kayadan düşüp öleceksin, nasıl olsa başına gelecek; ölmeyeceksen zaten ölmeyeceksin demektir. Kaderde ne varsa o olur» dedi.

    Hazreti Ali ona şu cevabı verdi:

    “Yardan aşağı kendimi atar­sam ne olacağım benim için meçhul Allah için malumdur. Ben bilmediğim bir meseleye lüzumsuz yere tevessül edersem, bu Allah’ı imtihan etmek olur ki, bir kulun Allah’ı imtihan etmeye, bir talebenin hocasını imtihan etmeye hakkı yoktur. Demek ki, şu anda kaderde seninle bu meseleyi konuşmak varmış da, benim kendimi kayadan atmam yokmuş. Eğer kader tecelli ederse ben zaten kendimi yardan aşağı atarım” dedi. Tabii bu veciz cevabı karşısında yahudi cevap verecek bir şey bulamadı.

    ***

    BEN ZENGİNİN PARASINI ALIRIM

    İbrahim Edhem Hazretlerine adamın biri bir miktar para vermek istedi. O:

    «Ben zenginin verdiğini alırım fakirsen verdiğini almam» dedi.

    Para vermek isteyen adam, zengin olduğunu söyledi. İbrahim Edhem, kaç lirasının olduğunu sordu. Adam:

    «İki bin altınım var!» dedi. O,

    “Bu paranın dörtbin olmasını ister misin?” diye sordu. Adam, “isterim” dedi. “Altı bin olmasını ister misin?” dedi. Adam, yine “İsterim” deyince İbrahim Edhem Hazretleri:

    «Bir de zenginim diyorsun. Sen zengin falan değilsin. Zengin olsan daha fazlasına ihtiyacın olmazdı. Demek ki sen züğürtsün. Git bunları da o paralarının üzerine koy da biraz artsın» dedi ve adamın verdiği parayı almadı.

    Adam, İbrahim Edhem Hazretlerinin istediği zenginliğin ne olduğunu bilmiyordu. Elinde parası olmakla hakikaten zahiren zengindi ama, gönül zenginliği yoktu. O velinin aradığı ise asıl kalb ve gönül zenginliği idi…

    ***

    BEHLÜL’E GÖRE ÜÇ KAFA

    Behlül Dana hazretleri birgün pazara üç tane kuru kafa getirerek satmaya başlamış ve her üçüne de ayrı ayrı fiat takdir etmişti. Bu kafaları kaça satıyorsun diyenlere birini bir paraya birini on paraya birini de ağırlığınca paraya sattığını söyledi. Behlül’ün bu tuhaf hareketlerini seyredenlerden biri dayanamayarak. «Ey Behlül bunların üçü de kurumuş kafalar olduğu halde sen üçüne de ayrı ayrı fiat biçiyorsun, bunların birbirlerinden ne farkı var ki,» dedi.

    Behlül Dana hazretleri bundaki esrarı şöyle anlattı: «Şu birincisi taş kafadır. Bunun değeri hepsinden düşük. Çünkü bu hiç nasihat dinlemez ve ihtiyaç da duymaz. İkincisi,yani on paralık kafa ise nasihat dinler ama tutmaz… Bir tarafından girer öbür tarafından çıkar. Bunun adı da boş kafadır. Üçüncüsü ise tam kafadır. Hem dinler, onunla amel eder hem de başkasına öğretir. İşte en kıymetli kafa budur. Bunu da ağırlığınca paraya veriyorum.» dedi. Tabii ki bunda anlayanlar için büyük hikmetler gizlidir. Velilerin hareketi ilk nazarda tuhaf gibi olsada çok değerlidir aslında…

    ***

    İSLAMDA KAYIRMA OLMAZ

    Hazreti Ömer, hilafeti zamanında, yanında oğlu Abdullah ve Hz. Hasan olduğu halde Medine sokaklarında dolaşıyorlardı. Bir sokaktan geçerken gayet zayıf kalmış, bakımsız bir çocuk görüp, «Bunun hiç kimsesi yok mu acaba? Nasıl insan bunlar çocuğa hiç bakmamışlar» dedi.

    Oğlu Abdullah, «Baba tanıyamadın mı? O senin torunun, benim de kızımdır.» deyince, Hz. Ömer kızdı ve «Yazıklar olsun sana!..» dedi.

    Babasının öfkelendiğini anlayan oğlu, «Baba ne yapayım, sen halifesin bana biraz daha fazla imkan versen çocuğa daha iyi bakardım. Elindeki imkanları kullanıp bana daha fazla fırsat vermiyorsun ki.» dedi. Bu söz üzerine Halife: «ValIahi oğlum, diğer müslümanlara yaptığımdan daha fazlasını sana yapamam. Onlara ne yapıyorsam sana da ancak o kadar yapabilirim. Bunu böyle bil!» dedi.

    ***

  302. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 11:38 am

    ALTI YÜZ DİRHEMLİK İP

    Bağdat. Dul bir kadın. Altı öksüz çocuğu ve bir de ihtiyar ana. Kadın geçimi sağlamak üzere, hafta boyu el emeği verir, göz nuru döker iplik eğirir, pazara çıkar ve anası ile çocuklarının rızkını temin etmeye çalışırdı.

    Vakti tamam olunca bu dul kadın vefat eder, çocukların bakımı ise ihtiyar kadına kalır. Kadın pazara her hafata çıkamıyor, ip eğiriyordu. Bir zaman baktıki altıyüz dirhem kadar ip eğirmişti, pazara götürmeye karar verdi.

    – Ya Rabbi! Bu öksüzlerin, yetimlerin rızkını ver, diyerek sabah erkenden pazarın yolunu tuttu. Yolda giderken Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretlerinin evinin önünden geçiyordu. Onu görünce durakladı. Şeyh mürüdleriyle sabah namazından çıkmıştı, yaşlı kadını görünce duraklayarak:
    – Hoş geldin bacı, nereye gidiyorsun?
    – Bir miktar ipliğim var, pazara götürüp satacağım.
    – Ver bakalım. Benden altıyüz dirhem ip isteniyor, bunu ver de ben satayım.
    – Memnuniyetle, lütuf buyurmuş olursunuz, efendim dedi ve ipi verdi.

    Abdülkadir Geylani Hazretleri eline aldığı ipi şaka yollu mescidin damına atınca hemen nereden geldiği belli olmayan büyük bir kuş gelip, ipi kapıp gider. Kadın bu nebiçim şaka diye kendi kendine söylenmeye başlayınca, müritler kadına itiraz etmemsi için işaret ettiler, kadında daha fazla bir şey demedi.

    Hazreti Şeyh kadına dönerek.
    – Hatun canını sıkma, ipliği satmaya gönderdim, parası gelsin ne kadar etti se alırsın.
    – Pekala, diyerek gider, ertesi gün gelir.
    – İpilik satıldı mı?
    Abdülkadir Geylani Hazretleri:
    – İplik satıldı, fakat parası henüz gelmedi. Bir hafta hadar bir zaman içinde gelir.
    Kadın bir hafta sonra gelir, para henüz gelmemiştir, kadına:
    – Yarın gel, paranı al.
    Kadın, pazara niye gitmedim, şimdi param elimde olurdu hayıflana hayıflana evine gitmek üzere iken, Mürütler:
    – Bir gün daha sabret bakalım mevla ne gösterecek, derken bu işin sade bir şaka olmadığının farkında idiler.

    Ertesi gün oldu. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin huzuruna o ana kadar görülmeyen bir heyet geldi. Bin altın takdim ettiler. Müritler heyete bu kadar paranın ne olduğunu, niçin Şeyhe takdim ettiklerini sordular. Gelenler tüccar olduklarını belirterek:
    – Altınlar Hazreti Şeyhindir. Denizde yolculuk yaparken fırtına sebebiyle geminin yelkeni delindi, yol alamaz olduk, denizin ortasında kalacaktık. Kaptana bir çaresi yok mu diye sorduğumuzda:
    – Altıyüz dirhem ip olsa geminin yelkenini onarır, yolumuza devam ederdik ama, şu anda nerede bulacağız, dedi.
    Biz ellerimizi kaldırarak Allaha dua ettik ve duamızda:
    – Ya Sultanul Arifin bize altıyüz dirhem kadar ip gönder, sana bin altın vereceğiz diye yalvardık. Bir de baktık ki, bir kuş gelip altıyüz dirhem ipliği geminin güvertesine bırakıp uçtu gitti. Şimdi o adağımızı yerine getirdik, dediler.

    Tüccarlar ayrıldıktan bir müddet sonra, ihtiyar kadın gelip sordu.
    – Para geldi mi efendim?
    Şeyh bin altını kadına verirken:
    – Benim satışım seninki kadat kârlı olmuş mu?

    Kadın bir anda zengin olmuştu. Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne teşekkür ederek huzurdan ayrıldı.

    ***

    TASARRUF

    Bahaüddin Buhârî’nin talebelerinden biri, bir yere gitmek istediği zaman kerâmetiyle havada uçarak gider, gideceği yere hemen varırdı. Diğer talebeleri onu bir iş için Kasr-ı Ârifân’dan Buhârâ’ya gönderdiler. Bu talebe uçarak giderken, Bahaüddin Buhârî onun üzerinden tasarrufunu çekti. Talebe uçamaz oldu. Bu hâdise üzerine Bahaüddin Buhârî , “Allah bana talebelerimin gizli açık bütün hâllerini bilmek ve onlar üzerinde tasarruf etme kudreti verdi. Arzu edersem, Allah’ın izniyle talebelerime çeşitli hâller veririm ve yine ellerinden hâllerini alırım. Onları kâbiliyetlerine göre terbiye ederim. Çünkü yetiştirici ve terbiye edici, yetiştirmek istediği kimseye yarayan ve en çok faydası olan şeyi yapar.” buyurdu.

    ***

    BİR EV TAPUSU

    Meşhur velilerden Habib-i Acemî k.s. zamanında, benzeri görülmemiş şöyle bir hadise yaşanmıştır:

    Horasanlı bir adam, evini onbin dirheme satarak, ailesiyle Basra’ya geldi. Oradan hacca gidecekti. Habib-i Acemî’yi buldu ve ondan şöyle bir istekte bulundu:

    – Ben eşimle hacca gidiyorum. Şu onbin dirhem parayı al da, Basra’da benim için uygun bir ev alıver.

    Horasanlı ve eşi Mekke’ye doğru yola koyuldu. O günlerde ise Basra’da müthiş bir kıtlık ve açlık başgösterdi. Habib-i Acemî Hazretleri ise elindeki emanet parayla gıda maddeleri alıp, sahibinin hayrına muhtaçlara dağıtmak zorunda kaldı. Adamın rızası olmazsa, parasını geri verecekti.

    Horasanlı, hac dönüşünde kendisine ev alınıp alınmadığını sordu. Habib-i Acemî dedi ki:

    – Rabbimden sana Cennet’te bahçeli bir ev alıverdim!

    Adam bu durumu eşine haber verdi. Kadın buna memnun oldu, fakat evin tapusunu da istedi. Horasanlı bu isteği iletince, Habib-i Acemî ona şöyle bir senet yazıp eline verdi:

    ‘Bismillah.. Bu senet, Habib’in Horasanlı için Rabbinden aldığı evin tapusudur. Allahu Tealâ bu evi Horasanlı’ya verecek ve Habib’i de borcundan kurtaracaktır…’

    Bu senedi aldıktan sonra adamcağız ancak kırk gün daha yaşadı. Ölmek üzereyken, bu tapu senedinin kefenine konulmasını vasiyet etti. Öyle yaptılar. Bir zaman sonra da kabrinin üzerinde, bir levhaya parlak bir yazıyla yazılmış şöyle bir yazı buldular:

    ‘Habib Ebu Muhammed’in falan Horasanlı için onbin dirheme aldığı evin beratıdır. Rabbi, Habib’in istediği evi Horasanlı’ya verdi ve Habib’i de borcundan kurtardı.’

    Habib Hazretleri bu yazıyı alıp okuyunca, levhayı öperek ve ağlayarak dostlarının yanına koştu: ‘Bu Rabbimin bana olan beratıdır!’ diye sevincini ifade etti.

    ***

    YAĞMUR

    Seyyid Burhâneddîn, Hâce hazretlerine bir mikdâr balık getirdi. Hâce bağda idi. Balıkları da bağda pişirmek istediler. İlkbahar mevsimiydi. Hâce balıkları pişirirken, gök yüzünü büyük bir bulut kapladı. Yağmur yağmaya başladı. Hâce , Seyyid Emîr Burhâneddîn’e; “Duâ et, benim olduğum yere yağmur yağmasın!” buyurdu. Burhâneddîn; “Efendim, benim ne haddime?” dedi. Hâce , “Benim dediğimi yap.” buyurdu. Seyyid Burhâneddîn emre uyarak duâ etti. Kudret-i ilâhî ile Hâce’nin olduğu yere yağmur yağmadı. Diğer yerlere o kadar yağdı ki, suları, sel gibi yanımızdan akıyordu. Bu hâli görenler hayretler içinde kaldı. Bu kerâmetten çokları istifâde ettiler.

    ***

    AMR B. AS’IN HİDAYETİ

    Amr b. As r.a. anlatıyor:
    Hendek savaşından Mekke’ye döndüğümüzde, Kureyş’ten benim gibi düşünen bazı kimseleri bir araya getirdim. Onlar beni dinlerlerdi. Onlara:
    – Biliyorsunuz, Muhammed gittikçe kuvvetleniyor, hem de korkunç bir şekilde güçlenmektedir. Ben bu konuda birşey düşünüyorum. Acaba siz ne dersiniz? diye sordum. ‘Görüşün nedir?’ dediler. Ben de:
    – Beraberce gidelim Habeş Kralı Necaşi’ye sığınalım, onun yanında olalım. Eğer Muhammed bizim kavmimize galip gelirse, biz Necaşi’nin yanında kalırız. Onun elinin altında olmamız, Muhammed’in elinin altında olmaktan daha iyidir. Eğer bizimkiler galip gelirse, zaten bizi biliyorlar. Onlardan bize sadece iyilik gelebilir, dedim.
    Arkadaşlarım bunun tek yol olduğunu söylediler. Bunun üzerine ben: ‘O halde, Necaşi’ye vereceğimiz hediyeleri hazırlayınız.’ dedim.
    Necaşi’nin hoşuna gidecek hediyelerin başında tabaklanmış deri vardı. Biz de ona çokça deri topladık. Sonra Mekke’den yola çıkıp, Necaşi’ye vardık. Biz orada iken, Amr b. Ümeyye de geldi. Hz. Peygamber, Amr’ı Necaşi’ye Cafer ve arkadaşları için göndermişti. Amr, Necaşi’nin yanına girdi, sonra da çıktı. Arkadaşlarıma dedim ki:
    – Bu zat Amr b. Ümeyye’dir. Eğer Necaşi’nin yanına girip de onu bana teslim etmesini istesem, o da onu bana verse de onun boynunu vursam, Kureyşliler bunu bir mükâfat gibi kabul ederler. Çünkü böylece Muhammed’in elçisini öldürmüş olurum.
    Bu fikirle Necaşi’nin huzuruna girdim. Daha önce yaptığım gibi secde ettim. O da:
    – Dostum Amr’a merhaba, dedi. Bana memleketinden bir hediye getirdin mi?
    – Evet ey kral! Sana birçok deri getirdim.
    Sonra derileri Necaşi’ye takdim ettim, hoşuna gitti. Dedim ki:
    – Ey kral! Ben yanından çıkan bir kişi gördüm. O, bize düşman bir kişinin elçisidir. Onu bana ver ki öldüreyim. Çünkü o bizim ileri gelenlerimizden birçok genci öldürdü.
    Necaşi müthiş öfkelendi. Sonra eliyle burnuma vurdu. Zannettim ki burnum kırıldı. Eğer yer açılsaydı korkudan girerdim. Dedim ki:
    – Ey kral! Eğer hoşuna gitmeyeceğini bilseydim, bunu senden istemezdim. Necaşi:
    – Kendisine, Musa’ya gelen en büyük Namus’un (Cebrail’in) geldiği bir kişinin elçisini sana vermemi nasıl isteyebilirsin?
    – Ey kral! Gerçekten böyle midir?
    – Behey azaba uğrayasıca, beni dinle de ona tabi ol! Çünkü o, Allah’a yemin ediyorum, Hak üzeredir ve kendisine karşı gelenlere, tıpkı Hz. Musa’nın Firavun ordusuna galip geldiği gibi galip gelecektir.
    – O halde, onun namı hesabına İslâm üzerine benimle biat eder misin? dedim. Necaşi evet dedi ve elini uzattı. İslâm üzerine Necaşi’ye biat ettim.
    Sonra arkadaşlarımın yanına vardım. Müslüman olduğumu gizledim. Daha sonra Hz. Peygamber’e gitmek üzere yola çıktım. Yolda Halid b. Velid’e rastladım. Bu hadise Mekke’nin fethinin biraz öncesindeydi. O da Mekke’den geliyordu. Ona:
    – Ey Eba Süleyman, nereye gidiyorsun? dedim.
    – Andolsun, iş açığa çıkmış ve başarıya ulaşmıştır. Kesinlikle o kişi peygamberdir. Gideceğim ve müslüman olacağım. Sen daha ne zamana kadar inat edeceksin? dedi. Ben de ona:
    – Andolsun ki ben de müslüman olmak için geldim, dedim.
    Halid’le beraber Medine’ye, Peygamber s.a.v.’e vardık. Halid benden önce müslüman oldu, biat etti. Sonra ben:
    – Ey Allah’ın Rasulü! Ben geçmiş günahlarımın affedilmesi üzerine -ki gelecektekileri de bilmiyorum- seninle biat ediyorum, dedim. Hz. Peygamber s.a.v.:
    – Ey Amr! Biat et ki, İslâm, İslâm’dan önceki bütün günahları silip süpürür. Hicretten önceki herşeyi hicretin sildiği gibi, dedi.
    Rasulullah s.a.v.’e biat ettikten sonra geri döndüm.

    ***

    ‘BEDELİ ÇANAKKALE’DE ALTIN OLARAK ÖDENECEKTİR’

    Üç aylık bir tâlimden sonra Mehmed Muzaffer, ‘zâbit namzeti’ olarak Çanakkale’de idi. (Mart 1916). Müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale’de uğradıkları mağlûbiyetlerden ve verdikleri yüzelli bin zâyiattan sonra Boğaz’ı aşamayacaklarını anlamışlar, 1915’in son haftasıyla 1916’nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip, çıkıp gitmişlerdi.

    Muzaffer, Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman, İmroz-Bozcaada’da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da, 1915 Nisan’ından Aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı bağuşmalara kıyasla bu bombardımanlar ‘hiç’ mesâbesindeydi. Çanakkale’deki birliklerin büyük bir kısmı, Kafkas, Irak ve Filistin cephelerine sevkedileceklerdi. Hazırlanma ve noksanları ikmâl emri aldılar.

    Muzaffer, birliğinin alay karargâhında vazifeliydi. Alayın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlarsa ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit mübâyaalar için açık artırma yapmak, ilanlarda bulunmak, ne âdetti, ne de bunlarla kaybedilecek vakit vardı. Herşey itimatla yürütülürdü. Muzaffer, açıkgöz ve becerikli bir İstanbul çocuğu olduğundan, karagâh, gerekli malzemenin temin ve mübâyaasına onu memur etti. İcab eden paranın kendisine i’tâsı için de Erkân-ı Harbiye Riyâseti’ne hitâben yazılı bir tezkereyi eline verdiler.

    O yıllar İstanbul’da otomobil ve kamyon, nâdir rastlanan vâsıtalardı. Bunlaların lastikleriyse yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı.

    Muzaffer aradı, uğraştı, nihayet Karaköy’de bir Yahûdi’de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fâhişti ama, yapacak başka birşey yoktu anlaşmaya vardı. Lâzım gelen parayı almak üzere Erkân-ı Harbiye’ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciiine havâle ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı bir kaymakam (yarbay)’ın huzurundaydı. Kaymakam, uzatılan kezkereyi okudu. Karşısında hazırolda duran ihtiyat zâbit namzetine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan
    ‘ Ne alınacak ?’ dedi.
    ‘ Oto ve kamyon lastiği ‘ cevabı verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik baktı:
    ‘ Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun! Haydi yürü git, insanı günaha sokma… Para mara yok! ‘ dedi.

    Muzaffer selâmı çaktı, dışarı çıktı. Harbiye Nezâreti’nin (bugünkü hukuk fakültesi binâsının) bahçesinden dış kapıya ağır ağır yürürken, ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere alayın ihtiyacı vardı. Eldeki (Almanlar’ın verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemeler de mutlaka lâzımdı. Kendisi, bulur alır diye vazifelendirilmişti.

    Malzemeyi bulmuştu, fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çaresini bulmak lâzımdı.

    Muzaffer bunları düşüne düşüne Bâyezid Meydanı’na vardı. Birden durdu, kendi kendine güldü. Aradığı çareyi bulmuştu! Doğru tüccar Yahûdi’ye gitti:
    ‘ Paranın tediye muâmelesi akşamüstü bitecek. Ezandan sonra gelip malları alamam gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapurum Çanakkale’ye kalkıyor, yetişmem lâzım. Onun için, sabah ezanında geleceğim. Malları mutlaka hazır edin.. .’
    Tüccar
    ‘P eki ‘ dedi.
    Muzaffer tam ayrılırken ilâve etti:
    ‘ Altın para vermiyorlar, kâğıt para verecekler. ‘
    Yahûdi yine
    ‘ Peki ‘ dedi.
    Ertesi sabah Muzaffer, Merkez Komutanlığı’ndan araba ve neferle ezan vakti Yahûdi’nin kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Taccar, malları hazırlatmıştı. Havagazı fenerinin yarım yamalak aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer, bir yüzlük kâime (yüz liralık kâğıt para) verdi. araba dörtnal Sirkeci’ye yollandı. Malzeme şat’a, oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.

    Üç gün sonra Yahûdi, elindeki yüzlük kâimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti. Bozmadılar.. Zira elindeki para sahte idi.

    Muzaffer evrâk-ı nakdiyenin basımında kullanılan kâğıdın aynısını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş, bütün gece oturmuş, çini mürekkebi ve boya ile, gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemiyecek nefâsette taklit para yapmıştı. Tüccara verdiği para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerinde yazılar arasında bir de şöyle ibâre bulunurdu:

    ‘ Bedeli Dersaâdette altın olarak tesviye olunacaktır. ‘ Muzaffer yaptığı taklit parada bu ibâreyi şöyle yazmıştır. ‘ Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye olunacaktır. ‘

    Onun burada altın dediği, Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından da kıymetli kanı idi…

    Yâhudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi, bilinmez. Ancak hâdise bütün İstanbul’a yayıldı. Dünyada emsâli olmayan ve olmayacak olan bu hâdise Şehzâde Abdülhalim Efendi’nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yâhudi tüccarı buldurdu.

    Yüzlük taklid evrâk-ı nakdiyeyi, bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul Polis Okulu’ndakiEmniyet Müzesi’ne hediye etti.

    Şehid Mehmet Muzaffer’in taklidini yaptığı paranın asıl 50 liralık kâğıt paradır. Bu kâğıt paralar, üzerlerinde de yazılı olduğu gibi, Rûmi 6 Ağustos 1332 (M.18.8.1916) tarihli kanunla tedâvüle çıkarılmıştır. Bu tertip kâğıt paraların en büyük kıymeti 50 liralıklardır. Yüz lira olarak bu tipte hiçbir kupür basılmamıştır. Her halde Şehid Muzaffer’in alacağı malzemenin bedeli elli liranın çok üstünde olmalıdır ki, iki tane ellilik imal edecek olsa anlaşılabileceğini düşünüp tek bir yüzlük yapmıştır. Bu kâğıt paralar yeni tedâvüle çıktığından, getirip veren de subay ve askerleri olduğundan, tüccar, bu çeşit yüzlük kâime mevcut olup olmadığını araştırmak lüzûmunu görmemiş olmalıdır. Esasen Muzaffer’in ‘sabah ezanı vakti’ üzerinde durması da, hem o devrin ölü ışıkları altında paranın iyice incelenmesine imkân bırakmamak, hem de sabahın o saatinde her taraf kapalı olduğundan, sağa sola sormak ihtimâlini de ortadan kaldırmak için olmalıdır.

    Çeşitli imkânlara sahip teksir ve totokopi makinelenin henüz îcad edilmediği yıllarda, bugün son sistem âletlerle çalışan kalpazanlara taş çıkartacak şekilde elle bu derece başarlı bir taklidi yapabilmek, üstelik de bunu bir tek gecenin sınırlı saatleri için sığdırmak, fevkalâde büyük bir sahtekârlık başarısı değil, bir san’at şaheseri olarak değerlendirilmelidir.

    Hz. Allah, bütün şehidlerimizden de, vatan için her şeyi göze alabilen bu san’atkârın, bu mübârek şehidin rûhundan da, o ganî rahmetini eksik etmesin. (Âmin)

    ***

    MÜZİK SESİ

    Bahaüddin Buhârî Buhârâ’da, yaz mevsiminde bir akşam, talebeleriyle birlikte Atâullah adında bir zâtın evinin damında oturmuş sohbet ediyordu. Mübârek ağzından inci gibi güzel sözler dökülüyor, dinleyenlere feyz saçıyordu. Evin yakınında, Buhârâ vâlisinin sarayı vardı. O akşam vâli de, sarayının damında adamlarıyla birlikte def ve çalgı çalıp, eğleniyordu. Ses her tarafa yayılıyordu. Bahaüddin Buhârî; “Bizim bu sesleri işitmemiz câiz değildir, kulağımıza pamuk tıkamak lâzımdır.” dedi.

    Böyle söyledikten sonra, sohbet meclisinde bulunan talebeleri ve kendisi, çalgı sesini işitmez oldular. Hâlbuki vâli ve adamları sabaha kadar çalgı çalmışlardı. Sabahleyin komşular, Bahaüddin Buhârî’nin talebelerine; “Biz çalgı sesinden sabaha kadar uyuyamadık, siz nasıl durabildiniz?” dediler. Talebeler; “Hocamız bu sesi dinlememiz uygun olmaz, kulağımıza pamuk tıkamamız lâzımdır.” buyurdu. O andan îtibâren sabaha kadar hiç çalgı sesi işitmedik.” dediler. Bu durum, o vâliye anlatıldı. Vâli durumu öğrenince, yaptığı işe pişmân olup, tövbe etti. Bu hâdise Buhârâ’da günlerce anlatıldı. Herkes Bahaüddin Buhârî’nin büyüklüğünü gördü. Ona muhabbetleri daha çok arttı.

    ***

    BİR HİKMETİ VARDIR

    Adamın biri bir pislik böceği görür
    ” Bu yaradılışı çirkin pis kokulu bir yaratıktır.Allah bunu niçin yaratmışki ? ” der.

    Aradan zaman geçer, adamın yüzünde bir çıban çıkar. Nereye başvurduysa derdine bir derman bulamaz. Çııban yara haline gelir. Bir gün sokakta dolaşırken, yüzündeki yara bir yolcunun dikkatini çeker. ayak üstü sohbetten sonra yolcu kendine yardım edebileceğini, bu tip çıbanların oluşturduğu yaraların tedavisini bildiğini söyler. Adam her ne kadar inanmadıysa Allah’tan umut kesilmez diyerek kabul eder.

    Yolcu bir pislik böceğinin getirilmesini ister.Orada bulunanlar bu isteğe gülerler. Fakat hasta olan adam, o böcek hakkında söylediği sözleri o an hatırlar ve derki ;
    – Adamın isteğini yerine getirin, ne diyorsa yapın.
    Yolcu getirilen böceği yakar ve külünüyaranın üzerine serper ve yara Allah’ın hikmetiyle iyileşir. Bunun üzerine hasta olan adam etrafına der ki ;
    – Unutmayın ! Allah’u Teala’nın yarattıklarının, yaratılışında bir hikmet vardır, bir derde deva vardır. Velev ki pislik böceği olsa dahi.

    ***

    KURTLAR

    Bahaüddin Buhârî , talebelerinden birini, bir işi için bir yere göndermişti. Talebesi işi görüp dönerken, yolda havanın çok sıcak olması sebebiyle, dinlenmek için bir ağacın gölgesine oturdu. Dinlenirken uykusu gelip, uyuya kaldı. Uyur uyumaz rüyâsında hocası Bahaüddin Buhârî’yi gördü.Elinde bir asâ ile yanına yaklaşıp; “Uyan, kalk burası uyuyacak yer değildir.” dedi. Bunun üzerine hemen uyanıp gözlerini açtı ve ayağa kalktı. Birden, iki kurdun kendisine doğru yaklaştığını ve hücûm etmek üzere olduklarını gördü. Hemen oradan uzaklaşıp yoluna devâm etti. Kasr-ı Ârifân’a varınca, Bahaüddin Buhârî’nin yola çıkmış, kendisini karşılamakta olduğunu gördü. Yanına yaklaşınca; “Hiç öyle korkulu ve tehlikeli yerlerde istirahat edilir mi?” buyurdu.

    ***

    BESMELE

    Bişr-i Hafi. Evliyânın büyüklerinden. Genç. Günah çukuruna düşmüş yuvarlanıyor yuvarlandıkça batıyor…

    Bir gün Gecesini içki masalarında sabahladığı bir gecenin günü. Sarrhoş. Evinin yolunu tutturmuş, gidiyor, gitmeye çalışıyor. Yürüyor. O da ne? Bir kağıt, üstünde Besmele yazılı bir kağıt. İçi cız ediyor. Eğiliyor. Çamurların içinden Besmele yazılı kağıdı alıyor. Hiç Allah’ın ismi yerde olur mu, çamurlar içinde olur mu, bin bir düşünce bin bir ah ediş. Kağıdı öpüyor, çamurlarını siliyor, temizliyor, evine götürüyor, güzel kokulare sürüyor ve eveinin en güzel yerine asıyor.

    O gece âlim bir zât bir rüyâ görür. Rüyâda,” Git, Bişr’e söyle! İsmimi temizlediği gibi onu temizlerim. İsmimi büyük tuttuğu gibi büyültürüm. İsmimi güzel kokulu yaptığı gibi, onu güzel ederim. İzzetime yemin ederim ki, onun ismini dünyada ve âhirette temiz ve güzel eylerim” denildi.
    Bu rüyâ, üç defa tekrar etti. Rüyâ gören kimse, sabah olunca, Bişr-i Hafi’yi arayıp meyhanede buldu. Mühim haberim var diye içeriden çağırdı. Bişr geldiğinde, gelen zâta dedi ki:
    -Kimden haber vereceksin?
    -Sana Allahü teâlâdan haber vereceğim. Bunu duyan Bişr, ağlamaya başladı ve sordu:
    -Bana kızıyor mu, şiddetli azap mı yapacak? Rüyâyı sonuna kadar dinleyince arkadaşlarına dönüp şöyle söyledi:
    -Ey arkadaşlarım! Beni çağırdılar, bundan sonra bir daha beni buralarda göremiyeceksiniz.
    O zâtın yanında hemen tövbe etti. Bu anda ayağında ayakkabı bulunmadığı için, hiç ayakkabı giymedi. Sebebini soranlara,”Söz verdiğim zaman yalınayaktım, şimdi giymeğe hayâ ederim” derdi.

    Ayakkabı giymediği için kendisine ”Hafi” (yalınayak)denilmiştir.

    ***

    BALİNA ZİYAFETİ

    Ashab-ı Kiram’dan Cabir r.a. Hazretleri anlatıyor:

    Rasulullah s.a.v. bizi bir müfreze (askeri birlik) ile göndermişti. Başımıza da Ebu Ubeyde’yi komutan tayin etmişti. Kureyş’e ait bir kervanı ele geçirmekle vazifeliydik. Azık olarak da bize bir dağarcıkta hurma verilmişti. Başka azığımız yoktu. Ebu Ubeyde, bize birer tane hurma veriyordu.

    – O bir hurmayı ne yapıyordunuz? diye sorulunca dedi ki:

    – Çocuğun emmesi gibi o hurmayı ağzımızda tutup emiyorduk. Sonra da üstüne su içiyorduk. Bu bize bir gün bir gece yetiyordu. Değneğimizle ağaç yapraklarını çırparak, düşen yaprakları su ile ıslatıp yiyorduk.

    Böylece yolumuza devam ettik. Deniz kıyısına vardık. Deniz kıyısında büyük bir kum tepesi gibi bir şeyin yükseldiğini gördük. Yanına vardığımızda kıyıdaki şeyin anberbalığı (balina) denen hayvan olduğunu gördük. Ebu Ubeyde önce:

    – Bu leştir, dedi. Sonra da şunu söyledi:

    – Hayır. Biz Rasulullah s.a.v.’in elçileriyiz ve Allah yolundayız. Zaruret haline düştük. Bundan yiyiniz.

    Biz yaklaşık bir ay boyunca o hayvanın etiyle geçindik. Üçyüz kişiydik ve şişmanlamıştık. Hayvanın göz çukurundan testilerle yağ alıyorduk, öküz büyüklüğünde et parçaları koparıyorduk. Ebu Ubeyde bizden onüç kişiyi alıp hayvanın göz çukuruna oturtmuştu. Kaburga kemiklerinden birini alıp yere dikti; sonra en yüksek deveyi binicisiyle onun altından geçirdi. Bu hayvanını etinden pastırma yapıp azık ettik.

    Medine’ye geldiğimiz zaman Rasulullah s.a.v.’in yanına vardık. Bu durumu kendisine anlattığımızda dedi ki:

    – O, Allah’ın size çıkarıverdiği bir rızıktır. Yanınızda onun etinden bize yedireceğiniz bir şey var mı?

    Biz de getirdiğimiz etlerden bir miktarını Rasulullah s.a.v.’e gönderdik, O da etten yedi.

    ***

    AYNEN SENİN GİBİ OLMAK İSTERİM

    Bir gün Azizan Hazretlerine, hatırı sayılır bir zat misafir geliyor. Fakat evde hazır yemek yok… Azizan Hazretleri üzülüyorlar. Evlerinin kapısına çıkıyorlar. O sırada, paça satan bir genç, elinde bir çömlekle geliyor. Çömlekte donmuş paça var…
    Genç:
    -Bu yemeği sizin ve yakınlarınız için hazırladım. Kabul buyurursanız beni mesut edersiniz.
    Diyor.
    Azizan Hazretleri bu nazik anda gelen yemekten son derece hoşnut kalıyorlar ve gence iltifat ediyorlar. Gelen yemekle misafir ağırlanıyor. Misafir gidince Şeyh Hazretleri paça satan genci çağırtıp:
    -Senin getirdiğin bu yemek, sıkıntılı bir ânımızda imdada yetişti. Sen de şimdi bizden ne muradın varsa iste ki, Allah dileğini verse gerektir.
    Genç:
    -Aynen senin gibi olmak isterim.
    Diyor.
    Bu çok güç bir şey… Üzerimizdeki yük senin omuzlarına çökecek olursa ezilirsin!
    Cevabını veriyor Azizan Hazretleri…
    Fakat genç yana yakıla ısrar ediyor:
    -Benim âlemde tek muradım bu… Tıpkı tıpkısına senin gibi olmak… Başka hiç bir şey beni teselli edemez. Başka emel tanımıyorum!
    -Peki, diyor, Azizan Hazretleri; öyle olsun!
    Ve genci elinden tuttuğu gibi halvet odasına çekiyor. Orada nazarlarını gence mıhlayıp kalpleriyle kalbine yöneliyorlar. Biraz sonra gençte bir değişiklik başlıyor. Genç hem zahirde ve hem batında Azizan Hazretlerinin ayı olarak meydana çıkmaya başlıyor. Bu hal tam 40 gün devam ediyor ve 40’ıncı gün genç girdiği yükün ağırlığında bekâ âlemine göçüyor. Fakat muradına ermiş ve ebedi saadete erişmiştir.

    ***

    “ALLAH’TAN KORK, MÜHRÜMÜ BOZMA! ”

    Geçmiş ümmetlerde gurbete çalışmaya giden üç arkadaş, bir ara yoğun bir yağmura mâruz kalınca yol kenarındaki bir mağaraya sığınırlar. Ne var ki, karşı dağdan, düşen yıldırım sebebiyle kopup yuvarlanan bir taş gelir, içinde bulundukları mağaranın kapısına sıkışıp kalır.

    İçeride bulunan üç arkadaş korkup düşünmeye başlarlar. Nasıl çıkacaklar kapanmış olan mağaradan? Biri der ki: Bu belâdan kurtulmamızın bir çâresi olabilir. O da, Rabbimizin rızâsı için yapmış olduğumuz iyilikler. Gelin bunları şefaatçı yapıp buradan kurtulmayı Rabbimizden dileyelim.

    Bu sebeple biri der ki:

    – Ey Rabbim! Ben yanında işçi çalıştıran biriydim. Bir gün, çalışan işçim akşam yevmiyesini almaya gelmedi. Ben de onun parasını onun adına ayırıp çalıştırdım. Seneler sonra gelince parasını kazancıyla birlikte verdim. Şaşırdı, almak istemedi. Sonra ciddi olduğumu anlayınca yevmiyesini kazancıyla alıp sevinerek gitti. Bunu sadece senin rızân için yaptım. Eğer senin yanında makbul oldu ise, bunun hürmetine şu kayayı, çıkacağımız yerden uzaklaştır!

    Bu dua üzerine kaya yerinden kımıldar, ama çıkılacak kadar yer açılmaz.

    İkincisi de şöyle der

    – Ey Rabbim! Ben annesine çok hizmet eden biriyim. Bir gece annem su istemiş, ben de koşup dışarıdan su getirmiştim, baktım annem uyumaktadır. Karşısında uyanıncaya kadar bekledim. Gece yarısı uyandığında beni karşısında bekler halde görünce çok memnun olup duâ etmişti. Bunun hürmetine bu belâdan bizi kurtar.

    Kaya biraz daha kımıldar, ama yine kurtulmaya yeterli değildir.

    Üçüncü olarak da son arkadaşları şöyle duâ eder:

    – Ey Rabbim! Memleketimizde kıtlık olmuş, bir çok âile açlık belâsına mâruz kalmıştı. Benim durumum ise iyi idi. Bir gün komşum kızı yanıma gelip açlıktan ölüm tehlikesi geçirmekte olan âilesi için benden yiyecek birşeyler istemiş, ben de ona kendisini bana teslim etmesi halinde istediğini verebileceğimi söylemiştim. Başka çâresinin kalmadığını anlayan kızcağız, nihayet isteğime râzı olmuş, birlikte tenha yere gittiğimizde birden şu ikazda bulunmuştu:

    – Ey elinde imkân olan adam! Allah’dan kork, benim iffet mührümü nikâhsız bozmaktan hicap duy! Bu mühür, ancak nikâhla bozulur, başka değil!

    Bu beklenmedik ikazdan korkup titremeye başladım. Kendimi mâsum bir kızın namus mührünü bozan iffetsiz durumuna düşürmekten utandım ve dedim ki:

    – Haydi gel, istediğin kadar yiyecek al, mührünü muhafaza ederek iffetinle yaşa.

    Böylece ona istediğini verdim ve mührünü bozmadım. Bunu senin rızân için yaptım. Eğer kabul edildi ise, şu kayayı kapımızdan uzaklaştır da çıkıp kurtulalım.

    Bir de baktılar ki, sıkışmış kaya paldır küldür yuvarlanıp gitti, kurtulup dışarı çıktılar.

    Evet, işte iffetsizlerin yersizliğini söylemek istedikleri kızlık işaretinin hadisteki adı mühürdür.

    ***

    ALLAH’IN EMANETİ

    Hz.Ümm-i Süleym, gayet temiz ahlak sahibi bir hatun idi. Çocuğu vefat ettiği zaman, sabır ve metanetle bizzat kendisi yıkadı ve kendisi kefenledi ve bir tarafa bırakıp, komşularına dönerek:

    – Babasına haber vermeyin.

    Hz. Ebu Talha orada bulunmamaktaydı. Akşam eve döndüğünde, çocuğu sordu, hanımı:

    – Gördüğünden şimdi çok iyidir, der.

    Sonra yemek yediler, oturdular, birlikte oldular. Bir müddet sonra Hz.Ümm-i Süleym, beyine gayet metanetle şöyle der:

    – Ebu Talha, ödünç alınmış bir şeyi geri vermek icap eder mi etmez mi?

    – Söylediğin bu söz nasıl bir söz, elbette ki ödünç alınan şey geri verilmeli.

    – O halde, Hak Teala da sana emanetten vermiş bulunduğu çocuğu aldı.

    Ebu Talha bu sözü duyunca :

    – Biz Allah için halk edilmiş bulunuyoruz ve hep onun tarafına döneceğiz, der ve şükreder.

    Sabah olunca gidip Resulullah’a (s.a.v.) anlatır. Resulullah (s.a.v.):

    – Ya Rabbi bunun daha iyi bir karşılığını Ebu Talha’ya ver, diye dua eder.

    Nitekim, dokuz ay dokuz gün sonra Abdullah diye bir çocukları olur. Çocuk, Peygamberimizin himayelerinde büyürler, İslam Tarihinde önmeli bir şahsiyet olur.

    ***

    CEBRAİL(A.S.)’IN HOCASI

    Birgün Server-i Enbiyâ ‘s.a.v.’ mescidde oturmuş idi. Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Sultân-ı Enbiyâ, hazret-i Cebrâîl ile söyleşirdi. Eshâb-ı kirâm mescide gelip, Seyyid-i kâinâtı meşgûl görüp, bildiler ki, hazret-i Cebrâîl ile söyleşir. Sükût edip, oturdular. O sırada hazret-i Alî ‘r.a.’ içeri girip, selâm verip, yerine oturdu. Hazret-i Osmân ‘r.a.’ gelip, selâm verip, yerine oturdu. Sonra Ebû Bekr ‘r.a.’ gelip selâm verdikde, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm ayak üzerine kalkdı. Sultân-ı Enbiyâ hazretleri de ayak üzerine kalkdı. Eshâb-ı kirâm, Server-i kâinâtı ayak üzere kalkdığını görüp, hepsi ayağa kalkıp, hayret etdiler. Zîrâ Fahr-i âlem, Eshâb-ı güzînden kimseye ayak üzerine kalkmamışdır. Sonra bu husûsu, hazret-i Resûl-i ekremden sordular.
    Buyurdular ki:
    – Ebû Bekr-i Sıddîk mescide girip, selâm verdiği zemân, Cebrâîl aleyhisselâm Ebû Bekr-i Sıddîka ta’zîm için ayak üzerine kalkdı. Ben de ayak üzerine kalkdım. Sonra, yâ kardeşim Cebrâîl, Ebû Bekre ne için ta’zîm etdiniz, diye sordum.
    Dedi ki:
    – Yâ Resûlallah! Ebû Bekre ta’zîm bana vâcibdir. Zîrâ Ebû Bekr benim hocamdır. Ben sordum,
    – Neden dolayı hocandır.
    Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki:
    – Yâ Muhammed ‘sallallahü aleyhi ve sellem’! Hak Sübhânehü ve teâlâ, Âdem aleyhisselâtü vesselâmı yaratdığı zemân, meleklere, hazret-i Âdeme secde ediniz, diye emr etdi. Benim hâtırıma geldi ki, secde etmiyeyim. Ben ondan efdalim. Zîrâ ki, o balçıkdan yaratılmışdır, dedim. Bunun üzerine olmağa niyyet eyledim. O zemân ki, Ebû Bekrin rûhu arş altında nûrdan bir köşk içinde idi. Köşkün kapısı açıldı, Ebû Bekrin rûhu çıkdı.
    Bana dedi ki,
    – Yâ Cebrâîl secde eyle. Sakın muhâlefet etme. Bunu üç kerre tekrârladı. Arkama üç kerre eliyle vurdu. O sırada kalbimden kibr ve enâniyyet ve inâd gitdi. Âdeme secde eyledim. Benden kibr ve enâniyyet, iblîse intikâl edip, Âdeme secde etmedi. Ebedî tard edilip, mel’ûn oldu ve ben de ebedî se’âdete kavuşdum. Yâ Muhammed ‘sallallahü aleyhi ve sellem’! Ebû Bekr bu şeklde bana hoca olmuşdur, dedi.

    ***

    MAAŞI

    Hz. Ömer, devlet başkanı seçildiğinde, Hz. Ebû Bekir’e ta’yîn edilen maaş kadar ücret alıyordu.

    Bu şekilde bir müddet devam edildi. Daha sonra, Hz. Ömer, geçim sıkıntısına düştü.

    Bu durumu gören, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ba’zıları toplanıp, bu durumu görüştüler. Zübeyr bin Avvâm hazretleri şöyle bir teklifte bulundu:

    – Kendisine söyliyerek maaşını artıralım.

    Toplantıda bulunan Hz. Ali buyurdu ki:

    – Bu teklifi kabûl edeceğini zannetmiyorum. İnşâallah kabûl eder. Gidip teklifi bildirelim.

    Bu arada, Hz. Osman söz alıp buyurdu ki:

    – Ömer’in hak ve adâlette ne kadar tavîzsiz olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu teklifimizi bizzat kendimiz değil, kendisini kıramıyacağı birine söyletelim. Bunu, kızı Hafsa’ya anlatalım, o teklif etsin!

    Hz. Osman’ın bu teklifi uygun görülerek, beraberce Hz. Hafsa’nın huzûruna vardılar. Aralarındaki konuşmaları anlattılar. İsim vermeden, yapılan teklifleri Hz. Ömer’e bildirmesini istediler.

    Hz. Hafsa babasının yanına varıp dedi ki:

    – Eshâbdan bazıları, senin maaşını az bulmuşlar. Bunun için maaşını artırmayı teklif ediyorlar.

    Hz. Ömer, bu teklife celâllenip sordu:

    – Kimdir onlar?

    – Fikrini öğrenmeden kim olduklarını söylemem.

    – Eğer kim olduklarını öğrenseydim, onlara gereken cezâyı verirdim. Allahü Teâlâya duâ etsinler ki, arada sen varsın.

    Sonra kızı Hz. Hafsa’ya sordu:

    – Sen Resûlullahın evinde iken, Allahın Resûlünün giydiği en kıymetli elbise neydi?

    – İki tane renkli elbisesi vardı. Elçileri onlarla karşılar, cuma hutbelerini bunlarla okurdu.

    – Peki yediği en iyi yemek neydi?

    – Yediğimiz ekmek, arpa ekmeği idi.

    – Senin yanında kaldığı zamanlar, yerde yaygı olarak kullandığınız en geniş, en rahat yaygı neydi?

    – Kaba kumaştan yapılmış bir örtümüz vardı. Yazın dörde katlar, altımıza yayardık. Kış gelince de, yarısını altımıza yayar, yarısını da üstümüze örterdik.

    Daha sonra Hz. Ömer buyurdu ki:

    – Yâ Hafsa, benim tarafımdan, seni gönderenlere söyle! Resûlullah efendimiz kendisine yetecek miktarını tespit eder, fazlasını ihtiyâç sahiplerine verirdi. Kalanı ile yetinirdi. Vallahi ben de kendime yetecek olanını tespit ettim. Artanını ihtiyâç sahiplerine vereceğim. Ve bununla yetineceğim.

    ***

    ŞAM’I ZİYARET

    Hz. Ömer Şam’ı ziyâret ettiğinde, ordusunun kumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri büyük bir kalabalıkla karşıladı.

    Hz. Ömer ile kölesi beraberlerindeki tek deveye nöbetleşe biniyorlardı. Şehre girişte, sıra köleye gelince, Halîfe devesinden indi. Yerine kölesini bindirdi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını çıkarıp dereden geçti.

    Uzaktan bakan; deveye binmiş köleyi halîfe, devenin yularını çeken Hz. Ömer’i de köle zannediyordu. Bunu gören Ebû Ubeyde bin Cerrâh dedi ki:

    – Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halîfesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl îzâh edebilirsiniz? Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler.

    Hz. Ömer buyurdu ki:

    – Yâ Ebâ Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vâsıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelîl ve hakîr bir kavimdik. Allahü teâlâ, bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi zelîl eder, herşeyden aşağı eder.

    Bu şekilde şehre girdiler. Gerçekten bu hareketi, onun şerefini küçültmedi, aksine büyüttü. Biz bile 1400 sene sonra, burada, örnek bir hareket diye anlatıyoruz. Eğer tersi olsaydı, o zaman orada unutulup gidecekti.

    ***

    BİR BOSTAN BEKÇİSİ

    Evliyanın büyüklerinden İbrahim bin Edhem k.s. Hazretleri anlatıyor:

    Babam Horasan ‘ Belh hükümdarlarındandı. Bir gün atına binip ava çıkmıştım. Önüme çıkan -tilki veya tavşan- bir hayvanı kovalıyordum. Arkadan bir ses duydum:

    – Ey İbrahim, sen bunun için yaratılmadın, bununla emrolunmadın!

    Sağa-sola bakındım, fakat kimseyi göremedim. Aynı sesi daha açıktan, sonra da pek yakından yine iki kere duydum. Bu sefer durdum ve dedim ki: Bu bana Allah’tan bir uyarıdır. Vallahi bugünden sonra Rabbime isyankârlık yapmam.

    Atımı sürüp babamın bir çobanına geldim. Onun çoban elbisesini aldım, kendi kıymetli elbiselerimi ona bıraktım. Dağları, ovaları aşarak yürüdüm; Irak ülkesine ulaştım. Oralarda günlerce işçi olarak çalıştım. Fakat helal kaygısından hiçbir şey bana huzur vermiyordu.

    Bazı olgun kişiler, safi helal kazanç için Şam ve Tarsus tarafına gitmemi tavsiye etmişlerdi. Oralara gittim. Tarsus’ta iken nice günler bostanlarda bekçilik yaptım. Bir gün bostan sahibinin arkadaşları gelmişti. Adam dedi ki:

    – Ey bağ bekçisi! Git de narların en iyisinden biraz getir.

    Bir miktar nar getirdim. Adam narı kesince, ekşi olduğunu gördü. O zaman dedi ki:

    – Sen bunca zamandır bahçemizde bekçisin; meyve ve narlarımızdan da yiyorsun. Tatlıyı ekşiden ayıramıyor musun?

    – Vallahi ben meyvelerinizden bir şey yemedim, tatlısını da ekşisinden ayıramam!

    Adam şaşkın bir edayla bana şunu söyledi:

    – Hayret bir şeysin yahu! Sen İbrahim Edhem olsan, bundan fazla olmazdın.

    Ertesi gün bu haber halk arasında yayılıverdi. Meraklı insanlar, gruplar halinde bahçeye akın etti. Gelenlerin çoğaldığını görünce, ben bir yanda saklandım. İnsanlar bahçeye dolarken, aralarından sıyrılıp kaçıverdim…

    ***

    ALLAH NASIL MİSAFİR EDİLİR?

    Musa Aleyhisselâmın ümmeti:

    – Ya Musa! Rabbimizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız, dediklerinde Musa Aleyhisselâm, onları azarladı. «Nasıl olur, Allah (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir» diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tenbihledi. Fakat Musa Kelîmullah Turu Sina’ya çıkıp, bazı münasaatta bulunmak istediğinde, Allah tarafından şöyle nida olundu:

    – «Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?»

    Musa Aleyhisselâm: «Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten haya ederim. Nasıl olur, Zatı Ulûhiyetiniz onların söylediklerinden beridir» dedi.

    Allah (c.c.): «Söyle kullarıma, onların davetine Cuma akşamı geleceğim» buyurdu.

    Musa Aleyhisselâm gelip kavmini durumdan haberdar etti, hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir yemek sofrası hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali, ne bir padişah, ne bir başka yaratıktı. Kâinatın yaratıcısı misafir olarak gelecekti. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, akşam üstü uzak yollardan geldiği belli; yorgun argın, üstü-başı birbirine karışmış bir ihtiyar gelip: «Ya Musa! Uzak yollardan geldim, acım, bana bir miktar yemek verin de karnımı doyurayım» dedi. Hz. Musa:

    – Acele etme, hele şu testiyi al da biraz su getir bakalım. Senin de bir katkın bulunsun. Biraz sonra Allah (c.c.) gelecek, dedi.

    Tabii adam daha fazla diretmeden çekip gitti. Yatsı vakti oldu, beklenen misafir halâ gelmedi. Sabah oluncaya kadar beklediler, halâ gelen giden yoktu. Neyse ümidi kestiler. Hz. Musa taaccüp içinde idi.

    İkinci gün Hz. Musa Tur’a gidip:

    – Ya Rabbi, mahcup oldum, ümmetim: «Ya Sen bizi kandırdın, ya Allah sözünde durmadı» diyorlar dediğinde, şöyle hitap olundu:

    – Geldim ya Musa, geldim. Açım dedim, beni suya gönderdin, bir lokma ekmek bile vermedin. Beni ne sen, ne kavmin ağırladı.» Bunun üzerine Hazreti Musa Kelîmullah:

    – Ya Rabbi bir ihtiyar geldi sadece, o da bir kuldu, Allah değildi. Bu nasıl olur? dediğinde Cenabı Allah:

    – «İşte ben o kulum ile beraberdim. Onu doyursa idiniz, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak aciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz» buyurdu.

    Demek ki, Allah için yapılan her şey, bizzat Allah’ın kendisine yapılmış gibi olmakta, Allah o kimseden razı olmaktadır.

    ***

    BİR GENCİN TÖVBESİ

    Allahü teâlâ, peygamberi Musa aleyhisselâma hitap edip
    ” (Ey Musa! Filân mahallede, bizim dostlarımızdan biri vefât etti. Git onun işini gör. Sen gitmezsen, bizim rahmetimiz onun işini görür) buyurdu.
    Hazret-i Musa, emir olunduğu mahalleye gitti.
    Oradakilere:
    -Bu gece, burada, Allahü teâlânın dostlarından biri vefât etti mi? diye sorunca:
    -Ey Allahın peygamberi! Allahü teâlânın dostlarından hiç kimse vefât etmedi. Ama, filân evde zamanını kötülüklerle geçiren fâsık bir genç öldü. Fıskının çokluğundan, hiç kimse onu defnetmeye yanaşmıyor, dediler.
    Musa aleyhisselâm:
    -Ben onu arıyorum, buyurdu. Gösterdiler.
    Hazret-i Musa, o eve girdi. Rahmet meleklerini gördü.Ayakta durup, ellerinde rahmet tabakları olup, Allahü teâlânın rahmet ve lütfunu saçıyorlardı.Hazret-i Musa, yalvararak münacaat etti:
    -Ey Rabbim! sen buyurdun ki, o”Benim dostumdur.” İnsanlar ise fâsık olduğuna şahitlik ediyorlar. Hikmeti nedir?
    Allahü teâlâ:
    (Ey Musa! İnsanların onun için fâsık demeleri doğrudur. Ama, günahından haberleri var, tövbesinden haberleri yok. Benim bu kulum, seher vakti, toprağa yuvarlandı ve tövbe etti. Bizim huzurumuza sığındı. Ben ki, Allah’ım! Onun sözünü ve tövbesini kabul ettim. Ona rahmet ettim ki, bu dergâhın ümitsizlik kapısı olmadığı anlaşılsın!) buyurdu.

    ***

    BİR DERVİŞ

    Bahaüddin Buhârî’nin talebelerinden Şeyh Ömer Taşkendî şöyle anlatmıştır: “Benim, Bahaüddin Buhârî’ye muhabbetim ve talebe olmam şöyledir: Önce Taşkend’de talebelerinden bir kısmını tanımıştım. Onlar ile sohbet eder, hizmetlerinde bulunurdum. Sohbet sırasında bana, Bahaüddin Buhârî’nin fazîletini, hâllerini anlatırlardı. Böylece görmediğim hâlde ona karşı içimde bir muhabbet hâsıl oldu. Bir gün Taşkend’deki talebelerinden birinin evine gittim. Hocasını hatırlıyor ve ona râbıta ediyordu. Bir müddet oturduktan sonra yemek getirdi. O anda Bahaüddin Buhârî gözüme göründü ve kulağıma; “Senin Horasan’a gitmen gerekir.” diye söyledi. Yemekten sonra Horasan’a gitmek üzere yola çıktım. Horasan’a, oradan da Beheâddîn Buhârî’nin yakın talebelerinden Mevlânâ Celâleddîn’in bulunduğu yere gittim. Evine varıp kapıda durdum, kendisi tarafından çağrılmamı bekledim. Bir saat sonra evinden bir cemâat çıktı. Beni çağırıp huzûruna kabûl ettiler ve; “Sen geldiğin sırada, gelişinden haberim var idi. Fakat seninle başbaşa görüşmek istedim. Onun için beklettim.” dedi. Bundan sonra hâlimi ona anlattım ve çok ağladım, yardımcı olmasını istedim. Yemîn ederek dedi ki: “Bahaüddin Buhârî sana kâfidir, teveccühüne kavuşursun.” Sonra onun fazîletinden, menkıbelerinden bahsedip, huzûruna kavuşmak için hemen yola çıkmamı söyledi.

    Yolculukta başıma bâzı hâdiselerin geleceğini de işâret etti. Derhâl Nesef tarafına doğru yola çıktım. Oradan da Horasan’a hareket etmek üzere bir gemiye bindim. Gemi bir müddet yol aldıktan sonra sabah namazının vakti girdi. Gemide bir ezân okudum. Hiç bir yolcu namaza kalkmadı. Bu duruma üzülüp, onlara nasîhat ettim. Fakat bana kızdılar. Bu durum karşısında bende öyle bir hâl oldu ki, kendimi suya atmak istedim. Ayaklarımı suya uzatıp gemiden ayrıldım, fakat batmadım. Öyle bir hâl oldu ki, suyun üzerinde yürümeye başladım. Gemidekiler bu hâlimi görünce ağlamaya başladılar. “Biz yanlış bir iş yaptık, yaptığımıza tövbe ettik. Gemiye gel, sen ne dersen onu yapacağız.” dediler. Bunun üzerine tekrar bindim. Sabah namazını, gemideki yolcular ile cemâat olup kıldık. Bir müddet yolculuktan sonra Âmûre kalesine vardık. Orada da acâib hâdiseler oldu. Bahaüddin Buhârî’ye ilticâ edip, sığındım. Şîrmüşter denilen bir dergâha vardım. Yola devâm ederken bir kervana rastladım. Bana;

    “Bu çöle dalma, çok büyük bir çöldür, yolunu şaşırırsın. Burada dur, şâyet yola devâm edecek olursan sağ tarafa yönel, sol tarafdan gidersen sonunu bulamazsın ve helâk olursun.” dediler. Kervan geçip gittikten sonra, kendi kendime; “Ben, Bahaüddin Buharî’nin huzûruna gitmek üzere yola çıkmış bulunuyorum. Ona tâbi olup, hak yola gireceğim için bana tehlike gelmez.” dedim. Çöle dalıp yürümeye başladım. Bir müddet yürüdükten sonra aç olduğumu hatırladım. Kendi kendime bâzı nefis yemekleri düşünerek; “Âh o yiyecekler olsa da yesem!” dedim. Ben böyle düşünürken, o anda önüme birdenbire bir sofra geldi, üzerinde aklımdan geçen yemekler vardı. Bu durum karşısında hâlim değişti. Ağlamaya başladım. “Ey Allah’ım, senin rızânı arayan kimseye her ne lâzım olursa ihsân ediyorsun. Ben de senin rızândan başka bir şey aslâ taleb etmeyeceğim.” dedim. O yemekleri yiyip, çölde yola devâm ettim. Yolda karşıma bir ceylan sürüsü çıktı. Beni görünce sağa sola kaçışmaya başladılar.”Eğer bu yoldaki arzum ve isteğimde samîmî isem, ceylanlar benden kaçmazlar” dedim. Böyle der demez, ceylanlar yanıma toplanıp bana yüzlerini sürmeye başladılar. Bu durum karşısında da hâlim değişti ve çok ağladım. Bahaüddin Buhârî’ye karşı muhabbetim o kadar arttı ki, huzûruna bir an evvel kavuşmak için can atıyordum. Ehan denilen yere vardığımda, yine Bahaüddin Buhârî’nin bereketi ile acâib hâllere kavuştum. Oradan Serahs’a vardım. Kendi kendime;

    “Her yerde Allah’ın dostları, sevgili kulları bulunur. Bu civarda da vardır. Onlardan müsâade almadıkça bu şehre girmeyeyim.” dedim. Böyle düşünürken, karşıma dîvâne hâlde bir kimse çıktı. Halk onu görünce; “Divâne Dâvûd geliyor.” dediler. Benim yanıma yaklaşınca, onu karşılayıp, selâmün aleyküm diyerek selâm verdim. “Ve aleykesselâm.” deyip selâmımı aldı. “Hoş geldin Türkistanlı derviş!” dedi. Beni yanına yaklaştırıp koynundan bir ekmek çıkardı. Ekmeği parçalayıp yarısını bana verdi, ve;

    “Ey derviş, bu ekmeğin yarısını sana verdiğim gibi, bu mülkün yarısını da sana verdim!” dedi. Bu hâdiseden sonra Serahs şehrine girdim. Çarşıya girince, bir başka divâne gördüm. Çocuklar taşa tutuyorlardı. “Bu divânenin adı nedir?” diye sordum.”Câvadâr’dır. Bu beldenin divânelerindendir.” dediler. Kendi kendime; “Bundan da izin alayım.” dedim. Bir tarafdan da çocuklar onu taşa tutuyorlardı. Bana bakıp; “Ey Türkistanlı derviş, söz divâne Dâvûd’un söylediği gibidir!” diyerek ilk karşılaştığım kimse ile görüşüp kavuştuğumuz şeylere işâret etti. Bundan sonra bende güzel bir hâl, cem’iyyet hâsıl oldu. Yemek arzu ettim ve;

    “Her hâlde bu şehirde Bahaüddin Buhârî’nin sevenlerinden bir kimse bulunur ve ilk lokmayı onun elinden yerim.” dedim. Bu sırada yanıma biri gelip; “Ben Bahaüddin Buhârî’nin hizmetçilerindenim. Evime buyur.” dedi. Beni evine götürdü. Üç çeşit yemek getirdi. Sonra bana; “Bahaüddin Buhârî Behrâb denilen yere gitmişler, oradan burayı teşrif edecekler. Burayı teşrif edinceye kadar sen bizde kalacaksın, senin yerin burasıdır.” dedi. Birkaç gün sonra Bahaüddin Buhârî’nin orayı teşrif etmek üzere oldukları haberini aldık. Karşılamak üzere derhâl dışarı çıktık. Bahaüddin Buhârî bir merkeb üzerinde ve etrâfında talebeleri olduğu hâlde teşrif ettiler. Bir mezarlığa yöneldiler. Ziyâretinde o kadar insan toplanmıştı ki, kalabalıktan yanlarına yaklaşmak mümkün olmadı. Kendi kendime;

    “Çok uzaklardan geldim. Çok zahmetlere katlandım. Acabâ bana neden hiç iltifât etmediler? Artık ben kendi başıma kaldım.” diye düşündüm. Bu düşünceler hatırımdan geçtiği sırada, Bahaüddin Buhârî merkebden indiler ve yanına yaklaşmamı istediler. Bana;

    “Hoş geldin ey Taşkendli Derviş Ömer, yanlış anlama, daha sen buraya geldiğin saatte haberdâr oldum. Şimdi şu gördüğün kalabalık ile bir müddet meşgûlüm.” buyurdu. Sonra eve gittiler ve kalabalık da dağıldı. Beni huzûruna kabûl edip;

    “Başından geçen hâdiselerin hepsini bilmekteyiz. Gemide iken denize inince sana biz yardım ettik. Çölde önüne sofra bizim tasarrufumuzla geldi. Ceylanların sana yaklaşması ve iki divâne ile karşılaşman ve vukû bulan diğer hâdiseler hep bizim teveccühümüz ile oldu.” buyurdu. Bu sohbeti sırasında bana öyle teveccüh ve tasarrufda bulundular ki, bambaşka bir hâle girip, çok ağladım. “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. Ben de; “Şimdiye kadar geçen ömrü zâyi etmişim.” dedim. “Öyle söyleme; yalnız bundan evvel bunu bilmiş olsaydım diyebilirsin. Şu andaki müşâheden ve teslimiyetin ondan daha büyüktür.” buyurdu. Sonra; “Şimdi sen, bulunduğun hâli mi, yoksa geçen hâlini mi istersin?” diye sordu. Ben de; “Bu hâlimi isterim.” dedim. “Bu iş tâbi olmadan olmaz.” buyurdu. “Ne işâret buyurursanız, ne emrederseniz yerine getiririm. dedim. Ben böyle deyince; “Huyunuz mübârek olsun!” buyurdu.”

    ***

    ‘ARKADAŞINI AL, BERABERCE CENNETE GİRİN’

    Hz. Enes (r.a.) anlatıyor:

    Resûlüllah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk. Bir ara azı dişleri görülecek şekilde gülümsedi. Sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular:

    -Ümmetimden iki kişi Allâh’ın huzuruna gelirler.

    Birisi,
    -Yâ Rab, benim bunda hakkım var; hakkımı bundan al, bana ver, der.

    Allah Teâlâ da ötekine,
    – Hakkını ver, buyurur.

    Adam,
    -Yâ Rab, bende sevap nâmına bir şey kalmadı, der.

    Cenâb-ı Hakk,
    -Baksana, bu adamın sevabı kalmadı, ne dersin? buyurur.

    Adamcağız,
    – O halde benim günahlarımdan alsın, der.

    Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bunu anlatırken gözleri yaşardı ve, ‘O gün büyük bir gündür. İnsan; günâhının alınmasını ister’ dedi.

    Bunun üzerine Allah Teâlâ hak sahibine,
    -Başını kaldır ve cennete bak, buyurur.

    Adamcağız,
    – Yâ Rab, inci ile işlenmiş, gümüşten ve altından köşkler görüyorum. Bunlar hangi peygamber, hangi sıddîk veya hangi şehitler içindir? der.

    Allah Teâlâ,
    -Bunlar, bana ücretini verenler içindir, buyurur.

    Adamcağız,
    -Bunların hakkını kim ödeyebilir? der.

    Hz. Allah,
    -Sen istersen bunlara sahip olabilirsin, buyurur.

    Adam,
    -Nasıl olur, yâ Rab? deyince,

    Cenâb-ı Hakk,
    -Hakkını bu adama bağışlamakla, buyurur.

    Adam,
    -O halde ben bunu affettim, der.

    Allahü zû’l-Celâl hazretleri de,
    -Arkadaşını al, beraberce cennete girin, buyurur.

    Sonra Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz,
    ‘ Allah’tan korkun, Allah’tan korkun ve siz de kendi aranızı düzeltin. Bakınız, bizzat Hazret-i Allah mü’minlerin arasını buluyor ‘ buyurmuşlardır.

    ***

    ADALET VE TEVAZU

    Emevi halifelerinin büyüğü Ömer b. Abdülaziz Hazretleri, devlet başkanlığı sırasında kul hakkı ve sosyal adalet hususunda çok titiz davranırdı. Gece çalışmalarında ayrı işlere tahsis ettiği iki kandili vardı. Bunlardan birini kendi özel işleriyle ilgili notları yazarken kullanır, öbürünü ise devlet ve millet işleriyle ilgili yazışmalarda kullanırdı. Halife, birden fazla gömleği olmayan, varlıksız biriydi.

    Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz’e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi:

    – Ona de ki, elma yerini bulmuştur.

    Fakat görevli itiraz edecek oldu:

    – Ey müminlerin başkanı! Rasulullah Aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır.

    Halife cevap verdi:

    – Evet ama, Rasulullah s.a.v.’e verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur.

    Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şöyle açıklardı:

    – Valiler para sıkıntısı çekmezler, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, kendilerini halkın işlerine vakfederler.

    Bir gece halifenin yanında bir misafiri vardı. Kandilin yakıtı tükenmişti. Misafir dedi ki:

    – Hizmetçiyi uyandıralım da kandilin yağını koyuversin.

    – Hayır, bırak onu uyusun. Ben ona iki ayrı işi yaptırmak istemem.

    – Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım.

    – Olmaz, misafire iş gördürmek yiğitlikten sayılmaz.

    Kendisi kalktı, kandilin yağını koyup yerine döndü ve şöyle dedi:

    – Ben kalkıp iş yaparken de Ömer’dim; gelip oturdum, yine aynı Ömer’im.

    İki buçuk yıllık halifelik döneminde İslâm aleminde adaleti hakim kılmıştı. Büyük dedesi Hz. Ömer r.a. gibi adalet ve basiret sahibiydi. Henüz kırk yaşlarında iken onu çekemeyenler tarafından bin dinar altın para karşılığında hizmetçisi eliyle zehirlenmişti. Hizmetçisi suçunu itiraf ettiğinde, Ömer b. Abdülaziz, paraları adamdan alarak devlet hazinesine koymuş, kendisini serbest bırakmış, öldürülmekten kurtulması için de kaçmasını söylemişti.

    ***

    BİR BOSTAN BEKÇİSİ

    Evliyanın büyüklerinden İbrahim bin Edhem k.s. Hazretleri anlatıyor:

    Babam Horasan ‘ Belh hükümdarlarındandı. Bir gün atına binip ava çıkmıştım. Önüme çıkan -tilki veya tavşan- bir hayvanı kovalıyordum. Arkadan bir ses duydum:

    – Ey İbrahim, sen bunun için yaratılmadın, bununla emrolunmadın!

    Sağa-sola bakındım, fakat kimseyi göremedim. Aynı sesi daha açıktan, sonra da pek yakından yine iki kere duydum. Bu sefer durdum ve dedim ki: Bu bana Allah’tan bir uyarıdır. Vallahi bugünden sonra Rabbime isyankârlık yapmam.

    Atımı sürüp babamın bir çobanına geldim. Onun çoban elbisesini aldım, kendi kıymetli elbiselerimi ona bıraktım. Dağları, ovaları aşarak yürüdüm; Irak ülkesine ulaştım. Oralarda günlerce işçi olarak çalıştım. Fakat helal kaygısından hiçbir şey bana huzur vermiyordu.

    Bazı olgun kişiler, safi helal kazanç için Şam ve Tarsus tarafına gitmemi tavsiye etmişlerdi. Oralara gittim. Tarsus’ta iken nice günler bostanlarda bekçilik yaptım. Bir gün bostan sahibinin arkadaşları gelmişti. Adam dedi ki:

    – Ey bağ bekçisi! Git de narların en iyisinden biraz getir.

    Bir miktar nar getirdim. Adam narı kesince, ekşi olduğunu gördü. O zaman dedi ki:

    – Sen bunca zamandır bahçemizde bekçisin; meyve ve narlarımızdan da yiyorsun. Tatlıyı ekşiden ayıramıyor musun?

    – Vallahi ben meyvelerinizden bir şey yemedim, tatlısını da ekşisinden ayıramam!

    Adam şaşkın bir edayla bana şunu söyledi:

    – Hayret bir şeysin yahu! Sen İbrahim Edhem olsan, bundan fazla olmazdın.

    Ertesi gün bu haber halk arasında yayılıverdi. Meraklı insanlar, gruplar halinde bahçeye akın etti. Gelenlerin çoğaldığını görünce, ben bir yanda saklandım. İnsanlar bahçeye dolarken, aralarından sıyrılıp kaçıverdim…

    ***

    AKŞAMA KADAR YAŞAMAK

    Mekke…

    Yaşlı bir adam ve genç bir delikanlı bir köşede oturup konuşmaktalar. Önlerinde iyi giyimli bir adam belirir. Genç olanın önüne bir kese altın koyar.

    Genç:
    – Sağol, paraya ihtiyacım yok.

    – Olsun, ben sana veriyorum, ister sen harca, ister fakirere ver.

    Genç fazla ısrar etmez. Keseyi alır hemen hepsini ihtiyacı olduğunu bildiklerine dağıtır.

    Yaşlı adam aynı akşam genci bir başkasından yardım isterken görür ve sorar:

    – Niçin o bir kese altından kendine ayırmadın?

    Genç:

    -Akşama kadar yaşayacağımı düşünemezdim.

    ***

  303. gullsen said,

    Temmuz 14, 2007 11:41 am

    AMEŞ VE KARISI

    İmam-ı Azam Ebu Hanife rh.a.’in arkadaşlarından, o dönemin hadis ve kıraat âlimlerinden Süleyman A’meş, bir gece evinde eşiyle tartışmış ve hanımını biraz incitmişti. Buna rağmen tartışmadan hemen sonra hanımıyla tekrar konuşmak istemiş, ama hanımı kocasına kırgın olduğu için, adamın sözlerini cevapsız bırakmıştı.
    Adam öfkeyle:
    -Niçin bana cevap vermi yorsun? diye hanımını bağırıp, azarladı. Fakat bir cevap alamadı.
    A’meş’in kızı babasına:
    -Bu gece olmasa da, yarın sabah konuşur seninle, dediyse de adamın öfkesi dinmedi:
    -Eğer bu gece benimle konuşmazsa, benden kesin boş olsun, dedi.
    Kızcağız da annesini konuşması için ikna etmeye çalıştı. Ama annesi inat etti, konuşmamakta direndi.Karısının konuşmamakta kararlı olduğunu gören A’meş’in ise az önce öfkeyle ettiği yeminin ciddiyeti aklına geldi, söylediğine pişman oldu. Eşiyle boş olmaktan kurtulmak için care düşünmeye başladı. Gecenin bir yarısında giyinip evden cıktı. Doğru Ebu Hanife Hazretlerinin evine gitti. Ebu Hanife onu içeri alıp derdini sordu. A’meş karısıyla olan hadiseyi anlattı, dert yandı:
    -Bu kadın bu tavrıyla benden kurtulup kaçmak istiyor. Beni sıkıntıya sokmasından korkuyorum. Kendisi çocukların annesidir. Onu boş olmaktan kurtarıp beni rahatlatacak bir care var mı? diye sordu.
    Ebu Hanife:
    -Üzme kendini. Allah’ın izniyle bir care bulunur, dedi.
    Ebu Hanife, A’meş’in oturduğu yerdeki mescidin müezzinine haber gönderip yanına çağırdı. Bu gece sabah ezanını henüz vakti girmeden okumasını tenbihledi. A’meş de evine dönüp, ezanı beklemeye başladı. Daha sabah olmadan okunan ezanı duyan A’meş’in hanımı, sabah oldu da boşanması gerçekleşti zannederek konuştu:
    -Oh be! dedi. Senden kurtuldum, kötü huylu herif!
    A’meş ise kıs kıs gülerek cevap verdi:
    -Henüz sabah olmadı. Sen de konuşup yeminimi bozdun. Bize çare gösterenden Allah razı olsun.

    ***

    BİR DEFA DAHA SÖYLE

    Cebrâîl aleyhisselâm dedi:
    – Yâ Rabbel âlemîn! Resûlullah ‘sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem’ hazretlerinin dostluğu Ebû Bekrin gönlünde ne mikdâr ve ne kadar olduğunu bilmek isterim.
    Bayram günü idi. Ebû Bekr-i Sıddîk ‘radıyallahü teâlâ anh’ kıymetli ve gösterişli elbise giymiş ve otuz altınlık bir şal omuzuna almış idi. Cebrâîl aleyhisselâm a’mâ sûretinde gelip, yol üzerinde oturdu. Oraya Ebû Bekr-i Sıddîk geldi. Ona yaklaşdı. Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki,
    – Allahü tebâreke ve teâlâ afv etsin o kimseyi ki, Muhammed Mustafâ dostluğuna bana birşey versin.
    Ebû Bekr ‘radıyallahü teâlâ anh’ o sözü işitdi. Mubârek omuzundan şalını çıkarıp, ona verdi.
    Buyurdu ki,
    – Bir def’a dahâ söyle. Bir def’a dahâ söyledi.
    Ebû Bekr-i Sıddîk kaftanını çıkarıp, ona verdi. Dördüncüde, setr-i avretini örten elbiseden başka, bütün elbiselerini ona verdi. Beşincide na’lınını çıkarıp ona verdi. Sonunda artık elbisesi kalmadı. Bilâli ‘radıyallahü anh’ çağırdı ve Ona buyurdu:
    – Yâ Bilâl. Âişenin evine var. Birşey getir.
    Bilâl ‘radıyallahü teâlâ anh’ giderken, Resûlullah ‘sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem’ hazretlerine rast gelip, buyurdular ki,
    – Nereye gidersin, yâ Bilâl! Sen mi söylersin, ben mi söyliyeyim.
    Bilâl ‘radıyallahü teâlâ anh’ dedi ki,
    – Yâ Resûlallah, siz buyurun.
    Buyurdular ki:
    – Yâ Bilâl! Bil ki, o a’mâ Cebrâîl-i emîndir. Allahü tebâreke ve teâlâ onu bu şeklde gönderdi ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın bana muhabbeti ne kadardır anlasın.
    Hazret-i Ebû Bekr ‘radıyallahü teâlâ anh’ Bilâli bekler idi. Hazret-i Bilâl elbise getirdi. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk o elbiseyi giydi. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm, Resûlullahın ‘sallallahü aleyhi ve sellem’ huzûr-ı şerîflerine gelip, dedi ki,
    – Yâ Muhammed! Ebû Bekr-i Sıddîkı tecrübe ederdim. Elbiseler benim işime yaramaz. Resûlullah ‘sallallahü aleyhi ve sellem’ Cebrâîl aleyhisselâmın getirdiği elbiseleri Ebû Bekr-i Sıddîka getirdi. Ebû Bekr ‘radıyallahü teâlâ anh’:
    – Bir nesneyi ki senin dostluğun uğruna vermiş olayım, artık o bana gerekmez. Nereye uygun bulursanız, oraya tasarruf ediniz, dedi.

    ***

    ALIN TERİ

    İmam Kazım (a.s) kendi tarlasında çalışmakla meşguldü. Fazla faaliyet İmamdın bütün vücundan terler akıtmıştı bu arada Ali ibni Ebi Hamza-i Bata ini geldi imamın yanına, ve o manzarayı görünce:
    – Kurban olayım, niçin bu işi başkalarına bırak mıyorsun? diye sordu.
    – Niçin başkalarına bırakayım? Halbuki benden daha üstün kişiler bile, daima bu gibi işlerle meşgul olmuşlardır.
    – Allah’ın elçisi, Emirülmü’minin ve bütün ecdadım. Esasen tarlada çalışmak ve ziraatla meşgul olmak Peygamberlerin, peygamber vasilerinin ve Allah’ın seçkin kullarının başta gelen, en önemli adetlerinden biridir.

    ***

    ALLÂH’I BİLMEYE YÜZ DELİL

    Fahreddîn-i Râzî Herat ve civarında bozuk inançları yaymakla meşgul olanlarla mücâdele ediyor, Müslümanlar’ı bunların tehlikelerine karşı korumaya çalışıyordu. Üç yüz kadar atlı talebe ve âlim ile Herat’a geldiğinde; hem devlet, hem din büyükleri akın akın ziyaretine gelmiş, alâka göstermişlerdi. Ama birileri vardı ki; ne geliyor, ne de gelme arzusu ızhâr ediyordu. Acaba Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin muhâliflerinden miydi?

    Halktan bir zengin, bir gün Fahreddîn-i Râzî hazretlerini bahçesinde yemeğe dâvet etti. Maksadı; ziyaretine gelmeyen zâtı da orada bulundurup, görüşmelerini ve bir yanlış anlamanın meydana gelmemesini temin etmekti.

    Fahreddîn-i Râzî hazretleri, yemekte karşılaştığı ziyaretine gelmeyen zâta,

    – Niçin bizi ziyârete gelmediniz? diye sordu. Şöyle cevap verdi o zât:

    – Ben fakirin biriyim. Ne ziyâretinize gelişim size bir şeref kazandırır, ne de gelmeyişim size bir şey kaybettirir. Siz mühim kimselerle meşgul olun.

    Bu cevap Fahreddîn-i Râzî hazretlerini düşündürdü. Bu defa büsbütün meraklanarak ısrarla suallerini peşi peşine sıraladı:

    – Bu, sıradan birinin sözüne benzemiyor. Kalbi-gönlü uyanık birinin cevabıdır bu. Şimdi daha çok meraklandım. Söyleyin lütfen niçin gelmiyorsunuz? Bize vermek istediğiniz bir mesajınız olmalı.

    – Sen, ‘Müslümanlar’ın benim ziyâretime gelmeleri vâciptir’ diyormuşsun. Neden senin ziyâretine gelmek vâcip olsun?

    – Ben ilim ehli biriyim. Benim ziyâretime gelenler aslında benim değil, ilmin ziyâretine gelmiş olurlar. Mücâdelemde bana yardımcı olmuş, beni desteklemiş sayılırlar.

    – Öyle ise anlat bakalım… İlmin hedefi Allâh’ı bilmek olduğuna göre, nasıl biliyorsun Hazret-i Mevlâ’yı?

    – Yüz delil ve burhan ile biliyorum Allah Teâlâ’yı…

    – Peki öyleyse, söyler misin; burhan ve delil, şüpheleri gidermek için değil midir? Demek sende bu kadar şüphe varmış ki her birine delil aramış; ancak bu delillerle şüpheni gidermişsin. Halbuki Allahü zû’l-Celâl bana, öyle bir îman verdi ki; şüphenin zerresi bile kalbimde yoktur. Olmayan şeyi gidermek için ne diye delil ve burhan arayayım?

    Bu cevaptan sonra bir suskunluk başlar. Neden sonra yerinden kalkan büyük müfessir Fahreddîn-i Râzî hazretleri,

    – Uzat elini de öpeyim. Sen sıradan biri değil, bir îman ve ihlâs numûnesi mâneviyât sultânısın. Kim isen söyle de beni daha fazla merakta bırakma.

    Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin kulağına eğilen birinin, fısıltı hâlinde söyledikleri şundan ibârettir:

    – Konuştuğun zât, Necmüddîn-i Kübrâ hazretleridir.

    Fahreddîn-i Râzî hazretleri hemen diz çöküp rica eder:

    – Lütfen beni de kabul buyurun tâlipleriniz arasına da, ben de iştirak edeyim sohbetlerinize…

    * * *

    İşte zâhirî ilimle bâtınî ilmin farkı… İşte zâhirî ilim ehli ile, zû’l-cenâhayn olan mâneviyat erbâbının seviye ve dereceleri… Keza, aralarındaki diyaloğun güzelliği ve hakkı teslim ile neticelenişi… Ve, biribirlerine karşı olan nezâket ve saygıları…

    Zamanımız ‘tartışmacıları’na örnek olması dileğiyle…

    ***

    BENİ KENDİNLE MEŞGUL EYLE

    Hazret-i Râbia, çok oruç tutardı. Bir defâsında bir hafta hiç yiyecek bulamadı. Sekizinci gece açlığı iyice şiddetlendi. Nefsine eziyet ettiğini düşünürken birisi kapıyı çaldı. Bir tabak yemek getirdi, o da yemeği alıp, yere koydu. Mum getirmeğe gitti, gelince bir kedinin yemeğini dökmüş olduğunu gördü. Su bardağını almaya gitti. Mum söndü. Su içmek isterken bardak düşüp kırıldı.
    O da;
    “Yâ Rabbî! Bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun, fakat âcizliğimden sabredemiyorum.” diyerek bir âh çekti. Bu âhtan neredeyse ev yanacaktı.
    Bir ses duyuldu:
    “Ey Râbia, istersen dünyâ nîmetlerini üstüne saçayım. İstersen, üzerindeki dert ve belâları kaldırayım. Fakat bu dertler, belâlar ile dünyâ bir arada bulunmaz.”
    Bu sözü işitince;
    “Yâ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle ve senden alıkoyacak işlere bulaştırma.” diye duâ etti.
    Bundan sonra dünyâ zevklerinden öyle kesildi ki; kıldığı namazı;
    “Bu benim son namazımdır.” diye huşû ile kılar, hep Allahü teâlâ ile meşgûl olurdu. Hattâ birisi gelip kendisini Allahü teâlâ ile meşgûliyetten alıkoyar korkusuyla;
    “Yâ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle de, kimse senden alıkoymasın.” diye duâ ederdi.

    ***

    ASALET VE TERBİYE

    Firavun’un kahinleri, saltanatı yıkacak çocuğun dünyaya geldiğini kendisine haber verdiler. Firavun ölmemek için öldürmek sevdasına kapıldı. O sene dünyaya gelen erkek çocuklarını, kılıçtan geçirtmeye başladı. Cellatlar; sokak sokak, ev ev dehşet ve ölüm saçıyorlardı.

    Kadının biri, doğum sancıları başlayınca, mağaraya vardı ve çocuğunu orada dünyaya getirdi. Çocuğunun , gözünün önünde öldürülmesinden korktuğu için orada bırakarak evine döndü. Mukadderatı ile başbaşa kalan çocuğu, Cenab-ı Hakk’ın emriyle, Hz.Cebrail besleyip büyüttü.

    İlk fırsatta mağaraya koşan kadın, çocuğunu hayatta bulunca sevindi, onu emzirip doyurdu ve tekrar evine döndü. Günler böylece geçerek küçük büyüdü ve sonunda Hz.Musa’nın kavmini, altından buzağıya taptıran kimse bu çocuk oldu. Adı Musa.

    Samira kabilesine mensup bulunduğu için, kendisine Samiri lakabı verilmiştir. Asalet olmayınca , Cebrail aleyhiselamın verdiği gıdaya ihanet etti.

    Diğer bir Musa da Allah’ın Kelimi, Peygamberi ve Firavun’un helakinin zahir planda sebebi oldu. Cenab-ı Hakk, onu Firavun ‘ un sarayında ve kucağında büyüttürdü. Hz.Musa’nın annesi, kalbine gelen bir ilhamla oğlunu bir sandık içine koyarak Nil’in akıntısına bıraktı. Nil’in kıyısında yapılmış sarayının balkonunda, karısı Asiye ile birlikte oturmakta bulunan :Firavun, nehirden gelmekte olan sandığı yakalatıp açtırdı. Derhal, içinden çıkan küçük Hz. Musa’yı öldürtmek için emir verdiyse de Asiye buna mani olarak:
    – Benim için de, senin içöin de bir göz bebeği! Onu öldürmeyin. Olur ki, bize faidesi dokunur, yahut onu evlat ediniriz, dedi. Netice itibariyle Firavun’un büyüttüğü Musa ; Peygamber oldu ve Firavun’un saltanatını yıktı. Bir Arab şairi, aslet olmayınca terbiyenin fayda vermeyeceğini dile getiriken:

    Fe Musa’llezi rabbahü Cibrilü kafirün
    Ve Musa’llezi rabbahü Fir’avnü mürselü

    demiştir. Yani”: (Asalet olmadığı için) Cebrail’in büyüttüğü Musa kafir oldu ve (asil bir soya sahip olduğu için) Firavun’un beslediği Musa ise Peygamberdir”

    ***

    ASLINDA BEN BİLMİYORMUŞUM

    Hz. Hasan ve Hüseyin birgün çölde gidiyorlardı. Bir ihtiyarın abdest aldığını gördüler. Abdesti doğru almıyor, şartlarına uymuyordu. Yaşlı olduğu için, “Böyle abdest sahih olmaz” demeye s ıkıldılar. Yanına giderek dediler ki:

    – Mübarek efendim! Birbirimizden daha iyi abdest aldığımızı söylüyoruz. Birer abdest alalım. Hangimizin haklı olduğunu bize bildirir misiniz?

    Önce Hz. Hasan, sonra Hz. Hüseyin güzel bir abdest aldılar. Aldıkları abdest tamamen birbirinin aynıydı. İhtiyar, dikkatle baktı ve sonra dedi ki:

    – Evlatlarım! Aldığınız abdestin birbirinden hiçbir farkı yok. Aslında ben abdest almasını bilmiyormuşum. Abdest almasını şimdi sizden öğrendim.

    ***

    AMR B. AS’IN HİDAYETİ

    Amr b. As r.a. anlatıyor:
    Hendek savaşından Mekke’ye döndüğümüzde, Kureyş’ten benim gibi düşünen bazı kimseleri bir araya getirdim. Onlar beni dinlerlerdi. Onlara:
    – Biliyorsunuz, Muhammed gittikçe kuvvetleniyor, hem de korkunç bir şekilde güçlenmektedir. Ben bu konuda birşey düşünüyorum. Acaba siz ne dersiniz? diye sordum. ‘Görüşün nedir?’ dediler. Ben de:
    – Beraberce gidelim Habeş Kralı Necaşi’ye sığınalım, onun yanında olalım. Eğer Muhammed bizim kavmimize galip gelirse, biz Necaşi’nin yanında kalırız. Onun elinin altında olmamız, Muhammed’in elinin altında olmaktan daha iyidir. Eğer bizimkiler galip gelirse, zaten bizi biliyorlar. Onlardan bize sadece iyilik gelebilir, dedim.
    Arkadaşlarım bunun tek yol olduğunu söylediler. Bunun üzerine ben: ‘O halde, Necaşi’ye vereceğimiz hediyeleri hazırlayınız.’ dedim.
    Necaşi’nin hoşuna gidecek hediyelerin başında tabaklanmış deri vardı. Biz de ona çokça deri topladık. Sonra Mekke’den yola çıkıp, Necaşi’ye vardık. Biz orada iken, Amr b. Ümeyye de geldi. Hz. Peygamber, Amr’ı Necaşi’ye Cafer ve arkadaşları için göndermişti. Amr, Necaşi’nin yanına girdi, sonra da çıktı. Arkadaşlarıma dedim ki:
    – Bu zat Amr b. Ümeyye’dir. Eğer Necaşi’nin yanına girip de onu bana teslim etmesini istesem, o da onu bana verse de onun boynunu vursam, Kureyşliler bunu bir mükâfat gibi kabul ederler. Çünkü böylece Muhammed’in elçisini öldürmüş olurum.
    Bu fikirle Necaşi’nin huzuruna girdim. Daha önce yaptığım gibi secde ettim. O da:
    – Dostum Amr’a merhaba, dedi. Bana memleketinden bir hediye getirdin mi?
    – Evet ey kral! Sana birçok deri getirdim.
    Sonra derileri Necaşi’ye takdim ettim, hoşuna gitti. Dedim ki:
    – Ey kral! Ben yanından çıkan bir kişi gördüm. O, bize düşman bir kişinin elçisidir. Onu bana ver ki öldüreyim. Çünkü o bizim ileri gelenlerimizden birçok genci öldürdü.
    Necaşi müthiş öfkelendi. Sonra eliyle burnuma vurdu. Zannettim ki burnum kırıldı. Eğer yer açılsaydı korkudan girerdim. Dedim ki:
    – Ey kral! Eğer hoşuna gitmeyeceğini bilseydim, bunu senden istemezdim. Necaşi:
    – Kendisine, Musa’ya gelen en büyük Namus’un (Cebrail’in) geldiği bir kişinin elçisini sana vermemi nasıl isteyebilirsin?
    – Ey kral! Gerçekten böyle midir?
    – Behey azaba uğrayasıca, beni dinle de ona tabi ol! Çünkü o, Allah’a yemin ediyorum, Hak üzeredir ve kendisine karşı gelenlere, tıpkı Hz. Musa’nın Firavun ordusuna galip geldiği gibi galip gelecektir.
    – O halde, onun namı hesabına İslâm üzerine benimle biat eder misin? dedim. Necaşi evet dedi ve elini uzattı. İslâm üzerine Necaşi’ye biat ettim.
    Sonra arkadaşlarımın yanına vardım. Müslüman olduğumu gizledim. Daha sonra Hz. Peygamber’e gitmek üzere yola çıktım. Yolda Halid b. Velid’e rastladım. Bu hadise Mekke’nin fethinin biraz öncesindeydi. O da Mekke’den geliyordu. Ona:
    – Ey Eba Süleyman, nereye gidiyorsun? dedim.
    – Andolsun, iş açığa çıkmış ve başarıya ulaşmıştır. Kesinlikle o kişi peygamberdir. Gideceğim ve müslüman olacağım. Sen daha ne zamana kadar inat edeceksin? dedi. Ben de ona:
    – Andolsun ki ben de müslüman olmak için geldim, dedim.
    Halid’le beraber Medine’ye, Peygamber s.a.v.’e vardık. Halid benden önce müslüman oldu, biat etti. Sonra ben:
    – Ey Allah’ın Rasulü! Ben geçmiş günahlarımın affedilmesi üzerine -ki gelecektekileri de bilmiyorum- seninle biat ediyorum, dedim. Hz. Peygamber s.a.v.:
    – Ey Amr! Biat et ki, İslâm, İslâm’dan önceki bütün günahları silip süpürür. Hicretten önceki herşeyi hicretin sildiği gibi, dedi.
    Rasulullah s.a.v.’e biat ettikten sonra geri döndüm

    ***

    ANNENİN HİZMETE İHTİYACI VAR

    Ebû’l-Haseni’l-Harkânî (k.s) hazretleri şöyle anlatır:

    İki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtaç bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, diğeri Allah Teâlâ’ya ibâdet ederdi. Bir akşam, Allah Teâlâ’ya ibâdet kardeş, yaptığı ibâdetten, duyduğu hazdan dolayı kardeşine:

    – Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdet edeyim, dedi.

    – Kardeşi kabul etti. İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüya gördü.

    Rüyasında bir ses ona:

    – Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık, deyince genç:

    – Ben Allah Teâlâ’ya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz, dedi.

    Ses ona:

    – Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat, kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı vardı, karşılığını verdi.

    ***

    BERBERİN İHLASIN

    Birisi ona gelir sorar: ‘İhlâsı kimden öğrendiniz?’

    -Mekke-i Mükerreme’de harçlıksız kalmıştım. Basra’dan para bekliyordum ama gelmemişti. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere girdim
    ‘Peşin peşin söyliyeyim param yok’ dedim,
    ‘Allah rızası için saçlarımı düzeltebilir misin?’
    Berber o anda mevki sahibi birini traş etmekteydi. Onu bırakıp bana başladı. Adam itiraz etti.
    Berber
    ‘Kusura bakmayınız efendim’ dedi, ‘Sizi ücreti mukabilinde traş ediyorum. Ama bu genç Allah rızası için istedi’
    Berber dahasını da yaptı, bana harçlık verdi. Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi. Ona bir kese altın götürdüm.
    ‘Asla alamam’ dedi, ‘İnan Allah’ın rızası, daha değerli’

    Meclisine gelenlerden biri mübareği denemek ister. Aklınca zor bir soru hazırlar ve sorar.
    Mübarek
    ‘sözle mi cevap verelim’ der, ‘yoksa halle mi?’

    -İkisi de olsun.

    -Eğer kendi kendini deneseydin, bizi denemeye lüzum görmezdin. Kalbindeki değişimi de mi farketmedin?

    -Peki hâl ile cevabınız nasıl olacak?

    -Yüzüne bak anlarsın.

    Adam aynayı eline aldığında kendini tanıyamaz, çünkü yüzü simsiyahtır. Üstelik bu yola olan muhabbetinden eser kalmamıştır ki bu tard oldu demektir. Büyükleri incitmek böylesine korkunç bir cürettir işte.

    Aradığına bağlı

    Adamın biri Cüneyd-i Bağdadi’ye gelip ‘Nerede o eski kardeşlikler’ der, ‘Hani, Allah için sevenler?’

    -Eğer sıkıntılarına katlanacak birini arıyorsan bulamazsın ama sıkıntılarına katlanacağın dostlar arıyorsan çoktur.

    Cüneyd-i Bağdadi’nin talebelerinden biri şeytanın vesveselerine kapılıp kemâle geldiğini zanneder. Birbirinden cazip rüyalar görmeye başlar ve bunları arkadaşlarına da nakleder. Cüneydi Bağdadi Hazretleri onun durumuna çok üzülür. Talebesinin ayağına kadar gider ve ‘Eğer rüyanda seni cennete götürürlerse üç defa ‘La havle…’ oku’ diye tenbih eder. Hakikaten o gece rüyasında onu alıp cennete götürürler. Aklına hocasının sözü gelir. ‘La havle…’ okuduğu anda kendini çöplükler, pislikler içinde bulur. İçine düştüğü durumu anlar ve tevbe eder. Mübârek, ‘Herkese bir mürşid-i Kâmil lâzımdır’ der ‘aksi halde mel’ûn şeytan musallat olur ve oyuncak eder.’

    Talebelerinden biri sorar: ‘Hiç ibadet ve tâat yapmadan Allah’ın (Celle Celalüh) lütfuna kavuşmak mümkün müdür?

    -Zaten gelen bütün nimetler Allah’ın lütfudur. Bizim gibi acizlerin ibadetlerinden ne olsun.

    Son nefes, zor nefes

    Mübarek vefat edeceği gün çok korkulu ve üzgündürler. Yüzleri kül gibi olmuş rengi uçmuştur. Talebeleri bu halden çok ürkerler. Hatta içlerinden biri ‘Aman efendim’ der, ‘biz sizin şefaatiniz ile kurtulmayı ümid ediyoruz. Eğer siz bu kadar sıkıntı çekerseniz bizim halimiz nice olur?

    -Ey dostlarım yetmiş yıllık ibadetimi kıldan ince bir ipe astılar. Kâh o yana, kâh bu yana sallanıyor ve ben bu esintinin kabul yeli mi, red rüzgârı mı olduğunu bilemiyorum.

    Naaşını yıkayan talebesi su ulaştırmak için mübarek gözlerini aralamaya çalışır. Melekler dile gelir, ‘Kendini yorma’ derler, ‘Cüneydin gözü Allah’ın zikri ile kapanmıştır ve onun didarını görmeden açılmaz.’

    Talebelerinden biri onu rüyasında görür. Merakla sorar: -Efendim, Allah-ü teâlâ size nasıl muamele etti?

    -İlim ve marifet dolu sözlerimin hiçbir faydası olmadı. Sadece gece kıldığım namazlar imdadıma yetişti.

    ***

    AĞIZDAKİ TAŞ

    Birgün hazret-i Ebû Bekr ‘r.a.’, hazret-i Fahr-i âlem seyyid-i veled-i âdem Nebiyyi muhterem ve habîb-i mükerremin ‘s.a.v.’ huzûr-ı şerîflerinde, se’âdetle otururlarken; Bir bedbaht kötü huylu kimse; bir edebsizlik edip, Ebû Bekre dil uzatıp, yakışıksız sözler söyledi. Hazret-i Server-i kâinât; o edebsiz, Ebû Bekre edebsizlik etdikce; birşey söylemez, ba’zan da tebessüm eder idi. Hazret-i Ebû Bekr; o bedbaht ve edebsizin edebsizliği haddi aşınca; zarûrî olarak gadaba gelip, birkaç söz söyleyince; hazret-i Fahr-i kâinât, se’âdetle ve devletle yerinden kalkıp, gitdi. Hazret-i Ebû Bekr ‘radıyallahü teâlâ anh’ Sultân-ı Enbiyânın ardına düşüp, yetişdi ve dedi ki:

    – Yâ Resûlallah! Niçin, bir hayâsız, edebsizlik edip, gönül incitirken, susu, birşey söylemediniz. Şimdi, ben ona söyleyince, kalkıp, gitdiniz; sebebi nedir.

    Hazret-i Fahr-i kevneyn ve Resûl-i sakaleyn ‘s.a.v.’ buyurdu ki:

    – Yâ Sıddîk! O hayâsız ve bedbaht sana dil uzatmağa başladığı zemân, Allahü teâlâ bir melek gönderdi ki, o kimseyi karşılayıp, kovacak idi. Sen, hemen gadaba geldin; söylemeğe başladın. O melek gidip, yerine iblîs geldi. İblîs-i la’înin olduğu yerde, ben durmam.

    Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ‘r.a.’ ondan sonra, vaktli vaktsiz söz söylememek için, mubârek ağzına bir taş koyar idi. Ne zemân söz söylemek lâzım gelse, evvelâ fikr ederdi. Bir söz söyliyeceği zemân, o sözü kendi kendine nice zemân düşünür, tefekkürden sonra, mubârek ağzından o taş parçasını çıkarıp, ne söz söyliyecek ise söyler idi. Sonra o taş parçasını mubârek ağzına alıp, tesbîh ve tehlîl ile meşgûl olurdu. Kimseye, hayrdan ve şerden dünyâ kelâmı söylemez, eğer kat’î lâzım ise ve çok efdal ise, söylerdi. Yoksa, gecede ve gündüzde tesbîh ve tehlîl ile meşgûl idi.

    ***

    AHSEN-ÜL KASAS

    Başlıkta okuduğumuz terkip, ‘Kıssaların en güzeli’ demektir. Bu tâbir, Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. Yûsuf aleyhisselâmın kıssası için kullanılmıştır. Bu kıssayı, ya bir tefsirden, veya onunla alâkalı bir kitaptan okumanızı tavsiye ederiz.

    Bildiğimiz sebeplerle Kenan diyarından Mısır’a getirilen Hz. Yûsuf, Yâkup aleyhisselâmın oğludur. Dedesi Hz. İshak, büyük dedesi de Hz. İbrâhim’dir. Hepsi de şirke karşı tevhîdi, küfre karşı îmânı tebliğ etmiş, Allâh’ın nûrunu kalplere nakşetmek için mücâdele etmişlerdir.

    Böylesine muazzez, mukaddes ve müberrâ bir nesilden gelen Hz. Yûsuf, aristokrat bir hayat içinde yüzen Mısır saraylarında; hayâ, edep ve terbiye âbidesi olarak insanlara örnek olmuş, aslâ gayr-i meşrû tekliflere iltifat etmemişti. Hatta ahlâksızca yapılan îmâ ve baskılara karşı Cenâb-ı Hakka, bunlardan kurtarması için yalvarıp, ‘Zindan, bunların beni dâvet ettiği şeyden iyidir Rabbim, dedi.’ (S. Yûsuf, 33)

    Sonra, Aziz ve arkadaşları, Hz. Yûsuf (a.s.)’un mâsûmiyetini isbat eden bütün o kat’î delilleri görmelerine rağmen, halkın dedi-kodusunu kesmek için onu zindana attılar. Hatta onunla beraber, biri hükümdârın sâkîsi, diğeri de ekmekçisi olmak üzere iki delikanlı daha hapse atıldı. Onlar, hükümdarı zehirlemeye teşebbüs etmek suçuyla itham olunuyorlardı.

    Bunlardan biri,

    – Ben rüyamda kendimi şarap için üzüm sıkıyor gördüm, dedi.

    Öbürü ise;

    – Ben de rüyamda kendimi başımda ekmek götürüyor, kuşlar da gagalayıp yiyor gördüm, dedi. Bize bunların tâbirini haber ver; çünkü biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz, dediler.

    Dahhak rahımehullah hazretlerine;

    – Yûsuf aleyhisselâmın iyiliği ne idi? diye sorulduğunda, şöyle cevap verdi:

    – O, dâima iyiliği tercih eder, bütün hâl ve hareketlerinde güzel ahlâkını gösterirdi: Zindandaki hastaları ziyaret eder, mahzunlara dost ve arkadaş olup onları tesellî eder, yeri dar olanlara genişlik sağlar, muhtaç olanlara yardım toplayıp verirdi.

    Yûsuf aleyhisselâm delikanlılara dedi ki:

    – Size rüyanızda rızık olarak yiyecek bir şey gelecek oldu mu, ben muhakkak onun ne olduğunu, daha size gelmezden evvel rüyanızı tâbir eder, haber veririm.

    Dikkat edilirse, Yûsuf aleyhisselâm onları, kendisine sorulanlara cevap vermezden evvel, tevhîde dâvet ve doğru yola irşad etmek istiyor. Bu dâvet ve tâbirinde doğruluğuna delâlet etmek üzere de, gaybden haber verme mûcizesini anlatıyor. Zira bütün peygamberlerin, peygamber olduklarını isbat için mûcize göstermeleri gerekir.

    Yûsuf aleyhisselâm konuşmasına devam ederek şöyle diyor:

    – Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Çünkü ben, Allâh’a inanmayan, âhireti de inkâr eden bir kavmin dînini terk ettim. Atalarım İbrâhim, İshak ve Yâkub’un dînine uydum. Allâh’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bizim için doğru olmaz. Bu tevhid, bize ve bütün insanlara Allâh’ın bir lûtfudur; fakat, insanların çoğu buna mukabil şükretmezler.

    Ey Benim zindan arkadaşlarım, düşünün bir kere; darma dağınık birçok rabler mi iyi, yoksa her şeyi hükmü altında tutan ve kahredici olan bir tek Allah mı?

    Sizin onu bırakıp taptıklarınız, kendinizin ve atalarınızın takmış oldukları kuru, mânâsız ve boş isimlerden başkası değildir. Allah, onların gerçekliği hakkında hiçbir delil indirmemiş, onlara hiçbir güç vermemiştir. Hüküm, yalnız Allâh’ındır. O, yalnız kendisine ibâdet etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.

    Ey zindan arkadaşlarım, rüyalarınıza gelince; biriniz efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılıp tepesinden kuşlar yiyecektir. İşte hakkında fetvâ istemekte olduğunuz mes’ele, böylece olup bitmiştir.

    Bundan sonra Yûsuf aleyhisselâm, bu iki delikanlıdan, kurtulacağını bildiği kimseye yani sâkîye dedi ki:

    -‘ Beni efendinin yanında an, benden bahset.

    Fakat şeytan, efendisine onu anlatmayı unutturdu. Bu yüzden Yûsuf aleyhisselâm, daha nice yıllar zindanda kaldı. (S. Yûsuf, 35-42)

    Yani Hz. Yûsuf, Allah’tan başkasından yardım istediği için, beş yıllık mahpusluktan sonra, yedi yıl daha hapiste kaldı. Zira böyle bir istek ümmetten herhangi bir fert için gayet normal olmakla birlikte, bir peygamber için münasip değildi.

    Onun zindanda kaldığı 12 sene âyet-i kerimedeki ‘üzkürnî ınde rabbik’ kavl-i keriminin harflerinin miktarına müsâvidir. Bu 12 adedinde daha başka acâib sırlar da vardır:

    Burçlar, aylar on ikidir. ‘Lâ ilâhe illallah’ ve ‘Muhammedün Resûlüllah’ın asılları da on ikişer harftir.

    Kezâ Yâkup aleyhisselâmın oğulları da 12 idi. (Rûhu’l-Beyan)

    Yûsuf aleyhisselâm, Mısır’ın iktisadî bakımdan en kritik bir devresinde yani yedi sene süren kıtlık yıllarında hazînenin başına geçmiş ve önceden aldığı tedbirlerle ülkeyi bir bâdireden kurtarmıştır.

    Hz. Yûsuf, bu güzel hizmeti yapmayı, bizzat kendisi tercih etmiştir. İlk bakışta, peygamberlik makamında bulunan bir zâtın Mısır Hükümdârı’nın emrinde (bugünkü tâbirle) Mâliye Bakanlığı yapması garip karşılanabilir; fakat, insanlığa iktisadî yönden bir hizmet verirken, kazandığı sevgi-saygı ve hüsn-i zanla en müessir bir şekilde İslâm’ı tebliğ, telkin ve tâlim etmesi, kısacası o milleti maddî-mânevî tehlikelerden beraberce kurtarması, ibret ve ders alınacak bir husustur.

    Onun içindir ki, Kur’ân-ı Hakîm’de Yûsuf aleyhisselâmın kıssasına, kıssaların en güzeli mânâsında, ‘Ahsenü’l-Kasas’ tâbir edilmiştir.

    ***

    BAŞKA DUÂ BİLMEZ MİSİN?

    Bir şahıs, Harem-i Şerîfin kapısında, Ey doğrulara yardım eden, haramlardan kaçınanları koruyan Allâhım!.. diyerek hep aynı duâyı okuyordu. Ona, Sen başka duâ bilmez misin? dediler. O şöyle açıkladı, bu duâyı tekrar etme sebebini:

    Ben Beyt-i Şerîfi tavâf ederken ayağıma takılan bir şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla îmânım mücâdeleye tutuştular. Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar dedi şeytanım. Îmânım ise, Bu haramdır, boşuna saklama; sahibini bul, teslim et! dedi. Ben böyle mücâdele içinde iken, birinin sesi duyuldu:

    Burada, içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise getirsin, ona otuz altın müjde vereyim!

    Bin haramdan otuz helâl hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken, bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce, hemen satın aldım. Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladılar. Köleden ne konuştuklarını sordum. Saklamayıp aynen anlattı:

    Ben Mağrip sultânının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti. Beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evlâdın gibi baktın. Bundan dolayı memnun kaldım. Bunlar beni satın alacaklar; sakın az altına râzı olma, elli bin altına sat beni.

    Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdata gittim. Orada açtığım dükkânda mallarımı satıyordum. Bir tanıdığım gelip, Meşhur bir tüccar dostum vefât etti, ay gibi güzel kızcağızı yalnız kaldı. Gel bunu sana alalım dedi. Ben de kabul ettim. Kızın, çehiz olarak getirdiği birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken, birinde dokuz yüz yetmiş altın yazılı idi. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dediki:

    Babam bu keseyi Harem-i Şerifte kaybetmiş. Bulan bir helâlzâde keseyi iâde edince, otuz altını ona müjde olarak vermiş, ondan geriye kalanlardır bu kesedeki altınlar.

    Bunun üzerine ben Allâha hamd ve şükürlerde bulundum; bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek hâdiseyi kızcağıza anlattım. Sürur ve saâdetimiz daha da perçinlenmiş oldu!.. (Nevâdir-i Süheylî, Sayfa: 280-81)

    Evet, enteresan bir hâdise. Doğruluk ve dürüstlüğün neticesini göstermesi bakımından verdiği mesaj oldukça mühim. Kaldı ki bu, sadece dünyadaki semeresi. Âhiretteki karşılığı ise, ebedî bir saâdet. Rabbimiz cümlemizi, îmânımızın sesine kulak vererek sadâkat ve istikametten ayırmasın. Âmîn…

    ***

  304. ayetullah said,

    Temmuz 17, 2007 6:35 pm

    gülsen hanım bazı yazdıklarınız çok bilindik o yüzden bi yerden bi yere kopyalayıpta yazarken dikkat edin hani insanlar bazılarını biliyo diye ama tabi bilemem siz nasıl yazıyosunuz orasını Allah bilir birde çok uzun yazınca insan okumak istmemiyo ben arkadaşlarıma tvsiye ettim abi çok uzun dediler hep gülşen diye bir bayan yazmış dediler digerleri de yazışma gibi olmuş dedibu yüzden çogu okumadı bile bi yandan da haklılar bu kadar uzun yazcagınıza bi belgsel tipi bişey atabilirsin tabi biliyosan bilmiyosan bişey demiyorum işallah kızmıyosndur zaten kızılcak bişeyde demedim aslında ben yazmamaya kara vermiştim ama bi baktım yani şok oldum bu kadar yazıların oldugunu görünce ama bunlkar sizin araştırma bilgilerinizse tabiki bişey diyemem yazmanız bencede herkes açısından hayırlı olur ama biraz daha kısa ve belgesel tipli olursa daha güzel olurdu hani ama neyse Allaha emanet olunuz…

  305. gullsen said,

    Temmuz 17, 2007 6:35 pm

    Mevalandan güzel öğütler

    Bir adam hileyle kuşun birini tuzağa düşürerek yakaladı. Kuş dile geldi, yalvardı:

    “Ey ulu insan, sen koyunları, öküzleri yedin, bir çok deveyi kurban ettin. Bu dünyada onlarla bile doymadın, benimle mi doyacaksın? Eğer beni bırakırsan ben sana üç öğüt vereceğim.

    Bunlara uyarsan her müşkülün hallolur.

    Birincisini, dindeyken vereyim, eğer beğenirsen beni bırakırsın.

    İkincisini şu dama konarken, üçüncüsünü de şu ulu ağaçta söylerim,” dedi.

    Adam kuşu sıkı sıkıya tutarak:

    “Haydi söyle bakalım, eğer beğenirsem seni bırakırım,” dedi.

    “Kuşcağız ilk öğüdü söyledi:

    “Olmayacak sözü kim söylerse söylesin, inanma” dedi.

    Adam öğüdü beğenerek kuşu bıraktı. Kuş uçarak damın saçağına kondu, ikinci öğüdünü söyledi:

    “Geçmiş gitmiş şeylere, kaçmış fırsatlara ah vah etme.” dedi. Sonra biraz geriye çekilerek orada bulunan ulu ağaca kondu:

    “Benim karnımda on bir dirhem ağırlığında paha biçilmez bir inci vardı. Eğer beni kaçırmasaydın o şimdi senin olacaktı.” dedi.

    Bunu duyan adam ağlayıp inlemeye, saçını başını yolmaya başladı. Bunu gören kuş seslendi:

    “Ben sana geçmiş gitmiş fırsatlar için ah vah edip üzülme demedim mi? Madem fırsatı kaçırdın, neden üzülüp duruyorsun?

    Ya öğüdümü dinlemedin yahut da sağırsın. Ayrıca sana olmayacak şeye inanma demedim mi? Benim bütün ağırlığım üç dirhem, karnımda nasıl on bir dirhem ağırlığında inci bulunabilir?”

    Bunun üzerine adam kendi kendine:

    “Şimdi söylediklerini daha iyi anladım. Haydi şimdi de üçüncü Öğüdünü söyle bakayım” dedi. Kuş:

    “Allah için o iki öğüdü güzelce tuttun da benden üçüncüsünü mü istiyorsun? Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak toprağa tohum atmak gibidir. Aptallık ve bilgisizlik yırtığı, yama tutmaz.” diyerek uçup gitti.

  306. ayetullah said,

    Temmuz 17, 2007 7:12 pm

    Dil cennete de götürür cehennemede…
    Az laf hoştur çok laf boştur…….

  307. ayetullah said,

    Temmuz 17, 2007 7:16 pm

    bundan dolayı gülşen hanım bu hikayeyi bana gönderme olarak yzdıysanız eger bende şunu söyliyim aferin beklenerek yapılan her şey özellikle ögüt boşa gider boşda cehenneme bilmem anlatabildimmi belki burda çogu insan senin yazdıklarına hayran kalmış olabilir ama sen eger niyetin sadece onların dikkatini çekmekse işte o zaman sadece onları ve kendini kandırırsın fakat Allahı asla kandıramazsın birde burası Sultanıma ayrılmış bir site o yüden gönderme yaparak veya çok şey yazıpta dikkat çekerek hiç bişey yapamazsın yani tabi senin niyetn ney ben degil Allah bilir o yüzden ben yorum yapmıyorum ama Geylani hazretleri kesinlikle bu türlü münakaşalara karşı ilgisiz kalmazdı ve hiçde beyenmedigi bir davranış üzerindeyiz o yüzden gel sen bana gönderme yapmaktanvazgeç bende sana bişey yazmaktan vazgeçiyim…Neyse tekrar Allaha emanet olunuz..,

  308. gullsen said,

    Temmuz 17, 2007 9:14 pm

    ayetullah bey sizi muhatap bile almak istemiyorum.eğer ben bunları da yazıyorsam kesinlilke göz bomak için değil.hem ameller niyetlere göredir.sen burda almak istediğini alamıyoran diğer arkadaşlaranlyor ve kendilerine bir şey kazandırıyor diyorsalar ozamna sizde sorun vardır demektir gbunuda unutma gösterişi asla sevmem birşeyler öğreniyorsam bunuda arkadaşlarlan paylaşmak istediğim içindir demek ki sen bunu yazdıklarımdan bunu çıkarmışsın çokkkk yazık gerçekten senin bu düşüncelerine daha fazla yorum yapmak istemiyorum.düşünrek yaz yada ne yazdığınızı bilmiyorsunuz artık kendi yorumlarınızı eklersiniz ve umuyorumki işşallah faydam olmuştur çünkü artık birdaha bu siteye yorum eklemiyecem tamam.evet konuşmalrında bu mübarek zat akkında ne öğrendiğin ve ne kazandığınız belli oluyor ayetullah bey ……..

  309. ahmet said,

    Temmuz 18, 2007 11:23 am

    gülsen abla sakın böyle bir şey yapmayasın..bi yoruma bakarak hepimizi mahrum bırakamassın.Allah senden razı olsun..ben ve arkadaşlarım sana her zaman dua ediyoruz…lütfen lütfen lütfen…lütfen..abla lütfen

    sen bi tanesin…sailingclup@mynet.com.tr

  310. hülya said,

    Temmuz 18, 2007 8:02 pm

    ben allaha aşıgım bügün onu ararken Abdülkadir Geylaniye uyramak için içim yandı Allah aşıkları yanlızca içinize su serpiyo Allah razı olsun cabanızdan DOLAYI

  311. ayetullah said,

    Temmuz 20, 2007 3:33 pm

    gülşen niyetim seni incitmek degildi sadece bu kadar uzun yazmanın sebebini ögrenmek istedim o kadar ama beni muhattap almamandan dolayı bişey demiyorum fakat sizi kırdıysamda affedin özür dilerim ve bende
    yazmıcam zaten artık bu zamana kadar her ne yazdıysanda Allah razı olsun ama benide incittin sende Geylani hzretleryile ilgili ne bildigin belli dedin bunu sen bilemezsin fakat neyse herşey için sagolun.Allaha emanet olunuz..

  312. gullsen said,

    Temmuz 20, 2007 5:35 pm

    BİR İNSANIN KENDİ DEĞER VE YARGISINDAN KÜÇÜLTECEK HİÇ BiR ŞEY YAZMA VE SÖYLEME HAKKINA SAHİP DEĞİLİM ÖNEMLİ OLAN BENİM SENİN HAKKINDA NE DÜŞÜNDÜĞÜM DEĞİL SENİN KENDİ HAKKINDA NE DÜŞÜNDÜĞÜDÜR. Bir insanı incitecek herhangi bir şey yapmam kesinlikle. .O sizin hakkınızda yazdıklarım sizin yazmış olduğunuz yoruma bir cevaptı sadec AYETULLAH BEY.Madem bir şeyler biliyorsanız o ışığınızı kapalı kutuda saklamanıza ne gerek var .O kutuyu açın ki herkes o ışıkla karanlıklarını aydınlatsın.Herkes onunla yolunu bulsun biraz paylaş .Daha fazla bir şey diyemiyecem sadece ricam bundan sonra eğer bir kişiden bir istiyorsan ilk önce nei stediğini bil ve düşün ona göre yaz.En azında yanlış anlaşılmazsın bilmem anlatabildim mi.AYETULLAH.

  313. gül said,

    Temmuz 23, 2007 12:16 am

    yazdıklarıza ve yorumlarınıza anlattıklarınıza doyum olmuyor ALLAH(c.c.) cümlenizden rağzı olsun aydınlattığınız için a.e.o. gardaşlarım

  314. tevfik said,

    Temmuz 23, 2007 4:08 am

    gülşen kardeşim maşallah berekallah devam etmeni rica ederiz cümleten.

    bizleri bu güzel bilgilerden mahrum etmeyesin.

    unutma her devirde bir molla kasım çıkar.

    o molla kasım ki yunus emre hz şiirlerini nehir sularına yırtarak atmıştı.!!!!
    selam ve dua ile.

  315. ahmet said,

    Temmuz 23, 2007 11:42 am

    gülseren abla ….Allahına kurban…

  316. sedef said,

    Temmuz 27, 2007 1:42 pm

    çok güzel

  317. ummugulsum said,

    Ağustos 1, 2007 9:55 pm

    EVRAD-I KADİRİYYE

    E’ûzübillâhimineşşeytânirracîm, Bismillâhirrahmânirrahîm…

    Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn. Errahmânirrahîm. Mâliki yevmiddîn. İyyâke na’büdü ve iyyâke neste’în. İhdinessirâtel müstakîm. Sırâtellezîne en’amte ’aleyhim, ğayril mağdûbi ’aleyhim veleddâllîn. (AMİN)

    بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
    الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
    الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
    مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ
    إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
    اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
    صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ

    İnnellâhe vemelâkitehû yusallûne ’alennebiyy, Yâ eyyühellezîne âmenû sallû ’aleyhi vesellimû teslîmâ.[1]

    Allâhümme salli ve sellim ve bârik ’âlâ seyidinâ Muhammedin ve ’alâ âlihi ve sahbihî ecma’în.

    Sübhâne rabbike rabbil ’izzeti ’ammâ yasifûn, ve selâmün ’alel mürselîn, velhamdü lillâhi rabbil ’âlemîn.[2]

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Rasûlallâh

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Habîballâh

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Halîlallâh

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Nebiyyallâh

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Safiyyallâh

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Hayra Halkillâh

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Nûra ’Arşillâh

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Eminei Vahyillâh

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ men Zeynehullâh

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ men Şerefehullâh

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ men Kerremehullâh

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ men ’Azzemehullâh

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ men ’Allemehullâh

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Seyyid elMürselîn

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ İmâm elMüttekîn

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Hâtemennebiyyîn

    Essalâtü vesselâmü ‘aleyke yâ Rahmeten lil ’âlemîn

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Şefî’al Müznibîn

    Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Resûle Rabbil ’âlemîn

    Salevâtullâhi ve melâiketihî ve enbiyâihî, ve hameleti ’arşihî ve cemî’i halkihî ’alâ Seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecma’în. Allâhümme salli ’âlâ Seyyidinâ Muhammedin ’abdike, ve habîbike, ve Rasûlikennebiyyel ümmiyye, ve ’alâ âlihi ve sahbihi vesellim. Allâhümme salli ’âlâ Seyyidinâ Muhammedin Nebiyyil Melihi sâhibil mekâmil ’alâ vellisânilfasîhi. Allâhümmec’al efdale salevâtike ebeden ve enmâ berekâtike sermeden ve ezkâ tahiyyâtike fadlen ve ’adeden ’alâ eşrefil halâikil insâniyyeti ve mecme’il hakâikil îmâniyyeti ve tûrittecellîyâtil ihsâniyyeti ve vâsiti ikdinnebiyyîn ve mukaddimi ceyşil mürselîn. Ve kâidi Rabbil enbiyâil mükerremîn. Ve efdalilhalki cema’in âmili vâil ’izzil a’lâ. Ve mâlikî ezimmetil mecdil esnâ. Şâhidi esrâril ezeli ve müşâhidi envâri sevâbı kılu velî ve tercümânı lisânil kıdemi ve menbâil ilmi vel hilmi vel hıkemi mazhâri sırril cüdil cüziyyi vel külliyyi ve insani ’aynil vücûdu ’ulviyyi vessüfliyyi râhi cesedil kevneyni ve’ayneyni hayâtiddâreynil mütehakkiki bi’alâ rutebil ubûdiyyeti velmütehalliki biahlâkil makamâtil istifâiyyetil halîlil a’zami vel habîbil ekremi Seyyidinâ Muhammed ibni ’Abdillâhibni ’Abdilmuttalibi ve ’alâ saîrilenbiyâi vel mürselîn. Ve ’alâ melâiketel mukarrabîn. Ve ’alâ ’ibâdillâhissalihîne min ehlissemâvâti ve ehlil ’arâzın küllemâ zekerekezzâkirûn. Ve ğafele ’an zikrikel ğâfilûn. Ve sellim ve Radiyallahu ’an ashâbi Resûlillâhi ecma’în…[3]

    MEALİ:

    Rahmeti İlâhî’den kovulup taşlanmış şeytan’dan Allah (CC) Hz.leri’ne sığınırım. Rahman ve Rahîm olan Allah (CC) Hz.leri’nin adıyla..

    Her türlü Hamdü Sena, alemlerin Rabbi olan Allah (CC) Hz.leri’ne mahsustur. O ki, Rahman ve Rahîm’dir. Kıyamet gününün tek Hakimi’dir. (Ey Rabbimiz) Ancak sana ibâdet eder, ancak senden yardım dileriz. Bizi doğru yola sevkeyle, gazaba uğramışların ve sapıtanların yoluna değil…

    Şüphe yok ki, Allah (CC) Hz.leri de, melekleri de Nebî’ye (Allah’ın (CC) Rasulü Muhammed Mustafa’ya (SAV) selâtü selâm getirirler. Ey imân edenler… O’na siz de salât getirin, O’nu selametle anın.

    Allah’ım.. (CC)! Sen Efendimiz Muhammed Mustafa’ya (SAV), O’nun soyuna ve kendisine uyan bütün müminlere rahmet et. Selamet ver. Kendilerini mübarek eyle. Kudret ve İzzet sahibi Rabbin, noksan sıfatlardan münezzeh ve berî’dir. İnsanların O’na izafe ettiklerinden uzaktır. Allah (CC) Hz.leri’nin Resulleri Peygamberlere selâm olsun. Her türlü Hamdü Sena, alemlerin Rabbi olan Allah (CC) Hz.leri’ne mahsustur.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Allah’ın Rasûlü.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Allah’ın Sevgilisi.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Allah’ın Dostu.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Allah’ın Nebisi.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Allah’ın Temiz kulu.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Allah’ın En hayırlısı.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Allah’ın Arş’ın Nuru.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Allah’ın Vahyi Emîn’i.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Allah’ın Tezyin ettiği.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Allah’ın Şerefli kıldığı.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Allah’ın Mükerrem kıldığı.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Allah’ın Büyük yarattığı.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Allah’ın Öğrettiği.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Resullerin Efendisi.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Muttakîlerin İmamı.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Nebilerin sonuncusu.

    Salât ve selâm sana olsun Ey alemlere Rahmet olan.

    Salât ve selâm sana olsun Ey günahkârların şefaatçisi.

    Salât ve selâm sana olsun Ey Âlemlerin Rabbi’nin Rasûlü.

    Allah’ın (CC), meleklerinin, peygamberlerinin, arşını taşıyanlarının ve bütün mahlukatının salât ve selâmı Efendimiz Muhammed Mustafa (SAV) Aleyhisselâm’a, O’nun soyuna, Ashabına ve kendisine uyan bütün mü’minlere olsun. Allah’ım.. Sen ümmî Nebîn, Rasûl’ün, Habîbin, kulun Efendimiz Muhammed Mustafa’ya (SAV), O’nun soyuna, ashabına ve kendisine tabi olan bütün müminlere rahmet eyle. Allah’ım.. Sen yüce makam sahibi fasih lisanlı, güzel ahlâklı Efendimiz Muhammed Mustafa (sav) Nebî’ye Rahmet et.

    Allah’ım (CC). Ebedî Rahmetlerinin en faziletlisini, Sermedi bereketlerin en artanını, adet bakımından tahiyyetlerinin en temizini; insan olarak yaratılanların en şereflisi, iman hakikatlerinin karargahı, iyilik tecellîlerinin merkezi, Rahmânî esrarının nüzul mahalli, Rabbani vahdet ülkesinin sır evi, bütün Peygamberlerin ahd ve mîsâk vâsıtası, Rasûller ordusunun öncüsü, bütün şerefli Peygamberlerin kumandanı, bütün mahlûkâtın en üstünü, yüce izzet sancağının taşıyıcııs, yüce kerem dizgisinin sahibi, ezel sırlarının şahidi ilk nurların müşahidi, Kur’ân’ın tercümanı, ilmin, ahlakın ve hikmetlerin kaynağı, cüz’î ve küllî ni’metlerin zuhur mahalli, insanın ulvî ve süflî yanlarının gözbebeği, her iki alemin varlığının nuru, iki cihanın gözü, sana kulluğun en yüce derecesinin göstericisi, ahlâkların en yücesi ile ahlâklanan, en büyük dostun, en şerefli Habîbin, Efendimiz Abdülmuttalib oğlu Abdullah oğlu Muhammed’e (SAV), diğer Nebilere, sana yakın olan meleklere, salih kullarına, ve göklerde ve yerde olanların hepsine ver. Seni zikredenler Seni zikrettikçe, zikirden gafil kalanlarda gafil kaldıkları müddetçe sen ver Allah’ım.

    Allah (CC) Hz.leri, Resûlünün (SAV) bütün Ashabından da (RA) Razı olsun… (AMİN)

    —————————————————————-

    [1] El-Ahzâb S. A.56

    [2] Es-Sâffât S. A.180-182

    [3] İlahi Armağan

  318. ummugulsum said,

    Ağustos 1, 2007 10:02 pm

    Gavsulazam (ksa) İstiğasesi

    Gavs-ı Azam’a (ksa) nisbet edilen İSTİĞASE –

    Bunun Okunma vakti –

    Özellikle Gavsulazam’ın (ksa) bunu Salı günleri ya gece yarısında, ya da seher vaktinde okuyup amel ettiği.

    RAHMAN VE RAHÎM OLAN ALLAH’IN (CC) ADIYLA

    Çok önemli bir konu ile karşılaştığında, seni üzen bu musîbetin Allah (CC) tarafından defedilmesini arzu edecek olursan önce, ya yatsı namazından sonra ya da seher vaktinde iki rek’at namaz kıl; bu namazın her rek’atinde Fâtihâ’dan sonra on bir defa İHLÂS sûresini oku. Sonra da selâm verdikten sonra Allah’a (CC) secde götür de arzu ve ihtiyacını iste! Başını kaldırınca Peygamber (SAV) Efendimize on bir kere salâvat-ı şerife getir. Sonra da kalkıp IRAK cihetine KIBLE’nin sağ tarafına yönelerek on bir adım atıp yürü.

    Birinci adımda: Ya Şeyh Muhyiddîn! Söyle.

    İkinci adımda: Ey Efendimiz Muhyiddîn!

    Üçüncü adımda: Ya Mevlânâ Muhyiddîn!

    Dördüncü adımda: Ey hizmete lâyık Muhyiddin!

    Beşinci adımda: Ey Derviş Muhyiddîn!

    Altıncı adımda: Ey Hoca Muhyiddîn!

    Yedinci adımda: Ey Sultan Muhyiddîn!

    Sekizinci adımda: Ey Şah Muhyiddîn!

    Dokuzuncu adımda: Ey Gavs Muhyiddîn!

    Onuncu adımda: Ey Kutub Muhyiddîn!

    On birinci adımda: Ey Efendiler Efendisi (Seyyidler seyyidi) Abdülkadir Muhyiddîn!

    Diye çağır. Sonra şöyle söyle:

    Ey Allah’ın (CC) kulcuğu, benim imdadıma yetiş, Allah’ın (CC) izniyle bana yardımcı ol! Ey insanlar ve cinlerin Şeyhi! Bana imdad eyle, ihtiyacımın yerine gelmesinde bana yardım elini uzat!

    Bunları söyledikten sonra şu duayı üç defa okursun:

    “Allahım (CC)! Bütün eşya Senindir ve bütün eşya Seninle vardır; yine bütün eşya Senden gelmedir ve bütün eşya Sana yönelip gelecektir. Sen bütün eşyaya hâkimsin, hepsi de Senin yüksek kudretin altında bulunuyor; Sen küllün küllüsün! Ey merhamet edenlerin en çok merhamet edeni, Senin rahmetine bağlanıp dayanıyoruz!

    Geniş rahmetin Efendimiz Muhammed’e (SAV) ve O’nun hanedan ve arkadaşlarına (RA) olsun! Onları hem dünyada, hem âhirette esenliğe kavuştur!”

    Bu istiğase bir de şöyle yapılabilir:

    Bu istiğase tecrübe edilmiştir; duaların kabul olunması için okunmasında fayda vardır. Ancak bâzı şartlara riâyet gerekir:

    a) Doğru olmak,

    b) Kalbî teveccühü sağlamak,

    c) İtikadı sağlamlaştırmak.

    O halde ey doğru ve istekli olan kişi, çok önemli bir hacetin olduğu zaman, bu ister dünyevî olsun ister uhrevî, Salı gecesi fecir doğmadan önce yatağından kalk, tastamam bir abdest al, HACET NAMAZI niyetiyle Allah (CC) için iki rek’at namaz kıl; birinci rek’atinde Fâtiha’dan sonra KÂFİRÛN sûresini on bir defa oku; ikinci rek’atte ise, Fatihadan sonra İHLÂS sûresini on bir defa oku ve sonra aşağıdaki sıfatla HAZRET-İ GAVS’i (KSA) on bir defa an:

    “Ey Efendim Abdulkadır Muhyiddîn!”

    Sonra doğu cihetine on bir adım atarak her adımda şunu söyle: “Ey Şeyh Abdulkadirl Ya Geylânî!”

    Ve sonra aşağıdaki iki beyti üç defa tekrarlarsın:

    “Sen benim zahirem olduktan geri zulüm bana ulaşır mı?

    Ve Sen benim yardımcım olduğun müddetçe dünyada haksızlığa uğrar mıyım ben?”

    “Korulukta çoban bulundukça ona ayıptır ki. Issız çölde bir devenin ipi zayolsun!..”

    Bu iki beyitten sonra şöyle söyler:

    – “Ya Seyyidî Abdulkadir! Ya Geylânî! Bana yetiş, derdime koş!” Bununla beraber hacetini Gavs-ı A’zam (KSA) vasıtasıyla Allah’dan (CC) iste. Çünkü muhakkak O, senin hacetini karşılamak için yardımına koşar. Her hususta olduğu gibi bu hususta da başarı Allahtandır (CC). İhlâs üzere olmalısın, bununla birlikle kalbî teveccüh de şarttır.

    _________________________

    Kaynak: Füyüzat-ı Rabbaniyye

  319. ahmet said,

    Ağustos 2, 2007 11:16 am

    ablam benim…

  320. birol said,

    Ağustos 2, 2007 4:04 pm

    inşallah allah bizede böyle bir yaşam nasip eder

  321. ummugulsum said,

    Ağustos 3, 2007 11:39 am

    Amin inşallah. Amin inşallah. Amin inşallah.

  322. harun çift said,

    Ağustos 5, 2007 6:06 pm

    selam ancak hak yolda olanların üzerindedir…ve batıl yolda olanlara rahmetiyle geylanileri halk eden allaha hamd ve sena selam olsun bu yolda olan ve dahi bu yolda ölen kullara……

  323. musa said,

    Ağustos 11, 2007 10:27 am

    ALLAH RAZI OLSUN

  324. idris said,

    Ağustos 11, 2007 6:58 pm

    gavsı azam hazretleri ben de yıkılmaz dediğim düşüncelerimi nasıl bi doktor amaliyat masasında hastayı amaliyat eder aynen öyle gavsı azam hazretleride fetur rabbani ve futuhul gayb eserlerinde beni amaliyat etti manevi hastalıklarımı tedavi etti ilk başta neşter ğibi yakıyo sözleri hatta kitaplarını açaçasın ğelmiyo moralin bozuluyo ama daha sonra amaliyatın acıları ğeçince izler kapanınca saadeti dayrene mazhar olduğunu anlıosun ve iyiki geylani hazretlerini mürşit edinmişim diyosunnnnnn HERŞEYE YENİDEN BAŞLAYACAĞIM DİYENLEREE ŞİDDETLE TAVSİYE EDRİM FETUR RABBANİ ADLI ESERİNİ

  325. ayetullah said,

    Ağustos 15, 2007 11:53 am

    harun çift yazını çok beyendim inşallah bu güzel yazılarının davamı gelir… Allah a emanet olunuz..

  326. pınar said,

    Ağustos 15, 2007 4:12 pm

    Allah herkese onun gibi salih bir amell nasip kısmet etsin…dicek çokta bişii yok…

  327. huseyin said,

    Ekim 6, 2007 5:21 pm

    bu calısmayı yapan ve takıp eden kardeslerımızden Allah razı olsun bızlerı aydınlattıkları gıbı Allah da onları mahserde aydınlatsın

  328. NIMET said,

    Kasım 18, 2008 11:34 am

    esselamu aleykum verahmetullahi ve berakatuh
    arkadas tavsiyesi uzere sitenizi okudum.mevlam himmet ve feyzleriyle aydinlatip sevdiklerimizle birlikte komsu eylesin..emek veren arkadas ve hocalarimizdn sani yuce ALLAHIM r. olsun.selam ve dua ile a.e.olun.!!!!

  329. AyEtUlLaH ıLdIzİ said,

    Kasım 22, 2008 3:53 pm

    selamun aleyküm.. bakarmısınız yorumlara ya harika ben bi kaç senedir yazmıyodum şimdi farkettim yorumlar baya çogalmış müthiş bi site ya varmı başka böyle yok ya ya gerçekten 🙂 o birtane ya aahh ahhh …hoşçakalın…

  330. erdal said,

    Ocak 18, 2009 10:45 pm

    siteye tesadufen gırdım 3 saat cıkamadım cok guzel emegı gecenlerden allah razı olsun

  331. AHMET KILIÇ said,

    Haziran 28, 2009 8:53 pm

    ben tamamen tesadüf diyecektim tevafuk demek istiyorum.. Ruhumda cilalanma yaşandı. Ölü hücrelerim canlandı diyebilirim..
    Hazırlayanların niyetleri hasıl olsun.. İnşaallah. Amin..

  332. Temmuz 8, 2009 6:00 pm

    Verdiginiz bu bilgiler icin cok tesekkurler. Cok faydali oldu.

  333. ayetullah geylani yıldızi said,

    Ağustos 13, 2009 7:21 pm

    maşallah yorumlar çok hoş ama sanki artık giren de yorum yazanlarda azalmış sebebini bilmiyorum ama bu siteye güzel yorumlarınızı ve geylani hazretleriyle ilgili bilgilerinizi yazarsanız çok sevinicez baya bir arkadaşım böyle düşünüyor ondan öyle dedim..neyse allah razı olsun yazanlardan da bilgilerini paylaşanlardan da … allaha emanet olun…

  334. enigma said,

    Eylül 9, 2009 12:19 am

    Gaus ul Azzam Abdülkadir Geylani Hazretleri nin Abdülkadir Geylani hazretlerinin yazmış olduğu pekçok kıymetli eserlerinden bazıları: 1) Günyet-üt-Talibin, 2) Fütuh-ul-Gayb, 3) Feth-ur- Rabbani, 4) Füyuzat-ı Rabbaniyye, 5) Hizb-ül-Besair, 6) Cila-ül-Hatır, 7) El-Mevahib-ur-Rahmaniyye, vakit-ül- Hikem, 9) Melfuzat-ı Geylani, 10) Divanu Gavsi’l A’zam’dır. diye yukarda belirtmissiniz acaba tum eserlerini bulabilecegim bir web sitsi biliyormusunuz bu acizane kardesinine bildirirseniz sevinirim

  335. ayşe said,

    Eylül 11, 2009 11:19 am

    siteye tesadüfen gridim ve sık kullananlara ekledim çok güzel bi site herkese teşekkürler

  336. MAHMUDE said,

    Ocak 7, 2010 9:47 pm

    SELAM ALEYKUM BEN MAKEDONYADA YASIYORUM BIR GUN SABAHA KARSI RUYAMDA SABA EZANI OKUNUYOR VE EZANDA BANA KALK DIYOR ABDUL KADIR CEYLANI GIBI IBADET ET DIYOR;UYANDIM SABA EZANI OKUMAYA BASLADI .BEN ONCEDEN DUYMUSTUM BU ISMI AMA KIM OLDUGUNU BILMIYORDUM .BEN ISLAMIN SARTLARINI YERINE GETIRMEYE CALISIYORUM AMA ABDUL KADIR GEYLANI GIBI NASIL IBADET ETMEYI BILMIYORUM BANA BIRI YOL GOSTERIRSE ONCEDEN COK ALLAH RAZI OLSUN SELAM VE DUGA ILE

  337. Muhammed Mihal KAN said,

    Nisan 10, 2010 8:07 pm

    Yukarda 70. sırada ve daha aşağıda iki yerde yazılarım var… Bu yazıların silinip kaldırılmasını rica ediyorum. Teşekkür ederim.

  338. nermin said,

    Haziran 21, 2010 12:36 pm

    bu ne kadar uzun böle

  339. alikemal basak said,

    Ekim 19, 2010 11:24 pm

    selamunaleykum ,tum kalbimle ,bu siteyi yapanlardan allah razi olsun ,gercekten bu kadar cok zamani hayirli bir ise ayirmak bambaska bise olsa gerek,allah dostlarini hatirlamak ve anmak ve onlarin anilmasinda yardimci olmak allahimiz hakkinizda hayirlisini versin

  340. erdal said,

    Kasım 6, 2010 8:13 pm

    “Vefâtından sonra da, kıyâmete kadar, herkese, feyz, rüşd ve hidâyet, onun rûhâniyetinden gelmektedir” ifadesi Allah’ın sevgili bir kulunun arkasından ona yapılabilecek büyük bir zulüm olsa gerek. Onu sevme adına “TEVHİD”İ zedelemeye kimsenin hakkı olmadığını düşünüyorum.
    “İnneş-şirke lezulmün azim”

  341. Mustafa said,

    Aralık 5, 2010 8:05 pm

    Bu degerli bilgileri biz lerle paylasan siz degerli kardeslerime sonsuz tesekkurlerimi sunarim ALLAH sizlerden razi olsun.

  342. ismet said,

    Temmuz 1, 2011 4:04 pm

    Allah razı olsun bu paylaşımı yapandan

  343. Aynur Tunce said,

    Temmuz 4, 2011 6:32 pm

    selamün aleyküm kardeşlerim

  344. Aynur Tunce said,

    Temmuz 4, 2011 7:26 pm

    sizinle paylaşmak istediyim bir rüyam var.10 sene evel nasıl olduysa sürekli içimden subhanallah diye zikir çekiyordum bunu çekerkende dilimi sıkıştırıyordum ki kalben zikredebileyim diye derken her an alışıp zikretmeye başladım.bir gece ablam doğum yaptı diye onda kaldım,o gecede oğlum uyumuştu yanına uzandım hatırladığım uyuyana kadar zikrettiyim ..rüyamda kalabalık bir cemaatin içindeydim üstümde beyaz bir elbise vardı .birden cemaat ayaklandı ve ileriye doğuru sesler yükseldi resullallah geliyor diye devamında yok bu gelen gavsülazam dediler,mübarek üpek birşeyler anlattı derken yanına karı koca birileri geldi birşeyler sordularama dumadım ne dediklerini mübarek ayağı kalktı ve sol kolunu kaldırdı adam ve eşi kolundan sarkan cüpenin içine baktılar ikisinin yüz ifadesinden nekadar korktukları anlaşıyordu..allahım şahidimdir ben görmediyim halde o korkuyu hisettim ,devamında sağ kolunu kaldırdı o insanların içine baktıklarındaki huzuruda taa içimde hisettim.gavsülazam hz.gitmek üzereyken sağ elimle sırtını sıvazladım..birden başka bir mekandaydım kocaman bir odadaydı lyerde bir sürü yer yatağı vardı kaşımdaki kapıdan çıktım dışarıya sokak lambasının altında yşlı cüppeli ak sakallı bir zaat bana gel kızım diye eliyle işaret ediyordu tanımadığımdan yanımda duran arkadaşa sorum bu kim diye arkadaşım bakıp bu hz.mevlanaya benziyor dedi birdaha bakıp evet hz. mevlana bu dedi..ezan sesiyle uyandım ağlamaktam yastığım ıslanmıştı ve kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu… aradan kaç sene geçti ama hatırladıkça hep aynı heyecana kapılıyorum sizce anlamı neydi kardeşlerim

  345. abdulaziz cumhur said,

    Eylül 20, 2011 11:12 pm

    SLM.ALKM.
    Hz.Abdulkadir Geylani’yle ilgili bilgi ve yorumlarin bir yerde toplandigini görmek beni ziyadesiyle sevindirdi. Sitenin acilmasi ve akabinde yazi ve yorumlariyla katilan herkesi kutluyorum.
    Abdulkadir Geylani deyince önce söyle bir durmak, düsünmek gerek. O’nun hayati ve yasadigi devirde ve sonrasinda (-hatta simdi, zamanimizda bile-) insanlarin Allah Resulü Muhammed Mustafa’ya yönelip baglanmalari noktasindaki etkileri… devam ediyor. Tasavvuf literatüründe “kadirilik” olarak bildigimiz “cehri zikir” ile insanlarin kalblerinde iman nurunun parlamasini ve “kamil insan” makamina ulasmalarini saglamak icin faaliyette olduguna sahid oldugumuz pekcok “mürsid” var. Mürsid=irsad eden, insanlari hakka, hayra, güzellikleri yasamaya yönlendiren rehber… Bu anlamda inandigini dogru olarak yasama gayretinde olan “ilmiyle amil” kimseler… sözden ziyade yasantisiyla örnek olanlar… kisacasi Kur’an ahlakiyla ahlaklananlar…
    Yasadigimiz toplumun gidisati, yukarida cok kisa ifade etmeye calistigim ilmiyle amil-kamil insanlarin varligi ve onlarin himmetli/gayretli faaliyetleriyle düzelecektir Allah’in izniyle…
    Iste, bu noktada Hz.Abdulkadir Geylani’yi (ve diger mürsid-i kamilleri) tanimaya, hayatini ögrenerek tavsiyelerine uymaya ihtiyac var…. Hersey “insan”da bitmektedir…Alemin islahini yapacak olan, önce kendini islah eden insan olacaktir…
    Allah’a emanet olunuz..
    Abdulaziz Cumhur

  346. murat said,

    Ekim 1, 2012 1:15 am

    esselamun aleyküm… ben incilerden bir inci hemde elmas yüklü bir-inci olan Geylani hazretlerini rüyamda oğluma ismini tam olarak vermemi emir buyurduğunu gördüm ve oğlumun adını; ABDULKADİR GEYLANİ koydum . İnşallah onun ruhaniyeti ve yaşamı gibi yetiştirir Allaha ve resulullaha layık bir insan
    olarak yetiştirmem için duasını ve duanızı niyaz ederim.. hürmetlerimle…

  347. Ecevit said,

    Mart 1, 2014 7:50 am

    “De ki şefaatin tümü Allah’ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.” (39/44)

    “(Allah’ım!) Sadece SANA KULLUK EDER, sadece senden yardım isteriz. Bizi doğru yola ulaştır. Kendisine nimet verdiğin (peygamberlerin) yoluna, Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.” (1/5-7)

    “Cennettekiler cehennemde bulunanlara uzaktan uzağa sorarlar; Sizi can yakıcı ateşe sokan nedir? Onlar da şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılmaz, yoksulu da doyurmazdık. Batıla dalanlarla dalardık, ceza gününü de yalanlardık. Sonunda ölüm bize gelip çattı. “Artık şefaatçıların şefaatı onlara fayda vermez. Durum böyle iken onlara ne oluyor ki aslandan kaçan yaban eşekleri gibi öğütten kaçıyorlar.” (74/40-51)

    “Ey iman edenler! İçinde alış verişin, dostluğun ve şefaatin olmadığı bir gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıklardan infak edin. İnkar edenler zalimlerdir.” (2/254)

    Ya bu Geylani çok üfürmüş ya ardından gelenler sallıyor adama. sizde yanlışlıkla bu inanışınızda ısrar etmeyin arkadaşlar “Allah Kuluna Yeter” “Şahdamarınızdan yakın olan Allah’a yalvarmak varken araya aracı koymayın”
    Gidin güzelce Kuranı okuyun anlamaya gayret edin onlarca ayette APAÇIK bir dille Anlayasınız diye ayetlerimizi apaçık açıkladık diyor Bilgisayar çağında onlarca Meali aynı anda okuyabilirsiniz . Akledenlerden olursunuz inş.
    Selam üzerinize olsun

  348. Fatih said,

    Mart 6, 2014 7:33 pm

    Ey inananlar, Allah’a ortak koşmayın ! Bu yazıdaki şirke düşmeyin. Şirk bağışlanmayacak tek günahtır! Kendinize zulmediyorsunuz. Dinimizi Kur’an dan öğrenin. Evet kimse abdulkadir geylaniye tapıyorum demez ama yardım istemek, ölmediğini idda etmek , tasarrufu devam ediyor demek vs… günahtır, şirktir. Sizi uyarmak istedim. Kimsenin kimseye faydasının olmayacağı günden sakının.

    Nisa 48
    Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.
    —————————————————-
    Fussilet 6
    De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahy olunuyor. Artık O’na yönelin, O’ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!
    ————————–
    Enbiya 34
    Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar?
    —————————–
    Ahkaf 5
    Allah’ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kimdir? Çünkü, yalvardıkları şeyler yalvarışlarından habersizdirler.
    —————————————
    Bakara 48
    Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.

  349. Mayıs 13, 2014 7:21 pm

    Kalben Gavsul azam Seyyid abdülkadir Geylani Hazretlerine bağlanarak Allahın izniyle bu ahir zamanda ondan yardım dilemeliyiz

  350. Ocak 13, 2015 7:38 am

    güzel bir site;RABBİM emeği geçen,paylaşımlarıyla katkıda bulananlardan,okuyanlardan,faydalananlardan RAZI OLSUN.

  351. volkan said,

    Eylül 28, 2015 11:35 am

    Arkadaşlar benim bir arkadaşım rüyasında abdülkadir Geylani hazretlerini görmüş ve arkadaşıma benim ismimi söyleyerek onu yanıma getir çok günahı var demiş ondan sonra bu araştırmaları yapıp okuyarak çok etkilendim ilk fırsatta yanına gitmek nasip olur inşallah

  352. özkan özdemir said,

    Aralık 25, 2015 8:35 pm

    ay çok güzel

  353. elif said,

    Haziran 20, 2017 12:16 pm

    Allah sizden razı olsun çok faydalıydı devamını bekliyoruz

  354. mehmet said,

    Mart 14, 2019 12:25 pm

    Halimiz malumdur hazreti lem yezele hazreti mehdi gelede şu işler bir düzele

  355. Burhan said,

    Mayıs 26, 2022 12:52 am

    Bu Alemi arayıp tararsan Abdulkadir gibi bir zat bulunmaz.
    Ceddi Muhammed (sav) dır eğer sorarsan Abdulkadir gibi bir er bulunmaz

    Yunus Emre

  356. Ali said,

    Ocak 8, 2024 8:03 pm

    Allah (c.c) bizi onun yolundan ayırmasın. En hayırlısı olsun İnşAllah

    • Gökhan said,

      Ocak 13, 2024 11:40 pm

      Amin. Rabbim bizi ve inananları yolundan ayırmasın. Çok güzel bilgiler mevcut sitenizde. Aslında Abdulkadir Geylaniyi sevmek iman ve kurtuluş alameti. Allah’ın dostunu ancak Allahı sevenler sevebilir. Allah bizi dostlarını seven ve hürmet eden kullarından eylesin ve ayırmasın inşAllah.

      • emir hüseyin said,

        Ocak 15, 2024 8:17 pm

        amin ecmain güzel kardeşim Rabbimiz ALLAHIN CENNETİ DE buluşmak dua’larıyla (amin)


ayetullah için bir cevap yazın Cevabı iptal et